Mother! (2017)


Masalsı bir hikaye fakat karanlık, gergin ve karamsar bir masal. Her masal pembeler bulutlar anlatacak diye bir şey yok!

Vikipedi filmin konusu olarak şunları yazıyor: "Başarılı bir şair olan kocası (Javier Bardem) ile uzaklardaki kır evinde yaşayan genç ve hamile bir kadının (Jennifer Lawrence) sakin hayatı, gizemli bir çiftin (Ed Harris ve Michelle Pfeiffer) evlerine gelmesiyle altüst olur." Bu cümlenin filmle neredeyse alakası yok. Yani belki durum böyle evet ama filmi izleyen bununla hiç ilgilenmeyecektir. Çünkü epey boyutlu bir film yapmış Darren Aronofsky, bu çok sığ bi cümle.

Ama iyi ki aynı Vikipedi başlığında şu açıklamalar da yer alıyor, paylaşmadan edemiycem: Aronofsky, "Eğer çok kurcalarsanız, işler bozulur. Bu bir psikolojik çılgınlık, bu yüzden açıklamak için çok fazla kafa yormamalısınız." diyor. Başrol oyuncusu Lawrence ise filmin bir alegori olduğunu söylüyor: "Toprak Ana'ya tecavüz edilişi ve çektiği eziyeti tasvir ediyor. Ben Toprak Ana'yı temsil ediyorum, karakteri bir şair olan Javier ise yaratıcı Tanrı'yı; Michelle Pfeiffer'ın karakteri, Ed Harris'in Adem karakterinin Havva'sı. Habil ve Kabil de var hikayede ve kurgu bazen Aden Bahçesi'ni andırıyor."


Çok kurcalamaya niyetim yok zaten benim de, Aronofsky ve Lawrence'in kısa açıklamaları gayet aydınlatıcı. Aslında böyle bir açıklamaya ihtiyaç duyan bir film bu. Hani savaş filmlerinin açılışında olur genelde, zaman-mekan bilgisi ve genel bir açıklamayla başlanır. Bunun da başına böyle bir ön bilgi gelse daha rahat olurmuş ama o da tercih meselesi. Aronofsky hiç onu yapacak bir adam değil.

Biz filmi izledik, e bu ne şimdi dedik. Ben demedim de aslında, Sevcan çok memnun değildi film bittiğinde, anlaşılmayan şeyler vardı ve onu rahatsız ediyordu bu belirsizlik. Ben rahatsız değildim, belki çok anlamamıştım ama cahillik mutluluktu! Yok yok, ben biraz sindirmeyi bekliyordum açıkçası. Sevcan hemen açtı okudu bu yukarıda size alıntıladıklarımı, "Hee," dedik, "oldu o zaman!"

Ama ben zaten rahatsız değildim ve karanlık bir masal izlemiştim, güzel bir tecrübeydi. Birer Oscar sahibi başrollerimizi değişik rollerde izlemenin keyfini sürüyordum. Ben bu filmi tavsiye ederim, görün isterim. Sevgiler.

28.12.2017
Oku..

Dunkirk (2017)


Güzel film, evet! Ama sağda solda duyuyorum, "Gelmiş geçmiş en iyi savaş filmi!", "Nolan'ın başyapıtı!" falan.. Yok ebesinin rokkası.. Bak, baya iyi film. Muhteşem sinematografi, ince ince çalışılmış her detay, çok belli; muhteşem sahneler, görseller.. Çok az diyalog altında, fazlasıyla gergin, soğuk ve çaresiz bir bekleyiş. Askerlerin yaşadığı gerilimi, sessizliği, tedirginliği layıkıyla yansıtmak için güzel bir uygulama. Ama en iyi savaş filmi demek, Saving Private Ryan (1998)'ı unutmaktır. Etme!

2. Dünya Savaşı'nda, Fransız kıyılarındaki İngiliz askerleri anlatılıyor. İşler istenildiği gibi gitmemiş, geri dönmeleri gerekiyor. Yaklaşık 400 bin asker, Dunkerque'te tahliye gemilerinin gelmesini, ailelerine, evlerine dönmeyi bekliyorlar. Ama üstlerden gelen emirler çok iç açıcı değil, bir yandan savaş devam ettiği için beklemeleri gerekiyor. Savaş uçaklarının ateşleri altında, sahilde, açıkta, hayatta kalmaları gerekiyor.


Çok az diyalog var, çünkü konuşacak bi şey yok.. Suyun içinde, sandallarda, tek tük gelen gemilere yüklenen yaralılar. Henüz limandan ayrılamadan batan gemiler. Destek için gelen İngiliz uçakları hava sahasını temiz tutmaya çalışıyor; olduğu kadar. Karadan her an gelmesi beklenen düşman askerleri.. Denizde, ufukta bir hareket bekleyen gözler.. Ve müttefik sivil halkın, umut veren desteği..

Güzel hikaye. Güzel anlatım. Christopher Nolan'ın en iyi filmi mi peki?! Tartışılır... Nihayetinde adamın bütün filmleri çok güzel oluyo, en iyisine karar vermek zor! Sonuçta buna en iyi filmi demek Memento (2000)'yu unutmaktır. Etme!

Filmin oyuncularına bi göz atınca, aralardan Mark Rylance, Tom Hardy, Kenneth Branagh, James D'Arcy ve Cillian Murphy isimleri sıyrılıyor. Başrol yok! Bütün roller ufak ufak! Bütün roller çok klas! Etkileyici, güzel, gerçek bir hikaye; Oscar'da anılacağına ne şüphe. Tekrar gündeme gelecektir bu başlık. Saygılar.

27.12.2017
Oku..

Aile Arasında (2017)


Bayağı bi güldük, öyle böyle değil iyi güldük, yalnız çok güzel güldük. Bak kaç hafta oldu, kaç milyon kişiye izletti kendini, helal olsun, hakkediyo, helal seyirci!

Gülse Birsel bir şey yapsın diye bekliyordum zaten içimden içimden. Yalan Dünya, bir Avrupa Yakası değildi şimdi, doğruya doğru. Komedi hadi zahmetli televizyon için, iki saat nasıl güldüreceksin milleti ama sinema var diğer yanda, pırıl pırıl, cool cool, sanat gibi bi şey var orada. Doğruyu, güzeli, iyiyi seçti Birsel, iki saat güldürdü, çok da güzel oldu. Bence daha da yapsın sinemaya. Peki sizce de her işi Gülse Birsel yapmış gibi davranılmıyo mu?! Neden böyle ki bu?!


Ben biraz yönetmen Ozan Açıktan'a baktım. Adam BKM'nin en kalifiye, kendini en iyi yetiştiren sinemacısı. Vizontele Tuuba (2003)'da Yılmaz Erdoğan'a asist yaparak başlamış. Yılmaz Hoca'dan bu hayatta öğrenilecek çok şey var! Ben, otun onda basur yaptığını öğrendim, elbet işime yarar ileride dedim, attım hafızaya. Açıktan'ın kariyerine uzaktan bakınca en dikkat çeken hareketi Silsile (2014), güzel filmdi, izleyin denk gelirseniz, ben beğenmiştim. Peki bir komedi filmde, yönetmenin filme etkisi nedir? Güzel bir senaryo gelmiş, çok komik; oyuncular var elinde, çok komedik. İyi bir yönetmen bu durumu nasıl idare eder? Hiç bulaşma, herkes zaten işinin ehli, sen planlanan gününde çekimlerini bitir yeter! Mi? Evet biraz böyle olması gerekiyor. Belki herkes senin aylarca patronluk yaptığın filme gelip Gülse Birsel filmi diyecek, senin adın hiç anılmayacak hatta ama oluru bu.. Neyse, yönetmeniyle anılmayan nice filme tepki olarak bu yönetmeni biraz gündemde tutmak istedim. Geçelim oyunculara: Telaş komiği Engin Günaydın, çakma bebek Demet Evgar, Adanalı ama Antepli Erdal Özyağcılar, yükselen yıldız Fatih Artman, çıpçıtır Su Kutlu ve trans birey Ayta Sözeri ve ve amirim Şevket Çoruh da var.. Çok tatlı kadro di mi?!


