Under the Skin (2013)


Direk dalıyorum mevzuya, sırf Scarlett var diye izledim, ben yandım siz yanmayın.. Scarlett'in güzel birkaç karesini bu yazıya ekliyorum zaten, bunlar dışında film boş.. Hayatımdan çalınan bi 100 dakikadır.. Hayır, sonra uyarmadı olmasın yani..


İngiliz yönetmen Jonathan Glazer'ın, Hollandalı Michel Faber'ın 2000 senesinde yayımlanan aynı isimli bilim-kurgu romanından uyarladığı filmin başrolünde Scarlett Johansson var. Ben önce filmi Scarlett yönetmiş sandım, çünkü başka birinin böyle bir projeyle gelebileceğine, Scarlett'in de bu teklifi kabul edeceğine ihtimal veremedim. Ama olmuş işte.. Yine de festivallerde birkaç adaylık almış yalnız..


Güneş tutulmasıyla başlayan film, beyaz bi yerde Scarlett'in bir kadını soyup kıyafetlerini giymesiyle devam ediyor. Ajan majan gibi bi şey tavırlarıyla, kendisine verilen bi görevi yerine getirme durumu. Görev de yalnız olduğuna kanaat getirdiği adamları güzelliğiyle etkileyip ağına düşürmek.. Bi depo gibi, gizemli gibi bi yerde yerin dibine sokuyor milleti.. Sonra bi aynada yansımasından çok etkilenip görev bilincini kaybediyor. Sokağa çıkıp bi adamla tanışıyor, kaynaşıyor.. Olaylar gelişiyor Scarlett kendini kaybediyor..

İşte mevzu ilerliyor, soyunma ve ön sevişme akabinde birleşme olduğu sırada, Scarlett, ilk defa teninin altını kullandığını fark ediyor ve acayip giden bi şeyler olduğunu hissediyor.. Kaçıyor, korkuyor çünkü.. Ormanda denk geldiği yardımsever bir kamyoncuyu görür görmez koşuyor.. Kaçmak için koşuyor.. Kamyoncu da -hiç aklında yokken- o kaçınca kovalıyor tabi.. Derken yakalıyor ve ön boğuşma başlıyor.. Boğuşmada Scarlett yara alıyor ve teninin altından aslı beliriyor..


Ayrıca da değinmek istediğim bi şey var: o deri ne lan?! O kadar kalın deri mi olur, yorgan gibi, Scarlett'e hakaret resmen..

29.06.2014
Oku..

Filth (2013)


Skotlınd'ın büyük şehirlerinden birinin polis departmanındayız. Adamımız Bruce. Bize, burada işlerin nasıl gittiğini anlatıyor, biraz sert bir tarza sahip. Yakın zamanda bir üst pozisyona yükselme ihtimali var. Onlar dedektif, müfettiş falan deyip, kavram kargaşası yaratıyorlar ama sanırım bizdeki komiserlikten başkomiserliğe geçiş gibi bir yükselme.. Tabii bu ihtimal sadece kendisi için değil.. Adaylıklar olunca, oyun iyice sertleşmiş. Herkes bu kadar sert oynamıyor tabii, Bruce ayrı bir bilenmiş mevzuya. Seks ve keyif verici maddenin etkisi yoğun bir şekilde hissediliyor. Aslında arkadaşları ama terfi durumlarında rakip olan diğer adaylara kurduğu türlü tuzaklar gösteriliyor. En sağlam aday zaten kendisi ama işi şansa bırakamaz.


Trainspotting (1996)'i izlediniz mi? Irvine Welsh, bir çok romanı filme çekilen bir İskoç yazar. Trainspotting onun, bu da onun.. Filth (2013)'in yönetmenliğini İskoç Jon S. Baird yapmış. Welsh, hep böyle uyuşturucu kafaların hikayelerini yazan bir adam olarak biliniyor, tarz edinmiş herif.. Son olarak da Porno isimli romanı film projesi halini almış, önümüzdeki senelerde izleriz artık.. Bu filmi de Trainspotting (1996)'in yönetmeni İngiliz Danny Boyle yönetecekmiş. Welsh'ten nasiplenmeyi kafasına koyan bu iki yönetmen en son Babylon (2014) filminde beraber oturmuşlar yönetmen sandalyesine..


