Yönetmenler: Steven Soderbergh..


Georgia, Atlantalı Steven Soderbergh, 1985'te Yes isimli bir rak grubuna çektiği kliple Grammy'ye aday oluyor o sene.. Dört sene sonra da (benim doğduğum sene) yazıp yönettiği ilk uzun metraj filmi Sex, Lies and Videotape (1989)'le En İyi Senaryo Oscar'ına aday gösteriliyor. En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo dahil dört Oscar kazanan Traffic (2000)'e kadarki arada yedi film yapmış. Bunlardan biri de Kafka (1991)..

Kariyerine, yönetmenliğin yanı sıra yapımcı, yazar ve hatta muhtelif set elemanı olarak devam ediyor. Milenyumla beraber artık Oscarlı yönetmen olarak anılan Soderbergh, Traffic (2000)'ten beri yönettiği filmlerde görüntü yönetmenliğini de kendisi yapıyor fakat Peter Andrews adıyla. Hadi biriniz de gidin soru niye diye, ben de merak ettim. Hayır, başka isim kullanmasını anlarım, fakat niçin Peter, niçin Andrews? Bana bi hal gelse de takma isim kullanmak istesem ne olur acaba? Boş zamanlarımda bunu da düşüneyim biraz.. #gezi3yaşında

Şu sıralar yönetmenliğini üstlendiği 24. uzun metraj sinema filmi için çalışan Steven'ın, sandalyeye çöktüğü kısa filmleri de var, kısa filmiyle destek olduğu uzun uzun filmler de var, belgesel çalışmaları da var.. Bu çok yönlü sinemacı abinin yönettiği sinema filmlerini şöyle bi listeleyeyim bakalım kaçını izlemişsiniz:

Side Effects (2013)
Magic Mike (2012)
Haywire (2011)
Contagion (2011)
The Informant! (2009)
The Girlfriend Experience (2009)
Che (2008)
Ocean's Thirteen (2007)
The Good German (2006)
Bubble (2005)
Ocean's Twelve (2004)
Solaris (2002)
Full Frontal (2002)
Ocean's Eleven (2001)
Traffic (2000)
Erin Brockovich (2000)
The Limey (1999)
Out of Sight (1998)
Schizopolis (1996)
Gray's Anatomy (1996)
Underneath (1995)
King of the Hill (1993)
Kafka (1991)
Sex, Lies, and Videotape (1989)


Ocean's Serisi ve Traffic (2000) en meşhur işleri tabii ki, gerçi Traffic (2000) beş seneden beri falan izlenecekler listemde, bi fırsat bulamadım. İşlerinde ara sıra yazar kadrosuna da giren Soderbergh, yazarlığını yaptığı iki filmde adını Sam Lowry olarak yazmış. Bu nerden icabetmiş acaba. Hayır, bi de bu nasıl ortaya çıkıyor sonra, kendi diyorsa nasıl bir konu açılıyor da diyor; başkası diyorsa nerden biliyor, nasıl inandırıyor.. Bazı sanatçılar dönem dönem bunu yapıyor. Her şeyi kendi yapmış gibi görünmemek için, bu iş için kalabalık bir ekip çalıştı demek için bazen böyle numaralar yapılıyor.. Başka dünyalarda şu da var, başkaları yapıyor yapıyor, imzayı biri atıyor, ben yaptım diyor, bu da var.. Sanatı ve sanatçıyı anlamak zor yani.. Bütün bunlar olurken bir de Trumbo (2015) stili var tabii..

Şu listeye tekrar bir bakıp, en az üç film belirleyip izlemek lazım.. Che (2008) iki filmden oluşuyor, tavsiye ederim. Çok güzel tanıyorsun Ernesto ve çevresini, sağcısı solcusu izlemeli.. Ocean's Serisi'ni zaten izlemeyeni dövüyolar, eğlenceli de.. Bi de ben burda The Good German (2006)'ı kestirdim gözüme, edebiyat uyarlamasıydı bu, dün bir müşteriyle konuşurken geçmişti muhabbeti, şimdi görünce tekrar, tesadüfe kurban olunur.. Yalnız fark etmişsinizdir, bi tarzı yok Soderbergh'in, siyasi, komedi, korku, gerilim, belgesel; her konuda çalışmışlığı var..

Zamanında pornocu Sasha Gray'in başrolü oynadığı The Girlfriend Experience (2009) diye bir film yapmış.
Sonra aynı isimde ve konuda bir dizi buldum -The Girlfriend Experience (2016)- ve ilgimi çekti biraz, sonra baktım Soderbergh diyo yapımcı..
Sonra bu yazı oldu.. Böyle bi dizi var, onu haber vermek içindi her şey..

310516
Oku..

Wrong Cops (2013)


Wrong (2012)'tan sonra "İzlerim muhtemelen bunu da" dedim ve izledim. Wrong (2012) kadar beğenmedim, çünkü hikayeden çok karakter filmi olmuş Wrong Cops (2013). Yazan yöneten Quentin Dupieux; Fransız elektronik müzik sanatçısı Mr. Oizo diye de bilinir. Hatta Mr. Oizo diye daha çok bilinir. Filminin de müziklerine Mr. Oizo imzasını atmıştır. Wrong (2012)'tan daha müzikli bir filmdir.

2012'de Wrong (2012)'tan sonra Wrong Cops: Chapter One [2012] diye bi bölüm on dört dakika bi kısa film paylaşmışlar devamı gelmek üzere. Marilyn Manson ve Mark Burnham var bu kısa filmde. Sonra bunu kısa kısa yapacağımıza bi film olacak şekilde yapalım demişler. Bu kısanın üstüne bi şeyler ekleyip Wrong Cops (2013)'ı çakmışlar. Eğlenceli film olmuş ama o kadar yani..


