Public Enemies (2009)


Film, eski FBI ajanı Bryan Burrough'un 1933'te sunduğu -sonradan kitaplaşan- makalesinden yani gerçek bir hikayeden esinle The Insider (1999)'ın yönetmeni Michael Mann tarafından çekilmiş.. Avrupa'nın, özellikle Fransa'nın en aydınlanmış dönemlerinin Amerika'da ters teptiği zamanlar, 20'ler, 30'lar.. Alkol yasağı kaçakçılığı, işsizlik soygunları beraberinde getiriyor oralarda..


Halk Düşmanları diye sunulan tipler, John Dillinger ve çetesi.. Bu adamlar işi o kadar abartmış ki artık polis teşkilatı sadece bu çete için ayrı büro kurmuş, yurdun dört bir yanından becerikli dedektifler toplanmış.. Hepsinin hedefi John Dillinger.. Bu adam, elli dolarlık bir market soygunuyla -ilk işiyle- yakalandığında on yıl hapis yatmış.. Bu duruma çok içerleyip çıktığında nam salan bi banka soyguncusu olmuş.. Çetesini çok zekice idare etmesi sayesinde her içeri girdiğinde kaçmayı başarmış.. Her yere adam yerleştirme becerisinin en meşhur örneklerinden..


John hapisten yeni kaçtığı bi dönem arkadaşlarıyla eğlenmeye gittiği barda bi kızla tanışıyor ve aşık oluyor.. Sıradan bi aşk hikayesinden ziyade, bir kaçağın, işini engellemeden sevdiği kadını koruyabilme çabasını izliyoruz.. Sonra baya çatışma sahneleri de var, mafya filmi neticede diye.. Nerdeyse klasik baba filmlerinden diyebiliriz.. Baba filmi derken, bildiğiniz, evdeki baba..


Çok öyle ahım şahım bi film değil, idare eder.. Avantajı muhteşem oyuncu kadrosu, güzel güzel tripler izleyebilme olanağı.. Johnny Depp, Marion Cotillard ve Christian Bale.. Film hiçbirinin en iyi filmlerinden değil ama idare eder işte dediğim gibi.. Bu üç muhteşem isme, diğer birçok isimle beraber küçük rollerle Channing Tatum, Leelee Sobieski ve Carey Mulligan eşlik ediyor..

30.10.15
Oku..

Deep Impact (1998)


Baba arşivden devam ediyorum.. Ha bugün bir de 29 Ekim, kutlu olsun Cumhuriyet!.. Günün filmi Derin Darbe, baştan söyliyeyim, imdb puanı 6,1 yazılısinema puanı 6.. Gideri olan bi film, kadrosu şahane, hikaye için denebilecek fazla bi şey yok, 'ya olursa' filmi.. Yönetmeni Mimi Leder hanımefendi daha ziyade televizyona çalışan bir filmci.. 40 yönetmenlik işinden sadece 4'ü sinemada gösterilmek üzere hazırlanmış..


Kadroda Tea Leoni, geçen sene The Judge (2014)'la Oscar kazanan Robert Duvall, 'Frodo' Elijah Wood, Leelee Sobieski, ilk siyah Amerikan başkanı Morgan Freeman ve biraz da Jon Favreau yer alıyor.. Tea Leoni hakkında -hep söyliycem unutuyorum- İngiliz Naomi Watts'ın Amerikan şubesi demek bence çok tatlı tespit olur.. Resmen ben karıştırayım diye bu kadar benzer tarzlara sahipler, bi gelişmişleri Nicole Kidman.. Hepsi çok güzel, ayrı mesele, hepsinin ellili yaşlara rağmen hala aşırı gideri var, apayrı mesele..


Filme dönelim.. Astronomi öğrencisi iki genç ders sırasında birkaç bildik yıldızın yanında ilginç bir başka yıldız görürler, incelenir ve dünyaya yaklaşmakta olan bir kuyruklu yıldız olduğu, dünyaya çarparsa sıçtığımızın resmi olduğu anlaşılır.. Ama tabii ki gizliden, ve tabii ki Amerikan hükümeti tarafından.. Çarpacağı yeri de hadi tahmin edin, Manhattan, yani ilk etkilenecek yer burasıdır ve bütün ciddiyetle müdahale yolları aranır..