Pavyon şarkıcısı anne ve alkolik darbukatör bir babanın kızı, Adanalı zengin bir ailenin oğluyla.. Kız ailesiyle tanıştıramaz çocuğu, çünkü.. Tanıştıramaz işte.. Toplum baskısının bireye indirgenmiş hali bu.. Oğlan, kızın babasını emniyet müdürü, hatta onu da yeni komşuları pısırık bir avizeci olan Fikret sanar. Aslında sandırılır. Kızın annesi Solmaz, Fikret'e durumu anlatır, azıcık baba taklidi yap da şu kız evlenene kadar, işimiz görülsün der. Gerisi vur patlasın, çal oynasın..

Dolu dolu, çok keyifli bir film. Ama fazlalık var orada bak, Derya Karadaş ve oynadığı tipi çıkar kadrodan bak nasıl tertemiz, pırıl pırıl oluyor ortalık. Sevgiler.

26.12.2017
Oku..

Ayla (2017)


Film hakkında bi şeyler yazmak için vizyondan kalkmasını bekledim, sonra vay efendim izleyecektim ben diyenler üzülmesin diye.. Yerli film internete zor düşer diyerek.. Çok izlenir diye kanallar kapışır zaten birkaç aya televizyonda gösterilir bu film, e televizyon izleyicisi de zaten benim blogla çok ilgilenmez diyerek.. Onun için şimdiye kadar izlediniz izlediniz, yoksa zaten anca Oscar adayı çıkarsa tekrar vizyon görür diyerek yazıyorum şu an.. Tekrar vizyon da çok zor bu arada. 23 Ocak'ta açıklanacak adaylar. Dedim ya, çok zor. Boşa şey yapmayalım..

Filmi kardeşim ve annemle beraber İskenderun'da izledim; ilk defa annemle sinemaya gittim. Gitmek lazımmış, mutlaka yapın, anneleri sinemaya götürün. Neyse dur oraya çok girmiyim.. Filmden sonra duydum birkaç kişiden, "Ya ben bu adamı duymuştum, bi de filmini izliyim dedim" falan diye.. Hakikaten de filmde de anlatıldığı üzere medyaya yansımış bir hikaye zaten. Bi de filmini yapalım demişler. İyi ki de demişler, hep densin böyle şeyler.

1950'deki Kore'nin Kuzey-Güney savaşında Güney Kore'ye BM tarafınca destek olarak gönderilen Türk Subaylarından Süleyman Dilbirliği'nin, katledilen bir köyde bulduğu yalnız bir kız çocuğunu yanından ayıramamasıyla başlayan ilişkilerinin nasıl sağlamlaştığını ve savaş sonrası kızı orada bırakıp yurduna dönmek zorunda kalmasıyla da nasıl ayrıldıklarını izleriz göz yaşları eşliğinde.


Yani tabii ki ağlatıyor hikaye ama adamına göre işte. Bazısı hemen koyveriyor kendini ağlıyor, rahatlıyor, bazısı da ne ağlıycam ya diye sıkıyor dişini. Bu tercih meselesi. Neden çünkü, filmden sonra "Sen ağladın mı?", "Beni hiç ağlatmadı!", "Ay çok kötü ağladım!", "Ağladık da şimdi çok şey değil.." falan diye tepkiler vardı. Hani sanki ağlamak için filme gelenler var gibiydi, öyle bi film izleme şekli mi var lan?!..

İşte Ayla adı verilen o ufak kızla Süleyman Astsubay'ın yıllar sonra bir araya getirilme hikayeleri de filmin diğer yarısını oluşturuyor. Bir ekip filmci, "Biz Kore Gazileriyle ilgili belgesel yapmak istiyoruz ama sıradan şeyler değil de mesela sizinki gibi bir hikayeyi izlemek istiyoruz, izin verin araştıralım, bulalım Ayla'yı size" diyorlar Süleyman Amca'ya, o da yıllardır bunun hayalini kurduğu için çok seviniyor tabii. Ve mutlu son.

Filmden iki ay sonra sanırım, geçtiğimiz haftalarda da Süleyman Amca'yı kaybettik. Allahtan filmi izledi de öyle öldü, mutlu olmuştur be adam. Geçen hafta da yine başka bir amca çıktı haberlere, aynı hikaye bende de var dedi, Ayça mı neymiş onun ilgilendiği çocuğa verdikleri isim de. Onu da bulun diyo. Eh.. Çocuk oyuncağı mı bu dayılar?! Hani yalan diyon demiyom ama yani, tamam işte, bir tane hikaye yeter öyle.. Yoksa tabii ki vardır binlerce olay tarihte ama herkese ayrı olay yaratırsak ne kıymeti kalacak?!

Film teknik anlamda başarılı. Ama o kadar da değil. Yani Oscar adayı olmak o kadar kolay değil. Filmde ben Ali Atay'ı hiç sevmedim, bütün ciddiyeti bozan, lakayt bir tip olarak dikkat dağıtıyor. Hikayeye sığmamış yani. Onun dışında herkesi çok beğendim. Senaryoyu Yiğit Güralp yazmış, Can Ulkay ise ilk kez yönetmenlik yapıyor. Görüntü yönetmeni ise Jean-Paul Seresin. Oyuncular: İsmail Hacıoğlu, Ali Atay, Çetin Tekindor, Damla Sönmez, Murat Yıldırım, Taner Birsel, Sinem Öztürk ve Büşra Develi.

13-12-2017 Gazimağusa
Oku..

V for Vendetta (2005)


Şimdi bir kültten bahsedelim. 5 Kasımı geçtik gerçi, tam zamanında izlemek lazımdı ama hala daha Kasım ayı içerisindeyken tekrar izleyelim dedik arkadaşlarla. Öncelikle olaya Fransız olanlar için İngilizlerin bu tarihi macerasından bahsedeyim. Sene 1605, Kral I. James tahtta. Baskıcı rejimden yılan halkın sesi olmaya karar veren Guy Fawkes ve arkadaşları, 5 Kasım tarihinde önemli bir toplantı esnasında Parlemento Binası'nı havaya uçurma planı yapmışlar. Olay, etkili, büyük bir anarşist eylem olarak tarihe tam geçecekmiş ki, muhafızlar tarafından engellenmiş ve eylemciler idam edilmiş. O gün bugündür engellenen 5 Kasım Barut Komplosu yıl dönümleri kutlanan eğlenceli bir hatıraya dönüşmüş. Ve fakat idam edilirken Guy Fawkes'un sözleri hafızalardan kazınmayacak nitelikteymiş: "Bedenleri öldürebilirsiniz ama fikirleri öldüremezsiniz. Bu tarih hatırlanacak. Hatırla, hatırla, 5 Kasım'ı hatırla!" Böyle yazınca olmadı, bak şimdi: "Remember, remember, 5 November!"


Bu Wikipedia bilgilerinden sonra filme geçelim. Hikayenin sinemaya yansıması David Lloyd'un çizgi romanı aracılığıyla olmuş. Wachowski Kardeşler senaryoyu hazırlamış ve Matrix Serisinde yardımcı yönetmenleri olan James McTeigue'ye emanet etmişler. Natalie Portman'ın hem filme hem kendi kariyerine hem de insanlığa katkısı tartışılmaz. Abartmaksa bu, zaten en abartılacak şey karşınızda, bu kadına hayran olmadan bi işini izlediğimi hatırlamıyorum zaten. Kahramanımız V, yüzünü göstermediği için hükmen başrol Natalie Portman oluyor. V'yi de sesinden çıkartmaya çalıştığımız, yine Matrix Serisinde Ajan Smith rolündeki Hugo Weaving oynamış. Dönemin baskıcı Başbakanı rolünde de Tayyip aman şey, John Hurt var.


Küçük yaşta anne babasını kaybeden Evey, sessiz sakin hayatını yaşamaktadır. Bir gece sokakta başının derde girmesiyle V ile tanışır. V, belli ki delinin tekidir, maskeyle dolaşıp, kendi doğruları için kötü adamlara zarar vermekten çekinmeyen bir tiptir. 5 Kasımda, Guy Fawkes efsanesinin yarım bıraktığı işi -tam 400 yıl sonra- bitirmek üzere yıllardır hazırlıklar yaptığı görülür. Çünkü başına gelen bir takım olaylar zamanında yaşanan baskı rejimlerinin günümüzde hala sürdüğünü göstermiş ve 5 Kasımı, fikirlerin öldürülemeyeceğini hatırlamıştır.

