Frida (2002)



Frida Kahlua diye kokteyl var mıdır acaba? diye düşünmüştüm filmden hemen sonra. Baktım yokmuş, yani varsa da kimse literatüre geçirmemiş demek ki. Ben şu an bir tarif vereyim size:

1 ölçü kahlua
2 ölçü vodka
1/2 ölçü hindistan cevizi şurubu
ve buz.
Uzun bardakta limon dilimi ile servis edilir.

(Vodkanın biri geçirdiği kazayı diğeri Diego'yu temsil ederken, hindistan cevizi şurubu yaşama sevinci olan resim yeteneğinin verdiği tat olarak bardakta)

Evet sevgili okur ne umdun ne buldun. Film yorumu diye girdiğin blogta koktey tarifi öğrenmek de varmış..



Frida Kahlo, Meksikalı, birleşik kaşlı, komünist bir kadın ressamdır. Geçirdiği trafik kazasının da etkisiyle hayatının zor bir hal alması, sert bir karaktere sahip olmasına neden oldu. Tabii hayatının aşkı olan ünlü ressam Diego Rivera'nın çapkınlıkları da çok çektirdi bu kadına.

Pera'da sergisi olmuştu, baya oldu ama bi iki sene kadar önceydi sanırım; ilginçti hayatı boyunca yaptığı resimlerin yarısından fazlasında kendi olması. Tamam ressam dediğin zaten duygularıyla yaptığı için baktığında ondan bi şeyler görürsün ama Frida'nın yaptığı resimlerde direk Frida vardı. Yaşamının bir dönemini yatalak olarak geçirmesine bağlanıyor bu durum. Yatağı ve aynası. İşte o sergiden beri bu film izlenecekler listemdeydi.


İlginç bir hayat hikayesi ve muhtemelen filmini yaparsak güzel olur diyerek yola çıkılmış ve muhteşem bir film yapılmış. Salma Hayek zaten Frida bence, çok oynamamış gibi. Sadece tip olarak değil, karakter olarak da Frida - çok yakından tanıyorum çünkü. Ufacık bir rolle Antonio Banderas, New York Valisi Rockefeller rolüyle Edward Norton ve Diego Rivera rolüyle de Spider-Man 2 (2004)'deki Dr. Octavius olan Alfred Molina'yı izliyoruz. Bir de Geoffrey Rush'ı.

Ayrıca tabloları filme o kadar güzel yerleştirmişler ki Amerikalı yönetmen Julie Teymor hanımefendiyi tebriğe boğuyorum. Across the Universe (2007)'in yönetmeni kendisi.

Film 6 adaylıktan 2 Oscar heykelciği koparmış, makyaj ve müzik dalında. Saygılar.

28.04.13
Oku..

Bizim Büyük Çaresizliğimiz (2011)


Barış Bıçakçı'nın aynı isimli romanından. Seyfi Teoman'ı geçen sene geçirdiği trafik kazasında kaybetmiştik hatırlarsınız. Bizim Büyük Çaresizliğimiz (2011)'i ikisi beraber senaryoya çevirmişler. Bence kötü olmuş, diyaloglar falan hep havada gibi. Oyuncular da iyi mi kötü mü anlamadım ki, iyi oyuncu dediğin diyalogları kendine yedirir. Herhalde. Öyledir bence. Yani ya yönetim kötü, ya oyuncular kötü, ya senaryo kötü. Gerçi yönetmen iyi olursa öbürlerini de ayarlar bir şekilde.


Filmde iki tane arkadaş var. -Çok sevimli tipler. Bence muhteşem karakterler. Tipler de çok uygun.- İlker Aksum ve Fatih Al oynuyor bu tipleri. Bir misafirleri geliyor, tatlı bi kız. Ailesi falan yok, okulu bitene kadar bunlara emanet ediliyor falan fişmekan. Derken bunların ikisi birden kıza aşık oluyorlar. Emanet kıza aşık olunurmuymuş, bakalım n'apıyolar. Kızı da Güneş Sayın oynuyor.

Sadece karakterler iyi gerisi leş; bence izlenecek film değil ama merak uyandırdıysa film youtube'da da var. Ama link verip suça ortak olmayalım.. Kısa film olsa neyse..


Hah, yönetmenin ödüllü kısa filmi Apartman (2004) da vimeo'da var. Buna link veririm işte..

28.04.13
Oku..

300 (2006)


Bu filmi 2.093.317 kere izlemişimdir herhalde. Sktir lan nereye izliyom o kadar: 117 dk film, o kadar izlemiş olsam 244.918.089 dk eder o da bölü 60 bölü 24 bölü 365'den 465 yıl yapar. Yani o kadar izlemedim filmi o sayı ilk üç günde filmi Türkiye'de izleyenlerden kazanılan paranın TL cinsinden değeri.

Ama cidden baya izledim bu filmi, 5-6 kere falan baya olur bence. Frank Miller ve Lynn Varley'nin çizgi romanının Gordon, Jhonstad ve Snyder tarafından senaryolaşıp Snyder yönetiminde filme çekilmiş. Zack Snyder, Dawn of the Dead (2004)'deki başarısı ile 300'ü çekebileceğini göstermiş yapımcılara.


