Ara (2008)


Ümit Ünal'ın yazıp yönetip finanse ettiği Ara (2008), festival filmi gibi ama piyasa filmi de gibi, çok güzel de gibi ama az güzel de gibi, 'ara'da kalmış bir film işte. (Evet, yaptım bu kelime cambazlığını!)

Selen Uçer ve Erdem Akakçe var ön planda. Uçer de tıpkı film gibi arada kalmış bir hatun; güzelle değil arasında ama Sezar'ın hakkı Sezar'a, çok yetenekli oyuncu. Canlı izleyemedim henüz -tiyatro falan- ama kamera önü baya iyi bence. Geçen sene Kuçu Kuçu oyununu oynuyorlardı Özgü Namal'la beraber, bu sene de devam ederlerse gidesim var. İlk oynadığı sinema filmi de yine Ümit Ünal'ın yazdığı Anlat İstanbul (2005)'muş.
Filmimize dönelim: buradaki performansını da görün bence, hele Akakçe'yle uyumlarına bayıldım. Erdem Akakçe de ilk sinema filmi olarak Kolay Para (2002)'da rol almış. Kendisini en son Gezerken isimli park tiyatrosuyla izlemiştim. Çok takdir ettiğim bir abimizdir. Bu ikili, birkaç projede daha beraber çalışma fırsatı bulmuşlar, araştırın meraklılar.


Serhat Tutumluer ve Betül Çobanoğlu ise filmdeki diğer iki ana karakteri oynuyorlar. Tutumluer'i en son Demirkubuz'un Yeraltı (2012)'sında izlemiştik, Çobanoğlu ise şu sıralar 'Bitmeyen Şarkı' diye bir dizide oynuyormuş. İkisinin de bu filmdeki performansları gerçekten çok iyi. Ben zaten çok ön plandakinin bi tık altındaki karakteri daha çok izliyorum filmde, daha eğlenceli oluyor, deneyin bi ara.

Kısaca bir de konudan bahsedelim: Ender ve Gül'ün tek seferlik diye başlayan ilişkisi tahmin edilenden uzun sürer ve sevgili olurlar. Normal bir ilişkide olması gereken her şey oluyordur, kıskançlıklar, bağrış çağrış, sevişme, ufak kaçamaklar.. Ender'in en yakın arkadaşı hatta ortağı olan Veli'yle, Ender'in çocukluk arkadaşı Selda da sevgilidirler. Elimizde iki çift vardır, biz de bunların dertlerine, zevklerine, düşüncelerine misafir oluruz. Bi de aldatmacalarına hep.


Tek mekanda geçmesi, filmi acayip yapan özelliği, işte festival filmi yapan kısmı da bu. Kurgusu da fena değil aslında, hikaye bize tecavüz ediyor yani gitmeli gelmeli kurgu, bi öncesi bi sonrası, çaktın mı?!

Yalnız, Ender-Gül çifti ayrıldıktan sonra birbirlerine benzeyen insanlar bulup sevişiyorlar ya, hani, intikam mı, özlem mi tam bilinmiyor? Filme renk katmış ama bence gerek yokmuş, siyah beyaz hali iyiydi hikayenin.


Saygılar, tavsiye butonuna bastım.
Ayrıca bu yazı kesmeyip inceleme yazısı isteyene öneri: Seçil Büker'in derlediği Karpuz Kabuğu Denize Düşünce kitabında Şeyma Balcı yazmış..

30.09.2013
Oku..

Pineapple Express (2008)


En son Nicolas Cage'li Joe (2013)'nun yönetmenliği yapan David Gordon Green, Seth Rogen, Evan Goldberg ve Judd Apatow üçlüsünün beraber hazırladıkları senaryo için oturmuş yönetmen koltuğuna. Seth Rogen'ın kendi yazdığı veya yapımcılığını yaptığı filmlerde -yani kendi tarzındaki filmlerde- arkadaşlarından oluşan oyuncu kadrosunu kurduğunu görüyoruz zaten her zaman. Bu filmde de James Franco ve Danny McBride'ı almış yanına. Güzel hatun oyuncu olarak da Amber Heard bebeğim tercih edilmiş.

