Inside Llewyn Davis (2013)


Ya, sabah izledim bu filmi, ama işlerim vardı, çıkmam gerekiyordu, onun için hemen yazamadım.. Çok istedim ama yazmayı.. Neden? Çünkü çok sevdim. Sizin de haberiniz olsun da hemen izleyin diye hemen yazmak istedim.. Görüntü ve ses miks dallarında Oscar'da yarışacak üstelik.

Hikayesi çok mu iyi? Hayır. Görüntüler? Hayır.. Müzikler, kurgu hatta oyunculuklar çok mu iyi? Hayır! Ama işte Coen farkı; adamlar bir karakter yaratmış, senden benden gerçek..


Yazan yöneten Ethan & Joel Coen biraderler.. Amerikan-folk müzik icracısı, grup arkadaşının ölümünden sonra piyasada tek başına tutunmakta zorlanan ama yine de müzikten vazgeçmeyen ve bu uğurda pek çok sıkıntı yaşayan Llewyn'i, Oscar Isaac oynuyor. Isaac'i daha önce nerden tanıyoruz acaba diyeniniz varsa, Drive (2011) ile popülerleşmiş bir isim olduğunu görüyoruz, ama ben daha çok Sucker Punch (2011)'taki haliyle tanıdığımı söyleyebilirim. Neyse, bu filmdeki performansı da gayet iyiydi bence, dersine iyi çalışmış ve tahmin ediyorum çalışırken çok da zorlanmamıştır.. Sonuç olarak çok başarılı bir karakter yaratılmış işte.. Her hareketi çok gerçek..


Filmde Carey Mulligan var diye eklemiştim taa ne zaman izlencekler listeme.. İzlerken, ne zaman çıkacak diye bekliyorum.. Kızın sahnesi gelmiş, oynamış, ben kaçırmışım.. Sonraki sahnede fark ettim, onun o olduğunu.. Drive (2011), Shame (2011) ve The Great Gatsby (2013)'deki sarı ve kısa saçlarına alıştığım için, kahverengi saçlar ve gayet sıradan bir tarzda görünce tanıyamadım.. Filmde, negatif eleştirebileceğim/laf sokabileceğim bir nokta; sürekli olarak Carey'nin oynadığı karakter için "Herkes onu skmek istiyor, herkes onu görmeye geliyor.." söylemlerinin görselle hiç pekiştirilmediği için havada kalmasıdır. Hayır, ne öyle çok aranan bi kadın profili çiziliyor, ne de asılanı, laf atanı oluyor.. Yani hiç öyle bi durum yoksa bile, en azından o lafı eden adam en az bi kere bi asılsaydı kadına.. Ayrıca Carey Mulligan ne güzel "Ass-hole!" diyor, bol bol..


Küçük bir rolle Justin Timberlake ve görece biraz daha büyük bir rolle de John Goodman da kadrodaki yerlerini almışlar. Çok sayıda gitarlı müziğe yardım ve yataklık yapan filme benim puanım 8 (sekiz).. Coen biraderlerin tabii ki en iyi filmi değil ama en iyi karakter bazında The Dude'le kapışır Llewyn Davis.. The Dude'u bildiniz di mi, The Big Lebowski (1998)..

Sıralı Tam Liste: Oscar 2014

28.02.14 | 01:44
Oku..

Çakal (2010)


Filmin yönetmeni Erhan Kozan, Beyaz Melek (2007)'in set fotoğraflarını çekerek başladı büyük yapımlarda çalışmaya. Daha sonra Sertan Telli'nin yazdığı senaryoyu yönetiyor işte. Kadrosunda İsmail Hacıoğlu, Uğur Polat, Erkan Can ve Damla Sönmez'in yer aldığı film ilk gösterimini, o sene 47.'si düzenlenen Antalya Altın Portakal'da yapıyor.

Erkan Kozan ve diğer oyuncular..

İstanbul'un arka mahallelerinde geçiyor hikaye. Genç bi çocuk, Akın, annesi ölmüş, hacı babasından hiç bi fayda görmemiş.. Bi ustası var, yanında çalıştığı, onu baba bilmiş; ama gün geliyor, tak ediyor, ustasının kasasını boşaltıp, kaçıyor. Pis işlere bulaşıp, cebini dolduruyor. Belinde silah, kendine 'çakal' diyenin kafasına dayıyor. Gerisi teferruat.


Hacıoğlu, bu filmdeki performansıyla, Sadri Alışık Ödülleri'nden 'En İyi Erkek Oyuncu' heykelini alıyor. (Bu arada, bu ödül, prestijli mi değil mi hiç anlamıyorum. Bi ödülü prestijli yapan nedir? Bi ara bi düşünelim bunu.) Uğur Polat'ın performansı da görülmeye değer; henüz izlemeyenler için. Hikaye çok iyi olmamakla beraber, oyuncuların performanslarıyla şahlanmış resmen. Ama yapılsın tabii böyle şeyler de..