Doğan her erkek çocuk savaşçı olarak yetiştiriliyordu Sparta'da. Çok zor eğitimlere maruz kalan çocuklar hayatta kalırlarsa zaten kendiliğinden savaşçı oluyor. O sıralar -yalnız zaman belirtilmiyor İran'ın Pers olduğu dönemler- bütün dünyaya hakim olmaya çalışan Pers kralı Xerxes, bir tek Sparta kralı Leonidas'a diz çöktüremiyor. Sparta'nın yöneticilerine, büyücülerine, tanrılarına bile para yediriyor ama Kral Leonidas onurlu bir adam olarak yanına aldığı 300 korumasıyla koca Pers İmparatorluğu'na kafa tutuyor. Ha ölmüyor mu ölüyor, ama şerefiyle ölüyor..


Leonidas'ı tanıtmaya gerek duymadığım Gerard Butler oynuyor. Leonidas'ın karısı Kraliçe Gorgo'yu ise Lena Headey. Dur onu tanıtalım, Game of Thrones'da ki Cersei Lannister, hani piç Joffrey'nin annesi. Bir de bahsetmek istediğim Rodrigo Santoro var, Xerxes'i oynayan. Allahım o nasıl makyaj. Ya da neden o adam yani. Böyle bir rol vardır. Toplarsın oyuncuları bakarsın hangisi o role uyuyor diye. Ulan oyuncu diye seçtiğiniz adamla karakter diye yarattığınız adamın alakası yok. Madem o kadar makyaj yapacaktınız ben oynasaydım..


Ben ilk izlediğimde falan o kambura takılmıştım mesela. Hani çürükler ayrılıyordu. Hani sadece savaşçı olabilecek çocukların yaşamasına izin verilip eğitiliyordu. Bu ne ayak diyordum. Dikkatli izleyenler falan fark etmiştir, kambur hayat hikayesini anlatırken: "Ben yamuk doğunca annem korumak için beni de alıp kaçmış, Sparta'dan uzakta büyüdüm ama hep babam gibi Spartalı savaşçı olmak istedim." diyor. Atlamışım ilk izlediğimde..


Muhteşem savaş sahneleri, kaslı kaslı adamlar ve çizgi romandan perdeye bu kadar güzel taşınmış sahneler görmek istiyorsanız ve daha izlemediyseniz mutlaka izleyiniz, izlediyseniz de bir daha izleyiniz. Devam filmi için hazırlıklar tamam..

Zack Snyder'in senaryo ekibinde olduğu 300: Rise of the Empire (2014)'ı Noam Murro yönetiyor. Murro, Ellen Page'li Smart People (2008)'ın yönetmeni.

27.04.2013
Oku..

Yönetmenler: Woody Allen..


New York'lu, yazar, yönetmen, komedyen, müzisyen, oyuncu gibi pek çok sıfatı olan bir adam.

1935 yılının aralık ayında New York'un beş ilçesinden biri olan Brooklyn'de yahudi bir ailede Allen Stewart Konigsberg olarak doğuyor. Okulu hiç sevmediği için ders çalışmak yerine hayaller kuruyor, film senaryoları üretiyor kendi çapında. 16 yaşına geldiğinde radyo ve tv programlarına kısa hikayeler yazmaya başlıyor. Ha bu arada 15 yaşındayken ismini, çok beğendiği ağaçkakan arkadaşıyla değiştiriyor. Woody burdan geliyo işte. 30 yaşına kadar tv programlarına espriler, hikayeler yazıyor, komedyenlik yapıyor, tiyatro oyunları yazıyor, klarnet çalıyor. 65, 66 ve 67 yıllarında sinema filmlerine de el atıyor. Senaryoları bi yazar grubuyla beraber yazıyor. Hatta azıcık da oynuyor. İlk yönetmenlik deneyimi de, What's Up, Tiger Lily? (1966)'nin küçük bi sahnesini yönetmesiyle oluyor.


80'lere Kadar Allen ve Filmleri (vol.1)

Neden vol.1? Woody Allen'ın elliden fazla filmi var. Hem ben sıkılmiim, hem siz sıkılmayın diye bölerek anlatıcam - tabu oynamıyoruz sonuçta. Bu adam film yaparken yazar, yönetir ve çoğunda oynar. E haliyle filmler tam anlamıyla 'Woody Allen Filmi' olabiliyor. Hikayeleri zaten kendi uyduruyor, kendi istediği gibi çekiyor ve istediği gibi oynuyor. Film biter, senarist şikayet eder "anlatmak istediğim bu değildi" diye; oyuncu der "çekememiş bu, ben böyle oynamadım" diye; yönetmen der "malzeme bu, ben n'apayım". Ama işte hepsi kendi olunca, kafa rahat..

Zamanı geldiğinde yazdığı bi senaryoyu yapım şirketi kendi yönetmesini istiyor. Allen, başrole kendini seçiyor. Take the Money and Run (1969) çok beğeniliyor. Allen filmlerinde, -genel olarak- ben öyle kahkaha atarak güldüğümü hatırlamıyorum. Ciddi ciddi komedi yapıyor adam, çok da eğleniyorum izlerken.

