King Arthur: Legend of the Sword (2017)


Londra'da bir genelevde, herhangi bir orospunun herhangi bir çocuğu olarak büyüyen Arthur'un, babasından kalan krallığa çökme hikayesi. Efsane bellidir, kayada saplı duran kılıç Excalibur'u, ancak ona layık olan bir ruh yerinden oynatabilir.

Zamanında Kral Uther, dişli bir rakiple savaşmış ve tabii ki kazanmıştır. Kral olmak isteyen kardeş Vortigern ise büyücülerin gazıyla Kral abisini satışa getirmiş ve düşmana koz vermiştir. Bir kuytuda hazırlıksız yakalanan Kral Uther, karısına oğlu Arthur'la kaçma zamanı yaratmış ve kılıcını da düşmana vermektense kendi sırtında muhafaza etmiştir.

Şimdi başa dönelim, "kayada saplı duran kılıç Excalibur'u, ancak ona layık olan bir ruh..." Kayada saplı duran.. Sırtında kılıçla taşlaşmaya başlayan Uther sahnesi, beni epey heyecanlandırdı.


Filmi sinemada izliycez, arkadaşımı beklerken yanaştım bilet almaya, Cinemaximum'un ne kadar pahalı olduğunu unutmuşum. 3D film kişi başı 21 lira imiş, DBox seçeneği olan salonda 5 lira farkla benzersiz bir sinema deneyimi önerdi tatlı gişe kızı.. Önce gerek yok dedim ama DBox'ı da merak ettim, dedim ki, "Film başladığında eğer o DBox koltuklar boşsa geçebilir miyim?", "Geçersiniz ama bilet alırsanız aktif oluyo o koltuklar" dedi. "O zaman benim içimde kalır kesin, sen DBox ver en iyisi" dedim. Titreşim mitreşim, hani en kötü masajı bedavaya getiririz dedim anladın mı.. Film sonunda arkadaşım dedi ki, "Masaj değil de daha çok uzun yol gibi, yordu baya" dedi.. Çok haklıydı.. Hafif sağ sollar ve tatlı ileri geriler güzel ama yerli yersiz titreşim insanı yoruyor.. Başka bir arkadaşımla bunu paylaştığımda "Ben de 7D denemiştim, baya ön koltuktan koku falan sıkıyolardı" dedi.. Varmak istediğim nokta şu, bu sinema değil, bunlar sinemaya dahil şeyler değil, tamam deneyelim ama lütfen sürekli olmasın bu tarz hevesler. 3D mesela, bir hevestir geçer dedim, yok, zorla 3D izletiyolar abi insana filmi, bu-sinema-değil.. 2D'ye sahip çıkalım, bu yaptığım da valla -Chaplin gibi- sessiz filmi savunmakla aynı şey değil.. Bak şuna varım, 5 lira farkla salon sıcaklığı 25 °C'ye sabitlensin ister misiniz? Kesinlikle!!


Filmde Uther'i Eric Bana, Arthur'u Charlie Hunnam ve Vortigern'i Jude Law oynuyor. Kadroda dikkat çeken diğer isimler: Astrid Berges-Frisbey, Djimon Hounsou, Annabelle Wallis, Poppy Delevingne, Millie Brady ve David Beckham.. Yönetmen, Guy Ritchie.. Bu arada Eric Bana tam bir kral değil mi ya, filmde çok az görünüyor ama olay o bence.. Beckham da şov amaçlı görünüp bir cümle konuşuyor..

İngiliz Sinemasının medarı iftiharı Ritchie'nin kesinlikle en iyi filmi değil, onu bi geçelim.. Hikayeye kendi tarzında dokunuşlar yapması güzel olmuş ama bu filmi önemli bi yere getirmemiş, sadece seyir zevki katıyor.. Kendi başına zaten güzel olan Kral Arthur hikayesi, Ritchie'nin kurgu masasından geçince bambaşka bir hale gelmiş.. Son zamanlarda Marvel işleriyle piyasada sıkça görür olduğumuz -salaş ve mizah yönü kuvvetli- güçlü karakterler Guy Ritchie'nin de sevdiği tipler diyebiliriz.. Sherlock Holmes çekmeye başladığından beri kendi orijinal karakterlerine hasret kalsak da, -işte Sherlock gibi, Arthur gibi, hatta yakında izleyeceğimiz Aladdin gibi- tipler bulup kendi sevdiği karakterlere dönüştürüyor.. Bana sorarsan bunların hiçbiri bir Rocknrolla (2008) etkisi yaratamıyor ama yine de baya iyiler..

