Sofia Coppola Sineması


Sinema için doğmuş, film setlerinde büyümüş, zaman içinde seyircilerine çok güzel dünyalar kurmuş, sunmuş bir hanımefendi kendisi.. İsminin altında ezilecek olması çok normalken imkansızı başarıp kendi markasını yaratmış bir sinemacı.. Sadece Coppola değil, Sofia Coppola olarak bilinebilmiş, dünya tatlısı bir kadın..

Mayıs 71 doğumlu Sofia, henüz bebekken babasını efsane yapacak filmin setindeymiş; filmografisinde en altta The Godfather (1972) kadrosunda ismi geçer, yürümeye başladığından beri de setlerin maskotu gibi her yere girer çıkar, çeşitli filmlerde rol de yazarlar kendisine, Domino takma adıyla birkaç filmde yer alır. Woody Allen, Martin Scorsese ve babası Francis Ford Coppola'nın bir araya gelerek yapacakları üç parçalı New York Stories (1989) filminde, babasına hikaye konusunda destek verince, adı yazar kadrosunda geçer. 98'deki kısa filminden sonra, Hollywood'un bereketli senesi 99'da ise ilk sinema filmini yazar ve yönetir. Aynı sene, yine sinemacı Spike Jonze ile 4 sene sürdürebilecekleri bir evliliğe kalkışırlar. Jonze de o sene Being John Malkovich (1999)'i yönetmiştir -- Bunlar nasıl insanlar ya..


Bir de bendeki hikayeye bak.. Sene 2008'di hiç unutmam, arkadaşımla film izliyoruz, filmi de Scarlett Johansson oynuyor diye seçmişiz; ama film öyle sakin, öyle güzel bir film ki bittiğinde hayatımda izlediğim en güzel film diye düşündüm, bittiğine çok üzüldük. Lost in Translation (2003), iki gün sürse yine izlerim, öyle bir havası var, kötü alışkanlık gibi, uyuşturucu gibi bir film. Müzikleriyle, karakterlerin diyalogları, girip çıktıkları ortamlar, hiçbir şey normal değil ama o kadar gerçek geliyor ki... 

Filmlerle teknik olarak ilgilenmeye başlayınca, daha doğrusu filmlerin yazarını, yönetmenini, görüntü yönetmenini falan takip etmeye başlayınca, bu dünya tatlısı filmin Sofia Coppola'ya ait olduğunu gördüm. Doğal olarak hanımefendi radarıma girdi ve filmografisini silkelemeye başladım. Bu arada Lost in Translation (2003) herkesin en beğendiği filmlerdendir; Oscar'da, En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo ve Bill Murray için En İyi Oyuncu adaylıkları açıklanıp sadece senaryo ödülü verilmiş. Ki o sene en iyi film seçilen de bir devam filmi, Yüzüklerin Efendisi'nin 3. filmi, o kadar iyi film olsa serisinin ilki olur zaten asdfghj.. Buradan da Yüzüklerin Efendisi hayranı olmadığımı anlamışsınızdır..


Nicolas Cage'in de kuzeni olan Sofia, ciddi anlamda yönetmenlik kariyeri başlayana kadar kamera önüne geçmekten pek çekinmemiş, The Godfather: Part III (1990)'deki performansı beğenilmemiş olmasına karşın, günümüzde dedikoduları dolaşan olası bir Part IV'te baş rol olarak kamera karşısına geçer mi acaba diye konuşulmuyor değil, hatta bazen de Part IV'ü yönetse ya diye hayaller kuruluyor ama ben şimdiye kadarki filmlerini şuraya yazayım siz karar verin bu kıza mafya filmi yakışır mı, yakışmaz mı?!

The Virgin Suicides (1990)
Lost in Translation (2003)
Marie Antoinette (2006)
Somewhere (2010)
A Very Murray Christmas (2015)
On the Rocks (2020)


Neyse ben Sofia'nın yönettiği filmler listesinden başladım izlemeye; Marie Antoinette (2006)'yi izledim, Kirsten Dunst oynuyor baş rolde. "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler", sözüyle bilinen Fransız Kraliçesinin biyografisini, daha doğrusunu hayatından bir bölümü Sofia'nın gözünden izlemek isterseniz buyurun ama biraz sıkıcı bir film, uyarımı yapayım da, her filmi efsane değil sonuçta hanımefendinin.. Bu arada Dunst, önceden The Virgin Suicides (1990)'de oynamıştı, onu buldum izledim. Baskıcı annelerinin gölgesinde büyüyen beş kız kardeşin hikayesi anlatılıyor. 

