V for Vendetta (2005)


Şimdi bir kültten bahsedelim. 5 Kasımı geçtik gerçi, tam zamanında izlemek lazımdı ama hala daha Kasım ayı içerisindeyken tekrar izleyelim dedik arkadaşlarla. Öncelikle olaya Fransız olanlar için İngilizlerin bu tarihi macerasından bahsedeyim. Sene 1605, Kral I. James tahtta. Baskıcı rejimden yılan halkın sesi olmaya karar veren Guy Fawkes ve arkadaşları, 5 Kasım tarihinde önemli bir toplantı esnasında Parlemento Binası'nı havaya uçurma planı yapmışlar. Olay, etkili, büyük bir anarşist eylem olarak tarihe tam geçecekmiş ki, muhafızlar tarafından engellenmiş ve eylemciler idam edilmiş. O gün bugündür engellenen 5 Kasım Barut Komplosu yıl dönümleri kutlanan eğlenceli bir hatıraya dönüşmüş. Ve fakat idam edilirken Guy Fawkes'un sözleri hafızalardan kazınmayacak nitelikteymiş: "Bedenleri öldürebilirsiniz ama fikirleri öldüremezsiniz. Bu tarih hatırlanacak. Hatırla, hatırla, 5 Kasım'ı hatırla!" Böyle yazınca olmadı, bak şimdi: "Remember, remember, 5 November!"


Bu Wikipedia bilgilerinden sonra filme geçelim. Hikayenin sinemaya yansıması David Lloyd'un çizgi romanı aracılığıyla olmuş. Wachowski Kardeşler senaryoyu hazırlamış ve Matrix Serisinde yardımcı yönetmenleri olan James McTeigue'ye emanet etmişler. Natalie Portman'ın hem filme hem kendi kariyerine hem de insanlığa katkısı tartışılmaz. Abartmaksa bu, zaten en abartılacak şey karşınızda, bu kadına hayran olmadan bi işini izlediğimi hatırlamıyorum zaten. Kahramanımız V, yüzünü göstermediği için hükmen başrol Natalie Portman oluyor. V'yi de sesinden çıkartmaya çalıştığımız, yine Matrix Serisinde Ajan Smith rolündeki Hugo Weaving oynamış. Dönemin baskıcı Başbakanı rolünde de Tayyip aman şey, John Hurt var.


Küçük yaşta anne babasını kaybeden Evey, sessiz sakin hayatını yaşamaktadır. Bir gece sokakta başının derde girmesiyle V ile tanışır. V, belli ki delinin tekidir, maskeyle dolaşıp, kendi doğruları için kötü adamlara zarar vermekten çekinmeyen bir tiptir. 5 Kasımda, Guy Fawkes efsanesinin yarım bıraktığı işi -tam 400 yıl sonra- bitirmek üzere yıllardır hazırlıklar yaptığı görülür. Çünkü başına gelen bir takım olaylar zamanında yaşanan baskı rejimlerinin günümüzde hala sürdüğünü göstermiş ve 5 Kasımı, fikirlerin öldürülemeyeceğini hatırlamıştır.

Tabii Evey'nin böyle bir manyağa suç ortaklığı etmek gibi bir düşüncesi ve cesareti yoktur. Ama ister, ama yoktur, ama ister. Yeterince isterse korkularını yeneceğini öğrenir. Remember, remember.

Muhteşem bir film! Sevgiler..

26.11.2017
Oku..

The Reader (2008)


Galiba zamanında izlemiştim, mi acaba?! Sinemada değil de internete ilk düştüğünde falan, Oscar'da En İyi Film Adayı filandı, dikkatimi çekmiş ama çok ilgimi çekememiş demek. Ya yorgunken izledim ya da hiç izlemedim bilemiyorum, silik silik hep anılar. Neyse, yıllar olmuş bak, geçen ay, Bitanecik posterini yolladı bu filmin. Arada yapıyor böyle, izlemediğim filmleri bulmaya çalışıyor, ben çoğuna bilmiş bilmiş "Güzel filmdir!" ya da "Hff sıkılırsın bence sen.." falan dediğimden zor oluyor ama tutturursa beraber izliyoruz. Böylece izledik Kate Winslet'e Oscar kazandıran filmi.

2. Dünya Savaşı sonrası Almaya'da geçiyor hikaye. Genç Michael hasta olmuş, sokaklara kusuyordur. Bir duvarın dibinde kendini toplamaya çalışırken o gelir; tramvayda bilet memuru olan Hanna evine dönüyordur ve Michael'e yardım eder. Evine alır, üstünü başını temizler. Liseli Michael, Hanna'dan etkilenir. Evine dönüp günler içinde iyileştikten sonra Hanna'ya teşekkür ziyaretine gelir. Hanna da ondan hoşlanır. İlginç çiftin sıradışı aşk hikayesi böylece gelişir. Michael kitap okumayı, Hanna da onu dinlemeyi çok sever. Michael okuldan çıkar çıkmaz başka başka kitaplarla hep Hanna'ya gelir. Bir süre böyle geçer. Hanna bu genç çocuğun yaşıtlarıyla takılması gerektiğini düşünür ve aynı dönem terfi de alınca ortalıktan kaybolur ve uzun bir süre görüşmezler.