İki saatlik filmin imdb.com puanı 7,3. Benimkisiiiii.. yürüyen uçak, beş beş, 5/10..

28.05.2017
Oku..

Beş Şehir (2009)


Hayat kadar gerçek hikayelerden oluşan, karşımıza her çıkan karakterde dünyanın malzemesi bulunan bu senaryo Altın Portakal'ca ödüllendirilmişti bile. Polis Aydın, Hasta Çocuk Osman, Şevket ve Kedi, Tevfik Öğretmen, Dilek... Bu beş karakterin ultra dramatik hikayelerine tanık oluyoruz, sonra hikayeler bir yerlerde birleşiyor ve tek, kocaman, afili bir drama dönüşüyor. Yalnızlık, heves, aşk, şehvet ve umutsuzluk. Ve hepsinin etkileşimde olduğu diğer duygular.. Bombardıman diye bu derim.

Hepsini anlatmam, izlemeniz lazım ama Şevket Öğretmen'in şu acıklı hikayesine bir bakın hele.. Sabah genç karısının suratsız halini görüyor, "Uyuyamadım, yine sabaha kadar inledi durdu, ölse de kurtulsa/k" diyor kadın hasta komşusu için. "Öyle deme" diyor Şevket Öğretmen. Hasta kadının kocası da benzer düşüncelerle gelmiş zamanında komşusu Şevket Öğretmen'e. "Zaten ölecek, acı çekiyor zavallı hasta karım. Karım olduğu için ben yapamam tabii ama merhametli bir el yardım etse de, onu da biz çevresindekileri de rahatlatsa" demiş olacak. Şevket öğretmen o sabah kararını veriyor, okula gitmeden önce komşusuna uğruyor, basıyor yastığı suratına, hasta soluğunu kesiyor. E rahatlıyor biraz, artık genç karısının yüzü biraz güler umuyor; komşusu ölü kadının kocası da rahat eder artık. Ama bir süre sonra adam, "Ben dayanamıyorum, içim rahat değil" diyor. Şevket Öğretmen'i zor duruma düşürüp "Sizi polise ihbar etmem lazım" diyor. "İyi de planı beraber yaptık" diyor Öğretmen, "Yapmasaydınız" diyor komşu ve ekliyor "Ya da şöyle yapabiliriz, siz benim karımı aldınız, ben de sizin karınızı aliyim, ödeşelim." Bitmedi, devamı var, "Hem bana nasıl baktığını görmüyor musunuz?!"


Filmin öne çıkan karakterlerinde biri de Polis Aydın. Tansu Biçer canlandırdığı bu karakterle ödüle doymadı zamanında. Altın Portakal, Altın Koza, Sadri Alışık, IF Festival falan, ne varsa alıp götürdü.. Hakketti tabii ki, çok güzel performans, zaten çok yetenekli de ama bana biraz itici geliyor niyeyse.. Bu arada vikipedia'mız kapalı olduğu için kişilerin kendi sitelerini ziyaret etmeye başladım, -zorbalık istemeden iyi şeylere vesile oldu yani- güzel bir tasarımı varmış, beğendim: www.tansubicer.com

İlk blog yazdığım zamanlar, kimin ne filmini yazdıysam sosyal medya marifetiyle -belki paylaşırlar diye- gönderiyordum. Onur Ünlü'nün sosyal tek bağı bu galiba diye düşündüğüm, yapım aşamasında gözüken bir siteye mail atmıştım. "Kardeşim, ben o değilim, ama bence zaten ona bu linki atma, sevmemişsin adamın filmini işte, ne gerek var" diye cevap gelmişti. Haklıydı belki. Onur Ünlü de sonradan şair kimliğinde kullandığı ismiyle şu siteyi aktif etmiş: ahmuhsinunlu.com

Filmin oyuncu kadrosu şu şekil: Tansu Biçer, Beste Bereket, Ahmet Rıfat Şungar -Ahmet'i kullanıyor-, Bülent Emin Yarar, Şebnem Sönmez, Gözlüklü Çocuk, İpek Erdem ve Aşkın Şenol..

Filmde Onur Ünlü kendi filmi Polis (2007)'e halkın tepkisi dediği şeye de yer vermiş mesela, çok sevmediğim bir hareket.. Başka işlerinde de yapıyo bunu ara sıra, şimdi aklıma gelmedi örneği ama yapıyo, kendi seviyo demek ki..

