Modigliani (2004)


Muhteşem bir ressam ve berbat bir yaşam öyküsü. Alkolik; umutsuz ama mutlu; parasız ve aşık; çoğu zaman deli, birazcık. Ezeli rakibi Picasso'nun "Neden benden bu denli nefret ediyorsun?" sorusuna, "Seni seviyorum, esas kendimden nefret ediyorum!" cevabı veren bir uyanık. Para için mesleki itibarını harcayamayacak kadar gururlu aynı zamanda. Yetenekli ve meşhur. İtalyan. 

Amedeo Modigliani, 1884'te Livorno'da doğdu, çağdaşı ressamlar gibi en üretken zamanlarını Paris'te geçirdi, 1920'de burada öldü. Çocukken verem ve tifo hastalıklarına yakalandı. Alkolü hiç bırakmadığı için hastalıklar da onu bırakmadı. Mizah yazarı Vedat Özdemiroğlu'nun şu tespitini unutamıyorum, "Alkolü bırakmak mesele değil, alkoliği bırakmak zor!" Ayrıca hem parasız hem alkolik olmaktı onu asıl perişan eden. 
Modi, yetenekli ve zekiydi, bu onun delirmesine yol açtı. Çünkü zeki insanlar herhangi bir sanatsal yetenekleri varsa -alkolün de etkisiyle- delirmekten zevk alırlar. Sonra Balzac heykeli önünde elinde şarap şişesiyle dans edersin işte. Jeanne ile tanıştı. Zeki insanlar aşık oldukları zaman -alkolün de etkisiyle- yeteneklerini katlarlar. Sonra da resminizi görünce Picasso bile alkış tutar işte.


Muhteşem bir oyuncu seçimi söz konusu. Hem Modigliani hem Jeanne. Hayranlıkla izledim Elsa Zylberstein'ın Modigliani tablolarına benzerliğini. Bulmuş olmaları imkansız diye düşündüm, sanki bu film için yaratmışlar gibi kadını. Andy Garcia çok başka adam zaten, yakıştırmış kendine ressamlığı. Picasso, Stein ve dönemin diğer bilindik isimlerini izlemek çok keyifliydi. Bir Midnight in Paris (2011) olmasa da benzer keyif benim için. 

Belki de bu kadar içmesine sebep olup onu ölüme yollayan Picasso'yla atışmaları, hatta Picasso'nun sergisinde Jeanne'i kullanarak şov yapma sahnesi efsaneydi. Ressam yarışmaları sahneleri özellikle sondaki, efsaneydi. Çok güzel film olmuş. Beğendim. Yazan yöneten Mick Davis. Sevgiler.

31 mart 2018
Oku..

Jane Eyre (2011)


Yönetmeni Cary Joji Fukunaga'yı Beasts of No Nation (2015) ve True Detective (2014- )'in ilk sezonuyla tanıyorum. Kaliteli bir adam olduğunu hemen belli ediyor. İngiliz klasik edebiyatının nadide eserlerinden olan Jane Eyre'yi, Moira Buffini senaryolaştırmış. Kadrodaki isimler, Mia Wasikowska, Michael Fassbender, Jamie Bell, Judi Dench, Sally Hawkins ve Jayne Wisener.

Geçen gün izlediğim The Piano (1993)'dan sonra bu film için de söylenegelen kalıplarla uyuşmadığımı fark edince durup bir düşünmem gerektiğini anladım. Bu film için, "Sınıf ayrımı ve erkek üstünlüğünü gerçekçi bir dille anlatan..." ifadesi kullanılıyor. Sınıf ayrımı tamam ama bu hikaye için erkek üstünlüğü anlatılıyor demek bende biraz algı yaratılmaya çalışıldığını düşündürüyor. Düşünelim bakalım.


Jane, küçük yaşta anne babasını kaybetmiş, ilgilenmesi için dayısının eşine emanet edilmişti. Sağ olsun kötü kadın yengesi Jane'i hiç sevmediği için çeşitli bahanelerle onu bir yatılı okula vermiş, parasal imkanlardan mahrum bırakmış, zerre sevgi göstermemişti. Sözde eğitim süresi dolup Jane'in okuldan ayrılma vakti geldiğinde yengesinin yanı yerine hiç bilmediği bir yerdeki malikaneye mürebbiye yani dadı hatta öğretmen olmuştu. Filmin üçte biri bu, şimdiye kadar bir tane erkek gördük o da yurdun müdürüydü, dayakçı öğretmenlere "Aferin" diyordu. Yine de filmin gördüğümüz kadarında kadının kadına şiddeti daha bariz. Erkek üstünlüğü? Ben görmedim.

Daha sonra, malikanenin sahibi, asabi Mr. Rochester teşrif edecek haberi geliyor. Evde bir telaş, bir hazırlıklar. Evet bir üstünlük muhabbeti var burada şu an ama bu erkek olmasından çok zenginlik veya asabilik olarak yorumlanabilir. Zamanla, Jane'in tanıdığı hiçbir kadına benzemediğini fark eden ve ondan etkilen beyfendi, hislerini açıyor sonunda. Bir bakıyoruz ki, Jane de ona karşı boş değilmiş; 'ama nasıl olur'lar, 'siz zengin bir efendi, ben ise bir mürebbiye parçası' fikirleri arasında ilişki evliliğe yürüyor. Ben hala cinsiyet üstünlüğü göremiyorum. Zengin olan kadın olsaydı da evdeki öğretmen beye açılsaydı ne olurdu ki? Gururlu, zeki, terbiyeli bir genç öğretmen olacaktı o zaman karakterimiz; artık genç sayılamayacak yaştaki ev sahibesi hanımımız da bu beye hislerini açacaktı. Kuvvetle muhtemel aynı şeyler yaşanırdı.

Rochester'ın yıllardır sakladığı sır düğün zamanı açığa çıkmasa belki seyirci onu melek bile sanabilirdi. Hatasının da farkında hatta ama yıllar önce bulaştığı bu işten kendini bir türlü kurtaramıyormuş. Durun o işi de söyleyeyim ki şu üstünlük mevzusunu oradan da görün; karısı varmış, delirmiş bir zaman, akıl hastanelerinde iyi bakmıyorlar diye bir oda yaptırmış, saklıyormuş herkesten. O ortaya çıkıyor.

Bir de rahip var en son, ona mı deniyor üstünlük taslıyor diye acaba?! İyi de o din adamı, her türlü gideri var, etekleri öpülesice. Yok yok, orada da erkek üstünlüğü göremiyorum.