Olayı hükümetin gizliliğinden ilk çıkaran gazeteci kız Jenny Lerner, Amerikan başkanıyla anlaşır ve gizliliği koruması neticesinde spikerliğe ve halk kahramanlığına terfi eder.. Yıldızı ilk tespit eden astronomi öğrencisi Leo Biederman da kahraman olur ve bu müstakbel katil yıldıza adı verilir.. Sonra o yıldızı yok etmek için uzaya bir grup astronot nükleer patlayıcıyla gönderilir, ki o yıldıza konup, bombayı yerleştirip, onu parçalamaya çalışsınlar.. Ama işler istendiği gibi gitmez..


Yıldız yok edilebilecek mi? Eğer yok edilemezse etkileri nasıl olacak? Peki çarpışmanın olacağı 4 haftaya kadar ne kadar zengin/torpilli vatandaş bi uzay gemisiyle dünyadan uzaklaştırılabilecek? Hepsi ve daha fazlası için filmi izleyiniz.. Bence gayet izlenebilir bi film.. Yapımın eskiliğine takılmayın, gayet de düzgün iş çıkmış, hem de kadın yönetmen tarafından.. Yanlış anlaşılmasın kadınlıkta sorun yok, normalde aksiyon, gerilim, efekt işleri falan erkek işi olarak görünür ya, ondan.. Elinin hamuruyla güzel iş yapmış..


29.10.15
Oku..

The Day the Earth Stood Still (2008)


Babamın arşivinden, Türkçe dublaj filmlerden devam ediyorum.. Bugün Keanu Reeves'in başrolünü oynadığı, -bu yetersiz, bilim-kurgu olup olmadığını kendinin de anlamadığı bir film olan- Dünyanın Durduğu Gün'ü izledim.. Dünyanın durduğu falan yok, sadece uzaylı istilası vakası..


Klaatu, yetmiş küsur yıl önce dünyadan kaçırılan bir dağcı, işte filmin çekildiği günümüzde de bi görev için tekrar dünyaya gönderilmiş.. Genetiğiyle oynanıp beyni yıkanmış, görev bilinci aşılanmış.. İnsan görünümlü uzaylı yani.. Önce dünyaya bi cisim yaklaşıyo, Manhattan'a çarpacak diye sekiz çeşit kendi alanında uzman insanı toplamışlar, çare bulmaya çalışıyolar.. O sırada cisim dünyaya çarpmaktan vazgeçip, hafif iniş yapıyor, Central Park'a.. İçinden işte Klaatu çıkıyor, "Yöneticilerinizle görüşcem, söyleyeceklerim var" diye.. Tabii insanlar hatta Amerikan hükümeti uzaylı görünce konuşmaktan ziyade kesip incelemek istiyor.. Sonra olay çıkıyor..


Genetikçi Helen, Klaatu'ya yardım etmek istiyor, Klaatu da ona ısınıyor, kaçıp saklandıkları yerde derdini ona açıyor: "İnsanlar dünyayı yok ediyor, dünyayı kurtarmaya geldik.. Amma dünyayı insanlardan kurtarmaya.." Telaş yapan Helen, çok sevdiği üvey oğlunu da alıp kaçacak ama nereye kaçsın.. Klaatu, tanıyınca seviyor insanları, aslında bazılarının iyi niyetli olduklarını anlıyor ve taraf değiştiriyor. Bu sırada yok etme işlemi başlamış tabii..


Metrodaki kahraman Keanu Reeves'e, Requiem for a Dream (2000) Jennifer Connelly ve Will Smith'in oğlu Jaden Smith eşlik ediyor.. Küçük bir rolle kadroda yer alan Robert Knepper da adamım; pek çok filmde yan rol olarak izlenebilen bir oyuncu olan Knepper'ı siz en iyi Prison Break dizisinde T-Bag olarak hatırlarsınız.. Filmin yönetmeni Scott Derrickson.. Bir yeniden yapım olan filmin orijinali 1951'de gösterilmiş, Harry Bates'in öyküsünden uyarlanan filmi Robert Wise yönetmiş ve o dönemin büyük teknolojisi sayılabilecek uzaylı tiplemesi neden güncelde de aynı basitlikte tutulmuş aklım ermedi..


