Barfly (1987)


Charles Bukowski, pis ayyaş ihtiyar olarak nam salmış bir yazar. Yeraltı edebiyatının öne çıkan isimlerinden, karakterleri, hikayeleri hatta kendi de alkolün kontrolünde, idi 1994'te ölene kadar. Öte taraf inancı olmayan bir ihtiyardı, hala içiyo mu acaba..

Romanları, öyküleri bazıları tarafından çok beğenilirken bazılarına göre de iğrenç şeylerdi. Ama o, nefretin, derinlerde bi yerde aşka dönüştüğünü bildiği için takmıyordu. Hemingway gibi eleştirmenlerle dövüşmüyor, gülüp geçiyordu. At yarışı oynayıp, karısının kontrolünde içkiyi azaltıp, hayatına devam ettiği bi dönem sinemacı Barbet Schroeder, Charles'a ulaşıyor. "Senaryo yazar mısın, senin bi hikayeni film yapmak istiyorum" der. O sıralar yeni romanı için tasarladığı hikayesi vardır, onu senaryo yapmaya karar verir.


Yönetmen Barbet kendi parasından Charles'a avans verir. Bi yandan senaryo yazarkenki yaşadığı zorluklar, bi yandan Barbet'in yapımcı ararken yaşadığı zorluklar.. Çok zorlu bir dönemdir, senaryo biter, Barbet çok beğenir. Buldukları yapımcı senaryoyu okuyunca vazgeçer. Başka yapımcı bulurlar, oyuncularla görüşülür, ekip çalışmaya başlar, yapımcı vazgeçer. Barbet'in nerdeyse delirdiğini, film için harcanan emeklerin çöpe gitmesine razı olmayacağını anlatır bize Bukowski..


Film bunları anlatmıyor. Bunlar, film bittikten sonra "Ben bu olanları roman yaparım.." diyen Bukowski'nin Hollywood isimli kitabında geçiyor. İkinci sınıf bir Hollywood filminin yapım aşamasını tüm acımasızlığıyla gözler önüne seriyor Charles Bukowski, her zaman yaptığı gibi.
Film yapıldığı dönem eskisi kadar ayyaş değil, hatta film tamamlanınca gala için Limuzin'le falan evden alınması sınıf atladığını gösteriyor, ya da o öyle anlatıyor işte.. Yazdığı senaryo da, yine kendi 'bar sineği' olduğu dönemleri anlatıyor. Çok içip barmenle dövüşmesini, yediği dayaktan sonra yolda sızmasını, tanıştığı deli kadınları ve biraz da yazdığını anlatıyor. Yazmam için benim böyle yaşamam gerek diyor. Yani zamanında kendi başına gelenleri biraz süsleyerek kurgulayıp veriyor senaryoyu.


Sonrasında da böyle bir roman yazması, filme iyi mi geldi kötü mü bilemiycem ama ben romanı okuyup hemen arkasından filmi indirdiysem, işe yaramış. Romanda karakterlerin isimlerini değiştirmiş tabii ama baya anlaşılıyor yine de.. Mickey Rourke'un setteki artistlikleri, Faye Dunaway'in banyo sahnesinde 'memem gözükecek gerginliği' falan.. Ayrıca film kurgulanırken Charles'ın Barbet'e söylediği bi şey çok hoşuma gitti: Eleman bardan kalkıyor, hadi görüşürüz deyip çıkıyor ama birası yarım.. Charles diyor ki, "Bi alkolik asla bardağı öyle bırakıp gitmez, son damlasına kadar bitirir.. Ama yapacak bi şey yok, böyle çekmişsiniz artık" diyor.. Filmde aradım bu sahneleri hep, güzel detay oldu..


Ki fena filmde değil yani, 7 puanı kaptı benden.. 89'da yayınlanan romanı Türkçe'ye 92'de Yapı Kredi Yayınları'ndan girdi, okuyacak olan varsa güncel baskıları Parantez Yayınları'ndan çıkıyor.. Romandaki ve filmdeki karakter Henry Chinaski, yazarlık kariyeri boyunca zaman zaman kullandığı takma adı, görürseniz bi yerlerde, şaşırmayın..

Yalnız Mickey Rourke nasıl da benzemiyormuş o dönemler şimdiki haline.. Çok şaşırdım film boyunca..

16.10.15