28.05.2017
Oku..

Beauty and the Beast (2017)


Güzel ve Canavar olan orijinalini niçin Güzel ve Çirkin yapmışız acaba?! Kadının vardır bence bi bildiği, çirkin demek istese derdi, canavar demiş işte. Eski toprak Jeanne Marie Leprince de Beaumont hanımefendinin yazdığı düşünülen tek kitabı, o yazmadıysa bile -ki muhtemelen- o anlatmış birileri yazıp gelecek nesillere aktarmış. Biz Ömer Seyfettinlerin, Kemal Tuğcuların dram öyküleriyle büyüdüğümüz için bu masal kitabının adının Güzel ve Çirkin olmasında bir sakınca görülmemiş. Baksana, Fransız, çocuğuna kötü söz içeren kitap okutmak istemiyor belli ki, psikoloji biliyor adamlar.

Onlarca sinema uyarlaması yapılan bu masalın bu en son modeli, Bill Condon yönetiminde bir müzikal olarak filme alınmış. Filmin müzik direktörü ise Disney filmleriyle ün kazanan 8 Oscar sahibi Alan Menken. Yönetmen Bill Condon'u Dreamgirl (2006) müzikalinden ve Twilight Serisi'nin son iki filminden biliyorum. Çok abartılacak biri değil fikrimce. Filmi de çok beğenmediğimi söylemem gerek.


Masalın özeti şu: Bir prens varmış, lüksü ve güzelliği sever, fakiri ve çirkini hor görürmüş. Bir gün bir büyücü bunu bir canavara dönüştürmüş ve ancak seni bu halinle seven birini bulursan eski haline dönersin demiş. İlerleyen zamanlarda tatlı bir köylü kızı olan Belle'in yolu bu korkunç prensin sarayına düşüyor. Bir takım husumet yaşıyor ama birbirlerini tanıdıkça sevmeye başlıyorlar. Ve büyünün çözülmesi artık işten bile değilmiş.

Emma Watson'ın başrolde olması filmin en büyük çekici unsuru bence. Oysa film vizyondayken giden arkadaşlarım, "Kesin sen de çok seversin, bence baya iyi film" falan demişlerdi hep. Yani büyük beklenti içindeydim ama umduğumu bulamadım. Kuşkusuz kaliteli iş fakat yeterince çekici değil, tıpkı Dreamgirl (2006) gibi. Hatta La La Land (2016)'le falan kıyaslayanlar olmuştu, sırf müzikal diye, olacak şey değil. Bu arada Emma Watson'ın müzik performanslarını da vasat buldum, bunu da eklemek gerekir.

Kadroda Emma Watson'ın yanında Luke Evans, Josh Gad oynarken; Stanley Tucci, Emma Thompson ve Ewan McGregor gibi isimler de seslendirme ekibinde yer alıyor. Filme puanım 6.


Eklemek gereken bir şey daha geldi aklıma, Emma'nın hack'lenen iCloud hesabından sızan bikinili fotoğrafları unutulmayacaktır. Bunun sebebi hiç bikinili halini görmediğimiz değildir, fotoğrafların paylaşılma amaçlı çekilmemiş olmasıdır. Çok ilginç ya! Hani zaten kendi paylaşsa bunları kimse dönüp bakmaz belki ama izinsiz ya, gizli ya.. Te allam, ne acayip lan insan..

21.05.2017

Bu arada film hem kostüm hem de prodüksiyon tasarımı kategorilerinde Oscar'a aday gösterildi. Rakiplerini ve kehanetlerimi merak edenler buraya bakınız..

8 şubat 2018
Oku..

8 Saniye (2015)


İlk dakikalarda, galiba tırto bi film bizi bekliyor diye düşündüm, ortalara doğru güzelleşti film, bir süre sonra son zamanlarda izlediğim en etkili film oluverdi, sonlara doğru etkisini kaybetti ve idare eder bir film olarak final yaptı. Yani çok güzel film olabilirmiş, teknik yeterliliği sağlansa festivallerde olay yaratırmış. Belki de yaratmıştır ama ben duymadım. Yeri geldi diye söylüyorum, galasına da davetiyem vardı, yanıma birini bulsam giderdim, bulamadım gitmedim. BKM yapımcılığındaki film çoğun Almanca ilerliyor, arada Türkçeleşiyor, çok az da İngilizce içeriyor.