Film gayet vasat bir baba filmi, efektler çok iyi değil, hikaye desen zaten..imdb puanı 5,5 yazılısinema puanı 4,0.. Keanu Reeves'in hatrı var işte..

28.10.15
Oku..

State of Play (2009)


Takip edenlerin bildiği üzere İskenderun'dayım.. Kaçtım İstanbul'dan.. da ne kadar kaçabilirsin ki, işte, oyumuzu kullanıp geri dönecez.. Geçtiğimiz Eylül'de çeyrek asırı doldurdum, galiba oy kullanabileceğim 4 seçim falan atlattım, hiç de oralı olmadım, apolitik kişiliğim oy kullanmamı engelledi her seferinde ama kullanmak lazım artık, görüyorum etrafta ben gibileri, bu seçimde bi gazlıyız, bi şeylerin önüne geçmek gerek artık.. Neyse mesele bu değil, ben İskenderun'a geldim ama havalar burda da kötü, yine otur film izle..
Babamın Türkçe dublaj film arşivine dadandım, her gün bir film izliycem, genelde eski filmler, hep izlediğim ama unuttuğum şeyler, tam da baba filmleri yani; aksiyon, politik, CIA, FBI falan hep..


State of Play, 2003'te BBC için Paul Abbott tarafından yazılan altı bölümlük bi mini-dizi imiş.. Beş altı sene sonra bunu sinema seyircisine sunmak istemişler, One Day in September (1999)'la en iyi belgesel Oscar'ı kazanan Kevin Macdonald'a emanet edilmiş filmin yönetmenliği.. Kadro ise epey sağlam: Russell Crowe, Ben Affleck, Rachel McAdams, Helen Mirren, Robin Wright ve küçük bir rolle de Jason Bateman..


Usta gazeteci Cal'la, eski arkadaşı -şimdinin kongre üyelerinden- Stephen tekrar bir araya gelirler. Ama Stephen'ın başına gelen trajik bir olay sonucunda.
Stephen, gizli operasyonlarda kullanılan paralı asker tedarikçisi şirketlerle işleri yürüttüğü görevinde beraber çalıştığı kızın öldürülmesiyle soluğu eski dostu Cal'ın yanında alır.. Stephen evlidir ve kızın ölüm haberini verdiği basın toplantısında ağlayarak kendini ele verir, gerçi karısı da Cal'la yasak aşk alevlendiriyordur, eskiden beri. Kızın öldürülmesi haberiyle ilgilenen Cal, Stephen'ın ona gelmesiyle habere boyut kazandırır. Bi gazeteci kız daha vardır yanında, Della, hep beraber cinayeti aydınlatmaya ve şöyle mükellef bir haber yapmaya kalkarlar..


Diyeceksiniz ki, bu gazeteciler neden polis gibi çalışıyor, bırak cinayeti çözsün polis, sen bas gazeteyi.. Yok, polis dediğin bürokrasi yuvası, ne kadar iyi de çalışsalar kanun onları yavaşlatıyo.. Onun için gerçek bir haber yakalamak isteyen harbi gazeteciler, Cal ve Della, cinayeti çözüyor, Stephen'a rağmen..

Filmin imdb.com puanı 7.1 yazılısinema puanı 6,5'tan 7..
Oku..

Scenes of A Sexual Nature (2006)


Ne adını ne yapanı biliyordum.. İstanbul-İskenderun yolunda, şehirlerarası otobüsün film kanalında denk geldim. Parkta, piknik konumunda bi çift, muhabbet ediyolar, eleman, çimlere uzanıp Camus okuyan bi kızı kesiyor. Kızın iç çamaşırı görünüyor. Eleman baktığı fark edilince kitaptan yürüyor ama karısı yemiyor. Kız desen, kesilmekten memnun..
Ve benzeri, eğlenceli, romantik yedi aşk hikayesinden oluşuyor.. Ortak nokta parkta, piknikte, o civarda geçmeleri..


