Barton Fink (1991)


Tavsiye üzerine izlendi bu film.. Vedat Abi, Uykusuz'daki Bebek Kafası köşesinden vermiş bu tavsiyeyi 2010 senesinin sonlarında.. Bebek Kafası kitabını hazırlarken fark edip notumu almıştım birkaç ay önce.. Yazarlığa heves edenlere ısrarkeş bir tavsiyeydi..


Coen kardeşlerin filmi olan Barton Fink (1991), John Turturro ve John Goodman'ın başarılı oyunculuklarıyla güzel bir film olmuş. Turturro, tiyatro yazarı Fink'i oynuyor; Son oyunuyla şanı New York sınırlarını aşan yazar, hemen Hollywood'a, Los Angeles'a transfer oluyor. Hollywood'un motomot yapımcılarından birinin eline düşüyor, güreş filmi yazması isteniyor. Seyirci bunu sever, bunu yaz diye dayatılıyor. Fink'ten, hem alışık olmadığı bir tür olan film senaryosu yazması hem de bunu düz mantıkla yapması isteniyor. Şimdiye kadar yazdığı oyunlarında karakterlerini derin yaratmasıyla başarıyı yakalayan Fink, senrayo konusunda tıkanıklık yaşıyor. Hayranı olduğu bir yazar ve onun asistanıyla tanışıyor, bir de oteldeki yan komşusu Charlie ile.. John Goodman, Charlie'yi oynuyor; İri yarı, gizemli komşumuz belki Fink'e hikayesi konusunda fikir verir. Ve tabii Coen filmlerinde beklenen acayiplik, durduk yere ceset.. Kadroda bir de Steve Buscemi ve Judy Davis faktörleri var..


Coen filmleri acayiplikleriyle meşhurdur biraz da.. İzledim birkaç filmlerini, sizin de kesin izlemeniz gerekenler var aralarında; mesela, Fargo (1996), The Big Lebowski (1998), No Country for Old Men (2007).. Bunlar hep kült filmler olmuştur yani..

Coenler'de sistem şu gibi, Ethan ve Joel Coen kardeşler senaryolarını beraber yazıyolar, yönetimde ikileme düşmemek için Joel ön planda ama; Ethan da projede sürekli.. Yönetimde de tabii araya girdiği oluyodur ama The Ladykillers (2004) filmine kadar jenerikte yönetmen olarak Joel tek başına yazdı. Ondan sonraki filmlerinde yönetmen başlığında ikisinin birden adını görür olduk.. Ama hep beraberler çalışıyolar yani, Coen Brothers diye bilinirler piyasada..


Barton Fink için de söyleyebileceğim şudur, güzel film ama ben o kadar ısrarlı tavsiyede bulunamayacağım. Ama izlerken gayet beğenerek izledim, zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Üstadın gördüğü bi şeyleri ben kaçırmış da olabilirim. Bi de siz deneyin bakalım..

31.12.13
Oku..

Medcezir (2013-15)


Blogu sürekli takip eden bilir, diziden ziyade filmciyimdir; takip ettiğim üç beş yabancı dizi vardır, tek tük de yerli dizi. Düzenli izlediğim yerli dizilerden bi Leyla ile Mecnun vardı biten, bir de Eski Hikaye var bitmek üzere olan. Yerli dizilerin avantajı, altyazı takip etmek gerekmediği için yemek yerken, internette takılırken falan izlenebiliyor olması; Dezavantajı, uzun, çok uzun, aşırı uzun olmaları ve bu sebepten kalite kaybına uğramaları.


Arkadaşım Polat Bektaş'ın yönetmen olduğu bi sette tanıştığım oyuncu bi arkadaşın rol aldığı Medcezir, seçim aşamasında bi tık öne geçti haliyle diğer diziler arasında. İki üç bölüm indirdim, taktım, oynuyor televizyonda, ben de bi yandan ona bakıp bi yandan işlerimi hallediyorum. E, sardı da bi yandan, nereye bağlayacaklar diye, bi üç bölüm daha, beş bölüm daha derken baktım bölüm bitti stokta güncele dayandı. Hobaa, yine her hafta dizi bekle işin yoksa. Yalnız var ya -okuyan varsa bahsetmiştim Eski Hikaye'yi izlemenin ne kadar zor olduğundan- bu yine fena değil de yani, izleniyor.. Sadece zaman geçirmek için uzun uzun şarkılı klipli sahne koyuyolar.


İzledim, sonra da bahsettim işte arkadaşlara falan, meğer izleyicisi varmış baya çevremde. Piii dedim... Dizi bitince, sonda yapım logosu falan çıkıyo ya, Warner Bros. logosu da gördüm, bi n'oluyo dedim. Herkesin en başta bildiğini ben en son öğrendim: The O.C. uyarlamasıymış. Liseli dizisi The O.C., Rachel Bilson var diye hep heves ettiğim ama bi türlü denk getirip izleyemediğim dizi.

2003-07 arasında oynamış The O.C. işte.. 

Konusu: Kenar mahalle çocuğu Yaman'ın, bir dizi talihsizlik sonucu, zengin bir aileye yancı olması ve o ortamlarda yetişme durumları anlatılıyor. Av. Selim Serez ve epey zengin karısı Mim. Ender Serez, yardıma muhtaç Yaman'a evlerinin kapısını açıyor. Yaman'a okuması için destek olunuyor ama gerek o zengin çevre, gerek eski mahalle Yaman'a köstek olmaya ant içmiş, belki de yemin etmişlerdir. E tabii zengin kızı Mira'ya da aşık oluyor Yaman. O, olmazsa olmaz zaten. Sonra olaylar gelişiyor..