Hikayenin buraya kadarki kısmı, biraz antipatik duruyor. Aşk çok güzel ama insanın içine sinmiyor işte. Bi de Hanna biraz şey.. Ama öyle acayip şekilleniyor ki hikaye, başını zaten unutuyorsunuz. Bir zaman sonra, Michael avukat olmak üzere okurken, hocaları bir grup öğrenciyi savaş zamanı, Auschwitz'teki vicdansız gardiyanların yargılandığı duruşmaya götürüyor. Michael ve diğer öğrencilerin dikkatle takip ettiği duruşmada sanık koltuğunda bir sürü başka kadınla beraber Hanna da oturuyor. Michael hemen tanıyor ve Hanna hakkında çok acayip şeyler öğreniyoruz.


Temposu biraz ağır belki ama gayet güzel film. Soğuk renkler, sert hikayeler. Bernhard Schlink'in romanından uyarlanan filmin yönetmeni Stephen Daldry. Bu arada Bernhard Schlink dikkat çekici bi yazar, emekli olduğu 2006 yılına kadar yargıçlık yapmış, bir yandan da bir çok polisiye roman yazmış. Çok ilginç bence.. Yargıç abi adam, 'ne hikayeler vardır sende' diye gazlamış bunu biri belli..

Altıncı kez aday olduğu Oscar'ını da bu rolle alan Kate Winslet başrolde. Bu filmden sonra bi kere daha aday oldu galiba. Ralph Fiennes Michael'in büyüklüğünü, David Kross da küçüklüğünü oynuyor. O sene En İyi Film ve En İyi Yönetmen kategorileri dahil beş Oscar'a aday gösterilmiş film. Benim puanım 6/10..

25.11.2017
Oku..

Blindness (2008)


Nobel Ödüllü Portekizli yazar Jose Saramago'nun bugün doğum günü. Ve fakat kendisi 2010 Haziranında, İspanya Tias'ta 88 yaşında hayata gözlerini yummuş, solcu yaşamış, harbici yazmış bir düşünür. Ben adını ilk kez iki sene önce falan duydum. Kitabevinde çalışıyordum o sıra ve Kırmızı Kedi Yayınevi, Saramago kitaplığını basıyordu. Önceden İş Bankası Yayınları ve Can Yayınları tarafından çeşitli kitapları basılan yazarın bütün kitaplarının Türkçe hakları satın alınmış ve teker teker basıyor KKY. Gayet sık sorulan bir kitabı var yazarın, Körlük, en popüler kitabı; beraber çalıştığım tecrübeli arkadaşım diyor ki sorana, sahaflarda 100-150 liraya falan eskisi var, yenisi yeniden çeviriliyor, yok henüz. Uzun bir süre bu kitabın yeniden çevirisi beklendi yani ve mükemmel bir yayıncı stratejisiyle talep büyütüldü iyice; günde üç kere soruluyodu mesela. İlla hemen okumak isterim diyene sahaflar da güzellik yaptı, fiyatları iyice uçurdular filan. Bundan bi üç beş ay önce de basıldı işte yeni Körlük! Çıkınca ben de merak edip hemen aldım ve yeni okudum daha. Çok etkileyici, baya bildiğin efsane roman. Kitap bitmeye yakın aklıma geldi, 1995'te basılan romanın filmi var mı acaba diye. Öyle öğrendim bu filmi. Sonra hemen söyledim, bitanecikle beraber izledik.


Önce herhangi birinin aniden görme yetisini kaybetmesiyle başlayan bireysel olay, teker teker çevresindekilere ve onların da çevrelerine yaymasıyla toplumsal bir duruma dönüşüyor. Vaka da şu, normali siyah olan normal körlük olayının tersi, bembeyaz bir körlük. Trafikte ışığın yeşile dönmesini bekleyen bir adam, bir anda beyaz görmeye başlıyor. Gittikleri göz doktoru ve muayenehanesindeki herkes başta olmak üzere bütün insanlara yayılıyor. Hükümet, salgın gibi duran bu hastalığı önlemek için körleri karantinaya alıyor. Doktorun karısı henüz kör olmadığı halde karantinada, kocasının yanında olmayı tercih ediyor ve kör olmayan tek insan o kalıyor. Ve yaşanan olaylar neticesinde "Keşke ben de kör olsaydım da içinde bulunduğumuz bu durumu göremeyebilseydim" diyecek hale geliyor. Öncelikle yanlarına yaklaşılamayan bir grup göremeyen insan bir yere kapatılırsa nereye sıçacaklarını bilemiyorlar, çok basit olarak, ve temizleyemedikleri için de çok kısa zamanda yaşanmaz bir hale geliyor kaldıkları yerler. Sonra da yemek problemi, insanlar acıkıyor ve yeterli yiyecek gelmeyince hastalıklar ve hatta puştluklar peyda oluyor. İlk insana dönülüyor resmen, temel ihtiyaçlar için savaş başlıyor.