Soldan sağa Rogen, Franco, Apatow, Green ve Goldberg

Dale ve Saul arasında uyuşturucu satıcısı / uyuşturucu kullanıcısı ilişkisinin ilerisine geçecekleri bir olay yaşanıyor. Dale, Saul'un malları aldığı Red'in malları aldığı Ted'i, görmemesi gereken bir durumda görüyor yanlışlıkla. Sonra Ted de, Red vasıtasıyla Dale ve Saul'un peşine düşüyor. Çünkü Ted, Dale'i Çinli rakiplerinin adamı sanıyor. Dale de, sevgilisi Angie'nin bu işe bulaştırılmaması için Ted'in adamlarını Angie ve ailesinden uzak tutmaya çalışıyor. Dale, Saul ve Red'in dostlukları filme damga vuruyor.


Filmi izleyin, severseniz bir de This is the End (2013)'i izleyin; yalandan devamını çekiyolar bu filmde; meraklısına.
Filmi ilk izlediğimde -bir arkadaşım zorla izletiyodu bi kalabalığa- çok uykum gelmişti, hiç anlamamıştım. Geçen gün yine izliyim dedim, yine yanlış zaman seçmişim, baktım uyukluyorum, kapattım uyudum. En son girişimim demin gerçekleşti, izledim, bitirdim.
Fena değil ya, geyik film işte. 7 verdim.


Bu arada pineapple express, sarıp içtikleri, bütün aksiyonun başlamasına sebep olan nadir bir esrar modeli.

29.09.2013
Oku..

The Meaning of Life (1983)


Yetmişlerde ve seksenlerin başında epey popüler olan İngiliz komedi grubu Monty Python (Graham Chapman, John Cleese, Terry Gilliam, Eric Idle, Terry Jones ve Michael Palin) kariyerine, BBC için hazırladıkları 45 bölümlük bir programla başladı. Grup, 5 tane de sinema filmi yaptı. Genel olarak absürt tarzda kurguladıkları filmlerinde Hollywood göndermeleri, dini şakalar ve tarihi saçmalıklara ağırlık verdiler. Senaryolarını hep beraber yazıp, hep beraber birden fazla karakteri oynadılar.

(Bu paragraf kendi Life of Brian (1979) yazımdan arak)



Monty Python grubunun beş sinema filminden biri olan The Meaning of Life (1983), hayatın anlamının arandığı yedi bölümden oluşuyor. "Yaşıyoruz ama nedir yani?" sorusuna cevap alabileceğinizi umuyorsanız, yok öyle bir şey.
Yani, doğrudan bir cevap verilmiyor. Anlatıyorlar: doğumu, büyümeyi, savaşmayı, organ nakillerini ve ölümü. Hayatı gözler önüne seriyorlar -kendi tarzlarıyla- "Artık ne görürsen, sana kalmış.." diyorlar.

Tarzları absürt, aksanları ingiliz, ahlak desen sıfıra yakın.. Hayat kadar gerçek yani..


Bir kısa filmle karşılıyorlar seyirciyi, kızgın dedelerin hayata meydan okuyuşunun hikayesi. Sonra uzun filme başlıyorlar. En beğendiğim bölüm Part I: Doğum Mucizesi, bütün filmi izlemeseniz bile bence bu ilk kısmı kesin izleyin. Ondan sonra en çok Part II'yi sevdim, sonra III'ü, sonra IV'ü diye devam ediyor sırayla. Belli ki sonlara doğru sıkılmışım :)

Bu filmin yönetmenliğini Terry Jones üstlenmiş.


Grubu ilk kez Life of Brian (1979) ile izlemiştim ve denk geldikçe diğer filmlerini de izlemek istediğimi belirtmiştim. Bununla iki etti. Grubun çektiği son film olan The Meaning of Life (1983), Life of Brian (1979) kadar olmasa da iyi bir film aslında, bakmayın sonlara doğru sıkıldığıma. İzleyin ve bu komik adamların absürt dünyasında kaybolun.