Alın size ilginç detay, filmin yapım aşamasında Korkut Akaçık'ın storyboard'ları çok beğenilmiş, filmden sonra demişler ki "Neden bu çizimleri çizgi roman yapıp, Akın'ın maceralarına devam etmiyoruz?!"

O günden bu güne daha ortada yok böyle bi çalışma ama bi aralar haberleri çıkmıştı işte. Bu arada yandaki görsel tabii ki storyboard değil, çizgi roman taslağı galiba o..

Storyboard, ekranda görülmek istenen kompozisyonun önceden belirlenmesi için yapılan çizimler oluyor, dikdörtgen dikdörtgen olur yani..



26.02.2014
Oku..

Yönetmenler: Selçuk Aydemir..


İTÜ'den mezun ama her sinema sevdalısı mühendis gibi, kendini vermiş senaryoya, vermiş görsel tekniğe.. Plato'ya yazılmış kuzeniyle.. Ama mühendisliği hemen bırakmamış..
Profesyonel [2005] ve Gövde Gösterisi [2005] kısa filmlerinin ardından Ayrılık [2006] diye bir kısa filmi daha var, yazıp-yönettiği, senaryosuna ödül veren bir yarışma bulunmakta. Hemen sonra Yüzük [2007] diye bir kısa filmi daha var.
Sonrasında eğitim aldığı Plato Film Okulu'nda ödev olarak yaptıkları Kurbanlık (2008) diye bir sinema filminin yönetmenlerinden biri..
Ama asıl para televizyonda.
Kuzeni Burak Aksak'la beraber TRT'ye Ramazan Güzeldir isimli bir dizi yapıyorlar, yarım saatlik, bir ay süren bir yapım, Ramazan dizisi. İkisi yazıp yönetiyor. Zaten şu ana kadar bahsi geçen işlerin hepsinde beraber çalışmışlar.


Bir şeyler olmuş, demiş mühendisliğe devam etmem lazım. Bir röportajında dinledim, Erdal Tosun girmiş araya: "Memlekette bir sürü mühendis var, senin bu işi yapman lazım." İşte tam da bu noktada, Çalgı Çengi (2010)'nin senaryosuyla beliriyor Sayın Aydemir. Ahmet Kural ve Murat Cemcir'in başrollerinde oynadıkları film aslında herkesin kariyerinin kırılma noktası oluyor. Ortaya çıkan kaliteli mizah, ekibin ne kadar uyumlu çalıştığını gösteriyor. E kopamıyorlar tabii; Tim Burton, Johhny Depp'siz çalışır mı? Çalışır tabii ama beraber çalışınca daha güzel işler çıktığını gördük. Yazan da rahat ediyor, oynayan da.. Gönüller bir çünkü.


Aydemir'in, 13 bölümlük Üsküdar'a Giderken dizisi Kanal D'de yayınlanıp bittiğinde de kadroda Kural ve Cemcir vardı; başrollerde ise Erkan Can ve Öner Erkan. Bu arada kuzeni de TRT'de yayınlanan ve olaylar yaratan dizi Leyla ile Mecnun'un senaristliğini yapıyordu. Aydemir de durmadı, hemen yeni bir dizi projesiyle Star TV'ye gitti. Ahmet Kural ve Murat Cemcir'i de kim biliyordu o zamana kadar, Çalgı Çengi (2010) izleyenler falan.. Hani simaen tanınsalar bile isimleri bilinecek kadar popüler değillerdi di mi? İşler Güçler dizisi, bu iki oyuncunun gerçek hayatlarını anlatır gibi yaptı ve olan oldu. Tamam çok orijinal, kimsenin aklına gelmemiş bir iş değildi ama bu adamlar yaptı ve farklı oldu.


Şöyle bir düşününce, "Manyak mı lan bu adam" diyorum. Ulan hem yazıp, hem nasıl yönetiyorsun.. Sinema filmi muamelesi yapılır mı lan diziye, kalbin sıkışır olum, ölür kalırsın.. Abi yani, olum derken.. 32 yaşında adamsın, yazık etme kendine, akıl sağlığı diye bi şey var.. Dediler dediler dinlemedi.. Al, tıkandı 40. bölümde, 41'i de çekip bitirdi.


Millet, Çalgı Çengi 2 beklerken, Düğün Dernek (2013) yaptı, aynı kadroyla tabii.. Tüm zamanların en çok izlenen sinema filmi oldu vicdansız.. Ben daha izlemedim ayrı.. Kısalarını da izlemedim, onları da not aldım..

Derken, TRT, Leyla ile Mecnun'u şutladı, Gezi Olayları sebebiyle.. O ekip de, Star TV ile anlaşıp, İşler Güçler'in çakmasını yaptılar, Ben de Özledim diye.. Hani bi geyik var ya, "Nike'ın çakmalarını da yine Nike kendi yapıyo" falan diye.. O mevzu oldu yani.. Tabii ki aynı kalitede olmadı ama, piyasanın yine üstünde.. Ama n'olursa olsun, onlar Leyla ile Mecnun tayfa, bunlar İşler Güçler tayfa olacaklar.. Hollywood olsaydık bu iki grubun döğüştüğü film yapardık hemen..