Maalesef cinsiyet eşitsizliği de sınıf farkı gibi insanoğlunun baş edemeyeceği, nesilden nesile aktarılan büyük bir sorun. Ama bu hikayede erkek üstünlüğü konusu işleniyor demek abesle iştigal. Ha desen ki, "Filme konu olan romanın yazarı Charlotte Bronte neden oluyor da Currer Bell erkek adıyla yazmak zorunda kalıyor, bu nasıl terbiyesizlik?!" Sonuna kadar arkandayım, zamanında kadın diyerek ciddiye alınmayan nice yetenek kendini göstermek için bu tarz hileler yapıyorsa, yaptırtanın çükünü kesmek gerekir belki de.

Modern toplumlardaki çalışma kanunlarında belirtilen, eşit ücret ödemek şartıyla, çocuk ve kadın çalışanları ayrıcalıklı saymak, kelli felli adamlarla aynı işi yaptırmamak şartı kafa karıştırıyor. Aynı yasalar bedenen zayıf erkekle güçlü erkeği de işe göre eşit görmüyor, herkes yapabileceği işte çalıştırılmalı diyor. Yani kadına eşitlikten ziyade kolaylık tanınıyor.
Şöyle bir düşününce, eski dönemlerde de kadının iş hayatındaki rolü kısıtlıydı çünkü işler ağırdı; kadına görece daha hafif olan ev işleri tavsiye edilmişti. Bu durum, kadının daha eve kapanık, daha sinik olmasına sebep oldu denilebilir. Yine dışarıda çalışan kadın vardı, yine kendini ifade edebilen kadın vardı ama genel olarak toplumda kadınlar biraz geri planda kaldı.
Modern yasalardaki mevzuat da buna sebep olmaya devam ediyor o zaman.
Peki en başa dönüp, ağır işleri kadınların da yaptığı, tamamen eşit imkanların olduğu bir ortam düşünelim. Muhtemelen beden ona göre evrilecek ve bu kadar narin olmayacaklardı ama erkek doğası gereği yine öne çıkacaktı.
Anlamalıyız ki kadın-erkek eşitliği böyle olmaz, eğitimle olur, insanın kendini eğitmesiyle olur. 'Yazar' dediğin zaman kafanda bir adam silueti canlanıyorsa, çalışmalara devam et, 'insan' düşünmek gerek. Bir adam, karısını dövdüğünde haberlere 'kadın şiddeti' diye çıkıyorsa, çalışmaya devam, sadece 'şiddet' demeliyiz, insana şiddet o.


Dönecek olursak. Bu film için zaten erkek üstünlüğü tanımını kabul etmiyorum. Yok öyle bi anlatım çünkü.
Kadın o saatte dışarı çıkmaz, kadın öyle konuşmaz, kadın kitap yazmaz vb. ifadeler de tamamen kalıplaşan düşüncelerin ürünüdür, alışkanlıktır. Bir değil de birkaç kadın çıkmaya başlarsa, kimse "Kadın o saatte dışarı çıkmaz" diyemez. Bu sefer de buna alışılır çünkü. "Erkek adam etek giymez" deniyor, neden ki, görmediğin için olabilir mi, sokakta görmeye başlasak alışırız bence; selam sana İskoçya.

Peki neden durduk yerde erkek üstünlüğü deyip, hikayeyi bize böyle pazarlıyor olabilirler? Neden, siyah olduğum için mi?! Hadi bunu da siz düşünün, yoruldum ben. Kaç saattir yazıyorum ya..

28 mart 2018
Oku..

The Piano (1993)


Kabarık etekli böyle, iskeletli elbiselerin giyildiği dönemlerde geçiyor hikaye, tarlatanlı elbiseler, Madam Bovary stili. Başrol Ada da andırıyor zaten Flaubert'in eseri efsane kadın kahramanı. 8 Mart'ta günün anlam ve önemine binaen Fil'm Hafızası instagram hesabından tavsiye edilen film için, "Kadının ataerkil düzene başkaldıran, direnen, kendini özne olarak var etmeye çalışan kimliğinin bir simgesi..." demiş yazar ekibinden Ece Buruk. Elbette kendini özne olarak var etmeye çalışan bir karakter izliyoruz ama o 'kadın' olduğu için değil 'insan' olduğu için girmiş bu çabaya. Yani ben bu filmi tavsiye ederken böyle bir cümle kurmazdım; ki benim gibi düşünen, düzene başkaldırışın öne çıkartıldığı bir hikaye olarak yorumlamayan birileri daha var, biliyorum. Öpüyorum onu buradan. Ben bu filmi şöyle anlatırım bak..

Piyano tutku olmuş Ada için, küçük kızı Flora'yla beraber deniz aşırı bir memlekete gidiyor. Çamur içinde patikalarda tarlatanlı elbiselerle yürümek zorunda kalan beyaz Amerikalıların, "Yerli" dedikleri, esmer tenli, yüzü dövmeli insanlarla beraber yaşadığı, fantastik bir diyar burası. Ada, tanımadığı bir adamla evlendirilmek üzere çıktığı bu zorlu yolculukta 8 metre tekneye 2 metre piyano sığdırıyor. Tutku deyip geçmeyelim, biraz abartı çünkü. Günümüz kliplerinde görmeye alıştığımız sahile piyano kurma hevesinin nerelerden estiğine hemen ayıkıyoruz.

Ada'nın, Madam Bovary'ye benzeyen kısmı ise, zengin sıkıcı kocası yerine, heyecan vaat eden sürprizli başka adama ilgi duyması. Başta komple hayattan zevk alma çıtasını piyanoya sabitlemiş gözüken Ada, piyanosuna sahip olup, üzerindeki her bir tuş için buluşma talep eden Baines'i çekici bulmaya başlıyor.


Konuşma engelli Ada'yı oynayan Holly Hunter ve kızı Flora'yı canlandıran Anna Paquin'in ikisi birden o sene Oscar kazanmış performanslarıyla. Yazan yöneten Jane Campion da En İyi Senaryo ödülünü almış toplamda sekiz adaylığı olan filmle; En İyi Film adaylığı dahil. 3 Oscar'lı filmin bir diğer başarısı da -Altın Palmiye kazanan ilk ve tek kadın yönetmen-'e sahip olmasıymış. Gerçekten de güzel film. Ataerkil toplum olur da filmdeki erkeklerin adı geçmez mi; Rezervuar Harvey Keitel ve Jurassic Sam Neill. İkisi de efsane.