Görevini suiistimal eden polis memurlarını izliyoruz. Dört beş tip var böyle. Meslek icabı zaten olayların içindeler, bir de kendi karakterleri gereği işleri berbat ederek çalışıyorlar. Biri bi kıza takmış kafayı, biri torbacı, biri işi gücü bırakmış müzik yapıyo.. Sonra biri yanlışlıkla birini vuruyo ama ölmüyo tam, yanında taşıyo her yere.. Sonra biri bu ölmek üzere olan adamı gömmek için çukur kazarken bi çanta para buluyo falan.. Komik komik, salak salak, şeyler şeyler..

Mark Burnham, kötü polis rolüyle Wrong (2012)'ta da vardı zaten. Wrong (2012)'ta başrol Jack Plotnick bu filmde de çok kısa görünüyor; yine Wrong (2012)'ta bahçıvanı oynayan Eric Judor burda da müzikçi tek göz siyah polisi oynuyor. Marilyn Manson'ı da makyajsız ve kötü oyunculuğuyla görmenin mümkün olduğu filmde Hillary Tuck, Jennifer Blanc, Agnes Bruckner, genç yetenek Izzy Palmieri ve jenerikte bir sahne gözüken Roxane Mesquida. Bu son güzelliği Scenes Intimes (2002)'te izleyip aşık olmuştum, burada bi saniyelik görünce şaşırdım. Neden ki dedim, neden bu kadar az.. Sonra baktım da yönetmenin önceki filmi Rubber (2010)'da oynamış, selam vermeye gelmiş buraya, onu da izleyecez mecbur.


Elektronik müzik ve absürt komedi severlerin hatta polis sevmez anarşistlerin bayılacağı bu filme puanım 4. Bu arada Wrong (2012)'un devam filmi falan değil, anlamışsınızdır; yani Wrong (2012) izlediyseniz bunu da izlemek zorunda falan değilsiniz.. Zaten film izlemek zorunda olmak da neyse..

Bu arada demin aldığım bir habere göre biri yazılısinema başlığı açmış ekşi'de.. Youtube kanalımızdaki Film Şeysi etkinliği vesilesiyle haberi olmuş ama yazılısinema'yı sadece youtube kanalı sanmış.. "Değil, aslında film blogu ama youtube kanalı da var" demek istedim. Bilmeyen yanlış öğrenmesin diye.. Elden ele bi iletirsek..

250516
Oku..

Wrong (2012)


Dolph, bir sabah uyanır ve köpeği Paul'un evde olmadığını anlar, aramaya başlar, bulamaz. Birkaç gün sonra bir telefon gelir, "Seninle konuşmam lazım" diye. Master Chang, evcil hayvanlar konusunda uzmanlaşmış bir adamdır, kitabını yazmış baya. Bir şirketi vardır, insanların, evcil hayvanlarının kıymetini anlamaları için onları kaçırır ve birkaç gün sonra çaktırmadan teslim eder. Paul'u da bu amaçla kaçırmışlardır fakat işler ters gider; Paul'un içinde bulunduğu araç kaza yapar ve hakikaten kaybolur köpek. Master Chang durumu Dolph'a anlatır ve bir dedektif tutup köpeğini bulmasına yardım eder.

Dolph'un hayatındaki tek saçmalık bu değildir ama: pizzacı kız, bahçıvanı, çalar saati, komşusu, trafik polisi hatta üç ay önce kovulmasına rağmen gitmeye devam ettiği işi bile saçmadır. Peki bunlar neden böyledir; sanatçının boku işte. Ama gayet güzel bir dünya kurmuştur kendine. Köpeğini bulmaya çalışırken izleriz Dolph'u. Bir yerde bir yanlışlık vardır ama tam nerededir bilinmez.


Yazan yöneten Quentin Dupieux; Fransız elektronik müzik sanatçısı Mr. Oizo diye de bilinir. Hatta Mr. Oizo diye daha çok bilinir. Filminin de müziklerine Mr. Oizo adını yazmıştır. Fakat müzikleriyle ön planda bir film değildir. (Ama fragmanı öyledir.) Hatta film Fransızca da değildir, İngilizcedir. Filme puanım 5'tir. Oyuncular çok hoştur: Jack Plotnick, William Fichtner, Eric Judor ve bebiş Alexis Dziena.. Filmi izlerken bir yandan da bu kızı nerede izlediğimi düşündüm, bulamadım, sonra baktım ve gördüm ki: Broken Flowers (2005).. Filmin bir de devam filmi gibi bi şeyi varmış, Wrong Cops (2013) diye. Muhtemelen aynı dünya başka bir karakterle devam ediyordur. İzlerim, -yine- muhtemelen..

250516
Oku..

The Family Fang (2015)


Kevin Wilson'ın romanından aynı adla uyarlanmış bir film, yönetmen Jason Bateman. Oyunculuğuyla gönüllere taht kuran Bateman'ın Bad Words (2013)'ten sonra ikinci yönetmenliği bu, ikisini de izleyip gelişmeyi görebilirsiniz. Baya güzel film olmuş The Family Fang (2015). Türkçeye Domingo Yayınları işbirliğiyle kazandırılan Fang Ailesi romanını okusam mı okumasam mı diye çok düşünmüştüm. Çünkü Domingo, yayınladığı kitaplarda, içeriğe kapaklar kadar önem vermediğini gösterdi bana zamanla. Çok güzel romanlarını da okudum fakat kapağına kanılan zaman kaybı romanları da var. Güzel kapak yapıyolar yani. Filmi gördüm, Bateman yönetmiş diye indirdim, başladığında fark ettim bu romanın uyarlaması olduğunu. İyice isteyerek izledim. Sonra Nicole Kidman falan çıktı ortaya, şenlik oldu. Bateman, Kidman ve Christopher Walken var başrolde.

