Kelebeğin Rüyası (2013)


Oscar muhabbetleri münasebetiyle oturdum izledim. Güzel senaryo, güzel film, sanata da iyi çalışılmış belli ama yemezler bence. Ama tabii aday olunsun, ekipçe bi Kodak Tiyatrosu ziyaret edilsin, güzel şeyler bunlar.


1940'tı yanılmıyorsam, o tarihlerde geçiyor. Zonguldak'ta şair iki genç. Memurlar aslen, ama gönüller şiirde. Bi hocaları var, o destekliyor bunların heveslerini. Gençler: Muzaffer (Kıvanç Tatlıtuğ) ve Rüştü (Mert Fırat), hocaları Behçet Necatigil (Yılmaz Erdoğan). Kişiler gerçek. Belediye Başkanı'nın liseli kızı Suzan'a (Belçim Bilgin) bu genç şairler göz koyar, güzel kızdır ve ikisi de beğenir, ne var bunda. İkisi de birer şiir yazıp kıza vereceklerdir isimsiz, kız kimin şiirini beğenirse o kazanacaktır iddiayı. İddiaları çok mühim değil, olmayan altınlarını verirler birbirlerine.

Dönemin hastalığı verem, bu iki şairin de başına beladır. Kızın ailesi, veremli oldukları için gençlerden uzak durmalarını ister. Gönül ferman dinlemez. Bu arada Rüştü, hastanede yer bulur bir şekilde, yerleşir, bir kızla tanışır, o da hastadır, adı Mediha'dır (Farah Zeynep Abdullah). Suzan, Muzaffer'e kalır. İyi mi olmuştur, tartışılır; çılgın kız Suzan ille de 'maden ocağı' görmek ister. Bu çılgınlık, Muzaffer'in başına iş veya işler açar.


Cumhuriyet daha çok gençtir (ayrıca bugün de doğum günüdür, kutlu olsun), yetmezmiş gibi ikinci kez büyük dünya savaşı başlamıştır. Dünyada bi büyük savaş gerçekleşirken, İstanbul'da genç şairler ve aşklarının hayatla savaşı yaşanmaktadır.

Kadroda dönemin Belediye Başkanı Zikri Özsoy rolüyle Ahmet Mümtaz Taylan ve Muzaffer'in babası rolüyle de Taner Birsel yer almaktadır.


Böyle bir hikayedir. Oscar aday adayıdır şu sıralar, umarım aday da olur; hatta çok isterim heykelciği de alır. Ama dediğim gibi çok ümitlenmeden takip edelim gelişmeleri. Peki "neden?" dersen, bilmiyorum, bi şeyi eksik ama tam adını koyamıyorum. Güzel de film baya. Bu arada yazanı yöneteni şair Yılmaz Erdoğan'dır.

İlk kez şubat 2013'te gösterilen film, güzel gişe yaptı, bu Oscar muhabbetiyle beraber istenen ölçülerde kısaltılıp Amerika'ya yollanan film bizde de son haliyle tekrar vizyona girdi. 10 milyon bütçeli yapım şu ana kadar 20 milyonun üstünde bir para kazandı. Allah bereket versin.

29 Ekim 2013
Oku..

Kurtuluş Son Durak (2012)


Hikaye, İrfan Tözüm'ün Mum Kokulu Kadınlar (1996)'ından araklanmış, modern bir final uydurulmuş. Ya çok mu zor, "Şu filmden esinlendik", "Bize ilham verdi" falan demek. Arak olunca zerre kadar değeri yok şu an gözümde.


Dertli kadınlar var. Biri kocasından dayak yiyor, birini sevgilisi terk etmiş sonra en yakın arkadaşıyla aldattığını öğreniyor falan.. Bir apartman dolusu kadın böyle. Sonra bir anda Cohen filmine dönüyor, cinayetler sonraları falan.. Atıyolar kuyuya öldürdüklerini, çaktırmıyolar hiç.. Sonra patlak veriyor, durduk yerde büyük kadın direnişine dönüyor durum. Sosyal medyanın katkılarıyla..