Tarlatan demek çok eğlenceli bu arada, dilimin ucundaki bu kelimeyi yazabilmeme sebep Gülcancım'a çok selamlar..

26 mart 2018
Oku..

Kimler Gelmiş [2018]


"Vay vay vay kimler gelmiş, günlerdir nerelerdeymiş.." diyen ve ilerleyen dakikalarda da "Çok pis özlemişim zaten" itirafında bulunan Nazan Öncel parçasına çok alakasız şekilde Manuş Baba düet ediyor. Bu kadar mı yakışmaz sesleri, Nazan Öncel zaten söylemde rahatlığın dibine vurmuşken, Manuş muhlisi de mahcup mahcup bi şeyler söylüyor bir kenarda. Hadi şarkı tamam, Nazan Öncel standartlarında; bi bakayım bu neymiş diyerek oturdum bir de klibi izledim. Böyle amatör iş görmedim. Hemen başa aldım ekibe baktım: animasyon diyor, Ergün Gündüz diyor; yönetmen Deniz Akel.


Deniz Akel kimmiş diye baktım, ekşi sözlük ağırlıklı araştırmam sonucunda ulaştığım bilgiler şöyle: Piyasaya çok sayıda kötü klip pompalamış, çevresiyle işi götüren, beraber çalıştığı insanlara karşı çok sevecen olamayan, hatta zaman zaman paralarını vermeyen, vizyonsuz bir müzik videocu. Ebru Akel'in ablası mıymış bi de, öyle bi şey işte. Okuduklarımdan sonra birkaç işini de izledim ve bunların çok da haksız yorumlar olmayabileceğine karar verdim.

Ergün Gündüz kim peki? Yıllar önce bir söyleşisine gitmiştim, aşırı havalı, yeteneği belli bir usta, çizer, karikatürcü. Söyleşi boyunca bi şeyler anlatırken önündeki kağıda karalayıp durduğu ıvır zıvır şeyleri hatıradır diye almak istedim, "Dur bari düzgün bi şeyler çizeyim de onu al" dedi. Bakın ne çizdi o gün, nasıl unutulsun bu. Hele de o aralar amatör bir karikatürist olduğum, sürekli dergilere işler götürdüğüm düşünülürse. Bir çizgi öykümü de beğenmişti, "Fransızlar gibi çalışmışsın, onlar böyle kareliyor" demişti. Ben bi havalar tabii. Sanırsın büyüyünce Fransız olcam.


Neyse, klipte animasyoncu diyerek adını görünce dikkat kesildim, ona göre izledim. Eh be kardeşim. Muhtemelen böyle yapacaklarını bilse kullandırtmazdı adını. Sanırım albümdeki kitapçıkta her şarkı için birer illüstrasyon da yapmış, kapağı da çizmiş; sosyal medyadan anladığım kadarı o, albümü alan varsa düzeltsin yanlışsa. Klipte de onun biraz fazlası var işte, bir iki bişey çizimi, biraz Manuş çizmiş, biraz Nazan. Yani tabii ki yine emek, güzel çizimler de, animasyon klip yaptım diye bunlarla çıkarsan karşımıza, kusura bakma da yemezler yani. Sözüm tabii ki Ergün Usta'ya değil, Deniz Akel'e. Ne bilsin, çizmiş vermiş adam. Azıcık yaptığınız işe saygınız olsun yahu. Kimse ses etmiyor diye de çoğalıyorlar böyle işler. Bi izleyin de siz karar verin ya..

Nazan Öncel feat. Manuş Baba - Kimler Gelmiş

21 mart 2018
Oku..

Click (2006)


Biraz nostalji yapmak istedim. Seneler önce ilk defa izlediğimde de sonra sonra defalarca izlediğimde de aynı tadı aldım, her seferinde ağlamaklı oldum. Mesele ağlamaktan zevk alma meselesi değil elbette, insana dokunan bir tarafı var. Hadi genellemiş gibi olmayayım, bana dokunan bir tarafları var. Neden genellemekten kaçındım, çünkü bunun gibi birkaç filmim daha var benim, imdb puanı idare eder olup da benim göklere çıkardığım, içime sokmak istediğim ama arkadaşlarıma izlettiğimde "E bu mu efsane?" dedikleri. O filmlerden ikisini söyliyim hemen, August Rush (2007) ve Juno (2007) mesela.


Bunu da dün tekrar izlemek istedim, o kadar güzel ki, dedim Sevcan'la izlerim haftaya yanına gidince. Yani o muhteşem dakikaları onunla yaşamak istedim. Akşam anlattım ona da, dedim böyle böyle, izliyordum ama o kadar güzel ki, kapattım seninle izlemek istediğim için. "Alla alla," dedi, "sen yapmazsın normalde böyle incelikler." Ya, heves kırma işte di mi.. Neyse.. Sabah oldu, yine kavga ettik, sürekli tartışacak bir şey buluyoruz, bi dolu gergin mesaj falan. Sakinleşmek için film izlemek istedim, onu izliycem ya bana ne dedim, açtım dün kaldığım yerden devam ettim.

Steve Koren ve Mark O'Keefe'nin beraber yazdığı filmin yönetmeni Frank Coraci. Yönetmen Adam Sandler'la çalışmayı seviyor ya da Sandler yapımcı olduğu filmleri Coraci'ye emanet ediyor da diyebiliriz. İyi arkadaşlar ellam. Filmde Sandler'a, muhteşem zarafetiyle bir zamanlar 'yaşayan en güzel kadın' seçilen Kate Beckinsale eşlik ediyor. Kadrodaki diğer isimler şöyle: Değişmeyen adam Christopher Walken, babasının oğlu Jake Hoffman, kara şimşek David Hasselhoff, Banu Alkan Jennifer Coolidge, bir sahnecik Jonah Hill ve Shameless'ın Ian'ının küçüklüğü Cameron Monaghan. İki de güzelcik kız, Lorraine Nicholson ve Katie Cassidy, Samantha'nın farklı yaşlardaki hallerini canlandırıyorlar. Sandler'ı çok güzel yaşlandıran filmin makyaj dalında Oscar adaylığı var.