Tabii Evey'nin böyle bir manyağa suç ortaklığı etmek gibi bir düşüncesi ve cesareti yoktur. Ama ister, ama yoktur, ama ister. Yeterince isterse korkularını yeneceğini öğrenir. Remember, remember.

Muhteşem bir film! Sevgiler..

26.11.2017
Oku..

The Reader (2008)


Galiba zamanında izlemiştim, mi acaba?! Sinemada değil de internete ilk düştüğünde falan, Oscar'da En İyi Film Adayı filandı, dikkatimi çekmiş ama çok ilgimi çekememiş demek. Ya yorgunken izledim ya da hiç izlemedim bilemiyorum, silik silik hep anılar. Neyse, yıllar olmuş bak, geçen ay, Bitanecik posterini yolladı bu filmin. Arada yapıyor böyle, izlemediğim filmleri bulmaya çalışıyor, ben çoğuna bilmiş bilmiş "Güzel filmdir!" ya da "Hff sıkılırsın bence sen.." falan dediğimden zor oluyor ama tutturursa beraber izliyoruz. Böylece izledik Kate Winslet'e Oscar kazandıran filmi.

2. Dünya Savaşı sonrası Almaya'da geçiyor hikaye. Genç Michael hasta olmuş, sokaklara kusuyordur. Bir duvarın dibinde kendini toplamaya çalışırken o gelir; tramvayda bilet memuru olan Hanna evine dönüyordur ve Michael'e yardım eder. Evine alır, üstünü başını temizler. Liseli Michael, Hanna'dan etkilenir. Evine dönüp günler içinde iyileştikten sonra Hanna'ya teşekkür ziyaretine gelir. Hanna da ondan hoşlanır. İlginç çiftin sıradışı aşk hikayesi böylece gelişir. Michael kitap okumayı, Hanna da onu dinlemeyi çok sever. Michael okuldan çıkar çıkmaz başka başka kitaplarla hep Hanna'ya gelir. Bir süre böyle geçer. Hanna bu genç çocuğun yaşıtlarıyla takılması gerektiğini düşünür ve aynı dönem terfi de alınca ortalıktan kaybolur ve uzun bir süre görüşmezler.


Hikayenin buraya kadarki kısmı, biraz antipatik duruyor. Aşk çok güzel ama insanın içine sinmiyor işte. Bi de Hanna biraz şey.. Ama öyle acayip şekilleniyor ki hikaye, başını zaten unutuyorsunuz. Bir zaman sonra, Michael avukat olmak üzere okurken, hocaları bir grup öğrenciyi savaş zamanı, Auschwitz'teki vicdansız gardiyanların yargılandığı duruşmaya götürüyor. Michael ve diğer öğrencilerin dikkatle takip ettiği duruşmada sanık koltuğunda bir sürü başka kadınla beraber Hanna da oturuyor. Michael hemen tanıyor ve Hanna hakkında çok acayip şeyler öğreniyoruz.


Temposu biraz ağır belki ama gayet güzel film. Soğuk renkler, sert hikayeler. Bernhard Schlink'in romanından uyarlanan filmin yönetmeni Stephen Daldry. Bu arada Bernhard Schlink dikkat çekici bi yazar, emekli olduğu 2006 yılına kadar yargıçlık yapmış, bir yandan da bir çok polisiye roman yazmış. Çok ilginç bence.. Yargıç abi adam, 'ne hikayeler vardır sende' diye gazlamış bunu biri belli..

Altıncı kez aday olduğu Oscar'ını da bu rolle alan Kate Winslet başrolde. Bu filmden sonra bi kere daha aday oldu galiba. Ralph Fiennes Michael'in büyüklüğünü, David Kross da küçüklüğünü oynuyor. O sene En İyi Film ve En İyi Yönetmen kategorileri dahil beş Oscar'a aday gösterilmiş film. Benim puanım 6/10..

25.11.2017
Oku..

Blindness (2008)


Nobel Ödüllü Portekizli yazar Jose Saramago'nun bugün doğum günü. Ve fakat kendisi 2010 Haziranında, İspanya Tias'ta 88 yaşında hayata gözlerini yummuş, solcu yaşamış, harbici yazmış bir düşünür. Ben adını ilk kez iki sene önce falan duydum. Kitabevinde çalışıyordum o sıra ve Kırmızı Kedi Yayınevi, Saramago kitaplığını basıyordu. Önceden İş Bankası Yayınları ve Can Yayınları tarafından çeşitli kitapları basılan yazarın bütün kitaplarının Türkçe hakları satın alınmış ve teker teker basıyor KKY. Gayet sık sorulan bir kitabı var yazarın, Körlük, en popüler kitabı; beraber çalıştığım tecrübeli arkadaşım diyor ki sorana, sahaflarda 100-150 liraya falan eskisi var, yenisi yeniden çeviriliyor, yok henüz. Uzun bir süre bu kitabın yeniden çevirisi beklendi yani ve mükemmel bir yayıncı stratejisiyle talep büyütüldü iyice; günde üç kere soruluyodu mesela. İlla hemen okumak isterim diyene sahaflar da güzellik yaptı, fiyatları iyice uçurdular filan. Bundan bi üç beş ay önce de basıldı işte yeni Körlük! Çıkınca ben de merak edip hemen aldım ve yeni okudum daha. Çok etkileyici, baya bildiğin efsane roman. Kitap bitmeye yakın aklıma geldi, 1995'te basılan romanın filmi var mı acaba diye. Öyle öğrendim bu filmi. Sonra hemen söyledim, bitanecikle beraber izledik.


Önce herhangi birinin aniden görme yetisini kaybetmesiyle başlayan bireysel olay, teker teker çevresindekilere ve onların da çevrelerine yaymasıyla toplumsal bir duruma dönüşüyor. Vaka da şu, normali siyah olan normal körlük olayının tersi, bembeyaz bir körlük. Trafikte ışığın yeşile dönmesini bekleyen bir adam, bir anda beyaz görmeye başlıyor. Gittikleri göz doktoru ve muayenehanesindeki herkes başta olmak üzere bütün insanlara yayılıyor. Hükümet, salgın gibi duran bu hastalığı önlemek için körleri karantinaya alıyor. Doktorun karısı henüz kör olmadığı halde karantinada, kocasının yanında olmayı tercih ediyor ve kör olmayan tek insan o kalıyor. Ve yaşanan olaylar neticesinde "Keşke ben de kör olsaydım da içinde bulunduğumuz bu durumu göremeyebilseydim" diyecek hale geliyor. Öncelikle yanlarına yaklaşılamayan bir grup göremeyen insan bir yere kapatılırsa nereye sıçacaklarını bilemiyorlar, çok basit olarak, ve temizleyemedikleri için de çok kısa zamanda yaşanmaz bir hale geliyor kaldıkları yerler. Sonra da yemek problemi, insanlar acıkıyor ve yeterli yiyecek gelmeyince hastalıklar ve hatta puştluklar peyda oluyor. İlk insana dönülüyor resmen, temel ihtiyaçlar için savaş başlıyor.


Tahmin edersiniz ki bu fantastik dramatik olaylar usta bir yazarın kaleminden nasıl da güzel anlatılır. Filmi de güzel olmuş, hatta bu kadar beklemiyordum bile ama kitabı bi başka dostlar. Aynı benim gibi yapabilirsiniz, önce kitap sonra meraktan filmi izleyin. Kitaptan senaryoya geçiş Don McKellar tarafından gerçekleştirilmiş; aynı zamanda filmdeki hırsızı oynuyor. Yönetmen de Cidade de Deus (2002)'la tanınan Brezilyalı Fernando Meirelles. Oyuncular ise Julianne Moore, Mark Ruffalo ve Danny Glover gibi gayet efsane tipler. Filmin imdb kullanıcı puanı 6,6 benim puanım da 6..