Seksenlerde falan başlıyor hikaye. Bay ve Bayan Fang, sanat fakültesi çıkışlı yani okullu sanatçılar. Dönemin aykırı tipleri bunlar, resim falan yapıp hayatlarını sürdürmenin yanında, sürekli bir durumlara dikkat çekmek için çeşitli mizansenlerle şovlar yapıp videoya çekiyorlar. Yani diyor ki, "Ben şimdi saçma bi şey yapcam şurda, bakalım insanlar ne tepki verecek. Olay iyice saçmalaşınca tepkileri nasıl değişecek. Aslında vermeleri gereken tepki nasıl olmalı peki.." Böyle alternatif bir sanat yapıyorlar. Sonra da videoya çekiyor bunları Bay Fang. Çocukları olunca da onları da olaylara dahil ediyorlar. Gerçek birer sanatçı olmaları için eğitiyorlar.


Günümüzde, çocuklar büyümüş. Annie, oyuncu olmuş; Baxter, yazar. Çok sık görüşmüyorlar artık ailece. Eskiden yaptıkları o 'eğlenceli' şeyleri yapmıyorlar artık. Baxter ufak bir kaza geçiriyor ve hastane ailesine haber veriyor. Durduk yerde aile tekrar bir araya geliyor ve Bay Fang'in süper bir planı var.

Kendi dertleri halihazırda bir kenarda duran bu iki kardeş, eski günlerdeki gibi babalarının sanat aktivitelerine ayak uydurmak istemiyorlar. Onlar istemedikçe hikaye onları içine çekiyor.
Film bitince, "Aslında güzel hikayeymiş de, o niye öyle oldu ki şimdi, bu şöyle bu böyle olsa" derken finali hariç baya beğendiğimi fark ettim. Yani aslında kitap hali okunsa okunurmuş. Neyse, şimdi yeni öykü kitabı çıktı Kevin Wilson'ın, Dünyanın Merkezine Tünel Kazmak. Muhtemelen öyküleri daha güzeldir zaten, karakterleri çok başarılı çünkü.

Jason Bateman, iki filminde de görüntü yönetmeni Ken Seng'le çalışmış; ki kendisi Deadpool (2016)'un da görüntücüsü.. Hele acemi yönetmenseniz görüntü yönetmeni hayat kurtarır. Çünkü film çekerken uğraşılacak çok şey vardır ve en konsantrasyon isteyen kameradır. Diğer şeylerle uğraşırken kamerayı güveneceğiniz birine emanet etmek gerekir. İşte bu yüzden görüntü yönetmeni önemlidir. Bu böyledir. Ayrıca, yönetmen aynı zamanda filmin başrol oyuncusuysa zaten olan olmuştur.

Filme puanım 7'dir.

240516
Oku..

Seni Seviyorum BoxSet


'Şehirlerin Aşkı' film serisini duymuşsunuzdur. Paris, Je t'Aime (2006) ile başlayıp, New York, I Love You (2008) ve uzun bir aradan sonra Rio, Eu Te Amo (2014) diye devam eden bir güzellikler silsilesi. Hatta sonrasında Tbilisi, Me Shen Mikvarkhar (2014) yapılmış fekat Gürcüce bu filme ulaşmak ne mümkün. Çince Shanghai, Vo Ai Ni ve İbranice Yeruşalayim, Ani Ohev Otach proje aşamasında işler hala. Biri de çıkıp İstanbul, Seni Seviyorum yapmıyor; gerekli izinleri alacak bağlantım olsa ben girişecem ama yok. Mevzusu da çok basit, söz konusu şehirde geçen kısa bir aşk hikayesi, böyle böyle sekiz on kısa film olacak ve güzelce kurgulanıp tek bir film haline gelecek. Hem şehri hem aşkı hissettirecek.


Bu güzel projenin ilk filminde, yanlış saymadıysam on sekiz kısa film var. Coen Kardeşler, Gus Van Sant, 7 Oscar'lı Gravity (2013)'nin yönetmeni Alfonso Cuaron gibi kendini ispat etmiş yönetmenlerin yanı sıra tecrübesiz sinemacıların filmlerine de yer veren projede; Gerard Depardieu, Natalie Portman, Elijah Wood, Olga Kurylenko, Emily Mortimer, Juliette Binoche, Maggie Gyllenhaal, Steve Buscemi ve Catalina Sandino Moreno gibi tatlı isimler yer alıyor.
Hatta Gerard Depardieu, oynadığı kısa filmi yönetiyor da. Baya güzel aşk hikayeleri izleyeceksiniz bu filmi izlerseniz. Hem de her tarzda; romantik aşklara eşlik eden gerilimli aşkları göreceksiniz Paris'te.. Puanım 7.


New York filminde öne çıkan, sizi filmi izlemeye teşvik eden yönetmenler Fatih Akın ve ilk kez yönetmenlik deneyen Natalie Portman olacaktır. Zaten bu ikisi olmasa, bu film iyice bitik görünecektir. On kısa hikayeden oluşan film, eğlenceli, görselleri kuvvetli olmakla beraber çoğu hikayesinde ruh yoktur, aşkı hissedemeyiz Paris filmindeki gibi.
Fatih Akın'ın yazıp yönettiği hikayede Uğur Yücel ve Qi Shu rol almaktadır. Natalie Portman ise kendi filminde oynamayıp Mira Nair yönetimindeki kısa hikayede rol almıştır. Filmde küçük küçük rollerle oynadığını bilmeniz gereken isimler şöyle: Andy Garcia, Rachel Bilson, Orlando Bloom, Christina Ricci, Robin Wright, Olivia Thirlby, Blake Lively, Bradley Cooper, Jacinda Barrett ve Shia LaBeouf.. Gişeye oynadığı çok belli bir Hollywood işi.. Puanım 5.