Ve işte geçen hafta da, yine Star TV'de yayınlanmaya başlayan ve künye jeneriği hariç her şeyi on numara olan bir dizi daha yapmaya başladılar, Kardeş Payı..


Piii, iyice sinemadan uzak bir tanıtım oldu yine.. Televizyon, kara kutu, ateş beni çağırıyo resmen.. Neyse, bu başlıktaki ana fikrimiz, Selçuk Aydemir'in yaptığı işlere göz atmaktı, e, bunu da yaptık zaten.. Şimdi izlemediğiniz filmlerini -bak dizi demiyorum- filmlerini bulup bulup izleyin.. Ben öyle yapıcam.. Kendine has mizahıyla gönüllerde taht kuran adama selam olsun..

Bu arada, işlerindeki kurgu başarısını da es geçmeyelim, çok yetenekli ekiple çalıştığı çok belli.. Helal!

Ayrıca bunca işin arasına bir de roman sığdırmış, Mahalleden Arkadaşlar..

25.02.2014
Oku..

Monty Python and the Holy Grail (1975)


Bu İngiliz komide grubu Monty Python var ya, hani daha önce The Meaning of Life (1983) ve Life of Brian (1979) filmlerini yazmıştım, bu da o toplamda beş olan filmlerinin üçüncüsü.. Bu filmde, Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri olarak 'Kutsal Kase'nin peşine düşüyorlar. Çok harika sahneler var, Fransız-İngiliz kapışması da var, absürdün dibi var.


Graham Chapman, John Cleese, Terry Gilliam, Eric Idle, Terry Jones, Michael Palin.. Hep beraber yazıp hep beraber oynuyolar -pek çok tiple oynuyolar zaten- ama işte aralarından birileri de yönetimi üstleniyo: Terry Gilliam, Terry Jones.. İki de kadın oyuncuları var; Connie Booth ve Carol Cleveland.. Kadın tip lazım olduğunda, pardon seksi kadın tipi lazım olduğunda kullanıyorlar. Çirkin kadınları da kendileri oynuyo zaten..


Filmi çok anlatmiyim zaten izleyin de şu sahneleri koymazsam aklım kalır: Ormanın koruyucusu Arthur'u almıyo ormana.. "Lan çekil bak öldürürüm" diyo.. "Görev her şeyden önce gelir" diye inat ediyo.. Arthur teker teker kolunu bacağını kesiyo bunun, her seferinde "Çekil artık" diyo, o sürekli direniyo..


Çok komik sahne ya, eşek gibi güldüm izlerken..

imdb.com top 250 #89 | 8,4/10

22.02.2014
Oku..

Room 237 (2012)


Aralık 2011'de The Shining (1980) filmine öyle bir tanıtım yazmışım ki, bomboş yani.. Dahi yönetmen Stanley Kubrick'in, kariyeri boyunca yaptığı 13 sinema filminin de bi alt metni olduğunu, hiçbirinin sadece izlenerek anlanamayacağını, hakkında düşünerek -gerekirse- kafa patlatarak, bir sanat eseri olduğu bilinciyle anlam yüklenerek bi şeye benzetileceği sadece benim değil herkesin fikri.

Bi adam film yapıyor, bundan bilmem kaç sene sonra hakkında konuşulduğu yetmezmiş gibi bir de belgesel film yapılıyor. Çok tatlı değil mi?!


Room 237, The Shining (1980) filminde kullanılan otelin gizemli odası. Bu belgeselde, Kubrick'in filmde yaptığı numaralar (!) bir bir inceleniyor, anlam yükleniyor, bağ kuruluyor. Bu numaraların gerçekten numara olup olmadığı da tabii ki seyirciye kalmış. Sanat, duyguları ifade etme biçimidir ya hani genel bir tanımla; Kubrick de işte düşündüğü şeyi, anlatmak istediği şeyi o kadar güzel gizlemiş filmine. Hatta bu düşüncelerini daha çok insana ulaştırmak için, popüler kültür olan korku sinemasını kullanmış. Filmi izleyince zaten sadece bir korku filmi olmadığı anlaşılıyor ancak yönetmenin derdi tam ney o anlaşılmıyor. Takan takıyor, defalarca izleyip anlamaya çalışıyor.

Bu belgeselde yer alan tespitlerin bazıları çok başarılı iken bazıları aşırı kolpa kalıyor. Filmi izleyip üzerinde düşünen bi on kişi falan anlatıyor işte: Şu sahnede bu vardı, şurda bunu demek istedi; şu filminde de buna benzer şu vardı falan diye gidiyor. Yönetmen: Rodney Ascher. Daha önce de hep belgeseller yapmış ama ne hakkında bilmiyorum, çok karıştıramadım. Ama varsa yine böyle film incelemeleri bi bakarım bi ara.