Kalıp bu, yan karakterler falan iyi, bazen eğlence bazen dram.

Başarılı senaryo. Senarist başı: Ece Yörenç..
Fena değil yönetim. Yönetmen: Ali Bilgin..
E, güzel iş. Yapım: Ay Yapım..


Oyuncular:
Çağatay Ulusoy: 90'lı, mankenden bozma oyuncu.. Emir'in Yolu hani.. Yakışıklı çocuk, Allah var..

Serenay Sarıkaya: 91'li, yine mankenden bozma oyuncu.. (Pardon, önce oyuncu sonra manken, sonra oyuncu artık) Güzellik ödülleri falan aldığı senenin akabinde diziler-filmler coşturmuştur. Murat Şeker'in Plajda (2008)'sında izledim ilk, çok konuşmayan, tatlış bi kızı oynuyodu, çok iyi oyuncu değil ama tatlı işte. Dedikleri anlaşılmıyo, sadece seksi seksi mırıldanıyo.. Bakıyo insan öyle..

Mine Tugay: Ender Serez'i oynuyor dizide, tabii ben onu Benden Baba Olmaz dizisinden beri takip ediyorum. Çok iyi oyuncu mu bilmiyorum ama beğeniyorum ben.

Barış Falay: Kaliteli bi oyuncu, basarım şukuyu ekmek ağızlıya..

Meriç Aral: Dizide bi Hale var, Mira'nın zengin sevgilisinin gizli sevgilisi.. Kötü kız yani, yuva yıkan model. Ben Meriç'in oyunculuğunu, ses tonunu beğeniyorum ama dizide makyaj konusunda sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Zira, Mira'nın saçlarla da pek uğraşılmıyor.. Kostüme çok özen gösteriliyor ama saç-makyaj biraz boşlanmış gibi.. Siz bir de makyajsız izleyin Meriç'i, Ben Özgürüm (2013)..

Metin Akdülger, Şebnem Dönmez, Hazar Ergüçlü, Defne Kayalar, Taner Ölmez ve Can Gürzap da kadroda öne çıkan diğer isimler..


İlginç Not: Mira'nın bi ağlama sahnesi vardı, ağlarken burnu akıyodu ve Yaman'a sarılıp burnunu çocuğun omzuna siliyodu.. Bu sahne çok olay oldu sosyal medyada, denk gelirseniz şaşırmayın yani.. Bu sahneyle ilgili kişisel görüşüm ise çok olumludur; zira ortada güzel oyunculuk, şahane yönetim vardır. Kızın karizması çizilecek diye güzelim sahneyi kesselerdi, hem güzel sahne boşu boşuna çöp olacaktı hem de bu haliyle reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığıyla vurgun yapıldı. Ben daha diziyi izlemeye başlamadan denk gelmiştim bu geyiğe; aklımda yer etmişti dizi.. Tamam hadi itiraf edeyim, isminden dolayı bi soğuktum diziye.. Medcezir ne mına koyim.. Hala da ismini beğenmediğim doğrudur..


Geçen arkadaşlar içerde izliyolardı diziyi -benden bulaştı onlara da-, dizi oynarken bizimkilerin diyaloğunu aktarıyorum:
-Oha lan! He, onu da Yaman yaptı!..
-N'olsa bu çocuktan biliyolar bunlar da.. Ne çok adi var bu dizide yaa..
-Biri komşunun köpeğini (Safari) skse Yaman'dan bilcekler hımmına..


Aradan aylar geçti ve dizi en çok izlenen olmaya başladı. Demin bi magazin programında denk geldim, Serenay ve Hazar, Elidor'un reklam yüzü olmuşlar. Bu arada reklam deyince Medcezir'in ilk tanıtımı geldi aklıma, biraz da bu tanıtım yüzünden izlememiştim diziyi.. O ayakkabı ne ya.. Fakir diye..

İki hafta önce denk geldim de şimdi aklıma geldi yazmak.. 27. bölümde Faruk'la Ender'in diyaloğu var, sahilde.. Tamam dizi bu, arada hata olur. Hatta bazı hatalar fark edilmez. Ki ben ilk izlediğimde fark etmedim, çok büyük olmayan bir ekranda izliyorum hep. Ama bi arkadaşa gittiğimde tekrarına denk geldim dizinin ve bu sahne.. Ve dev ekran.. Ve Full HD..


Adamın gözlüğünde kadının yansıması güzel yakalanmış, yakalamışken çekelim demişler ama galiba kurgucu gözlükte kadının göründüğünün farkında değilmiş.. Çünkü Ender'in amorsundayken repliği geliyor ama gözlükteki kadın konuşmuyor.. Lan.. Bi an noluyo dedim.. Gavurlar buna 'epik feyıl' diyo, biz 'mallık' olarak çevirebiliriz.. Bi daha da hata aramamaya karar verdim.

Ve dizinin yeni bebişi Özge Gürel, Şekip'in yeni kızı, Ender'in yeni kardeşi.. Sesi güzel seni.. Moda oldu ha bu ses de.. Nodülstar..


Dizi, 77. bölümde, Yaman ve Mira'nın evlilikleriyle, 2 sezonda final yaptı. Orijinalinde böyle bitmeyen dizi sevenlerini üzdü. Nerdeyse aceleye gelen finalin sorumlusu olarak, başrollerin özel hayattaki birlikteliklerinin bitmesi gösteriliyor. 13 Eylül 2013'te başlayan dizi 12 Haziran 2015'te bitti.

28.12.2013 güncellendi 16.06.20159658709 (tarihte ilk random gülüş)
Oku..