Sıradaki on kısa aşk hikayesi de Rio'da geçiyor. Brezilya'nın güneşine, kumuna, müziğine doydum. Gerçi müzik kullanımı açısından -genel anlamda- zayıf kalmış olsa da bazı hikayelerinde karnaval havası var. Ha, hikayelerinde çarpıcı, aman aman bi şey görmedim. Bomboş, hatta neredeyse aşksız hikayeler ama yine de çok kötü değiller. Bu film, efsaneleşmiş isimleri bir araya getirmesiyle dikkat çeker çekerse, bir de tabii ki güzel esmer kızlarla.. Amores Perros (2000)'un yazarı Guillermo Arriaga, La Grande Bellezza (2013)'nın yönetmeni Paolo Sorrentino, Cidade de Deus (2002)'un yönetmeni Fernando Meirelles ve aktörlüğünü herkesin bildiği ama yönetmenliğini bilenin bildiği John Turturro..
Kamera önündeki tanıdık veya tanımaya değer isimler şöyle: Emily Mortimer, Rodrigo Santoro, Nadine Labaki, Harvey Keitel, Vincent Casse, Ryan Kwanten, Venessa Paradis ve Laura Neiva.. Bu filme puanım da 5.

Bulabileceğim en kısa zamanda Tiflis filmini de bulup izlemek isterim. Belki siz de istersiniz.

190516
Oku..

No Strings Attached (2011)


İzlerken çok eğlendiğim saçma salak filmlerden. Romantik komedinin dibi. Yönetmen koltuğunda Ivan Reitman var; Ghost Busters (1984)'ı yapan adamdan bahsediyoruz, ayık olun!.. Aslında ben onu Jason Reitman'ın babası olarak biliyorum, bu durum onun için nasıldır acaba? Aynı işi yaptığınız oğlun, senden daha popüler, kıskanır mısın, gurur mu duyarsın? İlginç olur. Baba olunca anlarım belki.


No strings attached, yani bağlanmak yok, duygusallığa yer yok, sadece seks diyen bir film. Çocukken tanışmış bir kız bir oğlan. Hoşlanmışlar birbirlerinden. On sene sonra bi daha karşılaşıyolar, beş sene sonra bi daha karşılaşıyolar. Unutamıyolar birbirlerini ama birlikte de olmuyolar, her seferinde, bi kerelik bi şey deyip konuyu kapatıyolar. Aslında oğlana kalsa ilerleyecek de kız biraz acayip. "Ya tamam, seks falan güzel de, ilişki durumları hiç bana göre değil" kafasında. Bu arada kız büyümüş doktor olmuş, oğlan büyümüş bi dizi setinde asistanlık yapıyo (Oğlanın babası ünlü baya).
Kız, oğlanın yaşadığı mahallede bi hastaneye tayin olunca, oğlan diyo ki "Artık bu kader, sevgili olmalıyız", "Yok" diyor kız. "Ama her istediğimde sevişebileceğim birinin olması fena olmaz" diyor. Böyle başlıyor, fakbadi'cilik.


Bu fakbadi olayı hakikaten de 2010'ların başlarında çok popülerdi, Avrupa'da zaten olan şey Amerika'da yeni moda olmuştu sanki. Amerika'da modaysa bizde de moda tabii. Şu aralar artık 2010'ların ortalarını geçtik ve hakikaten -gözle görülür şekilde- fakbadi modası geçti gibi. Çok duymuyorum artık etrafta.

Filmin dediği de galiba bu, sevişmek her şey değildir. Fakbadi makbadi bi yere kadar; kim karşı koyabilir aşka.. Zaten ben anlamıyorum, aynı kişiyle çok sevişmek mi, farklı kişilerle azar azar sevişmek mi isteniyor. Fakbadi dediğin aynı kişiyle çok sevişmeyi ifade ediyor ki bu zaten sevgililik hali, sadece biraz genişi..


Ludacris ve Jake Johnson oğlan tarafında kankileri oynuyor; kız tarafında ise kanki Greta Gerwig, kız kardeş Olivia Thirlby.. Neredeyse leş Lake Bell, neredeyse orospu Ophelia Lovibond ve neredeyse Drew Barrymore Abby Elliott.. Pek sevemediğim Ashton Kutcher'la çok sevdiğim Natalie Portman başrolde.
Filmin ilk çıktığı zamanı hatırlıyorum. Yine fakbadi mevzusunu işleyen ve başrollerinde Mila Kunis ve Justin Timberlake olan Friends with Benefits (2011) beş ay sonra vizyona girmişti. Mila Kunis ve Natalie Portman'ın da bir önceki sene Black Swan (2010)'da aynı yatağı paylaştığını hatırlayınız. Bunlar ilginç tesadüfler.

Natalie Portman'ı hiç böyle görmemişsinizdir, bi görün bence.. Filme puanım 7..

160516
Oku..

Captain America: Civil War (2016)


"Avengers'a bi bilet" dedim, "Kaptan Amerika'yı mı diyorsun abi?" dedi. O da haklı, ben de haksız değilim.
Posterin yarısı Iron Man ama sen Captain America filmi diyosun! Bi izin ver de karışsın kafalar.
Thor ve Hulk hariç herkes var filmde.

Şimdi bu Avengers ekibi dünyayı kurtarma aşamasında etrafa çok zarar veriyor ya, ölen siviller de oluyor tabii, halk isyanda.. Anlatamazsın dünyanın daha büyük olduğunu.. Bi kadın Tony'ye "Benim biricik oğlum öldü geçen seferki savaşınızda" diyor. Tony çok etkileniyor bu anne isyanından. Zaten bir sürü devlet bir araya gelmiş, serbest çalışan Avengers'ı kurallara bağlamak istiyor. Bi antlaşma hazırlanıyor, Stark ve Rhodes hemen imzalıyor, Natasha da biraz düşünüp öyle imzalıyor. Pek çok savaşta azılı düşmanları olan Winter Soldier yani Bucky'yi, adalete teslim etmek istemiyor Steve, sırf bu sebepten kanun kaçağı oluyor. Normalde tam tersi düşünülür di mi, Tony kanunlara sığmam taşarımcı, Steve vatan millet sakarya.. Tony, ilgili bakanla görüşüyor, diyor ki "Hemen kanun kaçağı yapmayın adamı, ben bi konuşup ikna ederim onu." Sonra Natasha'ya dönüyor "Ekibimizi biraz büyütelim, ikna çalışmaları kolay olmayacak."