Bu arada bu filmden öğrendiğim acayip bir detay: Hani Ay'a ilk ayak basışın fotoğrafı var ya, Armstrong'lu.. O fotoğrafı Kubrick mi çekmiş, başkası çekmiş de Kubrick bu sahte mi demiş tam anlamadım. Bi polemik varmış yani.. "Tamam ben gitmediniz demiyorum, ama bu fotoğraf sahte" demiş herhalde.. Hatta filmde de çocuğa Apollo 11 kazağı giydirip, hayaller gördürmesi falan da hep oraya göndermeymiş. Tabii bunlar ne kadar doğru bilmem, öyle düşünüyolar. Ama o fotoğraftaki kolpalık nesiller boyu anlatılır zaten, yok rüzgarsız ortamda o bayrak nasıl dalgalanıyo falan diye.. Kubrick, fotoğraftaki ışık olaylarından yürümüş ama bu olayı çıkarırken.


İlginç bir tespit de, filmin gerçek üstülüğünü anlatmak için, çocuğun koridorlarda kesintisiz planlarla bisiklet sürmesi ve izlediği yolun imkansız olması, alt-üst kat kavramlarının içiçe girmesi falan.. Muhteşem detaylar.

Ha bir de şey var asıl en önemlisi: Film, Stephen King'in aynı isimli romanından uyarlama ve kitabı okuyanın filmi izleyince hayal kırıklığına uğradığı, yani hiç alakası olmayan bir film. Zaten King, "Hikayenin içine sıçmışın!" demiş Kubrick'e, O da: "Skiyim içi boş hikayeni, asıl şimdi bi şeye benzedi." diye küfürleşmişler. Hatta daha en baştan, kitapta adamın kırmızı olan Vosvos'unu, sarı yapmış, filmin bi yerinde de kırmızı bi Vosvos'u kaza yapmış olarak göstermiş. Aga çok çok tatlı hareketler değil mi ya?!


Gibi şeyler işte. Seviyosanız böyle, hakkında konuşmak olsun, kılıf uydurmak olsun falan çok hoşunuza gider bu film. Ben sevdim.

Bu arada film yaklaşık bir senedir voçlist'imdeydi, altyazı bekliyodum yeni geldi, hemen izledim, anında yazdım.

11.02.2014
Oku..

Thor BoxSet


Mitoloji, yani köken olarak 'mitos', eskiden beri duyulagelmiş hikayeler anlamına gelir. "Eskiden burdan bir adam geçmiş, kimse bilmezmiş kim olduğunu, bütün kızları skermiş!"ten tut da "Güneşten geldiklerini söylerlermiş, 3 metre boyu 5 metre sakalı varmış!"a varan hikayeler. Bi kısım inanır bi kısım hurafe der geçer ama nesilden nesile anlatılır hep. Genel olarak sınıflayınca da; yaradılış, tanrı ve kahramalık mitolojileri diye üçe ayrılırlar. Tabii her bölgede ayrı ayrı hikayeler var, bize en yakın en çok kullanılan Arap Mitolojisi işte, cinler periler, islami etkide kalmışlar da var olayı çok aşmışlar da.

Thor, İskandinav Mitolojisi'nde geçen, 9 diyarın hükümdarı tanrı Odin'in yiğit oğlu. Thor, iri yarı, yakışıklı, tanrı neslinden geldiği için o da tanrı, gücünü çekicinden alan, bi vuruşta devleri indiren, en kötü adamları bile dize getiren, çekiciyle şimşek yönlendirme özelliği kazanmış bir karakter.


Marvel, 60'ların başında piyasanın kralı olan DC'yle yarışamayacağının farkındadır ama bir şekilde ayakta kalmak zorundadır. Bu sıralar yayınlanan Fantastic Four, Marvel'i baya ihya eder.. Sonra bir anda çizer kadrosunu geliştirir ve Hulk, Spider-Man derken DC'den görüp kahraman takımı kurmak için bir de mitolojik karakter salar ortama: Thor.. Bu rekabet iki şirketi de baya büyütür, çizgi roman piyasası canlanır. Karakter yaratımı aşamasında çok zorlanmadan, mitoloji kitaplarında yazanı alıp biraz makyajlayıp çizmişler. Ona güzel aksiyonlar düşünmüşler, koskoca 9 diyarda yaşa sonra bula bula aşkı dünyada bul mesela.. Genelde diğer taraflarda bir savaş çıkar, onlarda adettir hep gezegeni aşar, gelir dünyanın ağzına sıçarlar. Zaten Avengers takımı da daha çok bu dünya dışı mahluklarla savaşmak için toplanır. Thor'un yaratıcısı Stan Lee, yazarı Larry Lieber ve çizeri Jack Kirby'dir. Yaşadığı gezegen Asgard, baş belası kardeşi Loki'dir. Çekicinin adı Mjölnir, sevdaluğu bilim kadını Jane Foster'dır.


Gelelim sinemaya.. Marvel Studios'u kurup, Iron Man (2008) ile başladılar bu seriye. Seride Thor karakterinin bulunduğu filmler de şimdilik şunlar: Thor (2011), The Avengers (2012) ve Thor: The Dark World (2013)..