1969 Take The Money And Run
1971 Bananas
1972 Everything You Always Wanted to Know About Sex
1972 Play It Again, Sam
1973 Sleeper
1975 Love and Death
Annie Hall (1977)
1978 Interiors
1979 Manhattan

Play It Again, Sam (1972), Allen'ın aslında tiyatro oyunu olarak yazdığı bir hikaye.. Film yapalım diyolar, Allen'a da, oynar mısın diyolar, he diyo.

Allen hikayeleri New York'ta geçer genelde, çünkü New York'ludur kendisi. Çoğu karakterinin psikiyatrı vardır, çünkü kendisinin de var. Karakterleri ya yazardır, ya komedyen, ya oyuncu, ya yönetmen.. İstisnalar var tabii ama genelde böyledir. Allen, o tarz karakterin iç dünyasını daha iyi bildiğini, öyle bir karakter yaratınca hem hikayenin hem oyunculuğun daha gerçek durduğunu, bir manavın akşam eve gidince neler yaptığını bilmediğini ve haliyle oynayamayacağını söylüyor. Interiors (1978), Allen'ın komediden sıyrılıp, değişik şeyler yapmak istemesiyle ortaya çıkan, pek beğenilmeyen aile dramıdır. Annie Hall (1977) ve Manhattan (1979) bugün bile en beğenilen filmlerindendir. Ama kendisi en beğendiği filmi sorulduğun da Love and Death (1975) diyor.Ayrıca benim favorim Take the Money and Run (1969) da yine bu dönemde yaptığı filmlerden..

Allen iyi anlaştığı bir rol arkadaşı bulunca (tabii sevgili de) bırakmıyor. Diane Keaton, yukarı yazdığım son 6 filmde Allen'a eşlik ediyor. Gerçek hayatta da iyi arkadaş olduklarını söyleyen Allen, Diane Keaton'la çalışmanın kendisi için çok kolay olduğunu, birbirlerinden istedikleri şeyi bildikleri için film çekerken zorlanmadıklarını söylüyor.


92'ye Kadar Allen ve Filmleri (vol.2)

Seksenlere Stardust Memories (1980)'le başladı Allen.. Filmde komediden sıkılıp ciddi işler yapan, hayattan tat alamayan ve hayranlarının komediden başka bişeyden anlamayan insanlar olduğunu düşünen bir oyuncuyu oynuyor. Allen bu filmle çok tepki aldı, filmin bir otobiyografi olduğunu düşünenler vardı.
Bir röportajında filmleriniz ne kadar otobiyografik diye soruluyor, Allen: ''Sadece genel anlamda otobiyografikler. Annie Hall, olsun The Interiors ya da Manhattan olsun hepsinde de ayrıntılar uydurulmuştur. Sanırım Stardust Memories de çok otobiyografik bulunacak; çünkü film hayatında hiç eğlendirici şey bulamayacak bir noktaya gelmiş, depresyona yenik düşmüş bir sinemacıyı anlatıyor. O ben değilim ama benmişim gibi algılanacak.'' diye anlatıyor.

1980 Stardust Memories
1982 A Midsummer Night's Sex Comedy
Zelig (1983)
1984 Broadway Danny Rose
1985 The Purple Rose of Cairo
1986 Hannah and Her Sisters
1987 Radio Days
1987 September
1988 Another Woman
1989 New York Stories
1989 Crimes and Misdemeanors
1990 Alice
1992 Shadows and Fog
1992 Husbands and Wives

Bu dönem Allen'ın Mia Farrow'lu dönemidir. 80'de başlayan ilişkileri 92'de ilginç bir şekilde bitmiştir. Farrow'dan bir çocuğu olan Allen, Farrow'un üvey kızı Soon-Yi Previn'e tutulunca Farrow'dan tekmeyi yemiştir haliyle. Ama beraber oldukları dönem içinde 13 filmde de beraber çalışmış, unutulmazlar arasına giren filmler yapmışlardır. Bunların başında Zelig (1983) gelir.

Bence Farrow'dan iyi ki ayrılmış. Sevmiyodum ben onu..

Woody Allen, neden bu kadar sık film yapıyor? Öğrenebildiğim kadarıyla (röportajlarından) bütün gün yatabilecek, miskinlik yapabilecek bir bünye değil onunki. Tatil sevmiyor pek, ya yazıyor ya film çekiyor. Haftanın bir günü caz yapıyor, grubu var; her hafta aynı yerde çıkıyorlar. Sırf onu görmek için oraya giden turistler oluyormuş. Oysa görülecek bi şeyim yok diyor, onlar da bunu fark edip müzik dinleyip gidiyorlar diyor. Çok güzel bir manzarası olan bir dairede yaşıyor, yürüme mesafesi olan yerleri gezmeyi tercih ediyor. ''Yılın 360 günü restoranlarda yiyorum akşam yemeğimi'' diyor. New York'ta yürümeyi seviyor. Müzikten aldığı zevki sinemadan alamayan Allen, "Neden film yapıyosunuz?" sorusuna: "Elime böyle bir fırsat geçti ben de değerlendiriyorum, insanlar da beğeniyor" diye cevap veriyor.


93 ve Sonrası Allen ve Filmleri (vol.3)

Olaylı ayrılığın ardından eski dostu Keaton'a tekrar senaryo gönderiyor Allen.. Manhattan Murder Mystery (1993)'de beraber çalışıyorlar.