Tahmin edersiniz ki bu fantastik dramatik olaylar usta bir yazarın kaleminden nasıl da güzel anlatılır. Filmi de güzel olmuş, hatta bu kadar beklemiyordum bile ama kitabı bi başka dostlar. Aynı benim gibi yapabilirsiniz, önce kitap sonra meraktan filmi izleyin. Kitaptan senaryoya geçiş Don McKellar tarafından gerçekleştirilmiş; aynı zamanda filmdeki hırsızı oynuyor. Yönetmen de Cidade de Deus (2002)'la tanınan Brezilyalı Fernando Meirelles. Oyuncular ise Julianne Moore, Mark Ruffalo ve Danny Glover gibi gayet efsane tipler. Filmin imdb kullanıcı puanı 6,6 benim puanım da 6..

Her ne kadar karamsar, iğrenç, kötü ve sıkıcı bir olay anlatılıyor olsa da ben kitabı okurken hep sıcak renkler düşünmüştüm. Hep daha pasteldi kafamdaki hikaye. Ama filmde her şey çok parlak, çok soğuk. Düşününce hak verdim, teknik olarak doğru buldum parlak-soğuk kullanımını ancak hislerim nedense hep mat beyaz olmalı dedi, bu kadar parlamamalı şu an ekran falan diye düşündüm. Ama güzeldi yine de, değişik bi deneyim.

16.11.2017
Oku..

Kedi (2016)


İstanbul'un efsaneleşmiş kedileri hakkında herkes sinemaya bir şeyler yapmak gerektiğini söyler durur ama kimse fikirlerin bir adım ötesine gidemez yıllardır, bi Kötü Kedi Şerafettin (2016) işte. İyi olmuş bu belgesel; Ceyda Torun yönetiminde, sinematograf Charlie Wuppermann asistiyle hazır edilmiş, basit ama güzel bir film. Critics Choice Documentary Awards'ta 5 adaylık elde etmesiyle dikkat çekti film, ödül töreni 9 Aralık'ta.

İstanbul'un çeşitli semtlerini gezip, bazı kedileri kadrajına alıp, onların hikayesini kovalıyor Ceyda Torun. Bir yandan kedileri takip ediyor, diğer yandan o kedilerle ilgilenen insanlarla konuşuyor, dedikodusunu yapıyorlar bu esrarengiz yaratıkların.


Kediler hakkında yine en çarpıcı hikaye, Kötü Kedi Şerafettin'in çizeri Bülent Üstün'den geliyor. Cihangir'in kedileri meşhur ya. Eskiden Cihangir'in altı, Tophane, limanmış. Dünyanın her ucundan buraya gemi yanaşırmış. Her gemide de fareleri erzaktan uzak tutacak birkaç kedi bulunurmuş. Gemiler tophaneye yaklaşınca kediler karaya ayak basmak için inip Cihangir'e çıkarlarmış hemen. Ve çoğu zaman da o geldikleri gemiyi kaçırıp Cihangir'e yerleşirlermiş. Cihangir'deki yani İstanbul'daki kedi çeşitliliği böylece efsanevi bir hikayeyle aydınlanmış oluyor. Kedilerin eve giriş hikayeleri de yine 'kötü adam' farelerle ilintili, her evde bir kedi olurmuş, çünkü evleri farelerden korumak gerekirmiş.

Filmin içinde başka bir görüş sahibi de diyor ki, evdeki kedi, kediliğini unutuyor; bununla beraber sokaklar da onların yaşamı için çok uygun değil artık. Kocaman bir ikilem var burada.

Velhasılıkelam, İstanbul'da yaşayıp da kedi sevmemek, en azından bir kedinin başını, karnını okşamamış olmak mümkün değil.

Genel olarak, keyifle izlenecek bir iş çıkmış ortaya. Gönül isterdi ki sinematografi anlamında daha şık bir çalışma yapılsın.. Ama en başta dediğim gibi, kılsızını aramaktan iş yapamaz olunuyor demek ki. Filme puanım 6/10..

03.11.2017
Oku..