İlk film Thor (2011), Kenneth Branagh tarafından yönetilmiş. Ama daha çok efektçiler çalışıyo bu filmlerde.. Çok bi imza taşımayan, klasik bir aksiyon filmi olmuş. Kendi başına iş yaptığı için babası Thor'u sürgüne yolluyo Dünya'ya, Loki fırsat biliyo bunu, Thor geri dönüp memleketin güvenliğini sağlamak istiyo, Dünya'da Jane'le tanışıyo, yardım ediyolar ona.. Hikayesi normal, efektleri güzel, oyuncular çok tatlı: Chris Hemsworth, Natalie Portman, Tom Hiddleston, Anthony Hopkins, Stellan Skarsgard, Kat Dennings, Jaimie Alexander ve tabii Clark Gregg.


The Avengers (2012)'ta ise Loki dünyaya saldırıyo, tabii hayvani bi orduyla.. Avengers takımı toplanıyo bu iş için ve Thor'u da çağırıyolar.. Bu filmin yönetmeni ise Joss Whedon.

Şimdi de Thor: The Dark World (2013) internete düştü ve izledim hemen.. Alan Taylor yönetimindeki bu filmde, zamanında Odin'in sindirdiği karanlık diyarlar tekrar güçlenmek için atak yapıyor. İşe dünya da karışacak ya, o güç yanlışlıkla Jane'e yükleniyo.. Thor, hem Jane'i hem 9 diyarı korumak için savaşıyor bu sefer, hem de Loki'yi de yanına alarak. Loki zaten bi öyle bi böyle bi karakter.. Thor da napsın yazık, kardeş işte diyo, ayıramıyo yanından..


İlk filme 8, The Avengers (2012)'a 9, ikinci filme 5 puan verdim 10 üzerinden.. Ha, bu arada son filmin DVD'sinden çıkan one-shot da kaçmasın gözlerden: Iron Man 3 (2013)'nin devamı niteliğinde 13 dakikalık güzel bir ekstra kendisi, Marvel One-Shot: All Hail the King (2014)..

Ayrıca, Oturma Grubu bir ara veremle savaşmak için Thor kılığına girmişti: Veremle Savaş..

09.02.2014

Tam 4 sene 2 gün sonra yazıyı güncelleme kararı aldım :) Son bıraktığımda en güncel filmi Thor: The Dark World (2013)'müş, ondan sonra Avengers: Age of Ultron (2015), Doctor Strange (2016)'te küçük bir rol ve sonra üçüncü bireysel filmi Thor: Ragnarok (2017).. Nisanda Avengers: Infinity War (2018) geliyor.

Thor: Ragnarok (2017)'ta emekliye ayrılan babaları Odin bombayı patlatıp gidiyor, sizin bi ablanız var çocuklar.. Hela zamanında babasıyla beraber 9 cihanda zaferler kazanmış, sonra babası tarafından fazla hırslı bulunarak sürgün edilmiş. O çıkıp geliyor ve hakkı olan tahta oturup Asgard'a hakim olmak istiyor. Thor ve Loki bu başıbozuk ablayı zapt edecekler.. Ama nasıl?! Belki Doctor Strange ve Hulk yardım edebilir.. Filmin yönetmeni Taika Waititi, Marvel Dünyasına yeni girdi. Bu filmle kadroya katılan yeni isimler de Tesa Thompson ve Cate Blanchett.. Puanım 5/10..

Bu arada Thor: Ragnarok (2017)'tan önce, Taika Waititi'nin ısınma turları olarak görülebilecek iki eğlenceli Team Thor videosu yayınlandı Marvel'ın Youtube hesabından. İşte Avengers: Age of Ultron (2015)'dan sonra Dünya'da kalmaya karar veren Thor'un, Avengers ekibinden kimse aslında onunla görüşmek istemeyince bulduğu ev arkadaşıyla zaman geçirmesini anlatıyor. Thor'un en komik tarafı Dünya dışı bi varlık olduğu için kültür uyumsuzluğu yaşaması ya, komik videolar olmuş..

11 şubat 2018
Oku..

Marvel One-Shot: All Hail the King [2014]


Bununla beraber 5 oluyor, Marvel One-Shots etiketiyle, Marvel'ın Avengers film serisinden çıkan her filmin DVD kutusunda ekstra olarak verilen kısa filmler bunlar. En son çıkan Thor: The Dark World (2013) DVD'si ile verilen bu kısa filmde, Iron Man 3 (2013)'ün aksiyonunu takiben, -sahte Mandarin- Trevor'un hapishane hali işlenmiş.


Marvel'ın -bu serisinde hiç eksik etmediği mizahla- yaratılan en başarılı karakterlerinden olan Trevor, ününün getirdiği rahatlığın keyfini sürmektedir. Herkes onu Mandarin sanmış, ondan korkmuştur ama o çok başarılı bir aktördür ve bu ortaya çıkmıştır. Bir haberci de bu ünlü mahkumla röportaj yapmak için ziyaretine gelmiştir. Trevor'a, adını kullandığı kişinin onunla görüşmek istediğini iletir. Bu da 'Iron Man 4' demek bence..