"Bir oyun mu hayat, kuralları bizim tarafımızdan konan?
Hep söyleyecek bir şeyler arar durur aklımız
Yoksa sadece kendini kopyalayan
DNA'nın çifte sarmalları mıyız?"

24-09-2013
Oku..

Bandidas (2006)


Geçen muhabbeti geçti de aklıma geldi, haberi olmayan varsa bu vesileyle haberdar edeyim dedim. Bandidas (2006) diye bir film var, evet çok şaşırdınız biliyorum. Nasıl kaçmış gözümden değil mi? Eğlenceli western izlemeyi sevenler bayılacak bu filme, banka soygunları, trende kovalamaca, kötü adamlar, seksi kızlar.. Kızlar demişken, Salma Hayek ve Penelope Cruz başrolü paylaşıyor. 'Esmersen güzelsin' felsefesine inananların kaçırmak istemeyeceği bir 1,5 saat.


Norveçli kankiler Joachim Ronning ve Espen Sandberg beraber yönetiyor filmi. Bunlar zaten her şeyi beraber yönetiyor. Senaryoda da Leon (1994)'un yönetmeni Luc Besson'ın parmağı var. Oyuncu kadrosunda da kızlara adalet bekçisi rolüyle Steve Zahn eşlik ediyor.


Çok bir numarası yok ama eğlenceli film işte. imdb.com puanı 5.7, ben 7 verdim.

22-09-13
Oku..

After Earth (2013)


Will Smith'in uydurduğu hikayeden, Gary Whitta ve M. Night Shyamalan'ın beraber yazdığı senaryoyu Shyamalan tek başına yönetmiş. Hintli yönetmen, The Sixth Sense (1999) ve The Last Airbender (2010) gibi filmlerin yazar yönetmeni.

Günümüzden baya sonrasında geçiyor hikaye. Artık Dünya terk edilmiş, bambaşka yaşam alanları oluşturulmuş, bir yerden bir yere giderken anca kaza sonucu gelinebilecek bir yer olmuş Dünya. Gemileri Dünya'ya düşen bir grup askerden sadece iki kişi hayatta kalmıştır. Bir baba-oğul. Baba çok başarılı bir komutan, oğlu ise asker olmak için sınavlara girmiş ama yetersiz görülmüş bir ufaklık. Ama bu saha çalışması kendini geliştirmesi için iyi bir fırsat olacak.


Normalde kısa film hikayesidir, sündürülmüştür. Felsefesi zayıf, efektleri fena değil, oyuncuları tatlıdır. Çok sayıda fantastik, bilim-kurgu işin içinde bulunmuş Will Smith'den daha vurucu bir hikaye beklerdim açıkçası.


Will Smith, her baba gibi çocuklarının geleceğini düşünüyor ve oğlu Jaden'dan bir kahraman yaratıyor. 98'li Jaden, şimdiden alemin kralı olmuş durumda. Kankisi Justin Bieber ile partiden partiye koşuyor. Filmografisindeki dört sinema filminden ikisinde başrol oynuyor.


Hadi biraz da magazin, Will Smith'in üç yıl evli kalabildiği ilk karısı Sheree Fletcher'dan Trey adında bir oğlu var. 97'den beri de ikinci karısı oyuncu Jada Pinkett ile beraber ve bu evlilikten de bir oğlu bir kızı var. Kızları Willow da baya küçük Rihanna..

22-09-2013
Oku..

Attenberg (2010)


Before Midnight (2013) filminde, hatırlayacaksınız Yunanistan'a konuk olmuştuk ve o filmle Ariane Labed ve Athina Rachel Tsangari ile tanışmıştık.