Steve'in takımında: Falcon, Bucky zaten garanti, bir de nedendir bilinmez Hawkeye ve Wanda var. Hawkeye'ya sorsan neden kanun kaçakları tarafındasın, kendi de bilmiyor amk, Wanda zaten Vision'u sırtından bıçaklayarak ekipte.. Bir de sürpriz kahraman. Aslında sürpriz falan değil, aylar öncesinden oyuncuların filmografisinde çıkıyor işleri ama ben yine de son paragrafta söyliyim bunları..


Tony'nin takımda ise: Natasha (bir nedendir bilinmez de bu, normalde bunun yeri Steve'in yanı gibi bi durum yok muydu, zaten yapıyor yine ajanlığını), War Machine, Vision (bak bak), Black Panther.. Aslında bu son iki isimle beraber bu takımda üç sürpriz oluyor.. War Machine'i saymayalım ya, Tony'nin zaten -Jarvis'ten sonraki işletim sistemi Friday- idaresinde bir sürü robot Iron Man var, hiç bir numarası yok War Machine'in, ayrıca Don Cheadle'ı sevmiyorum abi, nerede Terrence Howard nerede bu.. Vision'a gelince, son filmde, "Sizin tarafınızda değilim, işiniz gücünüz savaş, sadece Ultron'a karşı yardım ederim" demişti. Neredeyse galaksinin en taşaklı kahramanlarından gibiydi. Bu filmde Vision'u tekrar Jarvis etmişler, "Mr. Stark şöyle dedi, Mr. Stark böyle istedi.." diyerek dolaşıyor..

Filmin başlarında Natasha'nın bu söz konusu antlaşmayı imzalayacağı toplantıda, bir sürü devlet adamının bulunduğu binaya saldırılıyor. Bucky olay yerinden kaçarken görülüyor. O toplantıda ölenlerden biri de Wakanda Kralı. Kral'ın oğlu, babasının intikamını almak için yeni kral ve Black Panther olarak iç savaşta Steve'in karşısında yer alıyor.


Tabii ki birbirlerini öldüresiye değil de, etkisiz hale getirmek ve Bucky'yi kanuna teslim etmek üzerine bütün savaş. Asıl anlaşılmaz olan şey, Steve'in neden Bucky'yi bu kadar çılgınca savunduğu. Tamam o kötülükleri yaparken kendinde değildi, beyni yıkanmıştı da, n'olsun yani, salınsın mı öylece ortalıkta, hiç mi adalet yüzü görmesin. Tony bu soruyu sorduğunda Steve'in cevabı çok yüzeysel oluyor: "O benim arkadaşım", e bu savaştıkların kim IQ. Tabii bu son saldırıyı Bucky'nin üstüne atan bir Rus ajanı var, Bucky'ye sihirli sözcükleri fısıldayıp Winter Soldier'a dönüştürüveriyor.

Oyuncular'ı zaten biliyorsunuz ama satır aralarını okumak isteyenler için: Chris Evans, Robert Downey Jr., Scarlett Johansson, Sebastian Stan (Bucky), Anthony Mackie (Falcon), Don Cheadle (Gereksiz), Jeremy Renner, Chadwick Boseman (Kral Panter), Paul Bettany (Vision), Elizabeth Olsen (Yeni İntikamcı, Liberal Arts (2012)'ta da bi görün, daha çok öyle romantik komedi kızı gibi), Paul Rudd (tüh sürpriz bozdum), Emily VanCamp (bu kızdan hiç bahsetmedim bak, Steve'in yeni manitası, Steve'in eski manitası Agent Carter'ın yeğeni; enseste girmez herhalde), Tom Holland (bir diğer sürpriz de buydu), Daniel Brühl (her şey soyadındaki ü ile başladı), Marisa Tomei (ikinci sürprizin halası) ve Howard & Maria Stark çiftini oynayan John Slattery ve Hope Davis..


Captain America: Civil War (2016) da Steve'in üçüncü filmi nihayetinde -her ne kadar bi önceki film Avengers: Age of Ultron (2015)'dan çok beslense de- Captain America: Winter Soldier (2014) ve Captain America: The First Avenger (2011)'ın devamı. Bu üç Captain America filminin senaristleri değişmiyor Christopher Markus ve Stephen McFeely fakat ilk filmin yönetmeni Joe Johnston son iki filmde yerini Anthony ve Joe Russo kardeşlere bırakıyor. Russolar, Avengers: Infinity War (2018) filmine çalışıyor şu sıralar.

Sürprizleri açıklama paragrafına gelmiş bulunuyoruz. Steve'in takımdaki sürpriz savaşçı Ant-Man; Tony'nin takımdaki sürpriz savaşçı, yeni küçük sevimli Peter'cık, Spider-Man.. Peter Parker'ın -Sam Raimi'nin üç filminden sonra- en güzel uyarlaması.. Şu iki filmlik The Amazing Spider-Man hiç yapılmasaydı, bu filmde Peter Parker'ı görünce seyirciyi bir düşünün hele.. O iki film resmen Spider-Man'in tadını kaçırdı..

Yani buna Captain America filmi demek zor, Thor'suz Hulk'sız bir Avengers filmi diyebiliriz. Zira Captain America neredeyse filmin kötü adamı, ben bu kadar ibne bi Steve daha görmedim. En sonda Sharon'la öpüşmese Bucky'yle ciddi düşünüyor diyecem, o derece.. Filme puanım 6..

