Art School Confidential (2006)


O sadece büyük bir sanatçı olmak istiyordu. Sanat okuluna girdi, aşık oldu, güzel resimler yaptı ama herkes modern sanatın peşindeydi; kimse onun yaptıklarıyla ilgilenmiyordu. Büyük bir sanatçı olmak için iyi bağlantıları olması gerektiğini de biliyordu. Bir ressamla tanıştı - bir seri katil olduğunu kim bilebilirdi.
Ressam öldü, ilgi görmek için onun resimlerini aldı, cinayet üstüne kaldı, meşhur oldu, büyük bir sanatçı oldu. Katil damgası yeyince millet resimlerine ilgi duymaya başladı. En önemlisi de bakın ne oldu: Aşık olduğu kız 'ben zaten hep seni sevmiştim' triplerine girdi.


Ben beğendim filmi açıkçası, sıkıcı bir film değil; sanat okulu öğrencileri, uçuk tipler falan bunlar ilgi çeken şeyler. En sevdiğim sahnesi de bi elemanın kendini boyayıp tuvale atladığı ve yere düştükten sonra tuvalin de üstüne düştüğü sahne.. imdb.com puanı 6.3 benim puanım 7.

Film, Daniel Clowes'un çizgi romanından çekilmiş. Terry Zwigoff, çizerin önceki çizgi romanını da film yapmıştı, o da Scarlett Johansson'un oynadığı Ghost World (2001)'dü.


Art School Confidential (2006) ve Ghost World (2001)'ün tek ortak noktası bu değil: iki filmde de Boardwalk Empire dizisinden hatırlayacağınız Steve Buscemi var. Gerçi Buscemi her yerde var, filmografisine baktığımda 125 projede yer almış gözüküyor.

Aynı zamanda filmde bizim büyük sanatçının hocasını John Malkovich, katil ressamı da Harry Potter ve Moulin Rouge! (2001)'dan tanıyabileceğiniz Jim Broadbent oynuyor.


Son olarak filmde İngiliz oyuncu Sophie Myles'ın oynadığını söyleyelim meraklıları için ve evet, memeleri gözüküyor.

23 Mart 2012
Oku..

Match Point (2005)


Woody Allen her ne kadar kariyeri boyunca New York'tan kopamasa da, bu dönemde Avrupa'dan gördüğü ilgiyi karşılıksız bırakmıyor. Normalde rutinlerine bağlı yaşamayı sevdiğini söyleyen Allen, her gün aynı yolu yürüyüp, her akşam aynı restoranda akşam yemeğini yiyip, hep aynı saatte yatakta olmayı seviyormuş, öyle anlatıyor.. Avrupa'ya da geliverdi işte bi dönem.. 



Melinda and Melinda (2004)'dan sonra kendi oynamayacağı ikinci filmi için, Londra'ya gelen Allen, bir tenis hocası olan Chris'in, öğrencisi Tom ve ailesiyle tanışıp hayatının değişmesini anlatıyor.. Hayattaki en önemli parametrenin şans olduğunu vurgulayarak başlıyor film.. 
Chris, eski bir tenis oyuncusu; seyahat etmeyi sevmemesi ve yeterince yetenekli olmadığını düşünmesi sebebiyle profesyonel oyunculuğu bırakmış, özel kulüplerde dersler vermeye başlamış. Londra'ya taşınmasının sebebi zengin birkaç öğrenci bulup sakin sakin takılmak.. İlk öğrencisi Tom'la iyi anlaşıyorlar, ortak zevkler arkadaş olmalarını sağlıyor.


Tom'un kız kardeşi Chloe'yle ve nişanlısı oyuncu adayı Nola'yla tanışıyor. Chloe'yi beğenip Nola'ya aşık oluyor. Çünkü Nola herkesin aşık olacağı bir tiptir, seksidir, şımarıktır.. Patron kızı Chloe'yle evlenip şirkette yönetici olduğunda aklı hala Nola'dadır.. Nola zaten erkeklerin aklını almayı seven bir sarışındır.. (Heyecanlanınca iki nokta koyuyorum cümle sonlarına, yakaladım kendimi)
Derken, Tom, Nola'dan ayrıldığını, başkasına aşık olduğunu söyler Chris'e. Yani şanslı günündedir Chris, hemen Nola'ya gider.. Ama Nola yoktur, taşınmış, kaçmış, şehri terk etmiştir.. Aylar sonra bi galeride karşılaşırlar. Nola istemese de Chris peşini bırakmaz ve ısrarları sonuç verir, Nola'yla çok mutludur ama evliliği kötü gidiyordur.. Zaten Chloe çok istemesine rağmen çocukları da olmuyordur. Sonra Nola telefon eder ve hamile olduğunu söyler..