Tsangari yönetimindeki Attenberg (2010)'te, babası ölmek üzere olan 23 yaşındaki Marina'nın hayatı, etkileyici bir yöntemle aktarılıyor. Sakin bir kasabada, arkadaşı Bella ile çocukluğunu, şoförlüğünü yaptığı mühendis ile genç kızlığını ve beraber geçirecekleri zaman gittikçe azalan babasıyla yetişkinliğini yaşıyor Marina. Annesiz büyümenin eksikliğini babasıyla gidermeye çalışıyor. Her şeyini anlatabileceği birini arıyor.


Türkçe dublaj yap, bu Demirkubuz filmi de, yadırgamam. Karakterler çok bizden çünkü, Ege insanı işte di mi. Yok, öyle değil, bunlar da en az bizim kadar soğuk. Bırakın bu Türkler sıcak kanlıdır yalanını, çıkıyorum sokağa kimse gülmüyor, metrobüste ne kavgalar oluyor yer kapmak için. Yani baya soğuk film, aynı bizimkiler gibi.


Ariane Labed, 84'lü bir Atinalı. Epey tatlı bir kız, bazen Natalie Portman'a benziyor. Oyunculuk da bence çok başarılı, hani yakın buldum ya tarzı bizimkilerle, oyunculuk farklı işte, baya iyiler..
Reha Erdem'in Kosmos (2010)'u geldi aklıma filmi izlerken.. Hani Sermet Yeşil ve ona eşlik eden Türkü Turan var ya, hah işte o performanslarla kıyasladım niyeyse ve Yunanlar kazandı. Oyunları benzerlik gösteriyor, mesela hayvanların seslerini ve hareketlerini taklit etme oyunları falan. Onun için kıyasladım herhalde..


Ariane Labed çok tatlı hatun, o oynasın ben izleyeyim, deyip konuyu kapatmak istiyorum. Bu arada bu film Labed'in ilk oyunculuk deneyimi, bundan sonra da, buradaki mühendisi oynayan Giorgos Lanthimos'un yönettiği Alpeis (2011)'te oynamış. Bu vesileyle de Yunan sineması diye bir şeyin varlığından haberdar oluyorum. İlk defa Yunanca film izledim. Yabancı Damat'taki Ohi'yi, Endaksi'yi saymazsak..

Durağan film sevenlere, değişik hikayeler izlemeyi sevenlere tavsiye.

21-09-13
Oku..

Magnifica Presenza (2012)


Ferzan Özpetek filmi izlemeyeceğime söz vermiştim kendime ama Cem Yılmaz'ın hatırına bir göz attım buna. Cem Yılmaz'ı gördüm, oyunculuğunu beğendim, filme bastım eksiyi geçtim. Aslında idare eder film ama bence karakterin cinsel tercihine bu kadar yakın plan olunca dikkat dağıtıyor. Burada kullandığım 'yakın plan', teknik değil taktik anlamda bir yakınlığı temsil ediyor. Hamam (1997)'ı izlemiştim, hiç gereği yokken öpüştürüvermişti delikanlıları.
Bu filmde de çok gereksiz bence. O sahnelerin gereksiz durmasının sebebi de yazılan karakterin çok gerçekçi olmaması. Ya da oyuncuları kötü ne bileyim. Yani bu iki filmde de karakterlerin cinsel tercihleri çok yapmacık duruyor. Her ne kadar Pietro aseksüel olsa da.


Pietro, yeni bir eve taşınır. Çok güzeldir ev, tam istediği gibidir. Bir süre sonra evde birilerini görmeye başlar, hayaletler olduğuna kanaat getirir sonunda. Kuzeni, yalnız olduğu için kafayı yediğini düşünür ve cinsel yönelimi konusunda kararsız olan Pietro'ya sevişmesi konusunda baskı yapar. Evdeki hayaletlerin de yıllar önce Nazi'lere karşı casusluk yapan tiyatro oyuncuları olduğunu, grupça bu evde öldüklerini ve hayalet olduklarının farkında olmadıklarını öğrenir. Onlar kendilerini hala saklanıyor sanıyorlar..