The Curious Case of Benjamin Button (2008)


Önce film... Herkes gibi ben de çok beğendim, mükemmel bir teknikle çekilmiş, ustaca kullanılmış bilgisayar hileleriyle, keyifle izlenecek bir görsel yaratılmış. Hikaye zaten dikkat çekici. Fitzgerald'ın öyküsü.. Kadro desen, tek kişilik dev kadro kurulmuş Brad Pitt'le. Cate Blanchett da yancı olmuş, prim yapmış; hiç sevmiyorum bu kadını yea.. Cate, Daisy'yi oynuyor; Daisy'nin çocukluğunu da Elle Fanning oynuyor - şimdinin genç kızı oldu o da..

Dayrektır, David Fincher; Raytır, Eric Roth. Fincher'ı bilirsiniz de Roth kim biliyonuz mu; Forrest Gump (1994), The Postman (1997), Munich (2005) gibi kült filmlerin senaristi; dikkat edin, hepsi uyarlama.. Belki kendi uydurduğu senaryoları da vardır ama bunlar uyarlama. Yalnız şöyle bi şey var, Benjamin uyarlamanın ötesinde...


Fitzgerald'ın ilk kez 1921'de Collier dergisinde yayımlanan bu öyküsü, bir sene sonra Jazz Age Stories kitabına girdi. Öyküye yazdığı önsözde; Mark Twain'in, 'hayatın en iyi dönemini başta, en kötü dönemini sonda yaşamamızın ne kadar acıklı olduğu'nu söylediğinden ve bu fikri bir tek insanın üzerinde denediğinden bahseder. 33 sayfalık bu öykü, deneysel bir çalışma gibi durmakta zaten, o kadar gerçeküstü, o kadar absürt detaylar içeriyor ki... Daha yeni okudum Caz Çağı Öyküleri'ni; filmi üç dört sene önce izlemiştim işte. Tekrar indirdim, izledim.

Kitapla filmin tek ortak noktası Button adı ve karakterin gittikçe gençleşmesi. Bu. Yani kesinlikle uyarlama değil, esinlenme bile demeye dilim varmıyor ama esinlenilmiş işte, n'apalım.

Kitaptaki Benjamin 1.70 boyunda bir ihtiyar olarak doğuyor... Oğul, durumdan rahatsız olup "Kimsin sen?" diye isyan eden babasına:
"Sana tam olarak kim olduğumu söyleyemem," dedi o mızmız şey, "çünkü doğalı daha birkaç saat oldu - ama soyadım kesinlikle Button."

Bununla da kalınmıyor kitapta; gri saçlarını kahverengiye boyuyor, yeni doğmuş yaşlı bebeklerine çocuk reyonunun en büyük beden kıyafetlerini giydiriyor Mr. & Mrs. Button.
Ama filmde, annesi doğumda ölen Benjamin normal bebek boyutlarında, sadece kırış kırış bir yüze ve vücuda sahip. Yaşamaz bu hasta diyorlar..


Öyküden bağımsız düşünüldüğünde çok başarılı bir film. Dönemin edebiyat şımarıklığı bazen sınır tanımaz işler yaptırmış işte ama biraz gerçekçi hale getirildiğinde sindirilmesi daha kolay oluyor. 1,70 boyunda çocuk nasıl doğacak di mi.. Öyküdeki haliyle çekselerdi filmi muhtemelen bu kadar dikkat çekmeyecekti. Ve tabii bu kadar uzun (~170dk) olmayacaktı.


Bazı uyarlamalar da var ki tam bir 'esere saygı duruşu', yine Fitzgerald'ın aynı isimli romanından uyarlama The Great Gatsby (2013)'yi de izleyin derim.

Bu bahsettiklerimle hiç ilgilenmeyen, sadece filmin ne hakkında olduğunu merak edenler için hızlıca bir 'filmin' konusunu vereyim:
Mr. Button'ın oğlu normal doğmamış, 70-80 yaşındaki bir insanı andıran cildiyle dünyaya gelmiştir. Doğumda karısını kaybeden Mr. Button, oğlunun da hasta doğmasıyla kafayı yer, bebeği öldürmeye kalkışır beceremez, bir evin önüne bırakıp kaçar. O ev huzurevidir ve gerçek ihtiyarlarla yaşamaya başlar, ihtiyar bebek Benjamin. Doğar doğmaz az bir ömrü kaldığından şüphelenilen Benjamin, seni-beni gömer bir hırsla, gittikçe dinçleşiyordur. 10 yaşında baston kullanan Benjamin, 60 yaşında ergen tribine girmiştir. Gittikçe çocuklaşır ve bilmemkaç aylık bi bebek boyutlarındayken, uykusunda ölür gider. Tuhaf yaşamına ise bir büyük aşk, bir kız çocuğu, bir savaş sığdırır.

Film, 13 dalda Oscar adayı olup, sadece üçünü, Sanat Yönetimi, Makyaj ve Efekt ödüllerini almıştır. Bu arada Brad Pitt de bu film dahil 4 kez en iyi oyuncuya aday gösterilmiş ama henüz heykelcik alamamıştır. Oscar aldığı dallara bakarak yaşlandırma efektini nasıl yaptıklarını görmek isteyebilirsiniz: Buyrun. Göreceğiniz üzere, Pitt sadece mimikleriyle halletmiş filmin bi yarısını. Sonra kendi oynuyor zaten, makyaj da orada devreye giriyor: Buyrun. Hadi David Fincher'ı kocaman bi tebrik edelim..