Ev şahane yalnız, ben de böyle bi şey istiyorum..

Tabii bu haberi, "Artık boşanman lazım, ben bu çocuğu doğurmak istiyorum.." takip eder. Buraya kadar çok normal olan hikayede bi şeyler olur, ortalık karışır.. Çocuğu olduğunda Tom diyor ki "Nasıl olduğu hiç önemli değil, şanslı olsun da!.."

O sene en iyi senaryo Oscar'ına aday olup Crash (2005)'e kaptırmış Woody.. Ki günümüze kadar 16 kere en iyi senaryo Oscar'ına aday gösterilip üç kere o ödülü kazanmış biri kendisi.. Bir kere de en iyi yönetmen Oscar'ı aldı, Annie Hall (1977)'la.. 
Film, Golden Globe'da da en iyi dram film, en iyi kadın oyuncu Scarlett, en iyi yönetmen ve en iyi senaryo gibi dallara aday gösterilmişti.. 

Kadrosunda, August Rush (2007)'la takdir ettiğim Jonathan Rhys Meyers, her filminde severek izlediğim Scarlett Johansson ve Matthew Goode, Emily Mortimer, Brian Cox yer alıyor.. Filme puanım 8..

22 Mart 2012
Oku..

Mighty Aphrodite (1995)


En sevdiğim filmlerinden.. Kimin? Woody'nin.. Nelerdenmiş? En sevdiklerimdenmiş..

Hikaye bize Eski Yunan Tragedyası olarak anlatılmaya başlıyor.. Hani böyle erdemli erdemli adamları anlatır ya Sofokles falan.. Tragedya dediğim bildiğin trajedi.. Tragedyalarda genelde böyle efsane olaylar anlatılır, bi kahramanın işlediği günahların cezasını babası veya oğlu çeker.. Bu böyledir, kendi çekmez.. Anlatıcı bir koro olur, şiirsel ve danslı bir anlatımla sahneleri anlatırlar..


Film bi antik tiyatroda koroyla açılıyo.. Lenny (Woody Allen) ve Amanda (Helena Bonham Carter) çifti yakında çocuk sahibi olacak arkadaşlarıyla akşam yemeğindeler.. Amanda'nın canı çekiyo, biz de çocuk yapalım diyo.. Lenny çok oralı değil.. Amanda, evlat edinelim o zaman diyo, Lenny hiç yanaşmıyo, kendine has tarzıyla "Kim bilir nasıl genler taşıyo olur, gece bizi bıçaklamayacağının garantisini veremezsin" diyo.. Bu bölümde Lenny'nin kibrine vurgu yapılıyor.. Ama Amanda onu ikna edip babasız ve annesi tarafından terk edilmiş çocuklardan birine sahip çıkıyor, Max..


Max hayatlarında pek çok şeyi değiştiriyor.. Amanda patronuyla yakınlaşınca Lenny ile arası açılıyor. Max büyüyor çiftimiz iyice anlaşamaz hale geliyor.. Lenny, tam bir umutsuz vaka olarak Max'in annesini araştırmaya başlıyor, "Belki güzel bir kadındır.." Ama işler hiç umduğu gibi devam etmiyor, hiç yapmaması gereken bir şey yapan Lenny, Linda'ya (Mira Sorvino) ulaşıyor. Linda tahmin ettiğinden daha çekici bir kadın çıkıyor ama meğer onun işi çekici olmakmış.. İşin rengi değişiyor. Artık kendini değil oğlunu düşünmeye başlıyor.. Günün birinde Max, annesini merak edip bulmak isteyecek ve o zaman..


Lenny kadere karşı gelip, sırf oğlu ilerde üzülmesin diye Linda'yı yola sokmaya çalışacak.. Koro onu uyarmaya çalışacak, "Sen tanrı değilsin, ileri gidiyorsun!.." ama Lenny dinlemeyecek..



Filmi izlemeyenlere tavsiye ederim.. Hikaye çok tatlı bi kere.. Oyuncular desen, Helena'yı çok beğendim, şöyle söyliyim, Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street (2007) ve Fight Club (1999)'taki performanslarından sonra bu gelir bence, öyle.. Mira Sorvino zaten 'En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu' Oscar'ını almış bu filmle, hem de komedi yani ona rağmen.. Aynı gece Kodak'ta Woody de senaryosu için yarışıyordu ama The Usual Suspects (1995) ile Christopher McQuarrie almıştı..