Peki ne anlatıyor da ben bu kadar etkileniyorum bu filmden? Filmin ne anlattığını söylerim ama neden bu kadar etkilendiğimi ben de tam bilemiyorum. Hikaye şu: Sürekli çalışan, ailesine yeterince zaman ayıramayan Michael'ın hayatı, terfi alıp rahata kavuşacağı günü beklemesiyle geçen, kaçan, kaybolan anlardan oluşuyor. Ama bunun farkında değil. Bunu ona birinin fark ettirmesi gerekiyor. Milenyum çağının evlerimize getirdiği her alete bir kumanda yeniliğiyle hayatı zindan olan Michael, evrensel kumanda denen şu birkaç aleti birden kontrol edebilen cihazdan almak istiyor. Bir mağazada karşısına çıkan koca yürekli bir çalışan Michael'a istediği kumandayı veriyor. Hatta o kadar iyi ki, Michael'a hayatının dersini veriyor. Bu kumandanın sahibi sadece televizyonu değil hayatını da kontrol edebiliyor. Gecenin bir saati havlamaya başlayan köpeğinin sesini de kısabiliyor, trafikte kaybedeceği zamanı ileri sararak kendini direkt işte de bulabiliyor. Tüm o trafikte geçen zaman yaşanmamış değil elbette, zaman akıyor ama Michael ileri sararak hiç hatırlamayacağı sıkıcı bir bir saatten kurtulmuş oluyor sadece.

Başta muhteşem bir fikir gibi görünse de, zaten ailesine yeterince zaman ayıramayan Michael'ın, terfi alıp rahata kavuşacağı güne göre yaşarsa, hayattan hiç zevk alamayacağını ve pişmanlıklarla dolu bir geçmişi olacağını gösteriyor. Komedi hatta absürt olan filmin bu derece dram yüklü olması belki de beni etkileyen. Tam bir ters köşe. Tam bir ara ara aç izle.


Film bittiğinde fark ettim ki, ne olursa olsun, ne yapmış olursan ol, o anı kurtar. Boşa geçen, kaçan, kaybolan anlardan olmasın. Belki doğru, belki yanlış; film diyor ki, "Anca iş iş, başka bi şey bildiğin yok. Bu seni mutlu etmez Michael!" Bu Michael için böyle, belki siz sadece iş yaparak mutlusunuzdur, onu ancak siz bilirsiniz. "Ne yaparsam daha mutlu olurum?" sorusunu sormak gerekiyor. Hatta bunu da sık sık yapıp değişen kendimizle iletişimde olmamız lazım. Yani benim çıkarımım budur en azından.

Sonra dedim ki, hiçbir şey birbirimizi üzdüğümüze değmez Bebek, al sana kalp. Haklılık, haksızlık yok, seviyor muyuz, gerisi hallolur. Maksat hallolana kadarkiler boşa geçen, kaçan, kaybolan anlardan olmasın. Herkes sevdiklerinin kıymetini bilsin, sevilmek de güzel ama yine en güzeli sevmek. Önce herkes bi sevsin kocaman karşısındakini, gerisi hallolur. Az kaldı, kavuşmalar yakındır. Beraber de izleriz.

20 mart 2018
Oku..

Exodus: Gods and Kings (2014)


Exodus'un ne olduğuyla başlayayım. Tanah (İncil'e göre Eski Ahit), Tevrat ve Zebur olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Zebur, Davud'la; sonrasında Tevrat da, Musa'yla ortaya çıkmıştı. 'Çıkış' manasına gelen Exodus ise beş bölümden oluşan Tevrat'ın ilk bölümüne verilen isim: Musa'nın, İbranileri köle oldukları Mısır'dan kurtarmasını ve On Emir'in hazırlanışını anlatıyor. Ridley Scott yönetimindeki film de tam olarak bunu anlatıyor. Mısır'ın Tanrıları ve Kralları başrolde.

Doğar doğmaz öldürülen İbrani çocuklardan olmasınlar diye, Nil'e bir sepetle salınan ve böylece hayatları meçhule bırakılan iki kardeşi bulan saray eşrafından bir kadın, dönemin firavunun kız kardeşi. Firavunun yeğeni olarak büyüyen Musa, aslı yanlış bilinen bir Mısır komutanıdır yani. Babası öldüğünde Firavunluk unvanını devralan Ramses, çok geçmeden Musa'nın İbrani kökenlerinden haberdar olur ve can kardeşi kuzeniyle bozuşur. Sürgün edilen Musa, bir dağ başında Allah'ın habercisi olan bir çocuk görür. Sadece Musa'ya görünen çocuk biraz hayal kırıklığına uğramıştır. Der ki: "Sen orada yardıma ihtiyacı olan, zulüm gören İbranileri kurtarmalıydın." Konuşurlar, tartışırlar ve sonunda Musa, Ramses'e köleleri bırakmasını söylemek için geri döner Mısır'a. Tabii ki olumlu bir cevap alamaz ve savaş başlar. Kölelerin Mısır'dan kaçışına doğa da yardımcı olacaktır. Hani salgın hastalıklar, Kızıldeniz'i yarmalar falan..


Görsel efektlere tam hayran kalacak oluyorum saçma bi sahne geliyo, kostüm falan tam takdir edicem Musa çok alakasız bi yerde çuval giyiyo birden.. Hani böyle hayranlıkla izlemek istiyorum bi yolunu bulup ucuz Hollywood numaraları çekiyolar. Kategorisinde Marvel egemenliği olan Interstellar (2014)'ın En İyi Görsel Efekt Oscar'ı aldığı sene bu filmin hiç anılmaması takdire şayan. Bravo Akademi!

Filmin kadrosu efsane yalnız: Christian Bale, Joel Edgerton, John Turturro, Maria Valverde, Sigourney Weaver, Ben Kingsley, Hiam Abbass, Indira Varma ve Golshifteh Farahani. Puanım 7. Ridley Usta, 2012'de vefat eden meslektaşı ve kardeşi Tony Scott'a ithaf etmiş filmi. Nur içinde..

13 mart 2018
Oku..

The Invention of Lying (2009)


"Of çok güldüm, aah hah hahaah" dedirten bir film, henüz izlemediyseniz hemen izleyiniz. Koşun koşun hadi!.. Tamam izlemeyenler izlesin diye biraz abarttım ama güzel film işte. İlk izlediğim zamanı hatırlıyorum da.. Ne günlerdi?! Sonrasında pek çok kez izledim ben bu filmi televizyonda falan da denk geldim ama Türkçe dublaj hali o kadar keyif vermemişti mesela, mümkünse orijinal diliyle izleyin, hatta yapabiliyorsanız altyazısız izleyin, ben öyle yapıyorum.