Filmde, Bruce'u James McAvoy oynuyor. McAvoy, Marvel'in X-Men serisinde X-Men'i yani Charles'ı oynuyor; tabii gençliğini, yani son iki filmde oynadı, üçüncüde de oynuyor şu sıralar, yeni filmin setindeler.. Nerden biliyorum, boyuna çekin yapıyor Marvel Studio'da falan diye.. (yok öyle bi şey) Ve bu filmdeki performansına da bayıldım.
Jamie Bell var, Jumper (2008) filmi ile tanıdığım; Eddie Marsan; Shirley Henderson; Joanne Froggatt.. Kadınları sırf kadın ismi yazmak için yazdım.. Filmde öyle çok etkin bi kadın rolü yok, belki biraz Shirley'ninki..


Aslında filmi izleyeli oluyo baya, yazcam yazcam hep erteliyodum ama baktım bizde yeni vizyona giriyo, "Belki film hakkında bi şeyler okumak isteyenler olabilir, milleti fikirsiz bırakmayalım, izlediysek yazalım.." dedim.. Çok öyle büyük bi film değil ama güzel, 7..

28.06.2014
Oku..

Boogie Woogie (2009)


Tam konuşmalık film ha.. Sanatçılar, sanat simsarları, paralar, kızlar..

Sanat eserlerini görüp beğendiğinde hemen "Kaç para?" diyen adamlar var her yerde. Dünya para dönüyor bu işlerde. Sanatçılar zaten var.. Onlar her yerdeler.. İkili ilişkilerin en üst seviyeleri kurulurken, aldatanın aldandığı bir sistemin kölesi olmuş herkes.
Bi tane duygusal sanatçı var, bi sanat eserini direk sanatçısından hediye almış, tablonun adı 'Boogie Woogie'. Modern sanat çok bol filmde, haricinde yağlı boyalar, heykeller..
Bi galeri sahibi var merkezde, onun asistanı gibi galeri müdürü var tatlı bi hatun. Hatunun sevgilisi sanatçı, onun takıldığı hatun da -ki sonradan başına bela oluyo- galeri sahibinin kankisinin karısıyla takılıyo..


Böyle takılmacalar olurken, bir sürü esere paha biçiliyor, ama Boogie Woogie.. Satmıyor adam, dünya para veriyolar satmıyor.. Para lazım ama ha..
Bir de lezzö bi video artist var.. Otobiyografik takılıyo, çok başarılı bi iş çıkarıyo.. Sırf onun o filmi için bile izlenir film.. Gay bi menajeri gibi bi şeyi var, tatlı hikaye aslında..

Ulan tam konuşmalık film dedim belki de onun için çok yazamadım.. Bi ara konuşalım bu filmi, izleyin ama önce..


Filmde, Danny Huston, Stellan Skarsgard, Jaime Winstone, Gillian Anderson, Alan Cumming ve tabİi ki bebişler, Heather Graham ve Amanda Seyfried.. Heather, Hangover serisinin iki filminde izlediğimiz sevimli eskort Jade.. Amanda zaten Amanda, çok tatlı kız.. Bi de bu filmde çok güzel kullanmışlar kızı, kısa etek, bacaklar falan..
Skarsgard, ThorThe Avengers (2012) ve Nymphomaniac (2013) ile son zamanların popüler tiplerinden oldu.. Adamın soyadında 'Asgard' gizli ve Thor hikayesinin bir kahramanı..


Danny Moynihan'ın kitabından uyarlanan filmin yönetmeni Duncan Ward.. Duncan daha önce pek bi şey yapmamış.. Ama önceden bi şey yapmış olmasına da gerek yok zaten.. Gerçi bu boş bi zamanda izlenmelik film olmuş.. Hani oturup bu film için plan yapılmaz ama denk gelince izlenir.. Filmin imdb.com puanı 5,3 ben 7 verdim..