Tom Hardy'yi gördüğüm sahnede baktım hemen internetten, mümkünatı olan filmlere, bi kerede buldum.. Aşk Manzaraları.. Budur kesin dedim, oydu.. Film ilerledikçe de gördüm ki, Ewan McGregor, Mark Strong gibi bildik isimlerle beraber Sophie Okonedo, Gina McKee, Adrian Lester, Polly Walker, Holly Aird gibi çok bilmedik oyuncular da yer alıyor.. Filmin yazarı Aschlin Ditta, yönetmeni Ed Blum..


Film öyle efsane bi film değil ama McGregor'un çapkın eşcinsel rolü, Hardy'nin park serserisi tiplemesi görülmeye değer..

24.10.15
Oku..

One-Minute Time Machine [2014]


Sean Crouch'un yazıp Devon Avery'nin yönettiği bu kısa film, zaman yolculuğu hikayelerine bambaşka bi yerden bakıyo..

Hani tamam bi şekil zaman makinesi işini hallettik, zırt pırt ileri geri yapıp paralel evren yaratıyoz da sonra n'oluyo..


Filmde bankta bi kadınla tanışmaya gelen bi adam, "Oturabilir miyim?"le başlayıp muhabbete giriyo, her yaptığı hatada elindeki 'bi dakkalık zaman makinesi'yle geriye gidip hatasını düzeltip devam ediyo.. Böyle böyle tavlıyo kızı, muhabbet ilerledikçe kızın zaman yolculuğuyla bilimsel açıdan ilgilendiğini öğreniyo ve aşırı ufku açılıyo..

Kız diyo ki, sen her geri gittiğinde yeni bi paralel evren yaratıyosun ya, ardında bıraktığın diğer evrendeki sen n'apıyo, hatalarıyla yaşamaya devam mı ediyo, n'oluyo yani orda..

Kesinlikle izlemeniz gereken beş küsur dakkalık falan bi film.. Oyuncular, Brian Dietzen ve Erinn Hayes.. Erinn güzel kadın.. Film gösterildiği -nerdeyse- bütün festivallerden ödülle ayrılmış..

24.10.15
Oku..

Relatos Salvajes (2014)


İsmi İspanyolcadan 'Vahşi Hikayeler' diye birebir tercüme edilebilecek olan filmi Arjantinli Damian Szifron yazıp yönetmiş. Filmi oluşturan altı kısa hikayenin ortak noktası, bir yerden sonra vahşi bir hale gelmesi.. Bazıları 'kara komedi' diye sınıflamış filmi ama bence ilgisi yok.. Tamam yer yer mizaha dönüşüyor vahşet ama bence 'kara komedi' başka bi şey yani, bu değil..


Filmi bi zaman izlenecekler listeme eklemişim, sonra zaman geçmiş unutmuşum, daha sonra da "Ben bunu niye eklemişim la buraya, ne yönetmeni tanıyom, ne oyunculardan birini?.." dedim.. O sırada da arkadaşım, "Off, onu izleme ya, leş gibi film.." falan dedi, sildim.. Sonra yine muhabbeti geçti, kimin tavsiye ettiğini orda hatırladım, yine çok övüldü film, geri ekledim falan.. Şimdi de izledim işte, ama daha önce de yeltenmişim izlemeye, ilk hikayeyi görünce tanıdım, başlayıp bırakmıştım nedense.. İzleyince dedim ki, "Olum, çok güzel beeee!.."


İlk hikaye, bi uçakta geçiyor, herkes bi şey için bi yere gidiyor ve hepsinin bi ortak arkadaşı çıkıyor: Pasternak.. Oyuncular: Dario Grandinetti, Maria Marull..

İkinci hikaye, bir yol üstü lokantasında, garson kız bir bakıyor geçmişten tanıdık bir yüz müşteri olarak gelmiş, kendi kaşınmış.. Oyuncular: Julieta Zylberberg, Rita Cortese, Cesar Bordon..

Üçüncü hikaye, yeni AUDI'siyle şehirlerarası kaymak yolun tadını çıkaran adamımız, arabasıyla önüne çıkan ve yol vermemekte direnen köylüye yanından geçerken küfreder ve ilerde lastiği patlar.. Oyuncular: Walter Donado, Diego Iturralde..


Dördüncü hikaye, park yasağı uyarısı olmadığı halde yasak diye arabası çekilen ve yok çekici yok park cezası diye belediye tarafından soyulan bombacının cinneti.. Oyuncular: Ricardo Darin..