Sofia'nın kariyerine baktığımızda yönettiği filmlerin senaryosunun kendisine ait olduğunu görüyoruz, bununla birlikte iki filmini bi romandan uyarladığını, bir filmini bir gazete makalesinden esinlendiğini, bir filminin de tarihi bir karakterin biyografisi olduğunundan yola çıkarak üç filminin pür-i pak zihninin kıvrımlarından önümüze süzüldüğünü uydurup en sevdiğim filmlerinin de bu üçü olduğunu düşünmeden edemiyorum.

The Virgin Suicides (1990), Jeffrey Eugenides'in; The Beguiled (2017) ise Thomas Cullinan'ın romanlarından uyarlanmış. The Bling Ring (2013), Nancy Jo Sales'in Vanity Fair'de yayımlanan bir makalesinden ilham alınarak, makalede bahsedilen konu üzerine kurulmuş. Marie Antoinette (2006) de Marie Antoinette zaten... Lost in Translation (2003) ve Somewhere (2010) ve On the Rocks (2020) otörlüktür, hem yazıp, hem yönetip, hem aklımızı almaktır. Bütün mesele görsel ve işitsel tekniklerle ekranda başka bir dünya yaratmaksa bunlar onlardır; diğerlerini de izleyince aynı beynin mahsulü olduğunu anlıyorsunuz o ayrı ama karakterler başka bir gezegenden gelmiş oluyorlar işte..

Somewhere (2010) için de izlerken bitmese keşke dedim, sevdim o dünyayı, orada yaşayalım işte, devam etsin.. Gerçi sonunu pek anlamadım, bitmese daha iyiydi gerçekten. Ama film boyunca çok güzel bir hava vardı, film boyunca çok eğlendim diyemiyorum ama yaşarım yani o dünyada, öyle bir etki!. Hikaye, önce ünlü bir oyuncunun yalnızlığını gösteriyor, sonra küçük kızıyla ilişkisini. Mesela o baba-kız hikayesi ayrıca görülmeye değer, çok sevimliydiler. 


Bu arada hiç adını anmadığım, A Very Murray Christmas (2015) var; Bill Murray'nin mi Sofia'ya, Sofia'nın mı Bill Murray'ye kıyağıdır anlaşılmayan, birinin birine ayıp olmasın diye yaptığı bir film, zamanında Netflix'e Xmas döneminde hareket getirmesi için hazırlanan bu film, aslında tatlı olabilirmiş ama çok isteksiz yapılmış gibi duruyor.. Bu zoraki filmin telafisi 5 sene sonra geliyor, ikili bu sefer pandemi mecburiyetiyle pek alternatifi olmadığından Netflix yapımı olan On the Rocks (2020) için bir araya geliyor. 


Çılgın babasının uslu kızı, iki çocuk büyütürken hayatta kalmaya çalışan modern bir annedir. Birçok yapımda 3-4 saniyelik rolleriyle aklımda kalan Rashida Jones bu sefer baş rolde. Laura, işkolik eşi, dünya tatlısı iki çocuğu ve üzerinde çalıştığı romanıyla cebelleşirken, kart zampara babası Paris tatilinden dönmüş, bir sonraki seyahatine kadarki boşluğunda kızını görmeye gelmiştir. Laura eşinin onu aldattığından şüpheleniyor gibi olurken babası hemen olaya el atıyor ve dedektiflik macerası başlıyor. Yine tatlı bir dünyanın içinde hayal edilmiş çok tatlı karakterler.. Kesinlikle Lost in Translation (2003) ve Somewhere (2010)'den iyi olamıyor ama yine çok değerli bir film izliyoruz.

06.10.2012 güncelleme Aralık 2020