Manhattan Murder Mystery (1993)
1994 Bullets Over Broadway
1994 Don't Drink the Water
Mighty Aphrodite (1995)

Allen'ın bir diğer takıntısı da film çekerken ona karışılmaması. Yani yapımcıyla bi anlaşma yapıyor başta, sonra hiç karıştırtmıyor. United Artist'de Krim ve Pleskow var Allen'a bu konuda anlayış gösteren. Bunlar 78'de United Artist'den ayrılıp Orion Pictures'i kurdular. Tabii ki Allen, Orion'a geçiyor ve 91'e kadar beraber çalışıyorlar. Ondan sonra da 3 filmi Sweetland Films'e çekiyor. Daha sonra Miramax, Bullets Over Broadway (1994)'e 16 milyon $ harcayıp 20.5 milyon $ kazanıyor; Mighty Aphrodite (1995)'e ise 12 milyon $ harcayıp 11,5 milyon $ kazanmış. Allen'ın Miramax'ta ki yapımcısı Chon, ''Woody, yaratıcı özgürlüğü için çok büyük meblağlar feda etti, ama bundan daha memnun olamazdı.'' diyor..

Son evliliğinden sonra Allen sinemasının yeni dönemi başlıyor artık.. Her pazartesi Michael's Pub'ta sahneye çıkıp klarnet çalan Allen, yıllardır müzikle ilgili bir film yapmak istiyordu ve işte zamanı gelmişti; güzel bir oyuncu kadrosu kurup Everyone Says I Love You (1996)'yu çekti. Edward Norton, Drew Barrymore, Julia Roberts ve Natalie Portman'ın çocukluğu..

2000'li yıllara gelindiğinde, Amerika'da sevilmeyen, anlaşılmayan adam oluyor; filmleri Avrupa'da özellikle de Fransa'da daha çok beğeniliyor. Filmlerinde mütemadiyen kendinden bi şeyler bulabileceğimiz Allen, bu konuyla ilgili de Hollywood Ending (2002)'i çekiyor.

1996 Everone Says I Love You
Deconstructing Harry (1997)
1998 Celebrity
1999 Sweet and Lowdown
2000 Small Time Crooks
2001 The Curse of the Jade Scorpion
Hollywood Ending (2002)
2003 Anything Else
2004 Melinda and Melinda

Her ne kadar gerçek hayatta New York'tan kopamasa da, bu dönemde Avrupa'dan gördüğü ilgiye karşılıksız kalamıyor. 2005'te Londra'da, bir tenis hocasının ders vermek için evine gittiği öğrencisinin nişanlısıyla aşkı; 2008'de Barselona'ya tatile gelen iki kız arkadaşın İspanyol ateşiyle yanmaları; 2011'de ise rezervuarlarından sokaklarına sanatın fışkırdığı Paris'te şanslı bir yazarın hikayesini anlatıyor. Avrupa filmlerine Roma'da devam ediyor Allen...

Match Point (2005)
2006 Scoop
2007 Cassandra's Dream
Vicky Cristina Barcelona (2008)
2009 Whatever Works
You Will Meet a Tall Dark Stranger (2010)
Midnight in Paris (2011)
To Rome With Love (2012)
Blue Jasmine (2013)

Bu arada Scoop (2006)'la beraber yaşlılığından ötürü oyunculuğu bıraktığını açıklayan Allen, Paris filmini çektikten sonra hazır gelmişken şu Roma filmini de çekeyim demiş, hatta bu filmle oyunculuğa geri döneceğini de söylemişti.

Hatta bu sene kendi ne yazıp ne yönettiği bir komedide daha oyunculuk yapacakmış. Böyle sadece oyunculuk yaptığı dört beş film daha var.. Örn. Fading Gigolo (2013), Paris-Manhattan (2012)...

Ayrıca To Rome With Love (2012)  filmine ilk verdiği isim 'Bop Decameron'muş daha sonra 'Reno Fiddled' olup vizyona girmesine az bir süre kala son halini almış.
Ve bu ismini değiştirdiği ikinci filmi olmuş; ilki 'Anhedonaia' olan filminin ismini 'Annie Hall' olarak değiştirmesiymiş.

Evet bu dönemde de pek çok muhteşem film izlettirdi bize sağ olsun: Small Time Crooks (2000), Hollywood Ending (2002), Scarlett'li filmleri ve benim genel favorim Midnight in Paris (2011). Öyle tatlı bir dönem yani.


Kendisi 80 yaşında ama hala her seneye bir film yetiştirme peşinde. Bu adam para için yapıyor olabilir mi? Hiç sanmıyorum. Bu arada 97'de evlenen Previn ve Allen halen birlikteler ve iki çocukları var. Allen'ın başından 3 evlilik 2 de tutkulu birliktelik geçmiş. Totalde 3 öz çocuğu bulunmakta.. Hiç evlenmediği Farrow'dan bir oğlu (Ronan Satchel Farrow) var, velayet annedeymiş ama şimdi koca adam oldu, siyasetçi..