Beşinci hikaye, malikanede geçiyor, bi zengin çocuğunun yanlışlıkla hamile bi kadına çarpıp kaçmasıyla, bunu o durumdan kurtarmak isteyen çıkarcıların düştüğü durum.. Oyuncular: Oscar Martinez, Osmar Nunez, Diego Velazquez..

Altıncı hikaye ise bir düğün salonunda geçiyor, çok eğlendikleri düğünün bir anında, gelin, damadın çapkınlığını yakalar ve ortalığı ayağa kaldırır, bambaşka bi düğün olur.. Oyuncular: Erica Rivas, Diego Gentile..


Film geçtiğimiz Oscar'da en iyi yabancı dilde film kategorisinden aday gösterilmiş ama kazanamadı, kazansa bilirdik, bu kadar uzamazdı izleme süreci.. Ancak kazanamadığı Oscar yerine katıldığı birçok başka etkinlikten ödülle dönmüş, bi göz atın bence ödüllerine.. Öyle böyle değil.. Ayrıca film imdb.com top#250'de.. Peki Oscar'ı kime kaybetmişti derseniz: Sıralı Tam Liste: Oscar 2015..

22.10.15
Oku..

Back to the Future BoxSet


Robert Zemeckis ile Bob Gale'in yazdığı hikaye, yarattığı karakterler.. Yapımcı Steven Spielberg, yönetmen Robert Zemeckis..
Sonrasında zaten çok işlendi bu zaman yolculuğu olayı ama öncesi de var, benim bildiğim ilk zaman makineli film The Time Machine (1960), H.G. Wells'in romanından uyarlanan, en iyi efekt Oscar'lı film.. Tahmin edileceği üzere bilim kurgu edebiyatla beraber sinemada da bu makine üzerine kurulan pek çok hikaye var.. Ama en etkilisi budur işte: Back to the Future (1985)..


Dr. Emmett Brown ve Marty McFly'ın maceraları sinema tarihinin unutulmayacak kadar etkili işlerindendir.. Hala daha ilk izlediğim haliyle, Türkçe dublajıyla izlerim seriyi.. Ara ara açıp izlediğim filmlerin başında gelir bu seri, bu sabah da açtım ve fark ettim ki, bugün ikinci filmde gelinen gelecek: 21 Ekim 2015


Seri, "Kasım ayı, envanter ayı.. Toyota bu sene üreteceği..." falan diye radyo haberiyle başlıyor, çocukluğumdan beri duyduğum, aklıma kazınan bi giriş.. Sonra, Doktor ve Marty'nin diyalogları.. Nasıl unutacam abi ben onları, unutulmaz ki.. Değişim Kapasitörü'nü nasıl unutayım?!

Seride bi tek ilk film imdb.com'un top#250'sinde ve tek Oscar sahibi de yine bu ilk film, en iyi görsel efekt Oscar'ı.. Senaryo, ses ve müzik dallarıyla da 4 adaylığı var.. İkinci film de efekt adayı imiş..


Back to the Future (1985)'da, Dr. Brown, yıllardır çalıştığı zaman makinesini artık üretmiştir. Bu çılgın bilimadamının şimdiki hayali, geleceğe gidip insanlığın gelişimi görmek, şampiyon olacak takımları öğrenmek.. Her şey hazır, deneyler yapılıyor.. Makineyi tanıtmak için bir video kaydı oluşturmak istiyor ve Marty'yi çağırıyor.. (Makine de Delorean yalnız..)
O sırada makinede kullanılan yakıt için kandırdığı Libyalı teröristler Doktor'u vuruyor ve Marty de onlardan kaçarken yanlışlıkla 1955'e gidiyor.. Geri de gelemiyor çünkü yolculuk için gereken yakıt 1985'te kaldı.. Yani Doktor geleceğe gitmek isterken Marty geçmişe dönüyor..
O tarihte tabii kendisi yok ortada, yanlışlıkla annesiyle babasının tanışmasına engel oluyor ve durumu düzeltmek için aralarını yapmaya çalışıyor.. Filmin olayı ise geçmişte yapılan değişiklikler gelecekte farklı şekilleneceğinden, çok bi şey değiştirmemek gerektiği.. Ama eğlenceli olsun diye bazı şeyler değiştirilebilir..