Ben Kingsley'nin coşturduğu bu kısa aksiyonun sürpriz ismi ise Sam Rockwell. İkinci filmin sonunda tutuklanan Hammer, Trevor'la aynı mapusa düşmüş. Drew Pearce'in yazıp yönettiği 13 dakikalık film, yanında hediye edildiği Thor: The Dark World (2013)'ten güzel valla. Marvel One-Shots serisinin yapımcısı Kevin Feige'yi de kutlayalım bu başarılı ekstralar için.

Marvel One-Shot: The Consultant (2011)
Marvel One-Shot: A Funny Thing Happened on the Way to Thor's Hammer (2011)
Marvel One-Shot: Item 47 (2012)
Marvel One-Shot: Agent Carter (2013)
Marvel One-Shot: All Hail the King (2014)

08.02.14
Oku..

This Is England (2006)


Farklı film zevklerine sahip olduğumuz bir arkadaşla girdiğimiz takasta denk geldim This Is England (2006) filmine. Shane Meadows diye bir İngilizin filmi olduğunu ve kadronun da pek bi numarası olmadığını öğrendiğimde inceden bir soğudum ama yine de izleyeyim bakalım dedim.

Babasını 1982'deki Falkland Savaşı'nda kaybeden Shaun, küçük yaşında yaşadığı bu kayıpla yüzleşmeyi öğrenmek zorundadır. Falkland Savaşı, Arjantin'in, dibindeki ve İngilizlere ait Falkland Adası'nı işgal etmesiyle başlayan ve çekilmek durumunda kalmalarıyla sonuçlanan, Arjantin'den 649 İngiltere'den 258 kişinin ölmesine sebep olan boktur. Savaş nedir ama ya?! Hayır, İngiltere niye ordadır?!


Zor zamanlar geçiren Shaun, yaşıtlarıyla pek iyi anlaşamaz. Okulda hep kavga eder, asabi takılır, dışlanır. Kendinden büyük tiplerden oluşan bir çeteye dahil olur, ufak tefek yaramazlıklar yapıp, stres atan zararsız çocuklar. Çok komik tipler ama, tabii dönemin modası da işin içinde. Sonra çetenin eski üyelerinden Combo, başkasının suçunu üstlenerek girdiği hapisten çıkar ve kafasındaki deli sorularla çeteyi ikiye böler. Daha siyasi ve hırçın bir yapılanmayla -Shaun'u da safına alarak- belalara bulaşırlar.


Film bittiğinde "Baya iyi!.." diye bağırdım.. Kimse yoktu evde.. Hemen oyuncuların daha önce ne yaptığına falan bakarken bi de ne görsem?! Filmden 4 sene sonra This Is England '86 diye 4 bölümlük mini dizi yapmış. Ve filmden 4 sene sonrasını işliyor, Shaun büyümüş falan.. Bi iki sene sonra da This Is England '88 yapılmış 3 bölümlük. Bu dizilerde de yine ağır bir meseleye giriliyor, Lol vardı filmde onun babası çocuk tecavüzcüsü çıkıyo, Lol'un psikolojisi falan derken yine bir sürü olay oluyo.. Diziler de baya iyi. Hatta This Is England '90 da yakında gelecek galiba..

Kadroda ise öne çıkan isimler şöyle:
Thomas Turgoose (Shaun); Bu filmden sonra baya yardırmış, çirkin bir çocuk ama tam karakter yani..
Stephen Graham (Combo); Kadronun en popüler ismi kendisi, Snatch. (2000), Gangs of New York (2002), Inkheart (2008) gibi filmlerin başarılı isimlerinden.. Ayrıca Boardwalk Empire dizisinde de Al Capone'u oynuyomuş..
Vicky McClure (Lol); Çirkin ama karizmatik bir hatun, kadrodaki herkes gibi karaktere çok uygun.
Joseph Gilgun (Woody); Çok başarılı oyuncu lan, baya şapka çıkarılır yani..


Rosamund Hanson (Smell); Ben diziyi izlerken bir arkadaşım denk geldi, baktı bir süre ekrana, bu kız çıkınca hayvani güldü.. Çok komik yani aslında biraz korkunç..
Chanel Cresswell (Kelly); Dizinin tek güzeli, -hele 86'daki hali- pembe kafasını ısırasın gelir..

Bu arada, film ve dizi bölümleri boyunca muhtelif ingiliz aksanıyla karşı karşıyayız.. Fok, Mom, Ay Lof Yu.. Sık sık denk gelinecektir.. Bence dizileri de izleyin.. Filmi kesin izleyin..

07.02.14
Oku..

The Broken Circle Breakdown (2012)


Dedik ki:
-Film izliyek!
-Ne izliyek?
-Bilmem, bakarız bi..
(o arada açık olan voçlist'teki afişler göründü ekranda)
-Off, poposu ne tatlıymış kankii!
-Renkleri çok güzelmiş lan onun..
-O daa düşmemiştir la internete, festival filmiydi, Oscar adayı hem..
(bakılır, görülür ki düşmüş)
-Ne izliyoz kanki?..
-O filmi işte..
-Nasıl lan, hani düşmemişti internete am!
-Düşmüş demek ki..
(film hazırlanır, yerleşilir)
-Bi dakka dur, başlamadan, kimin cipsikola borcu vardı bana, iki senin bi senin mi?!
-Lan ne alakası var, götünden cipsikola uydurma..