Dilin kemiği yok tabii, at anasını satayım. İyi de ne zamandan beri yok, hiç mi yoktu bu kemik. İşte onu anlatıyor başrol Ricky Gervais; Matthew Robinson'la beraber yazıp yönettiği filmde. Diyor ki: "Çok kötü bir zamandan geçiyordum. Kiramı ödeyebileceğimi sanmıyordum, bankada az bir param vardı. Yine de hepsini çekmek için gittim. Tam o sırada sistem dondu. Gişedeki kız, 'hesabınızı göremiyorum, siz söyleyin ne kadar varsa hesabınızda çıkarıp vereyim' dedi. İşte o an olmayan bi şey söyledim, ne olduğunu bilmiyorum. Hesabımda olmayan bir miktarı söyledim. Bunu nasıl yapabildim bilmiyorum. Bankadan tam da kiram kadar olan parayla çıktığımda fark ettim. Olmayan bi şeyi söylemeyi icat etmiştim."

"Yazık lan!" diyorsunuz izlerken, 'yalan' diyemiyor salakçık. Ve böyle başlamış yalanlar. Ondan önce herkes birbirine "Günaydın, bu sabah çok bitkin görünüyorsun, hemen yanından uzaklaşmak istiyorum!" ya da "Bu akşam seninle yemeğe çıktım ama sadece daha iyi bir planım olmadığı için, seninle yatmayı düşünmüyorum, yemeği de sana ısmarlatıcam!" gibi dobracılık oynuyorlarmış.


Bir film şirketinde işe yaramaz senaryolar üzerine çalışan kahramanımızın da çok ilginç bir hikayesi var. Bence kaçırmayın, çok eğlenceli.. Ricky Gervais'i ben nedense Jimmy Kimmel gibi talk-show'cu falan sanıyordum, değilmiş galiba. Hafiften bir şişman sempatikliğine sahip ama kesinlikle samimiyetsiz bir yüz ifadesi var. Bir tek bu filminde sevdim onu, hatta şu sakallı haliyle. Onun haricinde kadro şu şekil: Jennifer Garner, Jonah Hill, Louis C.K., Tina Fey, Rob Lowe ve Stephanie March. Peki neden bu filmi şimdi yazmak geldi aklıma, çünkü birazdan Hz. Musa temalı bir film izliycem, Musa deyince bu film geliyor aklıma da ondan, öyle yazayım dedim sonra da. Burada da bir The Man from Earth (2007) vakası var! Bence etkilenmiş..

13 mart 2018
Oku..

The Passion of the Christ (2004)


Senaryosunu Benedict Fitzgerald'la beraber yazan Mel Gibson'ın yönettiği filmin başrolünde Jim Caviezel var. Yapımcılardan biri de kendisi olduğu için tamı tamına Mel Gibson filmi diyebiliriz. Aşırı vurucu bir iş ve çok net bir çile; zamanın hahambaşısının gayretleri ve şehrin idarecisi Romalı bir valinin verdiği emirlerle, Nasıralı İsa'nın saatler süren işkencesinin ardından çarmıha gerilişi anlatılıyor. Diyor ki, "Baba, affet onları, ne yaptıklarını bilmiyorlar!"

Oscar'da o sene En İyi Sinematografi, Makyaj ve Müzik kategorilerinde aday gösterilmiş, alamamış ama özellikle makyaj ödülünü çok hak etmiş. Annesi Mary, hayatını kurtardığı Magdalen ve inananları, havarileri bu acıya tanık olmak zorunda kalıyor. Diyorlar ki, "Bu Nasıralı Allah'ın oğlu olduğunu söylüyor." Ölsün istiyorlar, işkenceler ediyorlar. İsa da acı çekmekten hoşlanıyormuşçasına, "Size tokat atana diğer yüzünüzü dönün!" düsturundan ödün vermeden, yedikçe yiyor, yedikçe yiyor. Karşındakiler insan değil ki, n'apıyosun?!


Din zaten bozulan bir ortam varsa onu düzeltmek amacıyla Allah'ın yeryüzüne dokunuşu şeklinde özetlenebilir. Şimdi şöyle bir durum var, şimdi bile (şimdi olsa olmaz gerçi, çünkü bizimki son, uyanıklık etmişiz biz) "Ben Peygamberim!" diyenler şirk koştukları için toplumdan büyük tepki görürler. Bu hep böyle, her peygamber aynı tepkiyi görmüş zamanında. Hazır inanılan bir şey var ve biri çıkıp yeni bir sistem kabul ettirmeye çalışıyor.

Sonuç olarak dönemin şartları düşünüldüğünde İsa'ya bu işkenceyi yapanlar, şimdi de varlar. Bugün çıksa biri, daha bile fenasını yaparlar. Filmi izlerken nasıl bu kadar nefret dolabilmiş o insanlar diye düşündüm de ona bi kılıf uydurmaya çalışıyorum. Aynı nefreti taşımaya devam ediyor insanlık. Yani İsa'nın Çilesi yarın bir gün -atıyorum- dolmuşta "Sen benim yanımdaki kadına mı baktın lan!" diye başlayan Ahmet'in, Berkay'ın, Nazlı'nın Çilesi'ne dönüşebilir. Nefret bitmediği sürece çile bitmez.

Şimdiki İsrail'in kuzeylerine denk gelen bir bölgede geçiyor olay. İbranice filmde başrol Amerikalı Jim Caviezel'e, Romanyalı Maia Morgenstern, İtalyan Claudia Gerini ve Monica Bellucci eşlik ediyor. Türkiye'de nedense Tutku: İsa'nın Çilesi olan filme puanım 7.

12 mart 2018
Oku..

Wonder Wheel (2017)


Renkleri böyle abarta abarta kullanabilecekleri ne güzel hikaye yazmış üstat. Ama önce Ağustos'ta gösterilecek yeni filmi A Rainy Day in New York (2018)'un kurgu aşamasında olduğu bilgisini paylaşayım ki Woody Allen'ın hızına yetişemediğimi cümle alem bilsin. Bu adam hep böyle komşular, biz daha birini izlemeden öbürünü hazır eder; her sene bir film yapmadan uyuyamaz. Üstelik -daha önce yazdım mı bilmiyorum- bi röportajında okumuştum, her sabah makul bir saatte başlar akşam da altı oldu mu paydos edermiş. "Bu sahne bitmeden bi yere gitmiyoruz" tipi bir yönetmen değil yani, olmadıysa yarın tekrar çekeriz, mis. Çalışmalarını düşününce en çok kadroyu belirlerken kafa patlattığını da itiraf ediyor, o rolü rahatça oynayabilecek profesyonel birini bulduktan sonra çekimler de gayet kolay oluyor demek ki. Tam bir usta değil mi ya, öğretmen gibi adam! Hem çalışma konforunun peşinde hem üretim disiplini içinde.