22.06.2014
Oku..

Walk of Shame (2014)


Sunucu bi bebiş terfi almak üzere.. Ana haber sunacak, mesleki zirve yani.. Nası da efendi kız.. Ertesi gün haberleri sunacağı belli olunca arkadaşları "Kutlayalım" diyo.. Demeyin işte, yakmayın kızı.. Ortamcı hatun kıyafeti giyip akıyolar ortama.. Gecenin bi saati bi elemanın yatağında ayılıyo.. "Naptım ben?!" falan diyerek çıkıyo evden gece gece.. Bi bakıyo arabayı çekiyolar o sıra.. Yürüyo.. Ve başına gelmeyen kalmıyo..


Pek bi numarası yok, ama izlenir işte.. Movie 43 (2013)'nin 'iBabe' kısmını yöneten Steven Bill yazmış yönetmiş bu filmi.. Oyuncu aslında Bill, yönetmenlik heves belli ki..


Başrol Elizabeth Banks de Movie 43 (2013)'de rol almıştı, ama şu sıralar Hunger Games filmleriyle dikkat çekiyor. Ta en başında ben onu Zack and Miri Make a Porno (2008) ile tanıyıp sevdim. Filmde Banks'e, James Marsden, Gillian Jakobs ve Sarah Wright eşlik ediyor.

18-06-2014
Oku..

Toprağın Çocukları (2012)


Köy Enstitüleri mevzusunu hep merak edip, nedense pek araştırmadığım konular arasına atıyordum. Çok var bende öyle, yakın tarihimiz eksik hep.. Tayyip'ten önceki koalisyon hükümeti mesela, hiç bilmiyorum n'olduğunu.. Hep bilinmesi gereken ama pek araştırmadığım konular.. Köy Enstitüleri zira.. Bu film vesilesiyle biraz öğrenirim işte..


Köy Enstitüleri, köylük yere eğitim götürüp, öğretmen yetiştirmeyi amaçlayan yerli bir sistem. İşte 30'lar, 40'lar, cumhuriyet henüz çok taze.. Yeni bir dönem başlamış, alfabe değişmiş, kılık kıyafet değişmiş.. Kafaları da yeni düzene uydurmak gerek, eğitim şart.. Köylere öğretmenler gönderilir, okullar yapılır; tarım-ilaçlama derslerinden tut, fiziğin temelleri, motorun çalışma prensibine kadar, edebiyat, müzik dahil pek çok konuda ders verilir, öğretmen yetiştirilirmiş..

Canım memleketim ne kadar güzel, okuyan adamımız çok, okunacak eserimiz de bi o kadar çok.. Okumayanlarımızdan da yaşayarak öğrenmiş, görmüş, bilmiş olanlar var.. Onun için okuyan okumayan diye ayırmaktan ziyade, ille de ayıracaksak bilen-bilmeyen diye ayırmak daha mantıklı..

Film, sıtma yaydıkları bahanesiyle katledilen bir grup çingeneden, kaçan ikisinin, enstitüye sığınarak hayatta kalmaları, enstitünün, zaten 'kızlı-erkekli bir okuyorlar' diye günah yuvası olan imajına kenar süsü oluyor. Psikopat kumandanıngazıyla köyün delikanlıları ile enstitülüler arasında savaşa sebep oluyor. Anadolu Köy Enstitüsü Müdürü Kemal Öğretmen tutuklanıyor.



Yönetmen Ali Adnan Özgür, senarist Dilşah Özdinç; yapımcı da Erkan Can bu arada.. Sonuçta bu bunların hikayesidir. "Yok öyle olmadı" olaylar diyen palalı tayfa da vardır, az bile demişler diyen sol yumruk tayfa da.

Görüş ayrılıkları hep olacak ama aşırılık niye.. Temelini zaten anlamadım bu mevzunun; sağcı da solcu da iyilik, güzellik, ihsan peşinde.. Sağcının da solcunun da akılcısında sorun yokken, aşırısının çıkardığı mevzu yakıyo herkesi.. Bütün ıvırı zıvırı atarsan dinci-dinsiz kalıyor di mi.. Namaz kılan komünist de var, hak arayan hacı da.. Ve çok normal bu.. Ayrıca biraz düşününce Müslümanlık bildiğin komünizm..
Bunu bi çözsek sıkıntı bitecek.. Ama işte Kuran'a küfredendeki aşırılık, okullarda bunu mu öğretiyolar diye sopa sallayandaki aşırılıkla çatışıyor, sonra sakin sakin yaşayanı yakıyor. Adalet de buna engel olamıyor.