24.12.13
Oku..

Kafka (1991)


Gerçek karaktere kurgu hikaye yazmak güzel fikir bence. Senarist Lem Dobbs, Çek yazar Franz Kafka'nın 'Dönüşüm' romanını yazdığı zamanlarına denk getirdiği, kafkaesk bir hikaye yazmış. Ana karakter Kafka, bir hukuk bürosunda sekreterlik yapmaktadır.


Kafka, boş zamanlarında da öykü yazıp, diğer yazar arkadaşlarıyla edebiyat konuşur. Bir iş arkadaşı ortadan kaybolmuş, birkaç gündür haber alınamamıştır. Kafka, evine gider, arkadaşının nerede olabileceğini araştırır. Bir haber gelir, arkadaşı intihar etmiştir. "Beni şaşırtan zamanlamasıydı, eylemine şaşırmadım" açıklamasını yapar arkadaşının sevgilisine. Kadın, sisteme karşı duran bir grubun üyesidir ve Kafka'yı da aralarına almak ister. Çünkü, adamın ölümü intihar değil cinayettir ve bunu yapan sistemin üst mercileridir. Bir şato vardır, devlet binası. Orada gizli işler döndüğü düşünülür. Ve olaylar gelişir.


Filmin sonlarına doğru Kafka, ağzından kan gelme hastalığına yakalanmıştır. Sonra, bütün bu olaylar üstüne babasına yazdığı mektubu, 'Babaya Mektup'u yazdığını görürüz. Bu da bize 1917-18 senelerinde geçen bir olay olduğunu hatırlatır. Belki de hatırlatmaz, bozulmuş tarih olabilir..

'Değişim' ne kadar gerçekse bu hikaye de o kadar gerçektir. Değişim'i biliyorsunuz di mi, hani adam bir gün uyanıyordu da, kocaman bir örümcek olduğunu görüyordu. Odasından çıkamıyordu utancından. Okumadıysanız lütfen okuyun, muhteşemdir.


Filmin vikipedia sayfası da şunu diyor:
"Ostensibly a biopic, based on the life of Franz Kafka, the film blurs the lines between fact and Kafka's fiction (most notably The Castle and The Trial), creating a Kafkaesque atmosphere."
Yani, biraz kafanız karıştırılmak isteniyor. Biraz ondan biraz bundan hesabı; Şato ve Dava romanlarından sahneler içermektedir..

Yönetmen Steven Soderbergh. Traffic (2000) filmiyle, hiç olmadı Ocean's Eleven (2001), Ocean's Twelve (2004), Ocean's Thirteen (2007) serisiyle tanınan bir yönetmendir. Kafka'yı, Daniel Day-Lewis ile arasında bir akrabalık olduğundan şüphelendiğim, birbirlerine çok benzettiğim, Oscar'lı aktör Jeremy Irons oynuyor. Film yer yer siyah-beyaz, yer yer komedi ve 98 dakika. İyi seyirler.

15.12.13
Oku..

Sen Aydınlatırsın Geceyi (2013)


Bir Shakespeare sonesinin adı bu, filmde de geçiyor.

Karısından özür dilemek için şiir okuyan bir adam.. İzmir'in bağrından kopmuş güzellikte bir seyyar eski kitapçı.. 'Ölemiyom mına koyim' derdinde bir eski toprak.. Görünmez öğretmen, kan ağlayan doktor, yüzde elli opacity güvenlikçi, dev küçük esnaf..

Acayip fantastiş durumlar..


Olum, tam Onur Ünlü filmi lan, tam kara komedi, kara dram.. Kara absürt..

Her sahnesinde izleyicisini şaşırtmayı başaran, 'bu böyle olsa ya' filmi.. 'Bi şey deniycem' diyerek yazılmış bir senaryo, yaratılmış karakterler, çekilmiş film. Herkes bi şey denemiş.. Ha sinemaya faydan nedir, tartışılır.. Ama yapılması da gereken şeylerdendir..


Komediye çok farklı bir soluk getirdi Onur Ünlü tayfası. Tayfası çünkü, yine kendi oyuncularıyla yapmış filmi. Leyla ile Mecnun ve Şubat dizilerinde ve diğer kendi filmlerine oynayan oyuncular. Süper bi şey ya böyle ekibin olması..

Gökten taş yağarken kenarda duran arabanın hem serçe hem hurda olmasını beğenmedim, beleşe kaçılmış.. Onun dışında güzel idi detaylar.. Festivalde gösterildi gitmedim; bazı kültür merkezlerine geldi gidemedim; Semaver Kumpanya'da özel gösterimler oldu denk gelemedim; Torium'a gelmiş festival filmleri bir haftalığına, son gün haberim oldu, gittim. Vallaha da gittim sonunda. Artık vizyona ne zaman girecek bilmem, ben izledim rahatladım.


'Konusu ne?' diyenler için: Cemal, babasıyla yaşayan, annesini ve kardeşlerini yakın zamanda kaybetmiş bir adam. Bir kızla tanışıyor, evleniyorlar. Cemal, bir olayı yanlış anlayıp karısına dalıyor tekme-tokat. Çok pişman oluyor sonra, derken karısı hamile çıkmasın mı bir de..

Merkezde Cemal var ama pek çok hikaye işleniyor.
Ben filmi izlemeden önce okumuştum, karakterlerin hepsinin kendi halinde süper güçleri olduğunu..
Siz de bilin bence.


Oyuncular: Ali Atay, Demet Evgar, Ahmet Mümtaz Taylan, Serkan Keskin, Derya Alabora, Damla Sönmez, Ezgi Mola, Tansu Biçer ve Cengiz Bozkurt. Dahası da var da işte bunlar çok bildikler. Yazan yöneten Onur Ünlü. Helal Olsun.