Her ne kadar karamsar, iğrenç, kötü ve sıkıcı bir olay anlatılıyor olsa da ben kitabı okurken hep sıcak renkler düşünmüştüm. Hep daha pasteldi kafamdaki hikaye. Ama filmde her şey çok parlak, çok soğuk. Düşününce hak verdim, teknik olarak doğru buldum parlak-soğuk kullanımını ancak hislerim nedense hep mat beyaz olmalı dedi, bu kadar parlamamalı şu an ekran falan diye düşündüm. Ama güzeldi yine de, değişik bi deneyim.

16.11.2017
Oku..

Kedi (2016)


İstanbul'un efsaneleşmiş kedileri hakkında herkes sinemaya bir şeyler yapmak gerektiğini söyler durur ama kimse fikirlerin bir adım ötesine gidemez yıllardır, bi Kötü Kedi Şerafettin (2016) işte. İyi olmuş bu belgesel; Ceyda Torun yönetiminde, sinematograf Charlie Wuppermann asistiyle hazır edilmiş, basit ama güzel bir film. Critics Choice Documentary Awards'ta 5 adaylık elde etmesiyle dikkat çekti film, ödül töreni 9 Aralık'ta.

İstanbul'un çeşitli semtlerini gezip, bazı kedileri kadrajına alıp, onların hikayesini kovalıyor Ceyda Torun. Bir yandan kedileri takip ediyor, diğer yandan o kedilerle ilgilenen insanlarla konuşuyor, dedikodusunu yapıyorlar bu esrarengiz yaratıkların.


Kediler hakkında yine en çarpıcı hikaye, Kötü Kedi Şerafettin'in çizeri Bülent Üstün'den geliyor. Cihangir'in kedileri meşhur ya. Eskiden Cihangir'in altı, Tophane, limanmış. Dünyanın her ucundan buraya gemi yanaşırmış. Her gemide de fareleri erzaktan uzak tutacak birkaç kedi bulunurmuş. Gemiler tophaneye yaklaşınca kediler karaya ayak basmak için inip Cihangir'e çıkarlarmış hemen. Ve çoğu zaman da o geldikleri gemiyi kaçırıp Cihangir'e yerleşirlermiş. Cihangir'deki yani İstanbul'daki kedi çeşitliliği böylece efsanevi bir hikayeyle aydınlanmış oluyor. Kedilerin eve giriş hikayeleri de yine 'kötü adam' farelerle ilintili, her evde bir kedi olurmuş, çünkü evleri farelerden korumak gerekirmiş.

Filmin içinde başka bir görüş sahibi de diyor ki, evdeki kedi, kediliğini unutuyor; bununla beraber sokaklar da onların yaşamı için çok uygun değil artık. Kocaman bir ikilem var burada.

Velhasılıkelam, İstanbul'da yaşayıp da kedi sevmemek, en azından bir kedinin başını, karnını okşamamış olmak mümkün değil.

Genel olarak, keyifle izlenecek bir iş çıkmış ortaya. Gönül isterdi ki sinematografi anlamında daha şık bir çalışma yapılsın.. Ama en başta dediğim gibi, kılsızını aramaktan iş yapamaz olunuyor demek ki. Filme puanım 6/10..

03.11.2017
Oku..

The Beguiled (2017)


Ayartmak, kandırmak, aldatmak, aklını çelmek gibi Türkçe karşılıklara gelebilecek 'beguile' kelimesi geniş zaman çekimiyle karşımıza çıkıyor. Filmin Türkçe adının ise birebir çeviriden uzak durularak "Kadın Affetmez" olması uygun görülmüş. The Beguiled, 1966'da Amerikalı romancı Thomas P. Cullinan'ın yazdığı ilk kitabı. Ve bu kitap ilk olarak 1971'de Don Siegel yönetiminde sinemaya uyarlanıyor; dönemin ilgi gören filmlerinden oluyor. Ama mesela ben bu filmi değil de kitabı merak ettim, keşke Türkçe çevirisi olsaymış da okuyabilseymişiz bu romanı dedim. O kadar özgün ve ilgi çekici karakterler bir araya toplanmış ki, okumak istedim, kitaplığımda olsun istedim.


Sofia Coppola'nın gerilimli hikayeleri nasıl tatlı tatlı anlattığını takipçileri bilir. Süsü, şatafatı normalize edip çok şık görseller sunma çabasını da bilen bilir. Böyle derinliğine ikna olunan karakterler yaratma çabasını da izleyen görür. Sofia Coppola hakikaten çok başarılı, kaliteli bir sinemacıdır. Diğer bütün filmleri gibi bu filmine de bayıldım. Yani, hayır, gelmiş geçmiş en iyi film falan değil ama izlerken muhteşem keyif aldığım bir film. Kadro da şahane: Colin Farrell, Nicole Kidman, Kirsten Dunst, Elle Fanning..

Amerika İç Savaşı Dönemi, 1864 senesi, Virginia'da geçiyor hikaye. Koskoca Amerika, Güneyli Kuzeyli diye ikiye bölünmüş. Savaşın ortasında ama uzak bir köşede küçük bir okul. Beş kız öğrenciden oluşan bu eğitim yuvasında bir öğretmen bir de müdüre hanım var. Bu yedi kadının yaşadığı, yurt gibi, kurs gibi, okul denen bir yer burası. Savaşta birliği bombalanan onbaşı McBurney, bacağından aldığı yarayla ormana saklanır, saklandığı yerde de okulun öğrencilerinden Amy'ye denk gelir. Amy onu güç bela okula taşır ve hemen tedavisi başlar bu düşman askerinin.


Bir dombili baykuş, bir ülkücü türkücü, bir silik şey, bir mantar bükücü, bir ağır lolita, bir çekinik eğitmen ve bir de sıfırcı Martha'dan oluşan bu ortama süratli giriş yapan bir paralı askerin maceraları anlatılıyor. Kızların hepsinin evde bir erkek olmasının şaşkınlığıyla ve bu erkeğin asker ve düşman olmasının verdiği korkuyla yaşadıkları acayip duruma tepkilerini izliyoruz. Başta korkarak yaklaştıkları bu adama iyice ısınıp kaynaşan kızların yaşanan bir talihsizlik sonucu işlerin değişmesiyle neye uğradıklarını şaşırmaları bir oluyor.

Muhteşem sinematografik planlara ve oyuncu performanslarına sahne olan bu filmin sene başındaki ödül törenlerinde adının geçme ihtimali epey yüksek. Benim filme puanım 7/10.

25.10.2017
Oku..

Spider-Man: Homecoming (2017)


Efsane ilk seri, hayal kırıklığı ikinci seri derken yepisyeni bir üçüncü seriyle karşı karşıyayız. Spider-Man, yeni yeni seriler başlatmak konusunda Batman'le yarışır oldu. Yeni Peter Parker Tom Holland'ı ilk kez geçen sene Captain America: Civil War (2016)'da izledik. Ekibe kıyısından köşesinden, Tony'nin yeni keşfi olarak girdi. Ama yaşı henüz çok küçük olduğu için biraz olayların dışında tutuldu.


Sekiz sene evvelki büyük uzaylı istilasının yaşandığı zamanlarda başlıyor hikaye. O dönem savaş sonrası hurda toplayıcılığını kendine iş etmiş Adrian'ın işine çomak sokuyor Stark Endüstri ve uzay hurdası işine el koyuyor. Bu duruma bilenen Adrian da hurdaları illegal elde ediyor, çalıyor, saklıyor ve çeşitli uzaylı silahlarını satarak para kazanmasıyla kötü adamlık kariyeri başlıyor.

Bir yanda da Tony'nin himayesinde, tehlikeli işlerden uzak tutulmaya çalışılan bir taze kahraman, Peter Parker var. Kahraman kimliğini gizli tutmaya çalışan Peter halası May'le yaşıyor ve okuldan Liz'e aşık. Mahallesindeki dikkatini çeken yasa dışı faaliyete seyirci kalamayan lisanssız kahraman Spider-Man, Tony'nin tasarladığı kostümle başını belaya sokup duruyor ve Tony kıçını topluyor. Ve olaylar bu şekil gelişiyor.