Belçik yönetmen Felix Van Groeningen, diğer filmlerinin de aynı kafada olduğunu hissettiren bir tarza sahip. Üç uzun metrajı daha var, ve bu filmdeki dram yükü, adam götü ve kurgu fışkını hallerin öncekilerde de olduğunu tahmin etmek çok zor değil.
Tabii ki, hani, Guy Ritchie filmini, Çağan Irmak filmini, Woody Allen filmini jenerik görmeden, rastgele bi beş on dakkasını izleyip sahibini anlarsanız, hah, bu o kadar olmasa da, tarz bir film.


Tiyatro oyunundan uyarlama bir senaryoya sahip film, teknik anlamda çok klas, görüntülerdeki fotoğraf etkisi, renk seçimleri, hatta oyuncu yönetimi baya başarılı. Kurgusunu seversin-sevmezsin sana kalmış, zevk meselesi, bi öne bi arkaya giden film özellikle bir geçişiyle salondaki herkese -evin salonu- "Vauoouu!" dedirtti. Flemenkçe dili, zaman zaman telaffuzlarını taklit etmemize izin verdi, sevişme sahnelerinde "Uff!" sesleri duyuldu, ama daha ortalarındayken herkesin inceden bi damarına dokundu film. Ufak kızları kanser falan ya..


Amerikan özentisi Belçikalı bir müzisyen, dövmeci bir hatunla takılmaya başlar, yiyiş, seviş, hop çocuk. Hop yedi sene sonra, çocuk hastanede, tedavide. Hop yedi sene evvel, evlerine teranda yapıyolar falan.. Sonra çocuk derdi bitiyor, anlaşamayan çift oluyorlar, kavga gürültü. Hop yine seks..

Filmin ortalarındayken:
-Ya cankiler, daha eğlenceli bişe mi açsaydık?!
-La oğlum ben çaktırmadan ağlıyom zati..
-Ama renkler güzel
-Renkler süper abi, baksana şuna..
-Çok başarılı çok..

Dövmeci kadını Veerle Baetens, başta Amerikancı sonra TKP'li olan bançocu adamı Johan Heldenbergh, kızlarını ise Nell Cattrysse oynuyor. Oyunculuklarını, hepsinin, ayrı ayrı, çok başarılı bulduk.. Çok iyilerdi. Ayrıca filmin başında yapımcı firmalar arasında Topkapı Films ismini görünce bi şaşırdık.. "Demek ki Türk yapımcısı var falan" dedik ama şimdi bi baktım da Topkapı Films, merkezi Amsterdam'da olan bir prodüksiyon firması.. İki Belçik tarafından kurulmuş.. Bizle bi alakası yok yani. Şey gibi, bizim burda Paris Büfe açmamız gibi..


Filmin sonunda da:
-Vaaayy, nasıl havada bıraktı.. Klass
-Ne havası olum, öldü karı baya..
-La kalbi attı işte
-Yok abi, makinayı kapattı ya
-La manyak mısın, kalbi attı işte..
-Nereye attı kalbi, yok öyle bişe, düz çizgi vardı makinada..
-Ben anlamadım ya, n'oldu?
-Öldü, öldü..
-Ya nerenizle izliyonuz, kalbi attı, makinada nabız falan..
-O yaşıyo anlamına gelmez ki
-Fotoğrafını çek Denizhan'a soralım..
-Ya ne alaka, tıp okumayan filmi anlamasın diye bişe mi var..
-Yaşıyosa uyandığını görmeliydik...

Derken internete falan bakıldı, millet ne yorum atmış diye, kimse tartışmamış filmin sonunu.. Herkes yok klas yönetmen, yok nays kurgu..  Biz biraz tartıştık, siz de bi izleyin bakalım ne diyceğeniz?.. Ben 7 verdim, biri 8 verdi, diğeri 9 verdi, kızlar bi şey vermedi filme.. Bu arada Oscarlık bir durum olduğunu da sanmıyorum. Ama renkler güzeldi baya..

Sıralı Tam Liste: Oscar 2014

07.02.14
Oku..

August: Osage County (2013)


Baştan bi belirtmek gerekir ki Kirk Jones'un Everybody's Fine (2009)'ı ile benzer kafadalar yani çok orijinal bir mevzu değil. O film de fena değildi yani, Robert De Niro, Kate Beckinsale, Sam Rockwell gibi isimler vardı. Bunun da kadro yine çok başarılı, Meryl Streep, Julia Roberts ve Ewan McGregor gibi popüler isimlere, bi tık daha az popüler Juliette Lewis, Julianne Nicholson ve Chris Cooper eşlik ediyor. O tarafta naif baba vardı, bu tarafta huysuz anne..