13.12.13
Oku..

The Life and Death of Peter Sellers (2004)


Daha çok televizyoncu olan Stephen Hopkins, İngiliz komedyen Peter Sellers (1925-80)'ın Roger Lewis tarafından yazılan hayat hikayesini sinema filmi yapan adam. Peter Sellers'ı oynayan adam ise daha bir adam, Geoffrey Rush.
Çok başarılı ama şimdi boş verin onu. Peter Sellers ne manyak adammış, hiç öyle bilmemiştim kendisini. Kim bu Sellers derseniz; Kubrick'in Dr. Strangelove (1964) filmindeki herhangi bir karaktere bakabilirsiniz. Ya da Blake Edwards'ın Pembe Panter serisindeki dedektif Clouseau.


Peter Sellers, bildiğin karaktersizmiş canım. Karakter yaratımındaki başarısını da buna borçluymuş. Evde, karısına ve çocuklarına karşı tutumu, çocukça davranışları falan hep annesinin yetiştirme tarzındanmış..
Hakkında çok fazla yazıp çizmeyip, Sellers'ın bir dönemki sevgilisi Britt Ekland'ı Charlize Theron oynuyor diyeyim de iyice izlemek isteyin.
Karısını Emily Watson, Edwards'ı John Lithgow, Sophia Loren'i Sonia Aquino ve Stanley Kubrick'i Stanley Tucci oynuyor.


Biyografik filmlere sardım bu ara iyice. Ünlü birine başka bir ünlünün hayat hikayesinde denk gelince çok tatlı oluyor yahu. Ünlülerin de ünlü tanıdığı oluyor haliyle. Yani mesela Sellers'ı izlerken normalde bir anda Kubrick'i de görüyorsun ya.. Çok severim biyografiyi bu yüzden. Her zaman güzel olmuyor tabii ama bu güzel. İzlensinov..

12.12.13
Oku..

Kilink BoxSet


Bebek Kafası isimli kitabın derlemesini/editörlüğünü üstlendim. Haliyle, Vedat Özdemiroğlu abimizin eski yazılarını karıştırıyorum, şöyle bi anısına denk geldim, bir sinemacıyla tanışmış, Yeşilçam tayfadan..
Bi hikayesini, <Kilink filmlerinden çok para kazandık biz bi ara. Birkaç film sonra Hilton'da kat tutmuşuz. Alkol falan.. O ara Kilink'i oynayan oyuncu, havalara girdi.. Bi gün geldi, "Oynamıyom lan" dedi. Biz tutuştuk abimle, nasıl olur falan diye.. Sonra viskiyi içtikçe dimağımız açıldı, "Oynamazsan oynama mına koyim, zaten yüzün gözükmüyo" dedik. Ondan sonra da kah abim kah ben Kilink olduk.> diye anlatmış..
Ben bu yazıyı okudum, dedim ki Kilink ne be?.. Baktım internetten, bir kahraman, Killing diye yabancıdan Türkiye'ye transfer olmuş bir film kahramanı.

Afişin tatlılığına ve kızın seksiliğine bakar mısın?!

Filmler hakkında çok bilgi olmamakla beraber, daha fazla olduğunu tahmin ettiğim serinin 3 filmini bulabildim ve izledim.
Kilink İstanbul'da (1967), Kilink: Soy ve Öldür (1967), Kilink Uçan Adam'a Karşı (1967)..
Aşırı kolpa, fazlaca gülme sebebi bir polisiye film serisi.. Bir bahaneyle kah polisle, kah mafyayla, kah da güzel kızlarla çarpışan bir iyi mi kötü mü belli olmayan karakter. Bu üç filmde yüzünü görmediğimiz Kilink'i Yıldırım Gencer oynamış. Suzan Avcı da ekibin gediklilerinden. Bir de filmde herkes farklı telafuz ediyor adamın adını; 'kılink' diyen de var, 'kilink' diyen de.. Afişlerde de bir anlaşmazlık var zaten..


Severek izledim, öbürlerini de bulsam izlerim. Yılmaz Atadeniz yönetiminde çekilen seride, kadınlar yere yatırılarak ve dudaklarla dudaklara baskı uygulanarak öpülür. Başka türlüsü mümkün değildir. Bir de Türk Polisi çok övülür. Linke tıklayarak videoya gidebilir ve film hakkında genel bir kanıya sahip olabilirsiniz.

08.12.13

Bu da yazının video hali: Film Şeysi / Kilink..
Oku..

En Uzun Yüzyıl (2013)


Normalde yazmazdım da baktım internette çok aza yakın bilgi var. Yok gibi yani. Ben olmasam aşırı bilgisiz adamlar olarak kalacaksınız söyliyim.

Dizi deniyor bazı sitelerde ama değil. Bu da yeni bir Osmanlı dönemi filmi, Abdülhamit'in katlini konu alıyor. Ama bu kadar mı dandik bir şey olur. İyi ki dizi değil. Dizi değil çünkü, sonuçta herkes öldü ilk bölümden.. N'oldu, olmadı.

TRT'nin youtube kanalında paylaşılmış bir video, bi buçuk saat ama ne olduğu belli değil, dizi mi, film mi, belgesel mi? Zaten TRT'nin ne internet sayfasında ne de diğer portallardaki resmi hesaplarında bir bilgi bulmak mümkün değil. Video görselinde Tuğçe Kumral'ı görmesem umrumda olmaz ama onu görünce merak ettim izledim.


Tarihe ilk modern darbe olarak geçmiş bir olay konu alınmış ve aşırı dandik işlenmiş.