Filmde esas oğlanı Ufuk Bayraktar oynuyor; Dağ (2012) filminden hatırlarsınız, çok başarılıydı orda ama bu filmde olmamış.. Meğer iyi oyuncu değilmiş de önceki filmindeki karaktermiş kendisi.. Bu filmde sevmedim.

Kadroyu kim kurmuşsa aldı eksiyi haberi olsun. Neden, çünkü esas kız Türkü Turan'ın yanına hiç olmamış o eleman. Bu kız çok tatlı ve gösterdi ki çok da yetenekli. Taa Snek TV zamanından bilirim ben Türkü'yü..

2007, Zamazingo (alternatif kültür-sanat programı), SnekTV 

Ve çingene kızı da Müge Boz oynuyor. Geçen bi arkadaşımın yorumuyla "Burnu biraz etli ama" güzel kız.. Bu hafta biraz Müge boz haftası oldu galiba, bütün filmlerini yazdım.. bkz. Karaoğlan (2013), Bir Hikayem Var (2013).. Bahtiyar Engin ve Şebnem Sönmez'in de yer aldığı kadroda, çingene kızın ninesini Suzan Kardeş, enstitü müdürünü Erkan Can, konuk oyuncu olarak hakim beyi de esaslı yönetmen Ezel Akay oynuyor. Olum bildiğin tokalaştım ben bu adamla, ne gündü..

Teknik anlamda 'fena değil' bulduğum film, bikaç oyuncu ve kostümler dışında gayet başarılıydı.

13.06.2014
Oku..

Bir Hikayem Var (2013)


Film çok iyi değil, hatta biraz eğleneyim diye diğer birkaç filmin arasından seçerek bunu izledim falan ama yer yer "Ya uff bu ne bea" demekten kurtulamadım.. Ama bitirdim de..

Yazan-yöneten Talip Karamahmutoğlu ile bir ortamda denk gelmiştik, onu anlattım evdekilere.. Ama bilmiyorum tabii, Talip-Erol, Erol-Talip diye tanıştırıldık, yönetmenmiş ama sormadım da filmlerin neler diye.. Şimdi filmden sonra baktım kimmiş yönetmeni diye, o Talip.. Zaten anlamalıydım dedim içimden, filmdeki bi komik olayı anlatmıştı o gün.. Hani şu temizlikçi gelince evi kirli görmesin, ayıp, diye temizlik yapma durumu.. Böyle kısa bi temasımız olmuş.


Filmin hikayesi şu: Sinemaya gönül vermiş bir genç, bi tane kameraman arkadaşı var böyle küçük bi ekip, hikayeler falan var kafasında ama para yok. Bi film yapabilmek için motorcu bi çeteden para alıyo, motorcu filmi yapcaz diye.. Sonra gidiyo bilmemnere belediyesinden izinler alıyo, destek alıyo.. Sonra bi yetişkin filmi yapımcısı var, pornocu yani, ondan teknik destek alıp, film sözü veriyo falan.. Bir sürü numara çekiyo hep.. Sonra yalanlar birbirine giriyo, ortalık karışıyo..

Ama ben bu hikayeyi o filmden çıkarcam diye götüm çatladı.. Senaryosuz mu çekmişler nedir, atlamalar, geçişler, hayaller birbirine giriyo.. Yani kurgusu da başarısız filmin. Zaten baktım bütün sitelerde oyları sürünüyo.. Dedim ya ilk yönetmen filmi, ya da bezmiş yönetmen filmi..


"Karakter zayıf olunca oyuncu n'apsın" denir normalde, ama bu başrol Kadir Doğulu için geçerli değil, en baba karakter analizini versen eline, beceremez gibi bi hali var.. Bunun dışında da Bülent Çolak, Teoman Kumbaracıbaşı, Turan Özdemir, Nuri Alço gibi isimler var, senaryo yakmış bu adamları.. Kötü oynuyolarmış gibi duruyo, neyse ki önceki işlerini biliyoruz..
Bir de tabii Müge Boz var, içerde var mı yok mu belli olmayan, afişte seyirci çekmeye çalışan bir güzellik. Kesinlikle daha güzel senaryolara layık.. Nuri Alço'yla sahnesini de izleyenlerden anlayan bi anlatsın hayrına..