Her şeye rağmen Woody Allen'ın zarar eden az sayıda filminden biri bu mesela.. Bu cümleden filmleri çok izleniyor sonucu çıkmasın yalnız, daha çok diğer filmlere göre ucuza mal ediyor filmlerini ve bu şekilde daha çok kazanıyor diyelim.. Mighty Aphrodite (1995) için mesela 12 milyon $ harcanıp 11,5 milyon $ kazanılabilmiş.

10 Mart 12 güncellendi Eylül 2015
Oku..

12 Angry Men (1957)


Bu film zaten imdb.com'un en iyi filmler listesinde üst sıradaki filmlerden ve epey bir süredir merak ettiğim ama siyah beyaz olmasından dolayı sürekli ertelediğim bir filmdi. Geçen gün arkadaşımdan film alırken Warrior (2011) ile bunun arasında kaldım ve bunu seçtim. Daha fazla ertelemiim dedim yani. İyi ki de ertelememişim..


12 Angry Men (1957), iğrenç bir jenerikle başlıyor. Mahkeme salonunda; hakim davayı toparlıyor artık, bir sonuca bağlanması için jüriyi toplantıya alıyo. 12 normal adam odaya giriyor, masaya oturuyorlar, davayı çabucak bi gözden geçirip, oylayıp, sonucu hakime bildirmek istiyorlar. Jüriler neye göre seçiliyor tam olarak bilmiyorum ama filmdeki adamlar kendine güvenen, konuya hakim bilirkişimsi tipler. Ama oylamaya geçildiğinde bu davanın, çoğu tarafından çok ciddiye alınmadığını görüyoruz. 

Genç bir çocuk babasından dayak yemiş. Sonra bıçağını alıp gelmiş, babasını öldürmüş. İki görgü tanığı var, biri alt komşuları olan yaşlı bir adam, sesler duymuş, çocuğu kaçarken görmüş; ikinci görgü tanığı karşı apartmandaki yaşlı kadın, adamı bıçaklanırken görmüş.
Jüri ilk oylamasını yapıyor 11 üye çocuğun suçlu olduğunu düşünüyor ve hakimin verdiği idam cezasına katılıyor, diğer üye çok acele karar verdiklerini, genç bir çocuğun hayatının sözkonusu olduğunu ve bu konu hakkında biraz konuşmak istediğini söylüyor.


Film o odada geçiyor ve bir karara varmalarına dek odadan ayrılmıyorlar. Filmin muhteşem akıcılığı, hareketliliği; konunun çok toplumsal bir önem taşıması -sadece o dönem için de değil, 'insanlığa giriş I' resmen- ve oyuncuların muhteşem performansı filmi çok değerli yapıyor.

Filmin yönetmenliğini geçen sene kaybettiğimiz Sidney Lumet yapıyor. Hikayenin sahibi ise Reginald Rose.. Başrolde Henry Fonda var diycem ama filmde tam bi başrol durumu yok.. Ama oyuncular içinde o ilk isyanı başlatan karakter o ve o dönem baya popüler olduğu için filmin afişinde de onun adı yazıyor.
Kesinlikle izlemenizi tavsiye edebileceğim bir film, iyi seyirler..

07.03.2012 / Gümüşpala
Oku..

Black Swan (2010)


O nasıl role girmektir; Beyaz'ı oynarken zaten sorun yok ama Siyah'ı oynayacağı zaman aklı ona oyunlar oynuyor, kötülük yaptığını düşündürtüyor kendine.. Nası keko yorum ama.. Muhteşem bir film gerçekten. Tamam hikaye güzel, bıyıklı yönetmen Aronofsky de iyi çalışmış ama Natalie yakmış yıkmış, ki akabinde 'en iyi kadın oyuncu' Oscar'ını da kapmış.