Pietro'yu Elio Germano'nun oynadığı filmde, İtalyan gruptaki Türk oyuncu Yusuf Antep karakterini Cem Yılmaz canlandırıyor. Senaryoyu Federica Pontremoli ile beraber yazmış Özpetek.

Ayrıca İtalyancayı da hiç sevmiyorum.

21*09*13*03*26
Oku..

Trouble with the Curve (2012)


Amy Adams filmografisinde görüp heves ettiğim, kocaman Clint Eastwood ismini görünce bi şey oluyo sandığım, çok incelemediğim ve ilk bakışta western olduğunu düşündürten afişine kandığım bir beyzbol filmi. Clint Eastwood ismi bile yeterince western olduğu için olabilir.


Yıllardır beyzbolun içinde olan Gus, çalıştığı kulüp için şehir şehir gezip oyuncu izleyen, beğendiği tipleri kulübüne öneren bir bilirkişidir. Bir kızı vardır ve çocukluğundan beri o da babasıyla oyuncu izlemeye gitmektedir. Mickey büyümüş ve avukatlık yaptığı şirkette ortaklık pozisyonuna terfisi söz konusudur, babasıyla zaman geçirebilmek ve hala çok sevdiği beyzbol için bir şeyler yapmak için şirketinden izin alır. Genç yeteneklerin peşine düşen baba-kızın, şimdiye kadar dile getirmedikleri sorunlarını çözmeleri için kısa bir zaman vardır.


Vasatın üstüne çıkamayan, 110 dakikalık falan bir film. Asıl işi yönetmenin sağ kolu olmak olan Robert Lorenz'in ilk yönetmenlik deneyimi olan filmde Eastwood ve Adams'a, John Goodman ve Justin Timberlake gibi isimler eşlik ediyor.

Lorenz, en son Eastwood'un yönettiği -ki 4 Oscar sahibi, imdb.com Top 250 #175 olan- Million Dollar Baby (2004) filminin First Assistant Director'lığını yapmış.


İlginç olan, benim çok beğendiğim Amy Adams'ın, "Çok güzel kadın bu, bunun filmini izleyelim bence" deyip açtırdığım filmlerinde o kadar da güzel olmamasının sebebi neydi ki.. Aslında güzel kadın ama neden birilerine göstermek istediğimde o kadar da güzel değil? Benimle dalga mı geçiyor? Onun burnunu ısırırım bak.

21*09*13*02*38
Oku..

Marvel One-Shot: Agent Carter [2013]


Bu One-Shot'ları biliyorsunuz değil mi? Marvel'ın, Avengers temalı yeni dönem seri filmleriyle bağlantılı olan kısa filmleri 'Marvel One-Shot' başlığında topluyorlar. Şimdiye kadar 4 tane kısa film yaptılar ve bu kısa filmler sırasıyla Thor (2011)Captain America: The First Avenger (2011)The Avengers (2012) ve Iron Man 3 (2013) filmlerinin Blu-Ray'leriyle beraber izleyiciye sunuldu.

Marvel One-Shot: The Consultant [2011]
Marvel One-Shot: A Funny Thing Happened on the Way to Thor's Hammer [2011]
Marvel One-Shot: Item 47 [2012]
Marvel One-Shot: Agent Carter [2013]

Bu dört filmin de senaryosu Eric Pearson'a ait. İki üç dakikalık ilk iki filmin yönetmen kısmında Leythum adı yer alırken, on beş dakikayı geçen son iki filmin yönetmenliğini ise Louis D'Esposito yapmış. D'Esposito, Avengers serisine Iron Man (2008)'den itibaren yapımcılar arasına ismini yazdırıyor..