Boz, Karamahmutoğlu, Doğulu..

Yani çok da gömmek istemem ama olmamış bir film. Umarım ilerde böyle işler yapmak zorunda kalmam ne diyim..

11.06.2014
Oku..

The Grand Budapest Hotel (2014)


Kendine has mizah ve kadraj anlayışıyla çoğu filminin hastası olduğum üç beş sinemacıdan biri olan Wes Anderson'ın son filmi.
Geçende bi reklam filminde gördüm, Visa reklamıydı, böyle vincin tepesinde kamera başında film çekerken, her türlü ihtiyacında Visa kullandığını anlatıyodu. Reklamda, setlerinde, kamera arkası da önü kadar düzenli imajı çizilmişti, en çok o ve vinç dikkatimi çekti. Hakikaten de her filminde o vinç etkisi bariz görülüyor, her şeyin simetrik ve düzenli olması onun tarzı olmuş artık. Bu filmde de baya her plan fotoğraf gibi özenli.


Stefan Zweig'in romanından esinlenme olan film, sessiz sakin, eskiden çok moda olup şimdilerde biraz unutulmuş bir otelde geçiyor. Hayat bu, her şeyin modası geçer. Otelin sahibi olan Mustafa Bey, yazar efendiye nasıl belboyluktan yetiştiğinin hareretli hikayesini anlatıyor. Yazar diyor ki filmin başında, "Acayip hikayeler uydurduğumu sanıyor çoğunluk, ama aslında," diyor "hepsi gerçek, size şimdi bana anlatılan bi hikayeyi olduğu gibi anlatacağıım."


Wes Anderson'ın kurduğu kadrolarda görmeye alışık olduğumuz Jason Schwartzman, Bill Murray, Adrien Brody, Owen Wilson gibi isimlerin yanı sıra Willem Dafoe, Lea Seydoux, Edward Norton, Jude Law kadroya isimlerini yazdırmışlar. Başrollerde ise Ralph Fiennes, Toni Revolori ve Saoirse Ronan yer alıyor. Fiennes'i film boyunca nerde izlediğimi düşündüm durdum, kafamın bi kenarı bununla meşgulken bile epey zevk aldım filmden. Sonra hatırladım, adam Voldemort, Harry Potter'ın düşmanı. Yine iyi çağrıştırmış yani. Nasıl benzettim lan ben onu..


Film, imdb.com'ın en iyi 250 film listesinede. O listenin nasıl hazırlandığını da demin öğrendim, siz de isterseniz listenin altında formülü varmış.. Listede izlediğim filmlerden 5-6 puan verdiğim de varmış, yani hepsi iyi olacak diye bi şey yok..


Hani bazen klasik edebiyat eserlerini okuması zor geliyor ya, dili ağır, aşırı duygu yükü ve -haliyle- eski zamanlar.. Hani okumak istemiyoruz bazen.. Okuyamadığımızı da bu tarz yönetmenlerden çıkmış filmlerle takip edelim ya..


Film, en iyi film, yönetmen, senaryo, görüntü, kurgu, yapım, kostüm, makyaj ve film müzikleri olmak üzere 9 dalda Oscar almak için yarışacak.. 3. Geleneksel: Oscar Adayları ve Kehanetlerim başlığında diğer adaylıkları görebilirsiniz.. Film müziklerini yapan Alexandra Desplat aynı kategoride bir de The Imitation Game (2014) filmiyle aday oldu, ilginç oldu. 5 adaydan 2'si aynı adam zaten.. Sistem oynamış adam, biri olmasa öbürü olur..

Sıralı Tam Liste: Oscar 2015

10.06.14 güncellendi 21.01.15
Oku..

Karaoğlan (2013)


Selçuklu-Moğal sürtüşmelerine denk gelen dönemde yetişmiş bir babayiğit olan Karaoğlan'ın maceralarını Suat Yalaz yazdı-çizdi. 1963'te başlayan maceralar dergi haline gelmeden önce Akşam gazetesinde yayımlanmış uzun bir süre.