Hani böyle bazıları vardır ya, hep çalışırlar.. Çok çalışırlar, çok disiplinli olurlar bunlar. Böyle biridir Nina, annesiyle baraber yaşamasının da disiplininde katkısı kaçınılmazdır. Balerindir Nina; uzun süredir bir grupla çalışmaktadır ve ufak rollerle sahneye çıkmaktadır hep. Ama disiplinli çalışmasının karşılığını alacağını düşünmektedir. Kuğu Gölü Balesi'ni oynayacaklardır ve 'Kraliçe Kuğu' rolünün peşindedir herkes. Bakınız 'herkes'.. 'herkez' değil.. Neyse... Kraliçe Kuğu, iki karakteri canlandırır: biri Beyaz Kuğu, kırılgan, masum falan filan hatırlamıyorum şimdi tam filmde dediklerini.. Diğeri Siyah Kuğu, Beyaz'ın ikiz kardeşi ama tam tersi özellikler hırçın, asi.. Beyaz Kuğu, Prens'e aşıktır. Siyah gelir Prens'i ayartır. Beyaz intihar eder.. Oynayacakları oyun budur. Oyunun yönetmeni (Vincent Cassel) Nina'nın (Natalie Portman) çok iyi bir Beyaz olduğunu ama Siyah için çalışması gerektiğini düşünür. Rolü kapar ama gereğinden fazla çalışıp kafayı yer. Her kafayı yemiş oyuncu gibi Nina da sahnede harikalar yaratır.. Ve onun bu role hazırlanma döneminde; bir nevi onu role hazırlayan bir karakter vardır ki adı Lily'dir. (Mila Kunis) Tam bir Siyah Kuğu'dur Lily. Yerim ben onu..


Mila da çok iyi Natalie de çok iyi.. Yönetmen Darren Aronofsky de çok iyi hatta.. Filmde olay yaratan sahneler de vardır: Natalie'yle Mila'nın sevişme sahnesi mesela. Sonra Natalie'nin mastürbasyon sahnesi.. Bunlar da var yani aklınızda bulunsun..

5.3.12
Oku..

Beginners (2010)


82 yaşındaki Christopher Plummer ‘en iyi yardımcı erkek oyuncu' Oscar’ını aldığında heykelciğe bakıp "Benden sadece 2 yaş büyüksün" dedi. Evet, o kategoride benim favorim Moneyball (2012)’daki Jonah Hill’di. Genç Hill, filmdeki rol arkadaşı Brad Pitt’le beraber gayet başarılı bir iş çıkarmışlardı. Diğer kategoride Pitt’in bu seneki rakipleri sağlamdı ‘en iyi erkek oyuncu’ kategorisinde. Plummer, Oscar kazanan en yaşlı oyuncu oldu. Ödülü kazanınca merak ettim ben de, Beginners (2010)'ı öyle izledim.


Oliver, ölen babasının evini boşaltırken başlıyor film; çöpe atılacak o kadar çok şey çıkması şaşırtıcı. -Eskiye dönülüyor- Babası, annesi öldükten sonra Oliver’a eşcinsel olduğunu açıklıyor. Annesiyle beraberken de öyleymiş  ama normal olmaya çalışmış hep. Babasına göre, annesi anlamamış hiç ‘sadece yatakta iyi olmadığını düşünüyormuş’. -Şimdiye dönülüyor- Oliver çizim işlerinden para kazanmaktadır. Babasının üzüntüsü unutturmak isteyen arkadaşları onu bi kostümlü partiye götürüyolar. Bi kızla tanışıyo.. -Eskiye dönülüyor- Babası eşcinsellerin buluştukları barlara takılıyor, olgun eşcinseller diye bi grup buluyor, onlarla takılıyor. Çevre edinmeye çalışıyor yani, sonra gazeteye ilan veriyor ‘böyle böyle biriyim, böyle böyle bi ilişki istiyorum’ falan diye.


Film böyle bi eskiye dönüyo bi şimdiye dönüyo, iki hikaye bir arada gidiyo gibi işte.. İzlenir ki bence izleyin de, gayet başarılı oyunculuklar; McGregor zaten iyi, Plummer ödülün hakkını verircesine oynuyor ve Oliver’in partide tanıştığı Anna (Melanie Laurent) çok tatlı bi şey.. Tarantino'nun Inglerious Basterds (2009)'ındaki sinema salonunun sahibi olan kız.. Yer yer duygusal, yer yer eğlenceli güzel bir film..

Filmde bir ara yahudi muhabbeti geçince Anna şöyle bi şey söyledi "Yahudi kızlar güzel değildir. Değişik veya tatlı olabilirler ama güzel olamazlar." İyi mi dedi kötü mü anlamadım ama hoşuma gitti.
Filmin senaristliğini ve yönetmenliğini yapan Mike Mills'in ikinci sinema filmi bu, takdire şayan iş..

29 Şubat 2012
Oku..