İlk gösterimini Ekim 2017'de New York Film Festivali'nde yapan Wonder Wheel (2017), Türkiye'de Aralık'ta vizyona girdi. Ben o arada Kıbrıs'taydım, orada gösterilmedi film, geldiğimde ise zaten kısa olan vizyon ömrü dolmuş ve internetten beklemeye başlamıştım. Merak ediyordum filmi ama bir yandan da Kate Winslet'tan hiç haz etmiyordum. Nedeni bilinmez, başarılı bir oyuncu ama sevmiyorum. Winslet harici kadroda, Jim Belushi, Juno Temple ve Justin Timberlake var.


Evlilik işini çok beceremeyen Ginny, sürekli bi yerleri yakan psikopat oğluyla, ikinci kocası Humpty'nin yanında yaşamaktadır. Ginny ilk kocasına yaptığını Humpty'ye de yapar, aldatır. Hem de şairane bir ruha sahip, yazar-cankurtaran Mickey ile. Ginny, günün birinde Mickey ile beraber her şeyden kaçıp, uzaklara gitmenin hayaliyle yaşar. Ve Humpty'nin kızı Carolina'nın gelmesiyle hiç durulmayan ortalık iyice karışır.

Renkleri böyle abarta abarta kullanabilecekleri bir hikaye demiştim ya, sebebi şu: Humpty, Lunapark'ta çalışıyor ve evleri de bu eğlence merkezinin içinde. Bu nasıl inanılmaz bir ortamdır, lüks mü yoksa varoş mudur, istesen yaşayabilir misin?! Kesinlikle rahat yüzü göremeyeceğiniz ama sürekli harikalar diyarında gibi takılabileceğiniz bir ev. Ginny'nin migreni olmasa ve oğlu gördüğü her şeyi ateşe vermese ve kocalarını da aldatmaktan vazgeçse belki hayattan zevk alabilirdi.

Film rengarenk ve kesinlikle komedi değil ve neredeyse çok başarılı ve özellikle Cafe Society (2016)'den sonra muhteşem bir sinematografik keyif sunuyor. Yasemin Mori'nin yeni albümü Estrella gibi, rengarenk! O zaman Nil'le bitireyim: O kesin, rengarenk (dk. 14)!..

9 mart 2018
Oku..

Deadpool: No Good Deed [2017]


Geçen gün izlediğim Atomic Blonde (2017) hakkında yazarken başarı öyküsünden kısaca bahsettiğim David Leitch yönetiminde bir kısa film bu. Çok çok sevilen Deadpool (2016)'dan sonra hemen devam filmi için hazırlıklar başlamıştı. İlk filmi olmasına rağmen Tim Miller gayet başarılı bir yönetim ortaya koymuştu, en azından biz öyle sanmıştık ama devam filmi için başka arayışlara girmiş yapımcılar. Tam da bu sırada dikkatleri David çekmiş demek ki. Ama koca filmi emanet etmeden önce bir kısa film planlayıp performansını görmek istemiş olabilirler.

Senaryosu, prodüksiyon tasarımı, efektleriyle tam bir kendini gösterme filmi, showreel gibi film yapmış David Leitch. 4 dakika gibi kısa bir sürede karakter hakkında bir sürü şey anlatabilmiş. Stan Lee cameo'su bile yerleştirmişler kısacık filme. Ben çok eğlendim izlerken. Belki bi göz atmak istersiniz.

8 mart 2018
Oku..

Atomic Blonde (2017)


Dublör David Leitch, meslektaşı Chad Stahelski ile yıllarca hayalini kurdukları film John Wick (2014)'i yaptıklarında aslında pek de beklemedikleri bir ilgiyle karşılaştılar. Chad yönetmen koltuğundaydı ve ufak tefek kamera arkası tecrübesi olan David de ona yardım ediyordu. Keanu Reeves'in başrolündeki filmin elle tutulur bir hikayesi yoktu, sırf aksiyondan oluşuyordu. Karşılaştıkları ilgiden sonra, dublörlükten, film yönetebilecekleri bir noktaya gelebildiklerini gördüler ve devam etmeye karar verdiler. Chad, John Wick: Chapter 2 (2017) için çalışmaya başladı; David'e de Deadpool 2 (2018)'yi emanet etmeyi düşündüler, öncesinde bir tanıtım filmi hazırlattılar, Daedpool: No Good Deed [2017].. Bu arada Atomic Blonde (2017) için yönetmen koltuğundaydı zaten David. Çok yetenekli bir sinemacı olduğu görülebiliyordu, Deadpool 2 (2018) için hazırlanmaya başlayabilirsin dediler. Başarı öyküsü resmen. Dublörlük yaparken bir yandan da reji olarak çalışmasının meyvelerini toplamaya başladı böylece. Artık o, yönetmen David Leitch!..

Ne John Wick (2012) iyi bir filmdi ne Atomic Blonde (2017) efsane; ama bunlar gösteriyor ki Deadpool 2 (2018) başarılı olacak. Atomic Blonde (2017) bir çizgi roman uyarlaması. Ve kadrosu çok yetenekli isimlerle dolu: Charlize Theron, James McAvoy, John Goodman, Eddie Marsan ve efsane Skarsgard Ailesinin üyelerinden Bill Skarsgard.


1989 Berlin. Duvar yıkılmak üzere. Siyasetçiler ve onların saha uzantısı ajanları tedirgin. Çünkü Duvar'la beraber pek çok kural yıkılacak, pek çok şey açığa çıkacak. Tam da böyle bir ortamda İngiliz İstihbaratı MI6'in -gizli bilgiler içeren bir listeye sahip- ajanı öldürülmüş, liste kayıp. Lorraine bu işi çözmek için gönderiliyor Berlin'e. "Orada sana David yardımcı olacak, kendisi bölge ajanımız, herkesi tanır, her deliği bilir!" Ama Lorraine daha uçaktan inmeden, düşmanın haberi olmuştur geldiğinden. Vee Ekşın!