Yönetmen, Yusuf Pirhasan; Senarist, Barış Pirhasan. Biri ne kadar senaristse öbürü de o kadar yönetmen işte..
Direnen kadınlar: Belçim Bilgin Erdoğan, Demet Akbağ, Asuman Dabak, Nihal Yalçın, Ayten Soykök, Damla Sönmez. Mete Horozoğlu ve Ahmet Mümtaz Taylan da hanımlara eşlik ediyolar.
Ne ara oyuncu oldu, neden izlemek zorundayız anlamadığım Yavuz Bingöl var bir de.. Yavuz Bingöl eskiden türkü söylerdi artık bıraktı herhalde onu da sadece oyunculuk yapıyo.. Yavuz Bingöl haricinde kadro çok başarılı, Belçim Bilgin'in oyunculuğunu seviyorum ben, Damla Sönmez zaten tatlılıktan ölecek.


Ha bir de, filmin ismi o kadar itici ki uzun süre oturup izlemek istemedim, denk gelmesini bekledim, baktım kardeşim izliyo, dedim denk geldi tamam, oturduk izledik. O beğendi baya, çalıntı olduğunu bilmediği için, ben de beğendim gerçi ama işte..

26.10.13
Oku..

Jumper (2008)


Amerikalı bilim-kurgu romancısı Steven Gould'un, filme çekilen tek romanı Jumper, 1992 senesinde yayımlanmış ve yazarın ilk romanı. Goyer, Uhls ve Kinberg tarafından senaryolaşan hikayeyi Mr. & Mrs. Smith (2005)'in de yönetmeni olan Doug Liman yönetmiş.


Romanı bilmem ama film çok güzel. Herkesin hayalini kurabileceği türden bir yeteneğe sahip David, istediği zaman istediği yerde olabiliyor. Bu özelliğini, çocukken ve çok zor durumdayken keşfediyor. Buz tutmuş gölette yürürken kırılan bir parçadan suya düşüyor David, ölmek üzereyken o an aklına gelen bir yer olan kütüphanede alıyor soluğu. Sonra sonra eğitiyor kendini, gücünün farkına varıp eğlenmeye başlıyor. Ama David bu özelliğe sahip olan tek insan değil. Ve bazı insanlarda bu tarz bir özelliğin olması, bazı kişilerde rahatsızlık yaratıyor ve ufak çapta bir savaş başlıyor. Zıplayıcılar ve onları yok etmek için uğraşan Şövalyeler.


Çok başarılı hikaye ama özellikle başrol Hayden Christensen'ın yetersiz oyunculuğu filmi azıcık baltalamış. Tip olarak tutuyor ama ne hareketler, ne ses, sıfır karizma. Sevgilisi rolünü, o zamanlar gerçekten sevgilisi olan Rachel Bilson'a vermişler iyi ki. Tamam, onun da o zamanlar oyunculuğunda pek bi şey yok ama seviyorum onu ekranda görmeyi.
Zıplayıcı ekürisi olarak İngiliz Jamie Bell ve Şövalye takımının kaptanı olarak da Samuel L. Jackson var kadroda, ki Jackson filmi toparlayanlardan. Rachel'ın lisedeki halini de Annasophia Robb diye 93'lü bi kızcık oynuyor.

Bu da 'yetmez ama evet' sahnesi..
Bir de filmde ufak bir sürpriz var sonda, azıcık oynayan, David'in üvey kardeşi rolüyle Kristen Stewart.. Üvey kardeşler David ve Sophie'nin annesi rolünde de Diane Lane yer alıyor..

Benim böyle bi özelliğim olacak, ilk iş... Yok lan, ben de kesin bunun yaptığını yaparım. Ama bunun kadar sefa düşkünü olmam lan, bi işe yaratırım bu özelliği.. Neyse, olunca düşünürüz şimdi boş konuşmayalım..

26.10.13
Oku..

Masters of Sex (2013-16)


William Masters (1915-2001) diye bir adam var, jinekolog. Ama asıl derdi 'seks'. Adam sekse takmış durumda, ıncığını cıncığını araştırmak, öğrenmek, bilgilenip bilgilendirmek istiyor. "Herkes seks istiyor da, peki tam olarak nedir bu seks?" diye düşün düşün bi oluyor. Nasıl araştıracak ki bunu, ne hastane izin verir ne üniversite. Kılıf olarak jinekolog oluyor, yalnız baya iyi oluyor onu da. Aranılan doktor, hastanenin gülü. Ama deli işte, insanlığı kurtaracam diye yanıyor.