Ajan Carter, Captain America'nın sevgilisi. Bu filmde de -haliyle- geçmişe dönüyoruz. Captain çok uzaklarda olduğundan, sevgilisini sahadan çekip sıkıcı ofis işleriyle boğmaya başlamışlardır. Yine bir akşam, ofisin yöneticisi Ajan Flynn, Carter'a bir sürü iş yıkıp gidiyor. Ajan Carter da ofiste yalnızken bir gizli görev geliyor. Beş ajan gönderilmesi isteniyor ama Carter tek başına gidip olayı hallediyor.
Ertesi gün Flynn ve diğerleri durumu öğreniyor. O zamanlar S.H.I.E.L.D.'in yöneticisi olan Howard Stark'tan telefon geliyor ve Carter, S.H.I.E.L.D.'ın yöneticilerinden olmak üzere yola çıkıyor.


Tabii görsel olarak yine çok uğraşılıyor, takipçisiyim ben, yapsınlar daha. Dizisi olacak Agent Carter diye..

Chris Evans'ı Captain America rolüyle azıcık gördüğümüz filmde, Ajan Carter'ı, İngiliz tatlış Hayley Atwell oynuyor. Bir de, yine Captain America: The First Avenger (2011)'da Howard Stark'ın gençliği olarak tanıdığımız Dominic Cooper var. Cooper ve Atwell'i Captain America haricinde bir kez de The Duchess (2008) filminde beraber izlemiştik.

20-09-13
Oku..

This is the End (2013)


Severek takip ettiğim, çok eğlenceli tipler bunlar. Bir grup arkadaşlar, aktörler ve çok komikler. Yeni nesil bu tiplerin, oyunculukları çok iyi olmasa da bazen çok sağlam projelerde yer bulup, kendilerini gösterme fırsatı elde edebiliyorlar. Onun dışında kafalarına göre takılıyorlar.

Yine bu kafalarına göre takıldıkları zamanlardan Jason Stone'un yönettiği ve hep beraber yazıp oynadıkları, Jay and Seth Versus the Apocalypse (2007) isimli on dakikalık kısa filmi uzun metraja çevirmeye kalkmışlar. İşte bu This is the End (2013), bu kısa filmin, Evan Goldberg ve Seth Rogen'ın yönetiminde uzuna uyarlanmış hali.

Yazarlar ve Yönetmenler Seth ve Evan

Oyuncuların, gerçek isimleriyle yer aldığı filmin kadrosu şu şekil: Seth Rogen, Jay Baruchel, James Franco, Jonah Hill, Danny McBride, Craig Robinson, Emma Watson ve küçük rollerle Jason Segel, Michael Cera, Rihanna, Paul Rudd, Channing Tatum, Mintz-Plasse falan filan.



Jay, Los Angeles'a arkadaşı Seth'i görmeye gelir. Seth de James'in yeni ev partisine davetlidir. Seth, Jay'le beraber partiye katılır ve herkes oradadır.
Kıyamet kopar, insanlık yok olmanın eşiğine gelir, önceki paragrafta ilk saydığım isimler James'in evinde sığınma hakkı kazanırlar. Kıyamet kapıdadır.


Mantığı, efektleri, oyunculukları ve geri kalan her şeyiyle dandik ama çok eğlenceli bir film. Kendi isimleriyle oynamaları filmin en büyük izlenebilitesidir. Komik video gibi fim yani..
Kendileriyle dalga geçmeleri, muhabbetleri falan da güzel detaylar..

Filmi izlemeden önce;
-Jay'in, Million Dollar Baby (2004) filmiyle tanındığını,
-Jonah'nın, Moneyball (2011)'la Oscar'a aday gösterildiğini,
-Grubun en popülerinin James olduğunu,
-Your Highness (2011)'ta Natalie Portman'a; James ve Danny'nin eşlik ettiğini,
-Pineapple Express (2008)'te, Seth, James, Danny ve Craig'in rol aldığını,
-Emma Watson'ın, Harry Potter serisindeki Hermione ve İngiliz olduğunu,
-Superbad (2007)'de Jonah, Michael ve Seth'in oynadığını,
-Benim de 'en iyi komedi filmlerim' listemde yer alan, Judd Apatow'un Knocked Up (2007)'ında, Katherine Heigl ve Leslie Mann'e; Seth, Paul, Jason, Jay ve Jonah'nın eşlik ediyor olduğunu bilirseniz iyi olur. Bilmeseniz de olur :) Ama bilirseniz geyikler cuk oturuyor kafada..

orijinali için tıkspor

Yalnız benim takıldığım bir husus vardı film bitiminde; neden jenerikte ve künyede Jason Segel ismi geçmedi. Gördüm, oynuyordu filmde, diyaloğu da vardı; duydum. Neden adını göremedik. imdb.com'da da belirtiliyor adının yanında '(uncredited)' diye. Neden acaba? Koskoca adamı unutmuş olamazlar sonuçta.