Filmin düz Örümcek Adam hayranlarına çok hitap etmediği söylenmeli, Avengers serisini takip eden tipler daha çok keyif alacaklardır bu filmden. Iron Man ve Captain America karakterleri filmin kilit taşlarını oluşturuyor. Tabii ki çok eğlenceli, başarılı bir Marvel filmi olarak tavsiye edilebilirler tarafına adını yazdırıyor. Ayrıca yeni Peter Parker da çok sevimli hatta itiraf edeyim ilk Peter'la yarışır yani. Yine geçemez ama yarışır. İlk Peter aşırı samimiydi.

Filmin kadrosu ise muhteşem efsane isimlerden oluşuyor, baksanıza: Marisa Tomei, Robert Downey Jr., Michael Keaton, Jon Favreau, Gwyneth Paltrow; Peter'ı Tom Holland, Liz'i Laura Harrier ve MJ'i Zendaya oynuyor. Bu arada MJ ama Mary Jane değil, Michelle Jones; sürprizli karakter yani. Filme puanım 7.

01.10.2017
Oku..

İçimdeki Ses (2015)


İçimdeki Ses (2015), Engin Günaydın'ın Vavien (2009)'den sonra yazdığı ikinci senaryosu. Yine baş role kendini yazmış tabii. Vavien (2009)'i izledikten sonra Günaydın'dan beklentilerimiz büyümüştü senaristlik anlamında, müthiş gelecek vaadediyordu. Gelin görün ki o da 'piyasa ayarında' bir komedi film yazarak -aslında- o ayarda bir filme imza atarak biraz değer kaybetti. Bahsettiğim, bir film yazmakla bir filme imza atmak aynı şey değil, izah geliyor. Bazen film yazarsın ve film yazdım dersin; bazen de yazarsın ama diyemezsin bunu ben yazdım ama imzan vardır altında. Çoğu zaman elinde olmayan sebeplerle kontrolünden çıkan işlerde olur bu. Vavien (2009) gibi İçimdeki Ses (2015)'in senaryosu da yönetilmek üzere Taylan Biraderlere gitseydi eğer, belki daha kaliteli bir iş çıkacaktı.


Yer yer çok kaliteli espriler duyduğumuz filmin geneline bir basitlik işlemiş. Bu basitliği en çok gösteren de Engin Günaydın'ın bizzat oyunculuğu. Fazla abartı olduğunu düşündüğüm bu performansa olanca tatlılığıyla Leyla Lydia Tuğutlu eşlik ediyor. Gerçekten tatlı kız, Allah var!

Selim'in, çok övünemeyerek yaptığı iş, dandik dizi senaryosu yazmak. Yalnızlıktan sıkılıp annesini kendisiyle yaşamaya ikna eden Selim, tam da o dönem Ayşıl'la tanışır. Ayşıl, Selim'in dizi dışındaki çalışmalarına, yazılarına, şiirlerine bayılır, hatta bildiğin aşık olur Selim'e. Selim çok şaşkındır tabii, şimdiye kadar kimse ona aşık olmamıştır, hele bi de böyle güzel bi kız. Aşırı tatlış çift olurlar. Aşkımlar, burnuşlar havada uçuşur. Ayşıl, Selim'in annesinin de gözüne girmeye çalışır bi yandan. Böyle fazla şekerli bi aşk hikayesi izleriz.


Tabii ki bazı diyaloglarda, ince görüşler, Engin Günaydın zekasının parladığı anlar çok net görülüyor. Komedyen olmanın getirdiği muhteşem algı açıklığıyla kaleme alınan bir iş, çok tatlı sahneler var. Ama bu parıldama arada bir karşımıza çıkıyor, genele bakıldığında -kurgu icabı- vasata düşüyor hikaye. Neyse. Puanım 4/10.

27.09.2017
Oku..

Rezeta (2012)


16 yaşını doldurmuş, tercihen Kosova Kurtuluş Savaşı hakkında bilgi sahibi, akıcı şekilde alt yazı okuyabilen seyirciler arayan filmin yazanı yöneteni Fernando Frias. Hikaye Meksika'nın başkenti Meksiko'da geçiyor. Meksiko'ya modellik yapmak için gelen Kosovalı Rezeta, ajansın ayarladığı evde bir grup kızla yaşayacaktır. Çeşitli katalog ve reklam çekimlerinde modellik yapan Rezeta, sette tanıştığı bir fotoğrafçıyla sevgili olur. Gezmeyi ve bir sürü insan tanımayı seven Rezeta'nın başka sevgilileri de olacak zaman içinde. Bunlardan biri de baştan beri hoşlandığı arkadaşı Alex olacak. Güzel kızla sevgili olmak her zaman zor olmuştur. İnsan sevdiğini kıskanır sonuçta, kız güzel olunca bir de etrafında dolaşan da çok olur ya.. Rezeta da bıcır bıcır herkesle hemen kaynaşan bi kız. Alex için iftar vakti!..


Rezeta Veliu isimli kız, baş rol Rezeta'yı oynarken, Alex'i Roger Mendoza canlandırıyor. Film, İspanyolca konuşulan memlekette İngilizce anlaşan bir kızı anlattığı için dil İngilizce. Filmi, alt yazı sitesinde yeni eklenen alt yazılar kısmında gördüm ve izlemek istedim. Baktım torrent piyasasında kolay bulunur bir film değil. Baktım Netflix seçkisinde yer alıyor. Dedim ki bu bir işaret! İlk ayı ücretsiz olmak üzere hemen bir Netflix üyeliği açtım ve filmi anında izledim. Çok sevdim ben bu Netflix işini, seçkisi sağlam, güzel platform.


Filmde kız, oradaki ikinci sevgilisi olan, entel ve erken boşalan tip olarak şu an kayıtlara geçen adamın arkasından nasıl konuşuyo öyle ya. O öyle anlattıkça ben utandım. Bi de ondan öncekini, bıyıklıyı öyle bi övüyo ki bizim kılkuyruk iyice bitik durumuna düşüyo. Neyse, sonuçta cinsel hayattır bu, zaman zaman her şey olabilir, öyle sağda solda şey yapmayın kızlar siz yine de. Filmin ilişkilere yaklaşımı bi izlemeye değer. Hikaye de bir yere bağlanmıyo zaten, olaylar yaşanıyor ve böyleyken böyle havasında finalsiz bitiyor film. Puanım 6.

10.09.2017 doğum günü yazım oldu :)
Oku..

Hesapta Aşk (2016)


Aslında dürtsen izlemem şu filmi ama çok denk geldi, izledim. Neden? Çünkü Meriç varmış. Meriç Aral kimdir? Çok tatlı bi kızdır, böyle kısıklı ses tonu vardır, Medcezir (2013-15)'de kötü kız olarak ünlenmeden önce bizim Polat'ın Ben Özgürüm [2013] filminde oynamıştır. Orada tanışmış, çok sevmişizdir. Böyle önceden tanıyıp sonra çok meşhur olan bi arkadaşım daha var. Bunlar hep hak eden insanlar. Tanıdığım bütün oyuncu arkadaşlarım çok popüler olsunlar, güzel yerlere gelebilsinler, amin.

Zafer Külünk'ün yazdığı, Gönenç Uyanık'ın yönettiği filmde Meriç baş rolde, Derya Şensoy'la beraber. Oğlanlar da Fırat Altunmeşe, Burak Tozkoparan ve bücürük Kutay Kalabalık. Yalnız benim anlamadığım, Meriç gibi bir kızın şu afişteki hali nedir, bu nasıl iş bilmezliktir?! Her insanın belli açılardan daha düzgün fotoğraf verdiği bilinir, en azından bunu fotoğrafçıyım diyen adamın bilmesi gerekir. Neyse.


Ezgi internette bir çocukla tanışır, konuşur, hoşlaşırlar. Fakat farklı şehirlerde olduklarından uzun bir süre görüşemezler. Sonra Ezgi çocuğa sürpriz yapmak için İstanbul'a gitmeye karar verir. Ama nasıl? Datça'daki bir kız arkadaşının yanına gideceğini söyleyip İstanbul'a gidebilir mesela. Ama annesinin içine sinmez, kardeşi olacak zıpırı yanına takma şartıyla Datça'ya izin verir. Datça'dayken de kardeş olacak zıpır, planı anlar, ille ben de gelcem diye tutturur. Macera başlar. Aşk hikayesi olacak diye beklerken komedik aksiyona düşeriz. Ama aşk da olur tabii arada.