Hastalarını gizli tutarak, sorular sorup cevapları değerlendirerek başlıyor çalışmalarına. "Kaç dakika sürüyor?", "Nasıl olunca hoşuna gidiyor?", "Tam ne seviyorsun?" gibi şeyler işte. Üniversite bu kadarına izin veriyor. İşleri büyütüp, gizli gizli mastürbasyon yaptırıyor millete, tepkilerini inceliyor falan. Sonra biraz daha ileri gidiyor. Ama tabii bu denekleri bulması bir dert, elinde tutması ayrı dert. Diğer muayenehanede gözünün takıldığı bir sekreter var, yardımcı aradığı sırada bu kız başvuruyor, Virginia Johnson. İnsan ilişkileri konusunda görece daha başarılı olan Virginia, gizli görevlerde de üstüne düşeni çok başarılı bir şekilde kurtarıyor. Araştırmanın yolunda gitmesini büyük ölçüde bu hatuna borçlu Dr. Masters.

Masters'ın karısıyla olan ilişkisi de bir acayip.


Dizi, çiftin hayatının anlatıldığı biyografik roman taslağından faydalanılarak çekiliyor. Ne kadar bir kısmını işleyecek bu maceraların bilmiyorum ama biyografilerine baktığımda seksolog çift Masters ve Johnson'ın 1971-92 arasında evli oldukları ve Masters'ın 2001'de parkinson hastalığından, iki çocuklu Johnson'ın ise üç ay önce yani dizi çekilmeye başladığında öldüğü görülüyor. İzleyemediler yani..

Dr. Masters ve Mrs. Johnson

Tarihe geçen araştırmalara imza atan Masters ve Johnson'ın bu maceraları, Showtime kanalıyla izleyiciyle buluşmaya başladı. Yalnız ben anlamıyorum ya, Amerikan televizyonlarında bu diziler yayınlanıyor mu yani bu şekilde, baya sansürsüz güzel güzel sahneler. Valla bravo.


Henüz 4 bölümü yayınlanan dizi, Thomas Maier'in diziyle aynı zamanda çıkan biyografik romanından, Michelle Ashford tarafından senaryolaştırılıyor. Araştırmacı çifti ise, Lizzy Caplan ve Midnight in Paris (2011)'teki muhteşem kıl adam rolüyle bilinen Michael Sheen oynuyor. Diğer oyuncular: Caitlin Fitzgerald, Nicholas D'Agosto, Teddy Sears, Helene Yorke ve Julianne Nicholson...


25-10-2013

Dizinin ilk iki sezonunu izleyip bıraktım. Benden sonra iki sezon daha oynamış ve dört sezonla nihayete ermiş. Geçmiş olsun. İkinci sezonda sıkılmaya başlamıştım ben zaten, artık bölümler bunaltıcı olmaya başlamıştı, çok ağır işleniyordu hikaye. Her ne kadar oyuncular çok tatlı, konu ilgi çekici olsa da anlatım dili demek ki bayabiliyor..

24 nisan 2018
Oku..

How I Met Your Mother [2005-14]


Çocuklar, size inanılmaz bir hikaye anlatacağım..

Ted Mosby, kızını ve oğlunu almış karşısına, anneleriyle nasıl tanıştıklarını anlatıyor. Tam 9 sezondur. Annelerini daha bu sezon görebildik. Anlatmayı seviyor Ted. 2030 yılındaki çocuklarına, 25 sene öncesini hatta bazen daha da öncesini anlatıyor.


Kolejde tanıştıkları ilk günden beri sevgili olan Marshall ve Lily, Ted'in ev arkadaşları. Marshall'la arkadaşlığı kolej yurdunda oda arkadaşlığına dayanıyor. Ted, mimarlık; Marshall, hukuk; Lily, resim okumuşlar.