120516
Oku..

Avengers: Age of Ultron (2015)


Normalde benim de Marvel filmlerini ilk gününde izleme gibi tuhaf alışkanlıklarım var, evet, ama bu seferki olmadı; Captain America: Civil War (2016) dört gün önce girdi gösterime fakat iş güç toplumu üyesi olduğum için çalışma saatlerini ona göre ayarlayamadım. İzin günümü bekledim, geldi. Ama dedim ki bi dur, bi önceki film Avengers: Age of Ultron (2015)'u yeterince izlemedim, bi sinemada bi internete ilk düştüğünde izlemiştim. NŞA'da tekrar tekrar izlenecek filmler sonuçta, The Avengers (2012)'ı sekiz kere falan izlemişimdir mesela. Iron Man filmlerini falan saymadım bile..

Avengers: Age of Ultron (2015)'un yönetmeni ve senaristi Joss Whedon. Kahraman filmlerinde kalabalık görmeye alışık olduğumuz bu yaratıcı ekip listesinde tek isim olması ilginç bir durum. Whedon zaten Marvel'ın gizli kahramanlarından. The Avengers (2012)'ı da o yönetmişti, gerçi orda da yazar ekibi kalabalık değildi, Zak Penn'le beraber yazmıştı hikayeyi. Yani Avengers'ın ilk iki filmi için Whedon filmleri diyebiliriz. Serinin üçüncü filmi Avengers: Infinity War (2018-19)'da ise koltuğu kaptırmış. Tıpkı Iron Man'in ilk iki filminde Jon Favreau ismini görmemiz ama üçüncüde durumların değişmesi gibi. Captain America: Civil War (2016) da Steve'in üçüncü filmi nihayetinde... Dur ya, onla ilgili bu cümleyi onun başlığında tamamlayayım.


Hydra'nın kalan son kalesini de yıkmak üzere çatışmaya giden ekip ilginç bir bilgisayar sistemi bulur. Bu arada girdikleri bu çatışmada Hydra tarafından geliştirilmiş iki tip çıkar ortaya. Biri rüya kontrolörü, biri maraton koşucusu ikiz kardeşler. Çocukluklarından beri Tony Stark'a düşmanlık beslemişler.
Neyse, bu bilgisayar sistemi Ultron işte; Tony, Ultron dedi Ultron kaldı adı, kimse de sormadı niye diye.. Sonra Tony ile Bruce ekipten gizli, Ultron'u kendi lehlerine nasıl kullanabileceklerini araştırırlar, bu sırada Ultron, Jarvis'in anasını beller ve metal bir vücut yapar kendine. Dünyayı yok etmektir amacı. Sonra Steve ve Thor çok sinirlenir, herkes Tony'ye yüklenir, "Bok vardı Jarvis'i işe karıştırdın, senin yüzünden adam oldu Ultron" diyerek. Tony ise giden Jarvis'e yanmaktadır.
Ultron'un, dünyanın en iyi metalini ve frizbinin ham maddesini kullanarak yaratmak istediği 'vücut', Avengers tarafından çalınır. Tony bu vücuda Jarvis'i yüklemeye çalışır yine gizliden. Sonra Thor gaza gelir ve o vücuda dayar göklerin kutsal yıldırımını, Vision diye bi şey meydana gelir. Bu ismi de yine Tony uydurmuştur. Bu arada ikizler de Avengers ekibine katılmıştır.
Vision, tam bir taraf belirtmeksizin Ultron'a karşı olduğunu söyler. "Siz de çok iyi değilsiniz, işiniz gücünüz savaş ama Ultron daha bi yok etmeci olduğu için önce onu durduralım" der. Dünyayı yok etme planını uygulamaya geçiren Ultron'la final savaşı başlar. Ve tabii ki dünya kurtarılır.
Film bitince çıkan ekstra sahnede, galaksinin hakimi Thanos görünür, "Kendi işimi kendim yaparım o zaman" der.


Filmdeki karakterleri liste olarak vereyim:

Captain America, Steve Rogers - Chris Evans
Iron Man, Tony Stark - Robert Downey Jr.
Thor - Chris Hemsworth
Hulk, Bruce Banner - Mark Ruffalo
Black Widow, Natasha Romanoff - Scarlett Johansson
Hawkeye, Clint Barton - Jeremy Renner
Wanda Maximoff - Elizabeth Olsen
Pietro Maximoff - Aaron Taylor-Johnson
Vision, Jarvis - Paul Bettany
Maria Hill - Cobie Smulders
War Machine, James Rhodes - Don Cheadle

Bu listedekiler aksiyon sahneleri dahil hep görünenler, çok varlar yani filmde. Küçük rollerle kadroyu şenlendiren isimler de: Samuel L. Jackson, Anthony Mackie, Hayley Atwell, Idris Elba, Stellan Skarsgard, Andy Serkis, Julie Delpy ve Claudia Kim..


İlk filmle bunu kıyaslamaya tabii ki gerek yok, bu kahramanlık filmlerinde en güzel hep ilkdir sonuçta, bi ortaya çıkış hikayesidir. İlk filmde baya Avengers ekibi toplandı falan, efsane hareketler olmuştu. Bunun en büyük numarası Jarvis'in evrim geçirerek Vision olması. Ve bu nedense sürpriz bi şey gibi gösterildi. Posteri biraz kırpıp tekrar koymam da bu yüzden; sol üst köşede çok dikkat çekmeyen bir Vision var.

Bu arada Jarvis'in isim babasının, Tony'nin öz babasının ve Captain America'nın buzun içinde olduğu dönemlerde sevgilisi Carter'ın maceralarını izleyebileceğiniz bir dizi var. Agent Carter diye, Hayley Atwell başrolde.. İki sezon toplam 18 bölüm, üçüncüyü çekmeyebilirler, çok efsane dizi değil ama izleniyor işte..