Kostüm, tiyatro için çok uygun ama film için fazla gerçekçi. Bu benim tabii ki şahsi görüşüm.. Ama gösterişli bir asker üniforması, oyuncuya biraz büyük geldiyse ona göre daraltılır, olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi gösterilir. (Sizce Aşil, Brad Pitt kadar yakışıklı mıydı?)
Sanat yönetmeni: Ayşegül Çiftçi Karaçay..

Sonra senaryo.. Bir tarihçiyle görüşülmüş, notlar alınmış ve ne anlattıysa aynen yazılıp çekilmiş. La manyak mısınız, hiç mi senaryo görmediniz, hadi geçtim hiç mi film izlemediniz? Bu kadar olağan dışı diyaloglar.. Bildiğin Flash TV diyalogları..
Senaryo: Uğur Uzunok


Ferit Aktuğ, Burak Tamdoğan, Tuğçe Kumral, Muhammed Cangören, Adnan Biricik, Ortans Kıvanç, Mert Karabulut, Toygun Ateş, Kaan Ürkmez ve Demir Karahan oynuyor. İsimler jenerikteki sırayla.. Oyunculuklar cidden kötü.. Ama bence yönetimden kaynaklı..
Yönetmen: Yasin Uslu

Konuyu bilen bilir.. Çerkes Hasan, ablası padişah Abdülhamit ile evli bir yağız delikanlı, aynı zamanda padişah yaveri. Saray'ın askeri tebası gaza gelip, milleti dolduruşa getirip, yapıyorlar darbeyi, padişahı da sultanı da katlediyorlar. Tabii sultan katli dolaylı. Kendi kukla padişahlarını getiriyorlar başa.. Sonra Hasan bu darbecibaşını öldürüyo ve asılıyo falan.. Güzel hikaye hakikaten ama çok kötü film olmuş aga..

Ayrıca bu bir tv filmidir yani, yanlış bilgileri de yok edelim.

08.12.13
Oku..

Pan Am (2011-12)


Kemerlerinizi bağlayın, kalkışa geçiyoruz!

Pan American World Airways, yaygın kullanılan ismi ise Pan Am olan Amerika merkezli dünyanın pek çok noktasına ulaşım hattı olan bir havayolu şirketiydi. Sene 1927 idi kurulduğunda, daha sonra gittikçe büyüdü. Rakip şirketleri satın alarak hava yolunu neredeyse tekele çevirdi ancak 80'lerin ortalarında yanlış stratejilerle şirketi küçültme kararı almak zorunda kaldılar. Parça parça satıldı hatlar ve yok oldu güzelim şirket. Şimdi Pan Am yok ama eskiden ikondu. Pan Am'le uçmak ayrıcalıktı. Pan Am'de çalışmak ise daha büyük bir ayrıcalık.


Jack Orman'ın yaratıcılığını yaptığı dizi 9+5 şeklinde 14 bölümlük iki sezon sürdü. Daha doğrusu 1,5 sezon. Nedenini anlamak zor. Epey sürükleyici diziydi halbuki. Ben cuma gecesini pazar öğlene bağladım. Hepsini arka arkaya izledim. Güzel bir hafta sonu tatili oldu bana.


Olayların merkezinde 4 hostes ve 2 pilotumuz var. Kendi aralarındaki ilişkileri olsun, özel hayatları olsun, 1963 yılında gündem olan şeyler olsun hep konu edilmiş diziye. Evet, dizi 1963 diye açılıyor en son 1964 yılbaşında final yapıyorlar.


Ekip zaman zaman değişiyor tabii, hastalananlar, izne çıkanlar oluyor ama genel olarak kemik kadro korunuyor görüldüğü kadarıyla. Normalde de bu tarz bir iş arkadaşlığı ortamı var mı uçaklarda bilmiyorum. İki tane de hostes tanıdığım var ha, hiç bunları sormak gelmedi aklıma. Bu dört hostesin ikisi kardeş. Kardeşlerden biri dillere destan güzellikte, yani şirketin tanıtımında dergiye kapak kızı olacak kadar güzel.

Sönük kız kardeş ise hayatta hep onun gölgesinde kalmış ama artık kendi yolunu bulmuş, MI6 için çalışıyor. Ajan yani. Çok önemli bir havayolu olduğu için içlerinde bir ajan olması gerekiyor zaten. Biri daha önce cezalar almış, sıkıntılı ve çok zeki bir kız. Diğeri ise Fransız, geçmişi arızalı ama hepsi çok tatlı. Gerçi içlerinde bir tek ajan olanı sevmedim. Hadi hangisi kim söylemiyim de postredeki tiplerinden karakter tahlili yapın; isimleri alfabetik sırayla yazıyorum: Kelli Garner, Christina Ricci, Margot Robbie ve Karine Vanasse.


Kaptan pilotumuzu Mike Vogel, 'first officer' yani 2. pilotu ise Michael Mosley oynuyor. (Zaten hostese de stewart diyollar) 2. pilotumuzun son 5 bölüme renk katan müstakbel eşini ise Ashley Greene oynuyor. Twilight Serisi'ndeki Alice hani.

Bir ara ekipçe Almanya'ya gidiyorlardı. Politik meseleler dönenirken (dönenmek) bunlar da oralarda takılıyorlardı işte. Ailesi eskiden Hitler'e kurban olmuş Colette, çocukken öğrenmek zorunda bırakıldığı Almanca'sı ve sesiyle inletiyor ortalığı. Sesine kurban. Bu arada bakalım kimler Karine'in Colette'i oynadığını doğru tahmin edebildi?