Bu arada Allen'ın yazdığı 3 yeni tiyatro oyununu 2003-04 arası yönetmişliği de vardır..
Çeşitli dergilerde, gazetelerde yazdığı öykülerini topladığı kitapları da vardır.. (Türkiye'de eskiden Hil Yayınları ve diğer birkaç yayınevi yapıyordu bu işi ama çok eskiden. Güncel baskıları olan dört kitabı Siren Yayınları'ndan çıkıyor.)

27.04.2013 güncellendi Ağustos 2015

Bu yazıdan sonra Woody şu aşağıdaki filmleri yapmaya devam etti ve edecek:

Magic in the Moonlight (2014)
Irrational Man (2015)
Cafe Society (2016)
Wonder Wheel (2017)
A Rainy Day in New York (2019)

Oku..

O Brother, Where Art Thou? (2000)


Nerdesin Be Birader?

Homeros'u bildin mi? Hani MÖ 800'ler falan. Truva efsanesinin anlatıldığı Ilyada ile Odyssey'nin yazarı. Yazar derken yani efsane zaten bunlar halkın dilinde dolaşan hikayeler hep. Demiş ki Homer bizden sonraki nesiller de bilsin bu hikayeleri yazalım bi kağıda kitaba, kalıcı bir eser olur hem. Belki de bakarsın çok satar köşeyi döneriz. Köşe dönme işi yalan olur tabii bütün İyonya ezbere biliyor sonuçta bu efsaneleri. Kendine bir faydası olmamıştır ama kendinden sonraki bir çok yazar etkilenmiştir bu efsanelerden. En basitinden James Joyce, Ulysses'i yazmış. Hep karıştırım zaten Odissi mi onundu Ulisis mi? Odyssey, Ilyada'nın yani Truva efsanesinin devamı niteliğindedir. İkisini de okumadım ama biliriz yani; işte bu yüzden satmıyor o kitaplar. Neyse, Odyssey, kitaptaki baş karakterin adı bu arada. Truva savaşı bittikten sonra eve dönüş yolunda iki arkadaşıyla beraber maceralara atılıp hayat hikayelerini anlatıyorlar birbirlerine.


Ethen ve Joel Coen Kardeşler'in, senaryosunu bu Odyssey'den esinlenerek yazdıkları; birbirine zincirli üç mahkumun hapisten kaçıp, yola düşme hikayelerinin filmi. Odyssey bu üçlüden biri ve George Clooney oynuyor onu. Diğer ikiliyi ise John Turturro ve Tim Blake Nelson canlandırıyor. (Unutturmayın da bir ara Turturro'nun yönettiği müzikalleri izliycem)  Bizim bu üçlünün ikisi çok salak biri kurnaz gibi ama o da salak.. Ben de salağım belki olabilir ama kesin daha salaklar da vardır..


Baya eğlenceli film; müzikleri country, gospel falan Amerikalı müzikler hep. Takdir edersiniz ki birebir uyarlama değil bu, 1930'larda falan geçiyor. Senaryo ve görüntü dalında da iki Oscar adaylıkları var.
Uyarlama senaryo Oscar'ını Traffic (2000)'e, En İyi Görüntü'yü de Ang Lee'nin filmine kaptırmış. Wo Hu Cag Long (2000), o sene zaten 10 dalda aday olup 4'ünü kazanmış..


27.04.13
Oku..

Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964)


Stanley Kubrick'in Spartacus (1960) ve Lolita (1962) uyarlamalarından sonra el attığı Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964) yada kısaca Dr. Strangelove, Peter George'un Red Alert romanının sinema uyarlaması. Peter Sellers'ın üç önemli karakteri birden oynadığı filmde George C. Scott ve Sterling Hayden gibi isimler de yer alıyor.


Kafayı yiyen bir Amerikan subayının kafasına göre, komünist Rusya'ya nükleer savaş açması ve Rusya'nın olaya tepkisi anlatılıyor. Siyah beyaz komedi imdb.com'da top250#38. Ayrıca o sene 4 kategoride Oscar adayı gösterilmiş ama 8 ödülle geceyi kapatan My Fair Lady (1964), Dr. Strangelove (1964)'a ödül bırakmamış.

Sağ koluna hakim olamayan ve tekerlekli sandalyeye mahkum Dr. Strangelove karakteri de filmde ikinci yarının başlarında ortaya çıkıyor. Amerikan tarafında olan Alman kökenli Dr., içinde bir miktar da olsa nazilik taşıyan ve Rusların karşı saldırı için planladıkları 'Kıyamet Günü Silahı'nın fikir babası olan adam. Peter Sellers'ın canlandırdığı karakterlerden biri bu. Canlandırdığı diğer karakterler de Amerikan Başkanı ve savaşı başlatan subayın yaveri.

rusyayı bombalayacak olan füzeyle beraber yola çıkan asker

23.04.2013
Oku..

C'era una volta il West (1968)


Bir Il buono, il brutto, il cattivo. (1966) değil.

İtalyan Sergio Leone'nun vahşi batı hayranlığı ona kariyerinde çok güzel filmler yaptırmış. Il buono, il brutto, il cattivo. (1966) yani İyi, Kötü ve Çirkin western tarzının en iyi temsilcilerinden. Zaten imdb.com'da top250#5.
Ama demek ki bunlara kanmamak gerek çünkü C'era una volta il West (1968) yani Batıda Kan Var da top250#24 ve bence çok sıkıcı bir western.
Senaryo Sergio Donati tarafından Bernardo Bertolucci ve Leone'un tasarladığı hikayeden yazılmış.