1965-67 arası film olan beş Karaoğlan macerasını da Suat Yalaz yönetmiş. Karaoğlan'ı ise Kartal Tibet oynuyormuş. Bir kaç kez daha film oldu sonra, geçen sene de bu.. Kudret Sabancı yönetiminde tekrar sinemaya taşındı Karaoğlan.


Yalnız o kadar kötü bir zamanlama ki, yapımcısını tebrik ediyorum, vizyonda o hafta -ki Ocak Ayının 3. Haftası'na denk geliyor- Cem Yılmaz'ın ve Şahan Gökbakar'ın işleri var. Hani, para kazanmak çok zor. Hele sen bi de az bir bütçeyle kahramanlık filmi yapmışsın -yani var bi kolpalığın- nasıl para kazancan.
Çok yanlış zamanlama yüzünden bir iki hafta küçük salonlarda oynayıp yok oldu film, aşırı zarar etti. Ben mesela çok istedim izlemeyi ama kısmet olmamıştı. Sonra dediler ki tekrar girecek vizyona.. Girmedi.. Baktım bu sabah, internete düşmüş. Ya ne olacaktı. Sonunda izledim Müge Boz'u.

Fragmanında yer alan 'ahırda, elemana bacak atma' sahnesi nasıl çıksın bu akıldan, tabii ki o yüzden izledim. Yoksa biliyorum dandik iş olduğunu.


Hikayeye bi şey demiyorum, fena değil; emanet bi prenses var, nişanlısı olan, iki ülke ötenin prensine ulaşmak istiyor, bu transfer görevini de Karaoğlan üstleniyor. Bir grup Selçuklu Türk'ü, prenseslerine Moğol toprağını geçirtip görevi tamamlayacak. Ölmedi gitti bir Camoka var, Karaoğlan'a çok bileniyo, Moğol subaylarından.. Camoka'nın Karaoğlan'a bilenmesi zaten savaşı büyütüyo.. Prenses güzel kız, Karaoğlan yakışıklı, ama Bayır Gülü kaptırmam yiğidimi diyor.


Bayır Gülü diyince böyle iri yarı dövüşçü bi kadın canlanıyor kafamda ama bildiğin Müge Boz lan.. Nescafe kızı Müge Boz, Leyla ile Mecnun'un Leyla'larından olan Müge Boz.. Yerim, çok tatlı..

Karaoğlan'ı Volkan Keskin, prensesi Özlem Yılmaz (Bu da çok tatlı esasen) ve Camoka'yı tabii ki Hasan Yalnızoğlu oynuyor. 2002'de de dizisinde mesela Karaoğlan'ı Kaan Urgancıoğlu oynuyodu, Camoka yine bu..


İzleyecekseniz izlenir yani, öyle aşırı iyi vakit geçirmelik film değil ama çerez işte.. imdb.com puanı 4,2 ben 4 verdim.. Güzel sahneler de var, çok leş sahneler de.. Bi de isimler falan çok zor kim kimdiydi oldu birkaç kere.. Yani aslında biraz daha çalışsalarmış daha güzel film olurmuş..

10.06.2014
Oku..

Crumb (1994)


Bir belgesel bu. Amerikalı çizer Robert Crumb hakkında. Röportaj için gelen ekip, Robert'ı özürlü sanmışlar ilk gördüklerinde, bunu da söylüyolar baya, o da "Evet, bazen beni özürlü zannediyolar" diyo.. Böyle başlayan bir belgesel sürekli ilginçleşerek ilerliyo tabii: çizer hakkında hiç bi şey bilmeden başladım izlemeye..

Peki nerden buldum, niye izledim bu filmi? Scarlett'in oynadığı Ghost World (2001) ve Scarlett'in oynamadığı Art School Confidential (2006)'ın yönetmeni Terry Zwigoff'un filmi. Bu iki film de Daniel Clowes'un çizgi romanından uyarlama.. Yani iki çizgi roman uyarlaması çeken yönetmenin geçmişinde de bi başka çizerin belgeseli var. Bu yüzden izlemişim, "Nasıl bi belgesel film yapmış ki sinema kariyerinde çizgi romanlardan devam etmeye karar vermiş" diyerek..