Bu sabah, Guy Ritchie'nin bir kısa filmini izledim; Star (2001). Orada da aynı olaya denk geldim, starring Clive Owen diyor da, en az onun kadar rolü olan Madonna'nın adı geçmiyor jenerikte menerikte. Nasıl olur ya? dedim.. Arka arkaya denk geldiler.

17-09-13
Oku..

Hunger (2008)


Çok aşırı beğendiğim, acayip rahatsız olup etkilendiğim bir filmdi Shame (2011). Yönetmeni -İngiliz zenci- Steve McQueen'in diğer filmlerine göz attım sonra, bu Hunger (2008)'ı buldum. Bu da fena değil ama çok da bir numarası yok. İngiltere'de bir hapishanede, bir zamanlar, mahkumlara uygulanan polis şiddeti ve tepki olarak mahkumların açlık grevine başvurmaları anlatılıyor.


Senaryosunu McQueen'in Enda Walsh'la beraber yazdığı filmde, Michael Fassbender, Rory Mullen, Stuart Graham ve Liam McMahon oynuyor. İrlanda-Almanya melezi Fassbender zaten McQueen'in bütün filmlerinde (kısalar hariç, 4 tane kısası 3 tane uzunu var) oynuyor.


Michael Fassbender'in canlandırdığı Bobby Sands karakteri, hapishanedeki kötü muameleye karşılık veren ilk mahkumlardan, bize de onun grevi gösteriliyor. Grev sürecinde verdiği kiloları, vücudundaki yaraları bereleri çok güzel görüyoruz. Grev boyunca yetkililer pek ilgilenmiyor ama 8 mahkum açlık grevi sonucunda ölünce millet ayaklanıyor. Sonrasında mahkumların tüm şartları kabul edilmiş, yasa çerçevesinde. Yalnız olaylarda hayatını kaybeden 14 tane de gardiyan varmış. Filmde bir de Stuart Graham'ın oynadığı gardiyan Raymond Lohan karakterinin hayatına da ufak bir göz atılıyor ama çok da üstünde durulmuyor yani.


Genel olarak sabit kamera planları kullanılmış, bir de upuzun rahiple Bobby'nin görüşme sahnesi. McQueen'in ilk uzun metrajı bu, kısa kafasıyla çekilmiş görüleceği üzere. Baya festival filmi. Zaten Shame (2011)'i izleyince gelişmeyi görebiliyorsunuz.

Sonuç olarak hani çok tavsiye edilebilecek bir film değil, sıkıcı biraz; aklınızda bulunsun. Ama Shame (2011)'i utanmadan tavsiye ederim.. Sert film..

12-09-13
Oku..

Life of Brian (1979)


Yetmişlerde ve seksenlerin başında epey popüler olan İngiliz komedi grubu Monty Python (Graham Chapman, John Cleese, Terry Gilliam, Eric Idle, Terry Jones ve Michael Palin) kariyerine, BBC için hazırladıkları 45 bölümlük bir programla başladı. Grup, 5 tane de sinema filmi yaptı. Genel olarak absürt tarzda kurguladıkları filmlerinde Hollywood göndermeleri, dini şakalar ve tarihi saçmalıklara ağırlık verdiler. Senaryolarını hep beraber yazıp, hep beraber birden fazla karakteri oynadılar.


Life of Brian (1979), yönetmenliğini de gruptan Terry Jones'un üstlendiği, imdb.com'un Top 250 listesinde #168 olan bir film. Film, Roma döneminde geçiyor.