175 dk'lık sıkıcı bir film olmasına rağmen izlediğime pişman olmadım çünkü film boyunca Jill McBain rolüyle Claudia Cardinale'i  izledim. Tunus asıllı bir İtalyan.. Güzel bir kadın kendisi. Ayrıca filmde Amerikalı aktörler Charles Bronson, Henry Fonda ve Jason Robards yer alıyor. Ve film boyunca sık sık yer verilen müzikler de çok güzeldi. Western soundtracklerini zaten seviyorum herhalde ondan.

Aslında İtalyan filmi ama Amerikalı oyuncularla çalışılmış. Yani nerdeyse Amerikan işi olan filmde, kullanılan dil genelde İngilizce ama İtalyanca da var..


22.04.13
Oku..

Tarkan BoxSet


Çizgi romancı Sezgin Burak'ın, yurt dışında eğitim aldığı sıralarda -sanırım İtalya idi- bir Türk kahramanın maceralarını çizmek gerektiğini düşünüyordu. Avrupa'da yaygın olan eski çağlar-kahramanlar konusuna yoğunlaştı. Etraflıca araştırdı, ölçtü tarttı, Atilla zamanı Hun Türklerinden Tarkan'ı yarattı. Tarkan çok küçük yaşta ailesinin öldürülmesiyle yalnız kalmış, mağaralarda kurtlar tarafından büyütülmüş, daha sonra vatanına hizmet etmek için yaşamış bir kahramandı. Çizgi roman maceraları haftada, ayda, iki ayda hatta bazen üç ayda bir yayınlanmıştır.


İlk yayınlanan maceralarından beri hemen sinema uyarlamaları yapılmıştır. Tarkan: Canavarlı Kule (1969)'de Ümit Şahin'in canlandırdığı Tarkan karakterini Tarkan Camoka'ya Karşı (1969) filminde Hasan Demirtağ oynamış. Bu filmleri izleyemedim; yok internette Ancak bunlardan sonra yapılan Kartal Tibet'li diğer Tarkan filmleri efsaneler arasına girmiş, televizyonlarda defalarca gösterilmiştir, internette de zart diye çıkmaktadır.


Tunç Burak'ın yönettiği Tarkan (1969) filmi, Atilla'nın emriyle Mars'ın kılıcının peşine düşme maceralarını anlatıyor. Bundan sonraki dört film Mehmet Aslan yönetiminde filme çekilmiş. Aslan, Türk sinemasının en üretken zamanında çalışmış on senede elli film çekmiş bir yönetmendir. İnsan diyor ki elli film çekeceğine beş film çekseydi de kaliteli olsalardı ama işte ekmek parası tabii.
Tarkan: Gümüş Eyer (1970) filminde, çizgi romanda 'Kurt Kanı' serisinde anlatılan Tarkan'ın çocukluğu da anlatılıyor.
Tarkan: Viking Kanı (1971)'nda, Atilla'nın kızını kaçıran Vikingler ile kapışıyor çılgın Türk.
Tarkan: Altın Madalyon (1972)'da düşman bu sefer Zeki Alasya. Kulke de Halit Akçatepe..
Tarkan: Güçlü Kahraman (1973) filminde son düşmanı da Çinliler.

Kadın karakterleri ile de dikkat çeken filmlerdeki sevişme sahneleri maalesef televizyondan izleyenlere şifreli. Sevişme sahnesi dediği de meme görünüyor o yani; Spartacus sevişmesi tabii ki yok. Eva Bender'in oynadığı en bilinen kadın düşmanı Gosha iki filminde Tarkan'a musallat oluyor. Başka kadın oyuncu yokmuşcasına yine Bender'i bir kez de Vikingli Ursula rolüyle izliyoruz.


Tarkan'ın en belirgin özelliği, mimiksizliği, etekliliği, atıl kurtluluğu, handa sevişme tutkusu, kurt sandığı köpeğiyle geyik budu yemesi, bir kılıç darbesiyle on kişiyi öldürebilirliği, sık sık frikik vermesi, uzun sarı peruğu, incecik kolları ve kurt başlı madalyonu. Hayır bilmeyen varsa diye.

21.04.13

Bu da yazının video hali: Film Şeysi / Tarkan..
Oku..

Keloğlan BoxSet


Oturup manyak gibi baştan izledim bulabildiklerimi. Hep televizyonda denk geldiğim kadarlarını izlediğimden anlamamışım ne kadar kötü filmler olduğunu. Film gibi izlememek lazımmış yahu. Ama sonuçta Hollywood'un otunu bokunu izleyip biliyoruz biraz da kendi bokumuzu bilelim demi.