Crumb, bildiğin şu asosyal tipler olur ya, aşırı zayıf, dişlek, aşırı mercekli gözlük falan ama çok yetenekli tipler hani, öyle.. Kızlarla arası kötü çocukluğundan beri.. Sonradan düzeliyo ama.. "Ünlü olduktan sonra" diyo.. Zaten nerde kilolu, kalınbacaklı, güzel olmayan kız var ondan etkileniyo, o da hep platonik.. Hep o kızları çiziyo, onları çıplak hayal ediyo.. Ergenken iyice abartıyo, erotik hikayeler çizmeye başlıyo.. Erotik olmayan, kedili köpekli hikayeler de çiziyo ve yayınlatmayı başarıyo bi şekilde..


Sonra inceden ünlenir gibi olunca başka şeyler de çizer oluyo ve içindeki azgın piç çıkıyo dışarı.. Hikayelerinde gerçek hayattan yani çok seksi olmayan çıplak kadınlar çiziyo.. Böyle tanınıyo.. Psikologlar falan gençliğindeki bastırılmış cinselliğin çizgilerine böylesine yansımasını konuşur oluyolar.. Böyle bi çizer oluyor.. Karikatür gibi tip zaten..
Karısı falan da aynı kafada.. O yağlıboya yapıyor, portre falan.. Oğlu da baya yetenekli çizer oluyor..


Belgesel izlemeyi seven için on numara film.. Benim için altı numara aga..

Ama tabii adamın yıllarca yaptığı çalışmalar, arşivi, fotoğraflar, iki saatte senin gözünün önünden geçiyor ya, o çok güzel bi his..

Bu arada filmi David Lynch sunar.. Ne alakaysa.. Filmin başında kocaman böyle yazıyor ama internette tam olarak ne olarak sunduğu yazmıyor..
Yönetmen Zwigoff, bundan önce de bi müzisyenin belgeselini yapmış, belki onu da izlerim.. Müzisyen Howard Armstrong'un belgeseli..

Bu arada Robert bu filmden bir sene sonra intihar etmiş.. Oysa, "Lanet olsun her şey bu kadar mı güzel olur?!" diyo filmin sonunda..

06.06.14
Oku..

The Monuments Men (2014)


O kadar tatlı bi filmmiş ki.. Neden filmmiş, çünkü hiç öyle sanmamıştım.. O kadar tarz oyuncular bir araya toplanmış ki, dedim dandik gişe filmi, sarmaz.. Yo dostum yoo.. Hikaye klas.. Gerçek bir hikayeden yararlanılmıştır..


Hitler zamanı.. Adam kafayı kırmış, "Bi milleti yok edeceksen zenginliğini yok edeceksin!" diye bilenmiş, "Soyunu tüketmekle olmaz," diyor, "sanat eserlerini de yok edeceksin!" diyor.. Avrupa'da ne kadar tablo var, heykel var, yağmalıyor.. Herkeslerden gizlenen Hitler Museum fikri var, adam sanatı kendine saklayacak..

Bir grup sanat adamı da, Amerikalı Frank Stokes liderliğinde bir araya gelip, Nazilerin girdiği her ülkeye, her şehre gidip, sanat eserlerine sahip çıkma, kalanları toparlayıp sahiplerine verme göreviyle orduya katılıyorlar. Kah buluyorlar, kah kaçıyorlar, -e savaştalar- kah ölüyorlar..


Günümüze kadar gelen sanat eserlerinin çoğunun kurtarıcısı onlar.. Bunun hikayesi.. On numara hikaye, sekiz numara film.. Baya iyi ama işte pazarlama hatası.. The Book Thief (2013) vardı, gene Hitler'in yok etme merakını temel alan..


Robert Edsel'in tarihi romanından uyarlanan filmin senaristleri, Grant Heslov ve aynı zamanda filmin yönetmenliğini de yapan George Clooney. Kadrodaki isimler ise: George Clooney, Matt Damon, Bill Murray, Cate Blanchett, John Goodman, Bob Balaban, Jean Dujardin gibi isimler..


Filmde Hitler için söylenen "Sanata, insandan daha çok değer veriyormuş." cümlesi de akıllardan çıkmaz uzun süre..

4-6-14
Oku..