Kadroda gözle görülür şekilde Meriç'in yeteneği fark ediliyor, parlıyor kız. Bununla beraber diğer oyunculuklar çok tat vermiyor. Ama senaryo hiç fena değil aslında, temposunu sevdim. Sadece teknik anlamda eksikleri olan bir iş. Yine de fena değil ya, izlenir mi, izlenir..

30.08.2017
Oku..

Kramer vs. Kramer (1979)


vs., versus'un kısaltması ve o da rekabet belirten bir terim. Yani Türkçesi "Kramer Kramer'a Karşı" olan film, gayet meşhur, epey ödüllü, çok kaliteli bir film. Hadi komik bi şeyler izleyelim, ne olsa ne olsa derken, ara tara buna karar verdik. Komedi diye çıkılan yolda dünyanın en acıklı filmlerinden birine denk geleceğimizi kimse tahmin edemezdi. Peki ben bunu neden komedi sandım onu da hiç anlamış değilim. Afişi olabilir, adı olabilir. Kramer vs. Kramer kulağa çok eğlenceli geliyor çünkü. Yok, emin değilim.

Henüz filmin başında eşi Joanna tarafından terk edilen Ted, oğlu Billy ile bir başına kalır. İlgisizlikten şikayet edip, biraz kendimi tanımam lazım deyip çekip giden Joanna, Ted'i tam da işlerin yoğun ve önemli bir noktaya geldiği zamanda terk etmiştir. İş stresi artı Billy'nin bütün sorumluluğu Ted'e kalmıştır. Başta acemilik yaşasa da kısa sürede bu durumun da üstesinden gelecektir Ted. Yani mümkün olduğunca tabii.

Buraya kadar yine hüzünlü ama gayet olası bir macerayken, Joanna'nın geri gelmesi ve "oğlumu görmek istiyorum, hatta dur, yetmez, komple velayeti almak istiyorum" demesi Ted'i de Billy'yi de çok hırpalayacaktır. Gerisi mahkeme ve diğer melankolik teferruatlar... Hiç komedi olmamakla beraber fazla dramatik bir hikaye.


Avery Corman'ın romanından uyarlanan filmin senaristi ve yönetmeni Robert Benton. Minik dev Dustin Hoffman'a genç ve güzel Meryl Streep'in eşlik ettiği filmde küçük Billy'yi Justin Henry oynuyor. Aday olduğu 9 Oscar kategorisinden 5 heykelcik koparan film, çok daha fazlasını hakkediyor esasen. Aldığı Oscarlar da şu şekil: En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve En İyi Uyarlama Senaryo.

Filme puanım 10 üzerinden 8. Tarih 30/08.
Oku..

Comet (2014)


Kadın erkek ilişki üzerine izlenebilecek az sayıdaki kaliteli yapımdan biri. Benzer kaliteyi Woody Allen'ın Annie Hall (1977)'unda ya da ne bileyim Linklater'ın Before Serisinde falan koklarız. İlişkileri, direkt olarak aşkı, hayatı, sanatı, dini falan her şeyi bir çırpıda ama sindire sindire konuşan bir film. Dinamik kurgusu sayesinde izleyicisini sürekli ayık tutan bir hikaye. Fakat kendi içinde boğulan sahneler de yok değil. Bir ortadan, bir baştan, bir sondan gösteriyor Dell ve Kimberly'nin hikayesini.

Pek çok filmde yan rolde karşımıza çıkan Justin Long'un ne kadar başarılı bir karakter oyuncusu olduğunun kanıtı aslında bu film. Başka baş rolü var mı bilmiyorum ama varsa şaşırmam bu saatten sonra. Bir başka çok çok başarılı bir oyuncu, kaliteli oyunculuğu kadar bebeksi güzelliğe de sahip olan Emmy Rossum ise esas kızımızı oynuyor. Shameless (2011- )'ta evet çok dikkat çekiyo, çok tatlı ama asıl siz onu The Phantom of the Opera (2004)'da falan izleyin.

Comet (2014), Sam Esmail'in ilk filmi, hem yazmış hem yönetmiş. Bu filmden sonra da Mr. Robot (2015-17) dizisini yaptı ve pek çok bölümünü de bizzat yönetti. Çok tutan, ödüller kazanan bir dizi oldu. Bu da Sam Esmail'i dikkat çekici bir yönetmen yapıyor. Şu sıralar Bermuda Şeytan Üçgeni temalı bir filmle uğraştığı biliniyor, bakalım ne olacak.


Göktaşı yağmuru yaşanacağı bir gün, -galiba- rasathanenin girişindeki sırada rastlıyor çiftimiz birbirine. O sırada çift değiller tabii ama Dell, Kimberly'ye sevgilisinin yanında gayet cesur görüş bildirimlerinde bulunuyor. Senin gibi bir kız hiç yakışmıyor bu adamın yanına falan gibi.. Dayak yemekten bir şekil kurtulan Dell, o gece nasıl oluyorsa Kimberly'yle çift olacak hale getiriyor muhabbeti. Çatlak bi çocuk azıcık. En son el ele ortamdan kaçarlarken görülüyorlar. İlişkilerinin farklı evrelerine seyahat ettiğimiz bu çiftin hayat görüşleri dinlemeye değer.

Filme puanım 7. Ki bu iyi.

Yazıyı ekşi sözlükten bir alıntıyla bitireyim, violentz isimli kullanıcı der ki: "gecenin bir yarısı izlenildiğinde 'işte bu film bu saatlerin filmidir' dememe sebep olmuş, hoş bir filmdir."

29.08.2017
Oku..

The Circle (2017)


Filmi vizyona girmeye yakın kitabının yeni baskıları gelmişti. O zaman kitapçıda çalışıyordum, kalın kalın böyle, turuncu turuncu koymuştuk girişteki seçki masasına. Yayıncısı gelmişti, ofisleri yakındı bize zaten, anlatın kitabı, filmi geliyo ondan da bahsedin falan demişti kuru kuru. E sen bize anlat ya da ne bileyim okudunuz mu, alın okuyun falan de, hediye et. Yok. Bilmediğim etmediğim kitap, ne bahsetcem millete.. Okuduğum, bildiğim kitabı anlatırım orada, satarsa o satar, di mi?! Ne okuyacağına karar veremeyene ben çok Gogol önerdim, Sait Faik sattım, Jaguar Kitap yayınevini çok övdüm. Neyse. Çember, Dave Eggers'in bilim kurgu izleri taşıyan dramatik bir romanı. 494 sayfa, karton kapak, 28 lira etiket fiyatı, Handan Balkara çevirisiyle Siren Yayınlarından çıkıyor.


Mae (Emma Watson), günümüz google, facebook'unun bir gelişmişi olan The Circle şirketinde çalışmaya başlıyor. Burada çalışmak harikalar diyarında dolaşmak gibi tahmin edersiniz ki. Fakat bir süre sonra -yine tahmin edebileceğiniz üzere- işler karışacak. Şirketin yöneticisi Bailey (Tom Hanks), muhteşem sunumlarından birinde, yeni ürünleri olan küçük kamerayı anlatıyor. Herkesin her bilgiye anında ulaşabilmesi adına, her yerde kamera olması ve herkesin istediği her şeyi istediği zaman görebilecek konforda olabileceği bir dünya düşünüyor. Ertesi gün şirketin yeni çalışanlarından Mae, kendi başına gece vakti kanoyla göle açıldığında bir kaza geçiriyor ve henüz illegal olan bu kamera sistemi sayesinde hayatı kurtuluyor. Ve bu sistemin reklam yüzü oluveriyor. Sonrası zaten, ortalığın karışması için gerekli bir takım kurgusal olaylar dizisi.

Vicdan olmasa, gurur olmasa, aşk olmasa yani insan değil de söz konusu durum robotlar aleminde olsa, herkesin her bilgiye ulaşması güzel bir düşünce. Fakat insanlar alemindeki her birey bilgeliği kaldıramayabilir, bilgi insana fazla gelebilir.

Yani aslında evet, fazla bir numarası yok filmin ama en tepedeki adamı kendi silahıyla vurma klişesi bana hep çok çekici gelmiştir.