Bunları hep Ted anlattıkça öğreniyoruz. Taa en baştan anlatıyor yani mevzuyu. Ted'in en iyi arkadaşı olduğunu iddia eden Barney'nin çok para kazandığı bir işi var. Ama kimse ne iş yaptığını öğrenemedi uzun bir süre. En büyük özelliği kadınlar konusunda isteği ve başarısı. Yayımlanmış ve hatta pek çok dile çevrilmiş, benim kitaplığımda da yer alan iki buçuk kitabı bulunuyor bu karakterin. Vee, Kanadalı Robin, Ted'in ilk bölümde barda görüp, tanıştığı, muhabirlik yapan bir hatun. Bu beş kişi, bu koca hikayenin bir parçası olarak anlatıgidiyor.

Türkçeye 'Kanka Kanunu', 'Kankanın Av Rehberi' ve 'Kankanın Dönüşü' diye çevrildiler.


Josh Radnor, Jason Segel, Cobie Smulders, Neil Patrick Harris ve Alyson Hannigan oynuyor bu beş karakteri. Şimdiye kadar 193 bölümün sadece 58'inde hikayeyi dinleyen Ted'in çocukları olarak da Lyndsy Fonseca ve David Henrie'yi izledik. Çok bi şey yapmıyorlar, bazı bölümlerin başında çıkıp "Yaa daha bitmedi mi, asıl mevzuya ne zaman geleceksin.." falan diye atarlanıyolar babalarına.



Şimdiye kadar 17 bölümde denk geldiğimiz taksici Ranjit'in (Marshall Manesh) dışında diziye belli dönemlerde dahil olan karakterler de oldu tabii, bir de Rachel Bilson (3), Britney Spears (2), Katie Holmes (1), Jennifer Lopez (1), Katy Perry (1) gibi ünlü konuklar oldu. Bu kısa ziyaretlerin dışında karakterlerin uzun ilişkileriyle diziye katılanlar da vardı: Ted kadrosundan Stella rolüyle Sarah Chalke (9), yine Ted'in uzun ilişkisi Zoey ile Jennifer Morrison (12), Robin'in sevgilisi Kevin diye Kal Penn (9) geldi, Barney'nin nişanlısı oldu bi ara Nora diye Nazanin Boniadi (9), Ted bi ara eski sevgilisi Karen'le karşılaştı Laura Prepon (3) oynadı, Barney'nin efsane güzelliği ile striptizci sevgilisi Quinn karakterinde Becki Newton (10)'ı izledik ve son olarak da bundan sonra çocukların annesi rolünde Cristin Milioti'yi izleyeceğiz artık. Anne için yapılan seçim tartışıldı baya, çok bekledik çünkü, ne gelse beğenmeyecektik yani.

Robin'in eli, Zoey, Honey, Tedy, Lily and Barney..

Quinn rolüyle Becki Newton..

Dizinin yaratıcıları Carter Bays ve Craig Thomas, dizinin bu sezon final yapacağını açıklamışlar. En beğenilen dizilerden olan HIMYM'in yönetmenliğini Pamela Fryman yapıyor, bi bölümde de Neil Patrick Harris yönetmenlik yapıp hevesini almış.



20 dakikalık bölümlerden olaşan sitkom diye temel bilgiyi de verip konuyu kapatıyoruz.


Önümüzdeki pazartesi 1 saatlik final bölümüyle seyircinin karşısına son kez çıkacaklar.. Son sezon Robin'le Barney'nin düğününde geçti.. Düğüne bir hafta kala, üç gün kala, yarım saat kala falan derken geldi çattı düğün. Belki de en durağan ama en çok da güldüğüm sezon oldu.. Hikaye bitiyo lan.. Efsane bitiyo..


25.10.2013 güncelleme 27.03.2014
Oku..