İlk film Keloğlan (1948)'ı, Vedat Örfi Bengü'nün yazıp yönetiyor ve Keloğlan'ı İsmail Dümbüllü oynuyor ama internet ortamında bulamadığımdan izleyemedim.. Keloğlan (1965) da, Yavuz Yalınkılıç'ın yazı yönettiği filmde Öztürk Serengil başrolde.. Felsefeye boğulmuş bir masal, bu filmde hiçliğin peşindeki Keloğlan, hiç'i bulmaya ant içiyor, "Bulacam getirecem" diyor. "Gelmezse saçından sürüyecem.." Çıktığı yolda, kendine çok benzeyen bir eşkiyanın gazabına uğrayan köylü bunu o sanıyor falan.. Peki Serengil'in Keloğlan'ı oynarken bile yanlarında aşırı saç sadece tepenin kel olması.. Şapka takınca hiç de Keloğlan değil ya..

Sonraki nesilde, ikisini Suavi Sualp'in üçünü Turgut Özakman'ın yazdığı senaryolarla filme çekilen masal kahramanının maceralarında Keloğlan'ı Rüştü Asyalı oynuyor.

Keloğlan (1971), yazan Suavi Sualp yöneten Süreyya Duru
Keloğlan Aramızda (1971), yazan Turgut Özakman yöneten Sırrı Gültekin
Keloğlan ile Cankız (1972), yazan Turgut Özakman yöneten Metin Erksan
Keloğlan İş Başında (1975), yazan Turgut Özakman yöneten Nuri Ergün
Ben Bir Garip Keloğlanım (1976), yazan Suavi Sualp yöneten Süreyya Duru


Rüştü Asyalı, aslen tiyatro yönetmeni ve oyuncusudur. Sinemada Keloğlan dışında pek aktif değildir. Ama Keloğlan'la da çok aktiftir hani; o beş filmden biri olan Keloğlan İş Başında (1975) zamanın erotik akımına kapılmıştır. Onu izleyemedim, yok internette :) Filmlerinde yancı rolde hep cüce var, Aydın Babaoğlu. Her film birbirinden bağımsız; Keloğlan, her seferinde başka bir kızla mutlu sonla bitiriyor filmlerini.

Zeki olması, içten olması, sözünü sakınmaması, iyi bir insan olması falan da karakterin özelliklerinden.. Hiç bilmeyenler için not düşmüş olalım.


Tayfun Güneyer'in yazıp yönettiği Mehmet Ali Erbil'in oynadığı yeni dönem uyarlaması da Keloğlan Karaprens'e Karşı (2006). Petek Dinçöz, Ekin Türkmen ve Özcan Deniz var kadroda..

20.04.13

Bu da yazının video hali: Film Şeysi / Keloğlan..
Oku..

Matrix BoxSet


Wachowskilerin yazıp yönettiği, döneminde aday olduğu 4 teknik Oscar'ı da kazanan, oyuncularının kariyerlerindeki en taşaklı filmi olan, bilim-kurgu denince ilk akla gelenlerden efsanevi The Matrix (1999)'i herkes biliyordur.

İlkini değil ama ya ikinciyi ya üçüncüyü sinemada izlediğimi hatırlıyorum. Hastaneye gitmiştik, babam dönüşte bana mı kendine mi -şu an düşündüm- bilemediğim bir güzellik yapmış ve sinemaya gitmiştik. Bu arada ilginçtir -yine şu an düşündüm- ben babamla bir kere sinemaya gittim. Hiç gitmeyenler de vardır mutlaka ama biz baba oğul deli film izleriz, onun için acayip. Evde çok DVD seyretmişliğimiz var ama sinema tekmiş bak. Neyse işte o zaman sevdim mi sevmedim mi hatırlamıyorum tabii, 15-16 yaşında falanım. Ama şimdi üçünü bir izleyince yapabileceğim yorum: 2 ile 3'ün üçlemeye dahil edilemeyeceği. O zaman üçleme diye bir şey yok. Zaten kaşık da yok; buna inan. Yani ortada iki ayrı film var.. 1 ve 2-3..


The Matrix (1999), şu an yaşadığımız dünyanın aslında bir hayal gücü olduğunu, şu an matrix isimli bir teknolojinin içinde uyuyor olduğumuzu falan anlatıyor. Bir şekilde birileri uyanıp gerçeği görmüş ve Matrix dışında bir yerlerin olduğunun farkına varılmış. Bizim de içinde bulunduğumuz bu dünyada  yazılımcı bir çocuk var; Mr. Anderson. Bu dünyanın çarkları Ajan Smith gibilerinin kontrolünde ve bütün sistemi ele geçirmeye çalışıyor. Öte yandan Matrix dışındakiler bu duruma müdahale etmek istiyorlar (Çünkü kahin öyle istedi). Mr. Anderson, seçilmiş kişi olarak müjdeleniyor, yani internet nickiyle Neo olarak. Paylaşılamayan adam oluyor sonra. O kadar yeteneği bana da yüklesen ben de dünyayı kurtarırım diyor filmi her izleyen.

Belki çok güzel bir şey gibi anlatamadım ama bütün dünya bir anda Matrix Matrix diye çalkalanıyor. Tabi ki ticari kaygılar falan, bu efsaneye devam filmi çekiliyor. Matrix'ten çok Terminator izliyor gibi olduğumuz özellikle üçüncü filmde makinelerle savaşılıyor. Makineler aynı zamanda Matrix'in de düşmanı.