Gerçek hayatta da iCloud hesabı hacklenip, özel fotoğrafları çalınan Emma Watson'ın böyle bir projede yer almış olması iyice manidar. Oynarken çok zorlanmamıştır tahmin ediyorum. Bu arada filmde annesi rolündeki Glenne Headley de geçtiğimiz ay rahmetli oldu, çok tanıdığım takip ettiğim bir oyuncu değildi ama huzur içinde yatsın, varsa hakkımız helal olsun. Kuzeni rolündeki Karen Gillan da Guardians of the Galaxy (2014)'nin maviş Nebula'sı.. Filmin yönetmeni de James Ponsoldt. Puanım da 5/10..

27.08.2017
Oku..

Personal Shopper (2016)


İzleyeli bir ayı geçti aslında. Daha önce yazacaktım, sonra üşendim ve öyle kaldı. Şimdi fark ediyorum ki iki aydır ben epey boşlamışım bu yazma işini ve telafi etmem gereken bir durum söz konusu. Ve ilk yazmak istediğim de bu film oldu.

Ünlü bir modelin kişisel alışverişçisi olan Maureen aynı zamanda bir medyum. Ruhlarla iletişimde yani. Kişisel alışverişçi de alışveriş yapamayacak kadar yoğun veya isteksiz birilerinin işlerini gören kişi demek. Maureen'in kendisi gibi medyum olan kardeşi vefat etmiş, Maureen de onunla iletişim kurmaya çalışıyor. Sonra Maureen'in telefonuna bilinmeyen numaradan mesajlar geliyor.


Neredeyse zaman kaybı sayılabilecek bir korku gerilim drama filmi. Kristen Stewart'ın başrolde olduğu filmin yazanı yöneteni Fransız Olivier Assayas.. Filme puanım 3/10.. Avantajdan sayarsanız şu var, Kristen'ı yani Maureen'i çalıştığı model kıza aldığı kıyafetleri denerken falan izleyebiliyoruz.

Küçük ve temiz bir yazı oldu, güzel oldu..

26.08.2017
Oku..

Ashby (2015)


Gördüğümde çok ilgimi çekmemesine rağmen daha iyi bir seçeneğim olmadığından izledim. Öyle zaman geçirmelik bir şey arıyordum, tam da öyle oldu. Mickey Rourke'u daha önce gördüklerimden çok farklı bir rolde izliyoruz, Nat Wolff'u da beğendim baya. Ve bu iki isim paylaşıyor başrolü..

Ashby'nin direksiyon başında kriz geçirmesiyle başlıyor hikaye. Doktor diyor ki, azıcık bi ömrün kaldı ama sakın araç kullanma da bari milletin hayatını tehlikeye atma, yine bayılırsın mayılırsın..
Ed ise, annesiyle beraber yeni taşındıkları mahalleye alışmaya çalışıyor ve Ed, yeni okulundaki futbol takımına giriyor, derslerde de örnek öğrenci falan. Bi ödevi var Ed'in, yaşlı biriyle konuş, hayat tecrübelerini toparla bir dosya hazırla, gibi.. Komşusu Ashby'nin kapısına gelen Ed, bir anda Ashby'nin şoförü oluveriyor. Derken kanki oluyorlar. Çaktırmadan suç ortağı.


Ed'in annesi ise aşkı aramaktan vazgeçmeyen güzel bi kadın. Ed'in kendisi de aşık, Eloise diye çok güzel ismi olan ilginç bi kıza. Eloise'i Emma Roberts oynuyor, We're the Millers? (2013)'ta izlemiştim en son.. Ed'in annesi rolünde de Sarah Silverman'ı izliyoruz.

Yazan yöneteni Tony McNamara olan filmin teknik olarak parlak görünen bi kısmı yok, sadece bi sahnede kurguda gönüller fethedildi. Ashby içeride adam öldürürken, Ed dışarıda arabada bekliyor ve Eloise ile telefon görüşmesi yapıyordu. Adam öldürme sahnesiyle telefonda konuşma sahnesinin çok güzel harmanlanması şık hareketti, eğlenceliydi ama kısacıktı yani. Onun dışında filme puanım 4/10..

12.08.2017
Oku..

Midnight Express (1978)

Konuk Yazar // Sevcan Özbek


Amerikalı bir öğrenci olan Billy Hayes, üzerinde bir miktar uyuşturucu maddeyle Türk Polisi'ne yakalanır. Bizdeki hapishane sistemini ve Amerikalı gencin çektiklerini anlatan film böyle gider. Eski film zaten, teknik açıdan mükemmel bi iş değil. Hayes'in anılarını yazdığı kitabından Oliver Stone'un uyarladığı senaryoyu Alan Parker filme almış. Ben bu filmi izlemişim aslında ama bahsi geçtiğinde fark etmedim bile, anca kadroyu görünce bi flaş çaktı, ama yine hatırlayamadım mesela.. Onun için zamanında En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Film Müzikleri Oscarı kazanmış, En İyi Film'e de aday olmuş bu filmi benden değil de yakın zamanda izleyen güzel bir kızdan dinleyelim:

-Film çok tuhaftı. Yorum falan okumadım öncesinde, hoşuma gitmiyor öyle. Başladı işte. Bu arada izlemeyeceğini düşündüğümden, detaylı anlatabilirim değil mi?
-Evet evet, lütfen!
-Temem. 70 senesinde İstanbul’da başlıyor. Çoçuk uyuşturucu sarıyor üzerine, Amerika’ya götürecek ama kaçakçı değil, arkadaşlarına satıp para kazanacak; tek seferlik bir şey. Havaalanında yakalanıyor, İstanbul’da bir ceza evine konuluyor. Orada kendi uyruğunda bi kaç hippi tipli oğlan var, diyorlar buradan çıkamazsın, burası öyle böyle şöyle… Hapishane için… Çoçuğun babası geliyor, seni çıkartcam, bak avukat var, en iyisi buymuş, diye Türk bir avukat getiriyor. İlk mahkeme günü oluyor, savcı var, ömür boyu hapis istiyor, memleketimizin adını, şanını bu şekilde lekeleyemezler diye..
Sonra ilk duruşmada 4 yıl bilmem kaç gün alıyor. Babası tembihliyor, aklına mukayyet ol, seni çıkartcam. Neyse çoçuk 4 yılı dolduruyor, 52 gün kala duruşması oluyor. Duruşmada diyorlar ki senin davan yeniden görüldü, savcı itiraz etti, Ankara’daki heyetten 36 jüriden 28’i ömür boyu hapis istedi, ibretlik olsun diye. Çoçuk yine taşkınlık yapmıyor, sonrasında olaylar olaylar. Deliler koğuşuna gönderiyolar, çünkü birisinin dilini koparttı, sonra burada kaldı, 1 yıl gibi bi şey… Sonra sevdiği kız vardı, o geldi; para getirdi, burada öleceksin, paranı kullan da çık buradan falan diye. Çoçuk bi gardiyana ben deli değilim, beni senatoya götür iyiyim anlasınlar, param var bak dedi. Adam elinden tuttu, hamam gibi bir yere getirdi, tam fermuarını açarken oğlan bunu itti, öldürdü. Sonrası final sahnesi, kıyafetlerini aldı, kapıları açtı ve memleketine döndü.
-Mutlu son yani, iyi..