110516
Oku..

High-Rise (2015)


İngilizlerin yakın geleceğin James Bond'u olarak gördüğü Tom Hiddleston başrolde. Önce bunu bi gördüm, sonra baktım neymiş film diye, Ballard'ın Gökdelen romanından uyarlama bir işmiş. İngiliz bilim-kurgu yazarı Ballard, romanlarında teknoloji ve kapitalizm eleştirileriyle dikkat çekiyormuş. Okumamıştım hiç, filminden önce bi gazla şu Gökdelen'i okuyayım dedim. 2012'de Türkçe'ye çevrilen roman 75'te yazılmış. Zamanının yeni moda gökdelende yaşama durumlarını işliyor.


Dr. Laing, istediği sosyal çevreye sahip olmak ve kaliteli bir yaşam sürmek için, hala diğer kuleleri inşaat halinde olan bir projenin tamamlanan bi binasında 25. kata taşınır. -Nerdeyse- tamamlanmış bu gökdelenin bütün daireleri satılmıştır, yani komple dolu durumdadır. En üst 40. katta ise projenin mimarı Royal, kendisine özel bi teras tasarlamıştır. Baya böyle ağaçlı yeşilli, hayvanlı mayvanlı bi teras. Kral gibi durur en tepede.
Alt kat daireler üst katlara göre daha ucuz olduğundan herkes bütçesine göre yerleşir bu dışarıya gerek duymadan her ihtiyacını kendi içinde çözen binaya. İşte 15. katta süpermarket, 20. katta spor salonu, 10. katta havuz falan.. Sabah işe git akşam gökdelene gel, gerisi komple burda, restoran falan zaten..
Ve fakat alt ve üst katlar arasında -tıpkı sokakta olduğu gibi- sınıf ayrımı başlar. Birbirlerine kötü davranan komşular zamanla kavga etmeye, hayatı dar etmeye başlar.
Hikayenin fantastikliği gereği de işler çığrından çıkar, ortak kullanılan asansörler, havuz, otopark gruplarca işgale uğrar. Market yağmalama işi kendini geliştirir, evler yağmalanmaya başlar. Henüz tamamlanmayan binada teknik aksaklıklar yaşanır, elektrik kesintileri aydınlıkta yapılamayan pislikleri yapmaya yarar.


Önce kitabı okudum ya. Kitabın ne zaman yazıldığına dikkat etmek aklıma gelmeden şimdiki gökdelen hayatıyla düşündüm. Hayır ev partisi oluyor mesela, bir kişi uyuşturucu madde kullanmıyor, varsa yoksa alkol, şampanya, en fazla ilginç kokteyller. Şimdiki ev partileri öyle mi, kokosuz, dumansız parti ben duymadım. Eskiden çok masummuş, gittikçe sıçıyoruz. Sıçıyoruz deyince aklıma geldi, kitapta komple binaya sıçtılar insanlı hayvanlı, filmde o kadar yoktu mesela. Dur kıyas bölümüne geldik galiba.

Filmi daha güzel. Kesinlikle. Çünkü kitapta -belki tarz meselesidir bilmiyorum ama- çok fazla tekrar var. Yeni bilgi veriyo gibi önceden söylediklerini söyleyip durması beni biraz rahatsız etti. "Asansörler tutulmuştu, birileri bi katta kapısını açık tutup kullanımı engelliyordu." diyor mesela. On sayfa sonra yine asansörler kullanılamıyordu falan.. Anlatabildim mi acaba ya, tam olmadı gibi.. Yani şey, 'ulan aynı yeri bi daha mı okuyorum yanlışlıkla' tribine girdim yer yer. Ve bazı bölümlerdeki mantık hataları ya da mantık hatası gibi duran üstü kapalı anlatımlar filmde daha net verilmişti.

Filmin senaryosunu Amy Jump yazmış, Ben Wheatley yönetmiş. Kitabından iyi filmler grubuna dahil edilmek bir film için çok iyi şeydir. Gerçi bir de Ballard hayranı birini bulup sormak lazım. Tom Hiddleston'a 70'ler kostümleriyle, Jeremy Irons, Sienna Miller, Luke Evans, Elisabeth Moss ve Sienna Guillory eşlik ediyor. Filme puanım 6. Aa, dur süpermarketteki kasiyer kızı unuttum, Nymphomaniac (2013)'taki Stacy Martin..

090516
Oku..

Le Tout Nouveau Testament (2015)


Epey başarılı, gayet fantastik, baya komik film. Mr. Nobody (2009) ile ün yapmış Belçikalı Jaco Van Dormael'in son filmi. Başka Sinema'nın bu ayki programında var, izlemeyene tavsiye edilir. Senaryosunu Thomas Gunzig'le beraber yazan Dormael, kalabalık bir oyuncu kadrosuyla çalışmış. Filmin dili Fransızca, tekniği Fransız Sineması, Belçika-Fransa-Lüksemburg ortak yapımı..


Bir tanrı var. Kendine ait bir yeri, karısı, kızı ve bilgisayarının bulunduğu çalışma odası var. Kötü davranıyor ailesine, oğlu desen çekmiş gitmiş zamanında, İsa.. Annesi biraz gidik, biraz baba yüzünden.. Baba, can sıkıntısından Dünya'yı yaratmış, sonra canlıları yaratmış işte.. Bir de genele hakim bir tür olsun demiş, tavukları denemiş, olmamış; zürafalar, olmamış. Sonra demiş ki "Benim gibi görünen bi insan türü yapayım bakalım n'olcak" demiş ve bakmış tam istediği gibi olmuş.
Sonra kurallar koymuş, mesela: Seni beğeneni sen beğenmeyeceksin, senin beğendiğin de seni beğenmeyecek, bu hep böyle olacak. Sonra, park yeri aradığında acelen varsa hayatta yer bulamayacaksın; yok efendim, anahtarı masanın üstünde unuttuğunu hep kapıyı çekince fark edeceksin.. Böyle seviyesiz bir espri anlayışıyla bütün gün kurallar yazan bi tanrı işte..