Uzun bir aradan sonra Charlize Theron izlemek büyük keyif, çok güzel kadın. Film de fena değil aslında ama ufak bir çiğlik hissediliyor. Sanki filmin çekimleri tamamlandıktan sonra türünü değiştirmeye karar vermişler de kurguyla, müzikle başka bir film yapmaya çalışmışlar gibi. Bilmiyorum, belki de biraz fazla ağır bir eleştiri bu ama öyle hissettim. Ve buna rağmen keyifli film yani, puanım 6. Birebir dövüş sahneleri yine normalden fazla ama John Wick (2012) kadar abartılı değil, kararı, ayarı budur, teşekkürler.

6 mart 2018
Oku..

Una Mujer Fantastica (2017)


Oscar'ı alır almaz açtım izledim hemen, çok fenayım hee.. Epeydir duruyordu kenarda, yeni izledim.
Film, -Şili'nin Oscar'a aday gösterilen ikinci filmi- unvanıyla anıldı dün 90'ıncısı düzenlenen Akademi Ödül Töreninde.. Hemen ilkini hatırladım, yakınlarda izlemiştim çünkü, başrolünde Geal Garcia Bernal olan No (2012).. Dün törende, aday olduğu iki dalda da Oscar'ı kazanan animasyon Coco (2017) için salonda bulunan Bernal ile Fantastik Kadın'ın yönetmeni Sebastian Lelio'nun muhabbetleri de gözden kaçmadı.


Biri azınlık mı dedi, azınlıkların en azı trans bireylerdir belki de. Başrolümüz Marina, trans başına hayatta dimdik durmaya çalışan bir Şilili. Her insanın olabileceği gibi, onun da bir aşkı var, Orlando'su. Orlando, hetero olmadığını eşine yıllar sonra itiraf edip evden ayrıldığında kocaman bir oğlu vardır artık. Ama yapacak bir şey yoktur. Şarkıcı Marina ve tekstilci iş adamı Orlando, birlikte yaşayan, keyifleri gayet yerinde bir çifttir. N'olursa, Orlando'nun bir gece rahatsızlanıp, götürüldüğü hastanede hayatını kaybetmesiyle olur. "Ee, siz eşi misiniz?", "Ee, kadın olan eş misiniz?", "Kimliğiniz mavi ama?!" ve dahi "Aç bakıcam!!" ayarında ayıp ayıp şeyler. Orlando'nun ailesi, doktor, polis, hepsi aynı..

Daniela Vega'nın başrolde olduğu filmde, Orlando'yu Francisco Reyes; Orlando'nun abisini Luis Gnecco oynuyor. Gnecco'yu No (2012)'da da izlemiştik. Daniela Vega normalde de trans olan bir birey. Oscar Töreninde de bir müzik performansının sunumunu yaptı. O kadar biliyoruz biz de. Ben filmi beğendim ama sanki böyle Oscar alacak kadar da olmamalı ya. Diğer adayları izlemedim ama bundan daha iyi film çıkmadı mı yani koskoca Dünya Sinemasından. Yoksa sırf azınlıkçı hikaye diye mi torpil geçildi yani, emin değilim.

5 mart 2018
Oku..

Sıralı Tam Liste: Oscar 2018


Evet, yeniden Los Angeles'tayız!

Geçen seneki törenin sunuculuğunu da yapan Jimmy Kimmel'ın, yeni teklifi aldığında attığı tweet çok tatlıydı: "Akademi'ye töreni tekrar sunmamı teklif ettikleri için teşekkür ediyorum. (Doğru zarfı açtığımı varsayıyorum!)" Evet, doğru zarfı açmış demek ki, kendi adı yazan zarf doğruymuş, bu sene de sundu! Dedi ki: "En kısa teşekkür konuşması yapana jet-ski hediye edicem!" Çünkü, "Çok iyisiniz!" deyip inenlerden başka, ellerinde kağıtla çıkan, onlarca isim sayanlar da var. Onlar 'elalem ne der'ciler!

Adaylar açıklandığında yayınladığım kehanetlerim'i hatırlayan var mı? Hani, 6. kez yaptığım, artık gelenekselleşen kehanetlerim. Filmlerin sadece bir kısmını beraber izleyebildiğimiz ama yine de Oscar Bilmece oyunu oynamakta mani görmediğimiz sevgili ⚜️fleur_delis'imle ben 🎯tamerol'un tahminleri de yer almakta. Benimkiler aynı zamanda öngörülmüş gerçeklikti, kehanetti. Kazanan çoktan belliydi yani.. Ama bakalım öyle miymiş?!

Oyunumuzla ilgilenmeyenler sadece üst satıra bakarak ödül sahiplerini görebilir.

İşte Sıralı Tam Liste ve oyun sonuçlarımız!


En İyi Film
🏆 The Shape of Water (2017)
⚜️ Phantom Thread (2017)
🎯 Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017)

En İyi Kadın Oyuncu Performansı
🏆 Frances McDormand - Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017)
⚜️ Frances McDormand - Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017)
🎯 Frances McDormand - Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017)

En İyi Erkek Oyuncu Performansı
🏆 Gary Oldman - Darkest Hour (2017)
⚜️ Daniel Day-Lewis - Phantom Thread (2017)
🎯 Daniel Day-Lewis - Phantom Thread (2017)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Performansı
🏆 Allison Janney - I, Tonya (2017)
⚜️ Lesley Manville - Phantom Thread (2017)
🎯 Mary J. Blige - Mudbound (2017)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Performansı
🏆 Sam Rockwell - Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017)
⚜️ Sam Rockwell - Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017)
🎯 Sam Rockwell - Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017)


En Başarılı Yönetim
🏆 Guillermo del Toro - The Shape of Water (2017)
⚜️ Jordan Peele - Get Out (2017)
🎯 Christopher Nolan - Dunkirk (2017)

En İyi Özgün Senaryo
🏆 Jordan Peele - Get Out (2017)
⚜️ Martin McDonagh - Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017)
🎯 Martin McDonagh - Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017)

En İyi Uyarlama Senaryo
🏆 James Ivory - Call Me by Your Name (2017)
⚜️ Scott Neustadter, Michael H. Weber - The Disaster Artist (2017)
🎯 James Ivory - Call Me by Your Name (2017)



En Başarılı Sinematografi
🏆 Blade Runner 2049 (2017)
⚜️ Darkest Hour (2017)
🎯 Dunkirk (2017)

En Başarılı Görüntü Kurgusu
🏆 Dunkirk (2017)
⚜️ The Shape of Water (2017)
🎯 Baby Driver (2017)

En Başarılı Görsel Efekt
🏆 Blade Runner 2049 (2017)
⚜️ Star Wars: Episode VIII The Last Jedi (2017)
🎯 Blade Runner 2049 (2017)