İkinci ve üçüncü film, ilk filmden 4 sene sonra yapılıyor.. Back to the Future Part II (1989) ve Back to the Future Part III (1990)..
İkinci filmde geleceğe, 21 Ekim 2015'e yani bu güne geliniyor.. Uçan arabalar, kendi kendine bağlanan Nike ayakkabı, uçan kaykaylar.. Ama günümüzde arabalar uçmuyor bildiğiniz üzere, Nike da o şekil bir ayakkabı üretmedi, kaykay desen nerdeyse komple tarih oldu.. Doktor araştırma için geldiği gelecekte fark ediyor ki, Marty ve Jennifer'ın gelecekte çocuklarıyla ilgili bi problemi var onu çözmek için getiriyor talihli çifti bu zamana.. Ama dönüşte Marty'nin yanında getirdiği Almanak, 95'teki kötü adamımız Biff'in eline geçiyor ve çok zengin olup krallığını kuruyor.. Bunu engellemek için tekrar geleceğe gidiyorlar.. Filmin sonunda Marty'ye bir mektup geliyor.. 1800'lerden, Doktor'dan..


Üçüncü film, vahşi Batı'da geçiyor.. Yine araştırma için bu sefer 1800'lere gelen Doktor'un zaman makinesi bozulmuş ve mahsur kalmış, gelecekten, Marty'den, yardım istiyor ama o gelene kadar oranın yerlisi olmuş, nalbantlık yapıyormuş.. Sonra bi de aşık olur, tam olur.. Filmin sonundaki mesaj da: "Geleceğiniz henüz yazılmadı çocuklar, geleceği siz yazacaksınız!" Çok basit hareketler de var filmde, yani "Of çok saçma" diyeceğiniz sahneler de var ama çok takılmayın onlara..

Oyuncular: Marty, Michael J. Fox; Doktor, Christopher Lloyd; Lorraine, Lea Thompson; Biff, Thomas F. Wilson; Marty'nin babası George, Jeffrey Weissman; Jennifer, ilk filmde Claudie Wells iki ve üçte Elisabeth Shue ve son olarak üçüncü filmde Doktor'un aşık olduğu Clara, Mary Steenburgen..


Bugün 21 Ekim 2015, bugün Geleceğe Dönüş Günü..
Oku..

Bulantı (2015)


İzlemek için çok yollar teptiğim, Başka Sinema etkinlikleri kapsamında izlediğim ve beğendiğim bir film oldu.. Normalde pek sevmem Zeki Demirkubuz filmlerini, tamam çok klas adamdır ama ne bileyim, çok severek oturup izleyeceğim hikayeler olmuyor yazdıkları.. Ama bu filmde hikaye de değil, karakterler çok güzel.. Baya güzel hem de.. Kendi oynaması ve çok da güzel oynaması da şık hareket.. Hah film için doğru kelime bu: Şık bi film!..


Bi entelektüel dramı anlatılıyor.. Ahmet'in arasının bozuk olduğu karısı ve genç piyanist oğlu trafik kazasında ölür.. Haberi aldığı sırada yanında sevgilisi gibi bi şeyi vardır.. Zaman içinde, bu olaydan çok etkilenmemiş görünen akademisyen Ahmet'in, Avcılar'da oturan ailesiyle de yıldızının pek barışmadığını anlarız.
Yalnızlığı seviyor gibi görünen Ahmet'in çok sorun edilmeyecek bir psikolojik sorunu vardır, bunu da yalnızlığına yorarız.. Kimseye bağlanmak istemeyen Ahmet'in en yakını, apartman görevlisi Neriman olur.. Ölen karısı Elif, takıldığı güzellik Aslı ve eski öğrencisi Özge.. Ahmet üçüyle de bulanık ilişkiler yaşar ama Neriman'la ilişkisi nettir, onun için en yakınıdır.. Dördü de birbirinden farklı özelliklere sahip dört kadın.. Entelektüel Ahmet'in derdi de budur işte..