Julianne Nicholson'ı izlerken film boyunca "Ulan nerde oynuyodu, çok tanıdık yüzü, yakın zamanda izledim" dedim durdum. Sonra buldum: Masters of Sex (2013- )'ten. Ayrıca belirtmek isterim ki McGregor harika bir insan, Moulin Rouge! (2001)'u da izlemeyen kalmasın.. Kızlarını da Abigail Breslin oynuyo, Zombieland (2009) izleyen hatırlar.

Çok başarılı oyunculuklar falan, hatta hikaye de çok güzel ama bi üç beş sene önce benzerini izlediğimiz için biraz sıkıntı.. Yönetmeni, ER ve Shameless dizileriyle bilinen John Wells; senarist ise hikayeyi kendi yazdığı tiyatro oyunundan uyarlayan Tracy Letts.


Babalarının evi terk etme haberiyle, yatıştırıcı ilaç bağımlısı annelerini ziyarete gelen üç kız kardeş ve birkaç yakın akrabaları.. Annelerini sakinleştirip, babalarının dönmesini bekliyorlar derken intihar ettiği haberiyle beraber cenazesi geliyor adamın. Sonra da uzun zamandır bir araya gelemeyen ailenin bu toplaşması fırsat bilinerek konuşulmayanlar konuşuluyor. Tabii bağımlı anne ortamı iyice geriyor. Evin büyük kızı kocasından boşanmak üzere, küçük kız rahim kanseriymiş kimseye bi şey demeden tedavi olmuş, diğer kız desen zengin koca bulmuş kaptırmak istemiyo.. Kızların halası, onun kocası ve oğlu desen ayrı dert..

Filmin en etkileyici sahnesi, uzun uzun konuşulan cenaze yemeği masası sahnesi. Sahne girişinden çıkışına kadar inanılmaz bir aksiyonu var. Bi de plansekans olsaymış burası iyice olurmuş dedim. Belki denemişlerdir. Hani şu görüntüyü hiç kesmeden, uzun ve tek parça oynanan sahneler var ya, onlara deniyo plansekans diye. Çok zor ama yapması.. Yapanı yok mu, var!..


Akademi bu konuda çok adil davranmış, ne en iyi film, ne en iyi hikaye.. Direkt, 'en iyi kadın oyuncu' adaylığına Meryl Streep'i, 'en iyi yardımcı kadın oyuncu' adaylığına da Julia Roberts'ı yerleştirmiş. Açıkcası Streep'in gizli güçlü aday olduğunu hissediyorum. Yani Amy yine kaybedebilir. Oscar hakkındaki tahminlerim için 2. Geleneksel Oscar Adayları ve Kehanetlerim başlığına bi göz atınız efem. Sonra da Sıralı Tam Liste: Oscar 2014

03.02.14
Oku..

À la Française [2012]


Yazan-Yöneten: Morrigane Boyer, Julien Hazebroucq, Ren-Hsien Hsu, Emmanuelle Leleu ve William Lorton beşlisi..

Bu kısa animasyon filmin, sinopsisinde "XIV. Louis devrinde, Versay Sarayı'nda bir öğleden sonra..." yazıyor, adının Türkçe karşılığı ise Fransız Usulü..

Bu sene 4.'sü düzenlenen My French Film Festival'den yakınlarda haberdar oldum ve paylaşmaya-yaymaya çalıştım. Bu festival, alışılmış festivallerden farklı olarak internet üzerinden gösterim yapıyor. Yarışmaya katılan 10 uzun, 10 kısa, 3 de yarışma dışı olan 23 Fransız filmi ücretsiz olarak (digiturk'ün katkılarıyla) 11 dilde altyazı seçeneğiyle seyirciye sunulmuş. Festival 17 Ocak'ta başlamış, 17 Şubat'ta bitecek. Bu kadar genel bilgiden sonra biraz filme dönelim.

Tarihlerine eğlenceli bir bakış açısıyla eleştiri getiren yukarıdaki beş isim, meşhur Versay Sarayı'nda nasıl zaman geçtiğini, klasik bir Fransız'da görülebilecek özelliklerle saraya sızdırdıkları kanatlı kümes hayvanı karakterlerinin neler yaptığını gösteriyorlar. Horozun biri alımlı bir tavuğu ayartıp bi kenarda gizli gizli yumurtlamasına yardım ederken, bir tavuk sıfır dert tasa tenis oynuyor falan.. Sonra güdük bir tavuk ortama giriyor, herkes çok saygılı, galiba bu kral oluyor. Gayet normal giderken her şey, bir kenarda saray günlüğü tutan görevlinin kağıtları rüzgarla uçuşuveriyor..


Fransız tarihini filmlerden gördüğüm kadar bilirim, çok araştırmışlığım, didik etmişliğim yoktur ama bu eğlenceli güzel bir özet olmuş..

Yani sonuçta kesin bilgi olmasa da eğlenceli bilgi.. Bence bir göz atın, bi 7 dakikanızı ayırın.. Oy vermeyi de unutmayın, yarışma bu.

03.02.2014
Oku..