Esra, Almancı bir ailenin en küçük kızı. Rüyaları hayatını çok etkileyen bir kız bizimkisi. Bütün ablaları evlenip gidiyor, yaşlı anne babası da şehir merkezinden taşınmaya karar veriyor. Esra, okulu gereği büyük ablası ve eniştesinin evinde büyüyor; genç bir kız olduğunda eniştesinin 'taş fırın erkeği' baskıları artıyor. Esra yapı gereği özgür bir kız, "Niye öyle yapmak zorundayım?" diye dolaşan kızlar var ya, onlardan. Bir süre sonra Esra, eniştesinin dilinden kurtulmak için sevgilisi Tayfun'la evlenmeye karar veriyor. Evlilik aşkı bitiriyor galiba, Tayfun da 'taş fırın erkeği'ne bağlıyor. Kavga dövüş ayrılıyorlar. Esra'nın rüyaları hayatını iyice ele geçirmeye başlıyor bir yandan. Yalnız kalınca hayat Esra için iyice zorlaşıyor. Allahtan bir süre sonra Mo ile tanışıyor. Çılgınlık seviyeleri eşit olan bu çiftimizin ilişkisi gayet de güzel ilerliyor fakat yine olanlar oluyor. Yine bi "Ben sana bakarım"cı erkek tavırları, nedir arkadaşım Esra'nın bu sahiplenici erkeklerden çektiği. Oysa ne de güzel başlıyordu hepsi.


Esra karakteri, erkek egemen tribiyle yaşamayı kabul edemiyor, niye etsin, çok haklı. Çocukluğundan beri sahip olduğu farklı hislerle bambaşka bir dünyası var onun, hayatı zindan eden rüyaları var. Esra karakterini Esra İnal oynuyor. Zaten hikaye kendi hikayesiymiş, senaryoyu da kendisi Nuran Evren Sit'le beraber yazmış. Yönetmen koltuğunda ise Ömer Faruk Sorak ve Birkan Pusa'yı görüyoruz. Filmde rol alan diğer önemli isimler ise şöyle sıralanabilir: Fırat Çelik ve Fahri Yardım. Bak bu üç isim -Esra, Fırat, Fahri- efsane başarılılar, çok beğendim. Ki Esra İnal oyuncu falan da değil yani. Filmin temposuna da bayıldım. Bir tek efektler can sıkıyor, onun dışında gayet güzel iş çıkmış.

Film nihayetinde Don Miguel Ruiz'in öğütlerine bağlanıyor. Ruiz, Meksikalı bir filozof, psikolog ya da o ayarda biri işte. Esra İnal, filmde de anlatıldığı üzere sıkıntılı zamanlar geçirmiş ve iç huzuru bulduğunda yanında Ruiz varmış, hocası olmuş. Epeydir Esra İnal hayattan çıkardığı dersleri seminerlerde anlatıyormuş, bir gün Ömer Faruk Sorak ve eşi gitmiş demiş senin hikayeni film yapalım, olan bu.. Filme puanım 6..

17.05.2017
Oku..

L'odyssee (2016)


Kaptan Kusto ismi bende roman karakteriymiş gibi bir algı yarattı muhabbeti geçince. Hiç duymadığım bir isim değil, bununla beraber çok bildiğim bir isim de değil. Corto Maltese neyse Kaptan Kusto da o mesela bence.. Filmin tanıtım metnini okurken jeton düştü ama yine tam emin olamadım, "Oğlum o gerçek adammıymış yoksa" falan diye geçirdim içimden.. Filmin adının da Odesa olması iyice beynimi yaktı. Diyorum "Yoksa Kaptan Kusto, Odesa'nın mı kahramanıydı?!" Sizin de kafanızı yeterince karıştırdıysam artık çözülme kısmına geçebiliriz.

Jacques-Yves Cousteau, 1997'de hayatını kaybetmiş Fransız deniz maceracısı, belgesel yönetmeni, çevreci aktivist..
Odyssee ise Homerus'un MÖ 9.yy'da yazdığı bir destan, Kral Odysseus'un deniz destanı..
Kaptan Kusto diye biri yok orada ama Kusto belli ki Odesa'yı okumuş biri..


20 yy'ın ortalarındayken, dalgıçlık yeteneği olan bir Fransız Subayı'dır Cousteau, oksijenli dalışı aktif olarak kullanmasıyla dikkatleri üzerine çekmiştir. Bu dalışları filme alıp ders niteliğinde izletmiştir ilgililere. Karısı ve iki oğluyla ara sıra dalış yapıp okyanus derinliklerini keşfeden Cousteau, bir gün karısının da teşvikiyle dünyanın bütün bilinmeyen okyanuslarını bilmeyi kafaya koyar. Önce bir gemi bulur, sonra sponsorlar bulur, çıkar yola. Sonra aklına bir fikir gelir ve maceralarını bir belgesel dizisi halinde yayınlatır, iyi para kazanır.