Zeki Demirkubuz'un oyunculuğu en az bir ödülle süslenmeli, festivaller ayık olun.. İyi ki de kendi oynamış, başkasına anlatsaymış olacak şey değilmiş, kendi yazdığını oynaması süper olmuş.. Ayrıca kadrodaki diğer isimler de döktürmüş, özellikle Aslı'yı oynayan Öykü Karayel, baya müthiş..
Peki yaratılan karakterlerin ayrı ayrı sanat eserine dönüşmesi.. Özge neydi ya, Aslı, Ahmet zaten.. Diyaloglarından hareketlerine kadar.. Oyuncularını da komple tebrik ve ödüle boğmak lazım..
Ve artık imzası olan kapı açma kapama, ışığın sönmesiyle sahne geçişi.. Işık olayını o kadar abartmış ki bu biraz kötü olmuş, yer yer öğrenci filmi gibi his veriyor bana bu hareket.. Çok gömmek de istemiyorum ama bu böyle..


Özge'yi Cemre Ebuzziya, Neriman'ı Şebnem Hassanisoughi oynarken, Elif'i karısı Nurhayat Demirkubuz, oğlu Yazgı'yı oğlu Yazgı Demirkubuz oynuyor.. Film de bu iki isme ithaf olunmuş zaten.. Ayrıca kadroda bir de Çağlar Çorumlu ve Ercan Kesal faktörü var.. Komple çok iyi ya oyuncular.. Dedim ya, şık film valla..

19.10.15
Oku..

Forks Over Knives (2011)


Beslenme şeklimizin hayati neticelerini aydınlatan bir belgesel. Gerçi bizim değil, Amerikalıları araştırmış, fast food'da onlarla yarışamayız sonuçta.. Kim araştırmış, Lee Fulkerson; kimlerin çalışmalarıyla, Campbell ve Esselstyn ve diğer doktorların yıllar süren çalışmalarıyla.. Film diyor ki, vücudumuz için gereken proteini gayet bitkilerde de bulabiliriz, ayrıca sütteki gerekli denen kalsiyum sakın bize fazla geliyo olmasın.. Toplarsak, hayvansal gıda bizi hasta ediyor, hem de ne..


Kiloya bağlı rahatsızlıklardan tutun da kalp hastalıklarına hatta kansere sebep olan aslında hayvansal gıdalardır deniyor.. Bunu yıllara yayılan çalışmalarda et tüketiminin arttığı dönemlerde kanserin de arttığı bir grafikle ispatlıyor.. Süt ve ürünlerinin arttığı dönemde kemik erimesi artmış.. Bu tarz grafikler hazırlayıp, bitkisel beslenmenin öneminden bahsediyorlar.. Hastalarına uyguladıkları diyetlerle elde edilen gelişmeyi gösteriyorlar.. Kolesterol düşüyor, kalp ritmi düzeliyor.. Kanser tedavisi olarak kullanıyor bir hastasına ve işe yarıyor bitkisel beslenme diyeti..


Yani bitkisel beslenme tabii ki güzel bi şey ama hayvansal gıdaları da komple gömmek yersiz.. Aşırı lahana ve brokoli tüketiminin iyot eksiliğine sebep olduğunu da biliyoruz.. Bu sebeple bence suçlanması gereken hayvansal gıda değil, aşırı hayvansal gıdadır.. Bi oturmaya kuzu bitiren bi halka bunu anlatırken dikkatli olmak gerekir. Filmin verdiği örnek şuydu: Afrika'da kanser oranı düşüklüğü et tüketiminin azlığından, diyor mesela.. Et eşittir kanser diyor.. Tamamen haksız demiyorum ama biraz abartı bence.. Problem etten ziyade işlenmiş et veya değerleriyle oynanmış et diyelim.. Yoksa yani bu coğrafyada nesillerdir etçil yaşanıyor ve bunun ciddi problemleri görülmemişti. Kanser yeni yeni popüler olan bir hastalık, kim mide veya bağırsak rahatsızlığıyla doktora gitse hemen kanserden şüpheleniyor.. Önceden böyle değildi çünkü gıdalar bu kadar işlenmiyordu..
İlginç bi deney vardı bi de: Bi grup fareye kanser hücresi monteleniyor.. Sonra bu fareleri etle besliyolar, çok protein kanseri büyütürken az protein küçültmüş.. Baya proteinle kontrol edilebiliyor büyümesi yani.. İlginç..