Dizi devam etseydi keşke diyen tek ben değilim.
Bakınız altyazıcı da son sahneye şöyle bir not düşmüş:


02.12.2013
Oku..

Now is Good (2012)


Sabah sabah böyle filtreli dertlere gark ettim kendimi, eski oyuncu yeni romancı Jenny Downham'ın 'Before I Die' isimli kitabının sinema uyarlaması bu filmin senaristi ve yönetmeni Ol Parker diye bi eleman. İngiliz filmi. Birçok İngiliz Hollywood'ta film çektiğinden, hangi film nerenin belli olmuyor bazen. Yani ben ayıramıyorum en azından.


Lösemi olan genç bir kız, Tessa, kemoterapi istemiyor, zaten ölücem niye bu çaba diyerekten. Anne baba ayrı, babayla kalıyor. İlgili baba, annesi yapısı gereği ilgisiz kalmış. Bir arkadaşı var, Zoey. Tessa, ölmeden önce yapmak istediklerinin bir listesini yapmış. İşte sex, uyuşturucu falan.. Gencecik kız daha, merak ediyor.

Bi çocukla tanışıyor, aşık oluyorlar. Zor tabii, son zamanlarında seni böyle seveni bulunca ayrılmak da istemiyorsun. Baba bunu biliyor, istemiyor önce falan.. Abi çok dram ya.. Ağladım yeminle, ne yalan söyliyim.


Peki bu filmi nerden buldum? Game of Thrones'taki PKK'lı Ygritte'i oynayan Rose Leslie'nin oynadığı filmlere bakmıştım bi ara, o ara eklemişim işte izleneceklere. O da, azıcık oynuyormuş, bir sahnede. Ama üzülmedim, kadro hala sevimliydi: Tessa'yı, daha 20'sine gelmeden filmografisine 50 film yazdırmış Dakota Fanning oynuyor; Zoey'yi, Kaya Scodelario; Tessa'nın annesini, Postman (1997) filmiyle ergenliğimi bir süre meşgul eden Olivia Williams... Bu kadını ne zaman görsem içim bir tuhaf oluyor. Çok bahsetmek istemiyorum ama Tessa'nın aşık olduğu çocuk da yakışıklı, babası da yakışıklı. Bunları tanımıyorum, ilgi alanı meselesi..


İzlerseniz ağlarsınız, ağlamak isterseniz izleyiniz, ben söylemiş olayım da..

23.11.13
Oku..

Eski Hikaye (2013-14)


Aşırı popüler 'Kuzey Güney' dizisi biter bitmez, oranın Güney'i rolündeki Buğra Gülsoy'un yeni dizisinin tanıtımları başlamıştı. İllüstrasyon karelerden oluşan bir tanıtım filmiydi, işte 'yakında!' falan diye.. Önceydi ama baya.
Sonra.. Sonrası yok. Televizyon yok bende, izlemiyorum. Şaka tabii, bak n'oldu sonra..


Kurban Bayramı iki gün sonra.. Evdekilere dedim ki "Bu bayram gelmiycem ya, işim gücüm var, bi dahakine artık.." işim gücüm yok, yol uzak geliyor, artı cebimde yola gidecek para yok.. "İyi peki, bu seferlik öyle olsun" dediler ama bozuk atıyolar baya.. Ertesi gün, arefe.. Daha önce yaptığım bi işin parası geldi. Bi de İstanbul bi boşaldı ki, yolda yere düşsem bayılsam bi hafta yatarım, bomboş mahalle.. Nasıl moralim bozuldu, dedim bi gideyim otogara, hani yoktur da, belki şansa bala bi bilet bulurum ek sefer mek sefer ayağına.. Uçak zaten aşırı pahalı. Sırt çantamda bi gömlek bi pantolon gittim otogara. "Nereye abi? Nereye abi?"cilerden normalde uzak dururum, hep önceden alırım biletimi. Bu sefer ilk sorana söyledim "İskenderun". "Gel abi" dedi götürdü beni "Şimdi kalkıyo" diyerekten..
Yalandan bi bilet kesip verdi, en arkanın bi önündeki koltuk, koridor tarafı. Bakıyorum peronda yok bu otobüs, sordum nerde diye, arkada bi yeri gösterdi servis otobüslerinin yanında, beyaz, 403, eski araba yani.. Firma adı falan yok. Dedim bu mu, "Geç abi geç abi şimdi kalkıyo" Böyle bir koku yok. İçerde konuşulan dili anlamıyorum, bi en önde bi kız var sevgilisine sinmiş, başka da dişi görmedim yerime geçerken.
Neredeyse dolu otobüs. Oturacağım yere geldim, yanımdaki koltukta bi yarma uyuyo, yan ikili boş, oraya geçtim, gelen olursa kalkarım diye. Arka dörtlüye bi aile geldi, bi kadın, bi çocuk, iki adam. Kadın mı bilmiyorum gerçi. Normalde gözler açık olur ya çarşafta, bu kocaman siyah gözlük takmış bi de.. Çocuk rahat durmuyo zaten, bi de herkes konuşuyo ama hiç anlamayınca dili, iyice baş ağrısı oluyo. Ulan evdekilere de sürpriz yapacam diye söylemedim de.. Yolda bi şey olsa kimsenin haberi yok, bi ara düşündüm söylesem mi diye ama telaş yapmasınlar dedim. Bildiğin kaçak yolculuk yapıyoruz ya, otogardan nasıl çıktık bilmiyorum, vergi veriyolar mı sanmıyorum, eve gidebilecek miyim 'inşallah' diyorum. Yol boyunca, yol kenarında çiş molası mı verilmedi, saçma sapan yerlerde yemek mi yenmedi.. Neyse az çok uyumaya çalışıyorum ki, yol çabuk bitsin..
İki ön koltukta bi tane temiz bi çocuk var, sarışın. Ben dahil kapkara otobüste bi o sarı. Oyunculuk yapıyomuş, öyle bi şeyler duydum, yanındaki elemana anlatıyo. Baya Türkçe konuşmalar da var yani içerde, şaşırıyorum. Bu arada kimse gelmedi oturduğum yere, yanım boş gidiyorum. Adana dolaylarında verilen bi molada konuşuyoruz, sohbet edecek ortamı bulup tanışmış oluyoruz Mehmet Aykaç'la. Konservatuvar okuyomuş, şan bölümü. Kesin ortak arkadaş vardır memleketten deyip facebook'ta ekleşiyoruz, 2 ortak arkadaş, ama İstanbul'dan. Neyse..
Mehmet, birkaç bölüm konuk oyuncu olarak bu Eski Hikaye'de rol almış. "Biliyo musun?" dedi, "Yok" dedim, "Bu hafta 3. bölüm oynayacak" dedi, "sahnem var" dedi.
Yani böyle saçma bi yolculukta böyle bi arkadaşım oldu..