En Başarılı Prodüksiyon Tasarımı
🏆 The Shape of Water (2017)
⚜️ The Shape of Water (2017)
🎯 Darkest Hour (2017)

En Başarılı Kostüm Tasarımı
🏆 Phantom Thread (2017)
⚜️ Phantom Thread (2017)
🎯 Victoria & Abdul (2017)

En Başarılı Saç & Makyaj Tasarımı
🏆 Darkest Hour (2017)
⚜️ Darkest Hour (2017)
🎯 Darkest Hour (2017)


En Başarılı Ses Kurgusu
🏆 Dunkirk (2017)
⚜️ Dunkirk (2017)
🎯 Dunkirk (2017)

En Başarılı Ses Miksajı
🏆 Dunkirk (2017)
⚜️ The Shape of Water (2017)
🎯 Dunkirk (2017)

En Başarılı Film Müzikleri (Partisyon)
🏆 The Shape of Water (2017)
⚜️ Star Wars: Episode VIII The Last Jedi (2017)
🎯 Phantom Thread (2017)

En Başarılı Film Müzikleri (Şarkı)
🏆 Remember Me - Coco (2017)
⚜️ Remember Me - Coco (2017)
🎯 This is Me - The Greatest Showman (2017)


En İyi Animasyon Film
🏆 Coco (2017)
⚜️ Coco (2017)
🎯 Coco (2017)

En İyi Yabancı Dilde Film
🏆 Una Mujer Fantastica (2017)
⚜️ Una Mujer Fantastica (2017)
🎯 Una Mujer Fantastica (2017)

En İyi Belgesel Film
🏆 Icarus (2017)
⚜️ Abacus: Small Enough to Jail (2016)
🎯 Abacus: Small Enough to Jail (2016)

En İyi Kısa Film
🏆 The Silent Child [2017]
⚜️ The Silent Child [2017]
🎯 The Silent Child [2017]

En İyi Kısa Animasyon Film
🏆 Dear Basketball [2017]
⚜️ Negative Space [2017]
🎯 Negative Space [2017]

En İyi Kısa Belgesel Film
🏆 Heaven is A Traffic Jam on the 405 [2016]
⚜️ Edith+Eddie [2017]
🎯 Edith+Eddie [2017]

Oscar kazananları gördünüz zaten de, hesaplamaya üşenenler için ⚜️ vs 🎯 skoru şöyle: 10-10.. Berabere kalmamız çok romantik değil mi?!

5 mart 2018




Yeni yazıları anında takip edebileceğiniz facebook sayfasını beğenmek için tıklayın!..


Oku..

Song to Song (2017)


Neredeyse altı yedi ay önce indirdiğim, o zamandan beri de ara ara başlayıp bıraktığım bir film. Her seferinde "Bu sefer olacak, artık izliyim de kurtulayım" diyordum. İlk yarım saati aşamadan sıkılıp durduruyorum filmi, araya bi şeyler giriyo, kalıyo sonra.. Hatırlıyorum, Terrence Malick'in diğer filmleri de hep böyle zorlamıştı, To the Wonder (2012), Three of Life (2011) falan.. En sonunda nasıl izledim biliyo musunuz, size de tavsiye ederim: kısa diziler oluyo ya, onlar gibi, 23'er dakikalık beş parça halinde..

İlk parçayı dört beş kere falan izlediğim için baya hakimdim. Faye, bir takım arayışlar içinde olan genç bir kız. Yapımcı gibi, girişimci gibi bir tip olan Cook'un ev partisinde çalışırken, müzisyen BV ile tanışıyor. Faye, BV ile yakınlaşıyor ama ev sahibi Cook'un da dikkatini çekiyor. Kesik kesik ilerliyor hikaye. Faye ve BV'yi tatlı bir ilişkinin içerisinde izlerken, başka bir zamanda da Faye'in Cook'la flörtünü görüyoruz.

İkinci 23 dakikalık kısmı, bundan 2 saat sonra falan izledim. Yetenekli müzisyen BV, Cook'la çalışmalarını ilerletiyor, albüm yapacaklar! Faye de BV'yle sevgili bu gelişmeler yaşanırken. Sonra hep beraber turnelere gidiyorlar, eğlenceli bir üçlü olarak gezip dolaşıyorlar. Ama normalde çok rahat olan Cook'un bu manzaraya zaman zaman canının sıkıldığını hissediyoruz. Sonra BV ve Cook tartışıyorlar işle alakalı bir konuda, bozuşuyorlar.


Üçüncü bölümü bunlardan 2 gün sonra izleyebildim. Faye ve Cook haftalar sonra karşılaşıyorlar bir yerde ve görüşmek için bahane yaratıyorlar. Sonra beraber de oluyorlar tekrar. Faye pişman oluyor, Cook'tan uzak durma kararı alıyor; BV'ye anlatıyor olanları, bir süre sonra ayrılıyorlar. Cook da Rhonda ile tanışıyor ve dünyasının kapılarını ona aralıyor bu sefer.

Bunlardan bir gün sonra da kalan 4. ve 5. bölümleri beraber izliyorum. Arayışları bitmeyen Faye'in Miranda ile, BV'nin de Amanda'yla ilişkisi oluyor. Cook'un da bambaşka dünyalar deneyimlediğini görüyoruz.. Daha sonra bütün arayışların sona ermesi ve Faye ile BV'nin bir partide tekrar karşılaşmaları.. Ve arayışlarının hala devam ettiği sinyalleri...

Aslında şöyle bir bakınca, baya güzel, kesinlikle izlenmesi gereken bir görsel anlatım. Aktüel kamera şov! Fakat seyirciyi bu kadar mı düşünmez bir film, bir yönetmen, bir insan. Neden daha rahat izlenebilir hale getirmezsin ki sen işlerini Malick Amca. Sinemanın altın kuralı değil miydi bunlar, birincisi sesler üst üste binmeyecek, ikincisi nolursa olsun ama sıkıcı olmayacak! Cidden bu tavsiyemi aklınızda tutun bakın, bölün filmi, azar azar izleyin çok izlemek istiyorsanız. Sinemada da bu adamın filmleri oynarken ekstra aralar konsun, yapılsın bu!

Kadro: Rooney Mara, Ryan Gosling, Michael Fassbender, Natalie Portman, Cate Blanchett, Holy Hunter, Lykke Li ve kendisi olarak Patti Smith.. Bir de böyle olağanüstü isimleri bir araya getiriyor, mecbur bırakıyor izlemeye!..

3 mart 2018
Oku..