Don Jon (2013)


Joseph Gordon-Levitt 7 yaşında başlamış oyunculuğa ancak ele gelmeye başladığı (500) Days of Summer (2009) filmiyle beraber popülerliği tavan yapmış bir delikanlı. E kanı kaynıyor tabii, heves ediyor yönetmenliğe de; birkaç tane kısa film yazıp yönetiyor. Hikaye anlatma işini sevmiş olacak ki, tutuyor uzun metraj senaryo yazıyor yönetiyor. Yetmiyor, oynuyor. Oynasın bi şey demiyorum ama, ilk filmini yöneten adamlar biraz kamera arkasında kalmayı bilmeliler bence. Hem yöneteyim, hem oynayayım diye paralıyor kendini, olmuyor işte. Evet, bence olmamış bir film bu.


Olmamış derken, yine piyasadaki birçok filmden iyi tabii ama son zamanlarda içinde yer aldığı projelere bakınca 'bu ne şimdi' dedirtiyor. Yani oynadığı filmler -Inception (2010), Looper (2012)- kadar başarılı bir hikaye yazamamış, yönetememiş; ama denemiş işte. En basitinden, Scarlett Johansson, oynadığı Barbara karakterine hiç uymamış bence. Her ne kadar onu o rolle izlemek çok hoş olsa da başkası daha iyi olurdu. Sonuçta filmin kalitesini oyuncu seçimleri de belirler. O da yönetmenin işidir. Aslında, kendi oynadığı Jon karakterini de çok beğenmedim. Hep senaryo eksikliği belki de. Karakterler daha iyi anlatılsa, sevecektim muhtemelen.


Jon, evi, arabası, ailesi, kilisesi, seviştiği kızlar ve vazgeçilmezi olan pornolarıyla mutlu bir yaşam sürmektedir. Vücut çalışır, arkadaşlarıyla barda takılır, gözüne bi kız kestirir ve pompa. Ama pornodan aldığı zevki hiç bir şeyden almıyordur. Önce sevişir sonra porno izler, sonra yine porno izler, sonra yine. Bu arada perdede bol bol porno sahnesi görürüz ha; Kayden Kross'u görünce bi sevindim durduk yere, koca salonda porno izliyoz gibi olduk.. Bi de kızla gidecektim..


Nerede kaldım, ha, işte porno izler bu hep. Sonra barda bi kızla tanışır, pek kolay lokma değildir. Hemen sevişemez bunla, -klasik- arar bulur. Sevgili olurlar falan, çok acayip hatundur, ama hala porno daha zevklidir, hatun yakalar bunu, basar tekmeyi. Porno izliyor diye. Sonra sonra bağımlı olduğunu fark eder falan filan. Hatun aslında çok iyi bir insan değildir, biraz despottur, ayrılınca fark eder bunları da hep. Bu farkındalıklar da yine bir kadın sayesindedir; Esther (Julianne Moore) adında, kendi çapı çerçevesinde dertleri olan olgun bir kadın.




Öyle yani, çok bi numarası yok ama izlenir işte. Gerçi sırf Scarlett'in kapı önündeki sahnesi için bile izlenir ama. Filmde az görülen diğer güzellikler: Brie Larson, Italia Ricci, Lindsey Broad ve Sarah Dumont..

23.10.13
Oku..

Man of Steel (2013)


Baştan başlanan, yeni bir Superman hikayesi. Dark Knight serisiyle Batman'i adam eden Nolan, bu sefer de hikaye oluşturma kısmında Superman'e el atıyor. Goyer'le beraber hazırladıkları senaryoyu 300 (2006)'ün yönetmeni Zack Snyder'a emanet ediyorlar. David S. Goyer, edebiyat uyarlaması Jumper ve Marvel'in çizgi romanlarından derlenen Blade serisinin senaryolarını yazan adam. Dark Knight'larla beraber DC'ye transfer olmuş belli ki, Superman'in de devam filmlerini yazıyor görünüyor şu sıralar. Bu arada hatırlatmakta fayda var, sonraki film Batman v Superman: Dawn of Justice (2016)'de, Dark Knight serisinden bağımsız, yeni bir Batman yaratılıyor. Ve bunların devamı da Justice League (2017)'e bağlanacak.