Mehmet Aykaç, Bahadır İnce ve Buğra Gülsoy

Bir ay önceymiş bak, zira dizi 7 bölüm oldu bu haftakiyle beraber. Görüşürüz dedik görüşemedik daha, ama umarım görüşürüz. İzledim sonra ben bu diziyi, 1, 2, 3 yapıştırdım arka arkaya.. İyi değil pek. Fakat sardı, izlerken krize giriyorum ama bırakamıyorum niyeyse.


Mesela bak, Buğra Gülsoy hiç star tipinde biri değil bence. Kafadan kaybediyor dizi. Ama kötü adamlar gayet iyi tipler: Murat Daltaban, Sermet Yeşil, Ali Barkın..

Hikaye de şu, Mete daha çocukken babası öldürülür. Babasının meslektaşı ve arkadaşı eski istihbaratçı Berkes amcası himayesinde babannesiyle büyür. Sonra intikam duygusuyla, babasının katilini ve o cinayete sebep olan herkesi cezalandıracaktır. Kötü adamların arasına sızıp ajancılık oynar Mete. Komşuları var diziye renk katsın diye, bi de kötü adamın bacısı ve kızı işte..


Mehmet de dizide kötü adamın kızının sevgilisi olan zengin pijini oynuyor. Tamam oyunculuğun daha başında ama kameraya gayet yakışan biri. Ayrıca dizinin bütün kadrosu kötü oynuyor gibi. Demek ki neymiş oyuncular kötü değil, yönetim kötüymüş. Hemen bakıyoruz yönetmene Bahadır İnce. E, sen yönetmensin, kimseye suç atamazsın, kurgun da kötüyse senden bilirim, oyuncun da kötüyse senden bilirim. Yoksa oyuncuları daha önce de izledik hep, başarılı tipler. Kırılmaca gücenmece yok.


Neyse çok biliyo gibi yazdım böyle ama asıl uzmanlık alanıma gelelim. Dizideki kadınlara bi göz atalım. Favorim, üst komşunun küçük kızını oynayan, Tuğçe Kumral; 30 yaşında ama hiç göstermiyor. Avukat ablasını Funda Eryiğit oynuyor. Güzel kız bu da. Bi tane de sarışın bi tatlış var işte kötü adamın kızı, Damla Debre. Ve kötü adamın iki bölüm önce diziye katılan kız kardeşini oynayan Ayçe Abana..

Bu arada demin tam rahatlayamadım biraz da senariste giydirmek isterim. Senaristi Levent Cantek. Kendisi İletişim'in yazar ve editörlerinden, üç dört tane kitabı var, daha çok inceleme. Daha önce de senaryo yazmışlığı var. Peki diyaloglardaki bu oturmamışlık neden?
Zeynep'in duvarındaki poster de çok reklam kokuyo, gerçi onu az adam anlar..

Ha bunları söylüyorum da hiç mi haberim yok piyasadan, kolay mı her hafta 90 dakika dizi çekmek, yazmak, kurgulamak.. Bunların da işi çok kolay, yata yata dizi çekiyolar demiyorum zaten. Ha izlenmiyo mu, izleniyo. En azından ben izliyorum.


Dizi 17. bölümle final yaptı, "Bitti de kurtulduk be!" dedim yani. Yapabilecekleri en saçma finali yaptılar ayrıca.. Bir yandan başladığım işi bitireyim mantığıyla izlemem gerektiği hissine kapılıyorum, bir yandan harcadığım zamana yazık diyorum. Bitti de kurtulduk yani.

Tamam dizi bitiyo falan diye triplerdesiniz anlarım ama, o final bölümü neydi ya..

Geçen gece de Funda Eryiğit'le tanıştım. Baştan bi söyliyim, çok tatlı, sesi zaten.. Önce bi nabız yokladım, "Dizi bitti, ne hissediyosun" diyerek.. E haliyle benim kadar negatif değil dizi hakkındaki görüşleri ama ben yine de içten içe sevindim bitmesine, yalan yok.. Geçen sene Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri'nden 'En İyi Kadın Oyuncu' heykeli var, daha n'olsun..

Bu arada evet, heykeli gördüm, elime de aldım, baya ağır.. Gerçekten iyi olunmasa kimse kimseye vermez yani.. Bu demek oluyor ki DT Üsküdar Sahnesi'nde oynayan 'Sessizlik' adlı tiyatro oyunu izlensin.. Ertelenmesin.. Hatta ayarlayın beraber gidelim..

22.11.13 güncelleme 16.02.2014
Oku..