Bu arada tabii para kazanmak için popüler kültürün gereklerini yerine getirir. Hazırladığı belgesellerde dikkat çeken şeyler olması için katekulliler çevirir, hayranlarına imzalar verir, kamera önünde şovunu yapar. Bir noktadan sonra karısı ve çocukları onu tanıyamaz hale gelir. Dışarıdan bakılınca büyük maceracı, aşırı keyifli gibi görünen yaşamı, yalanlar üzerine kurulu gibidir.

Teknik açıdan -efekt mefekt- gayet başarılı bulduğum filmin Fransız yönetmeni Jarome Salle. Başrolde Lambert Wilson, Kaptan Cousteau'yu oynuyor. Audrey Tautou ve Pierre Niney'nin performansları da tatmin edici seviyede idi. Bu biyografik hikaye -ister istemez- insana o zaman çekilen belgeselleri merak ettiriyor. Denk gelsem de izlesem bi ara..

Filmin Türkçe posterinde yer alan yorumlardan dikkatimi çeken: "Audrey Tautou harika."

15.05.2017
Oku..

BİZİM HÜDAVERDİ ŞİMDİ N'APIYOR?


Çocukluğu İstanbul'da geçen Hüdaverdi Amca, babasının işi gereği liseden sonra memleketleri Gaziantep'e döndüklerinde mesleğe atılıvermiş hemen. Çok kalender bir adam olan Hüdaverdi Amca çalışanlarının çok sevdiği bir ticaret erbabı epeydir. Muhabbeti tatlı, kendi daha tatlı bir adamdır. Millet askerlik hikayesi anlatır o çocukluk maceralarını. Millet çapkınlık kovalar o her daim muziplik peşinde. Çocuklara çok yumuşak, yaşıtlarına biraz serttir. Bir anda gülüverir, bi şey gelince aklına.

Çok uyanık adamdır. Ağzı iyi laf yapar. Hep tecrübelerinden örnekler vererek çözer olayları. Çocukluk arkadaşları -arkadaş dedik ama yaşıt değiller- mahallenin dilencisi Pırtık'la, hali vakti yerinde Ali Bey Amca'sıdır. Mesela Ali Bey kendi oğlundan çok Hüdaverdi'yle vakit geçirmiştir. Hep bir hır gür, hep bir komik hikayeler çıkar bu eski arkadaşlardan. Bu iki çok iyi eski arkadaşı halen daha hiç değişmeden İstanbul'da o eski mahallede yaşamaktadır.

Ali Bey Amca ilk karısı Gönül Teyze'den ayrılmış ikinci evliliğini yapmış. Hüdaverdi Amca çok sevmemiş Ali Bey'in yeni karısını, "Parası için evlendiğini herkes biliyor" diyor. "Yaşlandı ya, hayırsız oğlu hiç ilgilenmiyor, o da kendisiyle ilgilenecek biri olsun diye evlenmiş işte" diyor. Bu arada hala daha evlenemeden karı koca olarak yaşlanmış olan Pırtık ile Halime'yi de ziyaret etmiş son gittiğinde. Yardım taleplerini geri çeviren, sokakta yaşamaktan keyif alan Pırtık Amca'nın sağlık durumu gayet iyiymiş, öyle olunca da kimseye bi şey demek düşmüyormuş. "Adam parkta yatmayı seviyor, sevgilisi de yıllardır bu şekilde onunla beraber oluyorsa sorun yoktur" diye anlattı geçen Hüdaverdi Amca. "Hatta huzuru parkta bulan bu adama yanlış bir şey yapıyor diyorsak, belki de yanlışı biz yapıyoruzdur" diye de ekliyor Hüdaverdi Amca. "Bir de izmariti bıraksa.."

Ara sıra yolu düşüyor İstanbul'a, gidince de mutlaka ziyaret ediyor eski arkadaşlarını. Eski mahallesinin yeni halini de her seferinde detaylı anlatıyor bizlere. Eskiden çok daha güzelmiş oralar. Hem herkes Bizimkiler dermiş onlara orada.

Mayıs 2017

Not: Poster, Emrah Eski'nin çalışması üzerine ufak oynamalarla yapılmıştır.
Oku..