Kripton gezegeni, enerji kaynaklarının hunharca kullanılması sonucu yok olmanın eşiğine gelmiştir. Yönetici bilim adamlarından olan Jor-El (Russell Crowe), duruma el koymayı düşünür ama başarılı olamaz. Tek çare olarak, yok olacak olan gezegenin önemli bir parçasıyla beraber oğlu Kar-El (Henry Cavill)'in, o an en gönderilebilir olan 'Dünya'ya nakli için karısına talimat verir. Bu duruma karşı koymaya çalışan, Kripton'un askeri lideri General Zod (Michael Shannon), çocuğun gönderilmesine engel olamaz ama o sinirle aileyi yok eder. Bu davranışı sonucu adamlarıyla beraber askıya alınırlar ve gezegen yok olurken hayatta kalırlar bi şekil. General Zod, yıllar sonra Kar-El'in yerini tespit eder ve gezegenini tekrar yaratmak için o önemli parçanın peşine düşer.


Jonathan-Martha Kent (Kevin Costner-Diane Lane) çiftinin çiftliğine düşen kapsülden çıkan bebek, tanrının bir lütfudur ve artık kendi çocuklarıdır, adı da Clark'tır, Clark Kent.
Farklı olduğunun farkındadır ama toplumdan dışlanmamak için, babasının da önerisiyle bazı şeyleri oluruna bırakması gerekir. Bu babasının ölümünü izlemesine sebep olur. Acayip ipuçlarının peşine düşen ödüllü gazeteci Lois Lane (Amy Adams), patronu Perry White (Laurence Fishburne)'ın dediği gibi 'Bu işin peşini bırakmalıdır'. Olaylar gelişir.

Aslında vasat bir ilk film. Çünkü alıştık biz süper kahraman filmlerinin ilklerinin çok güzel olmasına. Yedi verdim ben. Kadro çok güzel ama. Bi de göğsündeki 'S' sembolüne yükledikleri anlamı çok beğendim, öyle bir hikayeye ihtiyacı vardı bence. Ama filmin beni çok sarmaması herhalde karakterden kaynaklı. Çok sevmem Süpermen'i, bizden değildir çünkü o. Çok Amerikan yahu, bi de uzaylı olacak.. Kaptan Amerika bile bu kadar Amerikalı değil yani :)


Kadrodaki krallardan Russell Crowe, bu aralar, ilk yönetmenliğini yapacağı Çanakkale Savaşı filmi The Water Diviner (2014) için ülkemizde çok takıldığından, ayrı bi sempatim var ona karşı. Normalde de severdim de bu aralar daha çok seviyorum. Yönetmenlikte görece daha deneyimli olan Kevin Costner, en son Open Range (2003)'i yönetmişti. Başrolümüz Henry Cavill ise Immortals (2011)'taki rolüyle tanındı. Ve Amy Adams, aşırı tatlı olduğu konusunda çok kararlı olduğum bir kadın. Bu arada Adams, Akademi üyesiymiş. Hani Oscar'ın sahiplerine karar veren kişiler var ya, onlardanmış.. Daha çok sevip saygı duydum..

22.10.2013
Oku..

Alpeis (2011)


Eveeet, bir Yunan filmi daha. Tabii ki yine Ariane Labed oynuyor diye izlediğim bir film, yoksa manyak mıyım Yunan sineması takip edeyim. Labed'i gerçekten beğenmeye başladım yalnız bak, bu izlediğim üçüncü filmi ve kesinlikle daha gelişmiş sinema imkanlarına sahip projelerde bulunmayı hak ediyor. Zaten Before Midnight (2013) ile ufak bir geçiş yaptı, devamı da gelecektir mutlaka, Yunanistan'da kalmamalı bu yetenek.

Venedik Film Festivali'nde.. Bence Tarantino unutmaz bu kızı..

Filmde, başrolde izlediğimiz Angeliki Papoulia ve Ariane dışında çok oyunculuk göremiyoruz açıkçası. Zaten hikaye dandik, oyuncuların çoğu kötü, bari görselin güzel olsun di mi, yok o da kötü. Genel olarak baya kötü film. Koca film boyunca tek hoşuma giden sahne, en sondaki dans sahnesiydi.