Ufak kız, zamanında kafayı kırıp evden kaçıp 12 havari bularak insanlığı ayıktırmaya çalışan abisinin yolundan gitmeye karar verir, 6 havari daha bulup 18'e tamamlayacak ve bakalım n'olacaktır. Ama öncesinde sırf babasına gıcıklık olsun diye bütün insanlara ölüm tarihlerini mesaj atar. Bütün insanlara. "Ne zaman öleceklerini bilmedikleri için bana saygı duyuyorlardı, ne yaptın sen" diye sinirlenir Tanrı.
N'olacağını bilmeden sadece bi şeyleri değiştirmek istediği için bi şeyler yapan ufak bir kızın firar macerası..


Film bitince "Hassiktir be çok eğlenceliymiş" diyosun.. Ufak kızının peşinden Dünya'ya intikal eden Tanrı'yı gören yeni bir havari "Bu Tanrı mı, onu hiç böyle hayal etmemiştim" diyor.. Dünya'ya gelince pek de bi özelliği olmayan Tanrı'yı Benoit Poelvoorde oynuyor. Başrolümüz ufak kız Ea'yı da Pili Groyne diye bi cevher canlandırmış. Catherine Deneuve, François Damiens, Laura Verlinden 6 havarinin 3'ü. Ve yine bir Fransız filmi memesiz geçilmiyor, bu sefer Anna Tenta diye güzel bir sarışının memelerini görüyoruz. Filme puanım 8.

Film Golden Globe'da En İyi Yabancı film için Mustang (2015)'le yarışmıştı hatırlayınız. Ya da hatırlamayın, ikisi de değil Saul Fia (2015) kazanmıştı..

080516
Oku..

Hail, Caesar! (2016)


Coen Kardeşlerin zayıf filmlerinden olarak geçsin kayıtlara.. Demin baktım da epey bi filmlerini izlemişim, marka olacak kadar da güzel film yapmışlar ama arada böyle tırışkalar da oluyor demek ki. Gerçi sorsan belki de en sevdikleri film falan çıkar, "Seyirci anlamadı yea" ayağı yaparlar..
Tam da 1 Mayıs günü izledim, ilginç oldu işçi hakları temalı film denk gelince.. Normalde çalışmam lazım ama Taksim ve civarı komple araç ve yaya trafiğine kapanınca işe mişe gidemedik, dükkan açmadık, oturduk film izledik. Tam işçi bayramı oldu.. Hiç de 'çalışma hakkımız elimizden alınıyo' tribine girmeyip bardağı doldurup dolu tarafından bakıyorum..


Ya dur hatta şunu da anlatayım, dün gece de çalışıyorum yine, saat üç olmuş falan, işte millet dağıldı mekanı kapattım.. Ama eve nasıl giderim bilmiyorum, çünkü biri dedi ki "12'de bütün mekanlar kapatacakmış, yolları keseceklermiş geceden".. Ben artık taksi bulana kadar eve doğru on kilometre yürürüm düşünceleriyle çıktım mekandan, a, hemen buldum taksi.. Bindim, sordum, "yok bea, her 1 mayıs aynı şeyi diyolar, sabahtan kapatırlar yolu, gece kapanır mı hiç".. Bu iki cümle arasında benim kafamdan neler geçiyo ama tabii, ulan baya sokağa çıkma yasağında gizli gizli dolaşan suçlular gibi olduk diye geçiriyorum içimden.. Hiç öyle aksiyon olmadı oysa.. Dün gecemi anlattığıma göre filme dönebilirim.


Bir film yapımcısı olan Eddie (Josh Brolin)'nin hikayesi aslında, 50'lerde geçiyor film. Hollywood'un içinden hikayeler izliyoruz. Eddie çalıştığı yapım şirketinin patronuna hesaplar verirken, yönetmenleri, yıldız oyuncuları, yeri geliyor gazetecileri (Tilda Swinton) falan idare ediyor. Yaşasın Sezar diye bi film yapıyor şirket, yıldız oyuncu Baird Whitlock (George Clooney) başrolde.. Sinema sektörünün hep üvey çocuğu gibi kalan senaristler bilenmişler.. "En çok biz çalışıyoruz ama hakkımızı alamadığımızı düşünüyoruz, üstelik biz olmasak film olmaz" diyorlar. Bir grup radikal sinema emekçisi senarist gaza gelip, -niyeyse- Rusya'nın desteğiyle Whitlock'u kaçırıp, "Başrolün elimizde, filmin devam etsin istiyosan şu kadar fidye getir" diye mesaj iletiyorlar Eddie'ye.. Eddie bu olayı, hem basından, hem patrondan gizli tutarak çözmeye çalışıyor..


Sırf renk katsın diye araya serpiştirilen önemsiz yan karakterleri çok ünlü isimler oynamış, resmen filmde 2 dakika falan gözüküp posterde yer alan isimler: Scarlett Johansson (3 sahne), Ralph Fiennes (2 sahne), Channing Tatum (2 sahne), Jonah Hill (1 sahne), Alison Pill (1 sahne)..
Çok zayıf hikaye sanki, hiç Coen filmi gibi değil; ama çok bariz Coen imzası olan karakter özellikleri de vardı birkaç yerde.. Bu arada Scarlett'in sesi dublaj mıydı, kendi sesi miydi anlayamadım ya.. Şirret bi oyuncuyu oynuyo, kamera önünde başka, arkasında bambaşka.. İzleyecekseniz izleyin tabii ama benim puanım 4/10..

010516
Oku..