-Şimdi geriye dönersek, 2 saatti film, 2 saat boyunca Türkler öyle Türkler böyle, işte bilmem ne… Gardiyanlar Türk ve o kadar pislik yapıyorlar ki, hippi adamın kedisini astılar mesela. Deliler tarafında bi taş var, etrafında dönüyorlar, çocuk tersine dönmek istiyor, adam diyor ki Müslümanlar bu tarafa dönenleri sevmezler, böyle yapma… Herhalde Kabe’de dönme işi gibi… Tüm sahnelerde hep biz, itin götüne sokmaktan beter etmişler. Ama olmayacak iş değil bence, çok detaylı sahneleri vardı, adamlara yaptıkları eziyetler, hiçbi şey yokken falan… Şeyi hissediyorsun, filmin içinde gibisin, daralıyorsun… Bir ara bi erkek yakınlaşmak istedi bizim oğlanla, oğlan istemedi. Çok güzel çekmişler sahneyi…
-Oha! Ben de istemem ki. 
-Kızı seviyor çünkü; kız 5 yıl sonra İstanbul’a geldi -oğlan deliler koğuşundaydı o sıra- sora kız geldi işte. Çoçuk dedi ki memeleri aç, çok garipti yani çok hissettirmişler. O hapishanenin leşliği, pislik insanlar, karanlık… Ama bizi yeterince boklamışlar, abarttılar mı bilmiyorum ama yapıyolar bazen çünkü.
-Galiba ben de izliycem merak ettim.
-Ohaa, ciddi misin, anlatmasaydım keşke…
-Olur mu ya, sen anlatınca merak ettim zaten... Yoksa niye izliyim.. 
-Peki son olarak, benim kendime çıkarttığım pay: dünya hiç adil değil ve pisipisine yaşıyoruz. Yarın başımıza bi şey gelse, adaleti nerede arayacağız. Allah korusun, iğrenç. Tek güzel olan şey, işte sevgiyi biliyorsan güzel, kardeş ne demek biliyorsan, hayvan sevgisi, vicdan ya da doğanın nimetleri. Yani bakmayı bilirsen, evet, aşk var, sevgi var, sevişmek var, içmek var, sen varsın, bunlar güzel…

06.08.2017 08:53
Sevcan Özbek'ten bana, WhatsApp üzerinden..
Oku..

Kristen Stewart ve Filmleri


Benden bir yaş küçük, Amerikalı hatta Los Angeleslı bir kız çocuğu Kristen Stewart. İlk kez Twilight serisinde izlediğimizi sandığımız bu kız henüz 12 yaşında Panic Room (2002) filminde göstermiş kendini bize. Ama biz Bella Swan'ı görünce demedik ki bu o odadaki küçük kızdı diye, nasıl diyelim el insaf. Ailesi John ve Jules tv sektöründe çalışan, kamera arkasında yıllarca vizyon patlatmış insanlar. Kızları Kristen'ı da çocuk yaşta kamera önüne itelemişler; 9 yaşındayken küçük bir rolle bir tv filminde yer almış.


The Flintstones in Viva Rock Vegas (2000) ve The Safety of Objects (2001) sinema filmlerinde küçük roller canlandırdıktan sonra Panic Room (2002)'da gayet yardımcı kadın oyuncu pozisyonunda başarılı bir performans sergiliyor. Ben bundan bi üç sene önce sanırım, dedim ki oynadığı bütün filmleri bi izliyim bakalım, madem güzel bi kız var gözümüzün önünde, hevesim kaçana kadar bakiyim. Bulabildiğim bütün filmlerini izledim hakikaten ve sonrasında ciddi anlamda soğudum kendisinden. Kusurlar gördüm, tanıdıkça kötü huylarını belledim; ve gerçekten de tanıdım bence yani. Farklı farklı roller oynuyor sanıyorsunuz ama o kadar iyi bir oyuncu olmadığı için, sadece kendisini biraz değiştirerek ezbere konuşuyor işte.


Kariyerine Cold Creek Manor (2003) ve Speak (2004)'le devam eden bu tatlı kızın -nerdeyse oynadığı bütün filmleri izleyen biri olarak söyliyim- en iyi performansı Speak (2004)'tedir. Üstelik ilk başrolüdür. Meraklısı bir göz atsın derim, dramatik gizemli hikayeler sevenler için birebir ayrıca. Sonraki işleri Catch That Kid (2004), Undertow (2004) ve Fierce People (2005)'ı izlemedim. Bi sonraki filmi Zathura: A Space Adventure (2007)'ı hepimiz izlemişizdir muhtemelen, haftasonu öğlen saati televizyonda denk gelinen gençlik filmlerinden. The Messengers (2007) ve In the Land of Women (2007) da başrolünde olduğu diğer tırto filmler. Gerçi yok lan, In the Land of Women (2007) fena değildi diye hatırladım, Meg Ryan falan vardı..

Atıştırmalık film olan The Cake Eaters (2007)'tan sonra ana yemek ayarında Into the Wild (2007) geliyor. Ki kariyerindeki en dikkat çekici, en adam akıllı iş budur entelektüel açıdan; ki öyle büyük bir rol de değil hani. Jon Krakauer'in aynı isimli romanından uyarlanan, efsane aktör Sean Penn yönetimindeki bu film, imdb'nin Top250'sinde 182. sırada bulunuyor. Stewart bundan sonra da aktris Kate Hudson'ın yazıp yönettiği kısa film Cuttlass [2008] yer alıyor. Daha sonra idare eder, naif bir yapım olan The Yellow Handkerchief (2008), iddialı kadrosuyla sıradan bir iş olan What Just Happened (2008) ve en sonda iki saniye gözüken Kristen Stewart'ıyla Jumper (2008) var.


Twilight (2008)
Adventureland (2009)
The Twilight Saga: New Moon (2009)
Welcome to the Rileys (2010)
The Runaways (2010)
The Twilight Saga: Eclipse (2010)
The Twilight Saga: Breaking Down - Part 1 (2011)
Snow White and the Huntsman (2012)
On the Road (2012)
The Twilight Saga: Breaking Down - Part 2 (2012)

Bu dönem yer aldığı projelerden beşi zaten Twilight serisi.. The Runaways (2010) önemli bir yapım burada, 70'lerdeki rak müzik piyasasına çok sert giriş, bence dikkatlerden kaçmaması gereken bi iş, ki Kristen da bu sefer hiç fena olmayan bi performansla karşımızda. On the Road (2012) yine bu dönemki filmlerinden, bu filmi hep Into the Wild (2007) ile karıştırıyorum aslında, benzer kafalar olduğundan belki.. On the Road (2012) da en az Into the Wild (2007) kadar değerli bir edebiyat uyarlaması ama biraz sıkılmıştım diye hatırlıyorum.

(Hemen alttaki kare On the Road (2012)'tan.. Google Görseller'de Kristen Stewart aramalarında ilk çıkanlardan biri.. Bir sürü görsel arasında bu dikkatimi çekti direkt, oha Sevcan sandım bi an dedim.. Sevcan diye bi tatlış var da, aynı şu aşağıdaki gibi bi şey işte, selam çakıp devam edelim..)


Camp X-Ray (2014) vasat bir işti. Clouds of Sils Maria (2014).. Bu filmi kaçırmışım bak, hiç denk gelmemiştim.. Filmleri imdb'deki filmografi sayfasındaki kronolojik sıralı listeden takip ediyorum yazarken, onun için buna ilk defa denk geldim, bilemedim, ekledim izlenecek listeme.. Sonra Still Alice (2014) var bak, güzel filmdi, öyle büyük bir numarası yoktu ama Julianne Moore'a Oscar getirdi. Anesthesia (2015) diye film de varmış, bunu da ilk kez gördüm.

American Ultra (2015)
Equals (2015)
Certain Women (2016)
Cafe Society (2016)
Personal Shopper (2016)
Billy Lynn's Long Halftime Walk (2016)

Equals (2015)'ı izlediğimde blogta olmasını istediğim, hakkında bi şeyler yazmak istediğim filmdi. Sonra üşendim ben buna tanıtım yazmaya, Kristen Stewart ve Filmleri fikri bu noktada ortaya çıktı. Equals (2015), bu kızın kariyerinde çok denk gelinmeyecek bir bilim kurgu örneği.. American Ultra (2015) eğlenceli bi ot kafası filmi; Personal Shopper (2016)'ı yeni izledim daha, biraz zaman kaybı sayılabilecek, korku gerilim drama.. Cafe Society (2016)Woody Allen filmi ve galiba en tırt filmi Allen'ın. Bu filmin geleceği haberini duyunca nasıl heyecanlanmıştım oysa..

Ve yapım aşamasında olan birkaç film daha var. Gördüğünüz gibi gayet dolu dolu kariyer, dünyanın işi yapılmış gencecik yaşta.. Ama yetenek, bilemiyorum, hep aynı tipi oynuyor gibi.. Hatta bi video var ya, dudağını ısırdığı sahneleri toplamışlar, her filmde mutlaka heyecanlanınca dudağını ısırıyo.. Her oynadığı karakter aynı tepkiyi veriyosa, ben de hep aynı tipi oynuyo sanarım tabii..

18.07.2017
Oku..