Bir jimnastik takımı var, takımın adını Alpler koyuyor kaptan. Film, adını buradan alıyor. Takımdaki pozisyonunu tam anlayamadığım Angeliki'nin oynadığı karakter, bir yandan da hastanede hemşire. Bu hemşire, trafik kazası geçirmiş bir kıza bakıyor, kızın durumu kritik, ailesine destek oluyor falan. Derken kız ölüyor, hemşire de diyor ki, isterseniz bir süreliğine ben sizin kızınızın yerine geçeyim, acınız hafifler, yokluğuna daha rahat alışırsınız. Onun kıyafetlerini giyip, eve gelip gidiyor arada, erkek arkadaşıyla buluşuyor falan. Akşam beraber televizyon izliyorlar. Başta çok mantıklı gibi geldi bana da ama çok saçma lan. Böyle bi şeyler yaptığı için zaten hatunun çok mantıklı olmadığını anladık, sonlara doğru iyice kafayı yiyor. Ariane'nin oynadığı karakterin tek derdi ise, koçu ikna edip klasik müzikle değil de pop müzikle dans etmek.


Filmin yönetmeni, Attenberg (2010)'te mühendisi oynayan Yorgos Lanthimos. Filmdeki diğer oyuncular ise Aris Servetalis ve Johnny Vekris (ilk ve son filmi bu olmuş, 2012'de öldü).
Çok tavsiye etmem, ama derseniz ki "Merak ettim, neymiş bakalım şu Ariane!" anlayışla karşılarım.

Angeliki, Yorgos ve Ariane (gerginliği kes)

Çok çok alakasız: Yunan Yunan deyince aklıma geldi, bir ara Survivor Yunanistan-Türkiye vardı hani, sene 2006. Dillere destan bir aşk yaşanmıştı; Selim Sabah ve Nadia Zagli arasında. Nam-ı diğer 'Survivor Nadya'. N'oldu onlara diye aklıma düştü, bakındım biraz, bunlar evlenmiş yarışmadan sonra. Ancak 2011 tarihli bir haberde okudum, boşanma kararı almışlar. Sebebi de 2010 Survivor'ın kazananı Merve Oflaz'ın Selim'in aklını almasıymış. Ben o haberin yalancısıyım, şu an durum nedir bilmem.


14.10.13
Oku..

Passion (2012)


Normalde pek tercih ettiğim tarzlardan biri değil, suç-gizem-cinayet neyse işte.. Ama gel gör ki, Rachel McAdams oynuyor diye izlenecekler listeme eklediğim filmin yönetmeni, Al Pacino'lu efsane Scarface (1983)'in de yönetmeni olan Brian De Palma.


Rachel, öyle bir kadın ki, -dönem filmleri hariç- hangi filmini izlediysem gerçek hayatta kesin böyle bu diyorum. Ve bunu, izlediğim her filminde dediğimi fark ettiğim an dedim ki "Çok büyük oyuncu bu." Her oynadığı karakter insanda 'kesin gerçek hayatta da böyle bu' dedirtir mi ya. Bence bir oyuncu için harika bir özellik, bence bu dediğimi duysa çok hoşuna giderdi, biri bana böyle bi şey söylese benim giderdi yani.
De Palma'ya gelince, her filmi efsane değil tabii ama her yeni filminde o potansiyel var sonuçta. Nitekim bu filmin çok bi numarası yok mesela. Filmdeki diğer hatun da en son Prometheus (2012)'daki efsane kürtaj sahnesindeki bilim kadını vardı ya hani, o, İsveçli Noomi Rapace.

Rapace ve Herfurth

Evet filmi izlemek için, iki tanıdık oyuncu ve bir efsane yönetmen yetmiş bana. Filmdeki diğer oyuncular da Alman Karoline Herfurth ve Paul Anderson. Film, Fransız Alain Corneau'nun Crime d'Amour (2010) filminin durduk yere yeniden uyarlaması. Hollywood işte. Olsun biz Rachel'ı izlemiş olduk.

Hikayeye hiç girmiycem, böyle polisiyemsi, gizemli filmleri seviyorsanız ya da benim gibi sadece oyuncu-yönetmen odaklı gidecekseniz izlenir anca. Onun dışında zaten çok ahım şahım bir hikaye de değil. Aklınızda bulunsun.


13.10.13
Oku..