Her şeyi geçtim, insan zaten biyolojik olarak hayvanlar aleminde.. Hayvan dediğinin de bir kısmı etçil oluyor yaratılış bakımından, içgüdüsel olarak.. Bu minvalde düşünüp nasıl et yememekten bahsedilir anlamıyorum. Sağlıklı olduğunu düşünüyorsanız her şeyi yiyebilirsiniz bence, konuyu dramatikleştirmeye gerek yok. Doğru bilinçlenmek ve çok isteniyorsa bilinçlendirmek gerekir. Tabii önce Sağlık Bakanlığı'nın komple bi bilinçlenmesi gerekir..


Yani film, organik manav açmış bir abinin para kazanma çabası gibi duruyor.. Şaka şaka.. Ama nasıl sağlıklı besleneceğinize dair ipuçları verdiği bir yemek kursu var.. forksoverknives.com
Ayrıca instagram'a koyduğu fotoğrafının altında bu filmi öneren Müge Boz'dur vesilesi bu yazının.. Selam olsun..


18.10.15
Oku..

Susuz Yaz (1963)


Metin Erksan'ın Necati Cumalı'nın öyküsünden uyarlayıp yönettiği filmde, rahatsız edici içtenlikte, köylünün su sorununun kötü adamın inisiyatifinde olma dramatikliği işleniyor. Ayrıca baldız da baldan tatlı..


Osman diyor ki, "Su benim tağlamdan çıkiyo arkideş, istemezsem veğmem.." Suyun kaynağı Osman'ın ve emmioğlu Hasan'ın tarlasında, kapak yapıyolar su yoluna diğer köylülerin tarlası kuruyo.. Kurumayı da geçtim, yazın susuz kalan tarla yanar güneşten.. Köylü: "Ayıptır, yapme be Osman..", Hasan: "Bence salalım, böyüğümsün amme haksızsın bu konuda.." dese de, kötü adamımız Osman vermez suyu.. Kavga çıkar, yetmez, hayvanını vururlar, yetmez kazara adam vururlar.. Osman'ın suçunu Hasan üstlenir.. Bir de vicdansızlık edip Hasan'ın çok sevdiği dünyalar güzeli karısına da göz koyar.. Bahar seksi kadındır, çok güzeldir. Hapisteki Hasan da, karısı Bahar da Osman'ın oyununa gelir..


Bu öyküyü tabii ki gerçek bir hikayeden yazmıştır Necati Cumalı. O dönem avukatlık yaptığı İzmir'de denk geldiği bir davanın incelemesidir.. Nerde kaldı gizlilik, nerde kaldı etik..


Erol Taş'ın salt kötü adamlığına alışık olan bana, Ege şivesiyle kötü adam olması başta çok itici geldi ama sonra alıştım. O kadar güzel oynamış ki rahmetli.. 98'de öldü Erzurumlu kötü adam.. Üstelik bu film ilk başrolüymüş.. Normal hayatta da rollerinin tam tersiymiş.. Hülya Koçyiğit'in ise ilk oyunculuğu.. Bu filmden sonra efsane oldu güzelliğiyle.. Filmin aynı zamanda yapımcısı olan Ulvi Doğan, ana kadrodaki üçüncü isim. Bu isimler dışında bütün kadro köy sakini..


İzmir'in Bademler Köyü'nde çekilen film, ilk defa yurtdışı başarısı yakalayan, Berlin'de Altın Ayı alan ilk Türk filmidir.. Ama nasıl almıştır bu ödülü?.. Aslında tekstilci olan Ulvi Doğan bir heves sinema işine girmek istemiş ve bu film için Metin Erksan'a baya para yatırmış. Film tamamlandığında, Hülya Koçyiğit'in seksi halleri dolayısıyla sansüre uğramış ve piyasaya girmeme kararı çıkmıştır. Bu duruma çok üzülen Ulvi Doğan, filmi Erksan'dan çalmış ve arabasının bagajında Almanya'ya götürmüş.. Festivale sokmuş ve gösterilen film çok beğenilip en büyük ödüle layık görülmüş. Haberi alan yetkililerimiz yiğidin hakkını verme kararı almış mecburen..

Film gelmiş geçmiş en iyi Türk filmi olarak gösteriliyor.. Benim listemde de başa oynar..


17.10.15
Oku..