Brian Cohen, dönemde azınlık olan yahudi inancına sahip bireylerdendir. Romalılara karşı hain planlar içinde olan gizli bir yahudi gruba üye olur. Grup üyeleri Roma egemenliğine karşıdırlar ama aynı zamanda Roma'dan da memnundurlar. Öte yandan toplum dine hasrettir, Brian'ı mesih sanıp tapınmaya başlarlar. Falan diye böyle komik komik takılmışlar. Bir sahnede asker geliyor, "Brian hanginiz?" diyor, çarmıha gerili onlarca adam "Brian, benim!", "Hayır, benim", "Ben Brian'ım" diye bağrışmaya başlıyorlar. Tabii, meşhur Spartacus (1960)'ün üstünden yirmi sene geçmiş, dalga geçilecek kıvama gelmiş artık. 



Bu adamların kafasına girerseniz çok seversiniz, ben diğer filmlerini de ekledim izlenecekler listeme. Bir ara gelin de size izlenecekler listemi göstereyim.

09.09.13
Oku..

The Bling Ring (2013)


Her zaman görmek isteyeceğimiz türden bir Sofia Coppola filmi. Bu sefer karşımıza yaşanmış bir hikayeyle çıkıyor Coppola. Lost in Translation (2003) ve Somewhere (2010) gibi harika filmlerine bir yenisini daha ekliyor. Genel olarak çok beğenilmedi bu filmi ama ben beğendim baya, benim beklentimi karşıladı.

Bazıları ergenlikte sevdiği kızın adını koluna jiletle kazır, bazısı sigaraya hatta uyuşturucuya dadanır, bazısı evden kaçar. Ergenlikteki bu tarz hareketler, bir şey olma çabasıdır hep, bir şey olurken de bir şeyler örnek alınır. Özenmektir di mi bu davranışların temeli? Filmde de bir grup gencin ünlülerin hayatına özenmesiyle yaşadıkları şeyler anlatılıyor.


Yeni okulunda ilk günü olan Mark, Rebecca diye bir kızla tanışır. Rebecca ve arkadaşları okulun tiki tayfasıdır. İşte, marka özentiliği vardır biraz, gece eğlenmeleri, ev partileri falan bunlar normal gençlik hareketidir. (Tabii oralarda o, bizde durum farklı :) Neyse Mark ve Rebecca internette magazin haberleri okurken Paris Hilton'un akşam bir partiye katılacağını öğrenirler. Rebecca, ufak tefek hırsızlıklar yapıp vücuduna gerekli adrenalini bu yolla sağlayan bir kızdır. Paris Hilton'un boş evini ziyaret etme fikri belirir bir anda. Mark'ı da gaza getirir girerler eve gizlice. Özendikleri hayata bir şekilde adım atmışlardır. Arkadaşları Chloe, Nicki ve Sam de bu eğlenceye katılır. Sonra haberleri takip edip evinde olmayan ünlülerin kimsesiz evlerine giderler. Rachel Bilson, Orlando Bloom, Megan Fox ve Lindsay Lohan diğer kurbanlarıdır. Artık baya pahalı ayakkabı, çanta, saat ve takıları hatta paraları vardır.

Claire Julien, Israel Broussard, Taissa Farmiga, Emma Watson, Sofia Coppola ve Katie Chang

Oyunculuk kariyerinin çok başında olan Israel Broussard, Katie Chang, Claire Julien, Taissa Farmiga'ya, görece daha tecrübeli Emma Watson eşlik ediyor. Emma'nın annesi rolündeki Leslie Mann de her zaman ki tatlılığıyla kadroya renk katmış. Film bittiğinde, keşke daha devam etse dedim. Sofia Coppola yapıyor işte böyle. Tadını çıkarın. Emma'nın ne kadar tatlı olduğunu herkes biliyor zaten ama Katie ve Claire da hiç fena değiller bence.

08.09.13
Oku..