The Matrix Reloaded (2003) ve The Matrix Revolutions (2003) yapım seneleri aynı olduğu için hangisi 2 hangisi 3 bilemedim izleyeceğim zaman. Keşke part1 part2 yazsalarmış çünkü reloaded bitiyor devam edecek yazıyor savaşın ortasında, revolutions da kaldığı yerden devam ediyor. Evet işte zamanın da izlemişim ama baya unutmuşum yani.

Oyuncular: Keanu Reeves - Neo, Laurence Fishburne - Morpheus, Carrie-Anne Moss - Trinity, Hugo Weaving - Ajan Smith. Yönetmenler ise Polonya asıllı Andy & Lana Wachowski (Son olarak Lola Rennt (1998)'in yönetmeni Tom Tykwer ile birlikte Cloud Atlas (2012)'ı yönettiler.)

notundibi: eskiden wachowski biraderler denirmiş bunlara; lana henüz larry iken. şimdi wachowskiler. ama çükü hala duruyor herhalde, internette çok fazla geyik var ancak ciddi kaynaklar tesisat değişikliği hakkında yazmıyor.


19.04.2013
Oku..

Gangster Squad (2013)


Kadrosunda Emma Stone'u gördüğüm günden beri izlenecekler listemde yer alan filmin bütün oyuncuları o kadar şık ki, kesin iyi olmayacak bu film dedim kendi kendime. Nitekim beklediğim gibi oldu, Warner Bros. pek çekici olmayan kitap uyarlaması mafya hikayesine Sean Penn, Josh Brolin, Ryan Gosling gibi oyuncuları dahil edip; Zombieland (2009)'le tanınan Ruben Fleischer'ı da yönetmen sandalyesine oturtmuş.

'Gerçek bir hikayeden uyarlanmıştır.' uyarısıyla başlayan film, 1949 Los Angeles'ında geçiyor. Şehrin kontrolünü elinde tutan mafya babası Mickey Cohen (Penn), polislerin bile bulaşmak istemeyeceği bir adamdır. Ama idealist polisimiz O'Mara (Brolin) işin peşini bırakmaz, Cohen imparatorluğuyla mücadele eder. Tek başına değil tabii; bir ekip kurar.. Gangster Squad.


Emma Stone ve Ryan Gosling ikilisinin Crazy, Stupid, Love. (2011)'dan sonraki ikinci ortak projelerinde de birbirlerine çok yakışmaları gözden kaçmıyor. Kostüm-dekor-makyaj gibi öğelerle filmin sanatsal kimliğini o kadar üst seviyede tutmuşlar ki, senaryo çok zayıf hatta komik kalmış. Diyaloglar çok klasik ve yedirilememiş; her şey tahmin edilebilir duruyor. Zaman zaman komediye kaçan sahneler, filmi temposunu ayarlamak için değil de öylesine konmuş gibi. Hikayesi, kurgusu, haliyle yönetimi çok başarılı olmayan bu film, benden 10 üzerinden 5 puan alıyor. imdb.com puanı ise 6.9

09.04.2013
Oku..

Entelköy Efeköy'e Karşı (2011)


Daha önce Dondurmam Gaymak (2006)'len takdirleri toplayan Yüksel Aksu, ikinci uzun metrajı olan Entelköy Efeköy'e Karşı (2011) ile ikinci ege filmi ile karşımızda gari. Muğlalı yönetmenin bu filmi için başrole Cem Yılmaz ismi söylenip dururudu. Eğer öyle bir şey vardıysa da ikna edememesi çok normal çünkü pek bir numarası yok filmin.

Efeköy diye bir köy var, muhtarı Şahin Irmak oyunuyor. BKM'den hani, hıyarlı baba.. İşte böyle kendi halinde bir köyken Efeköy, enteller gelir toprak moprak alıp organik tarım yaparlar, köylü sevinir tabii kolay mı toprakları eşekleri para eder. Derken bir zaman kaymakam der ki sizin köyde acayip kömür varmış bir şirket santral kuracak çok para kazanacaksınız hem bu işten. Köylü çok ister ama enteller ayaklanır. Köylü pişman olur bunları aralarına aldıklarına. Eğlenceli maceralar, atışmalar şeklinde devam eder film.


İzleyin tabii Türk sinemasına katkıdır sonuçta ama bir numarası yok söyliyim yani. Benim deyivereceklerim bu gada gari.

04.04.13
Oku..

Terminator BoxSet


Çok öncelerden beri zaman zaman tv'de denk gelip birkaç sahnesini izlediğim fakat konusu hakkında pek bir fikrim olmayan seride aklımda kalanlar: suratının yarısı robot yarısı Schwarzenegger bir tür var ve bu tür bazen çıplak vaziyette yere çömelmiş poz veriyor. Buydu Terminator denince aklıma gelen. Benim durumumda olanlar için verimli bir yazı olacaktır..

James Cameron'ın kariyerinin başları sayılabilecek bir dönemde tasarlayıp hayata geçirdiği bir projedir. İlk iki filmin senaryosunu da yazmıştır yönetmenliğini de yapmıştır. Cameron, ilk yaratım aşamasında Gale Anne Hurd'la beraber çalışmış..


The Terminator (1984), gelecekte başlıyor.. Bir nükleer savaş sonrası, direnişe geçen insan topluluğunun önüne geçmek isteyen makinelerin, geçmişe gidip -yani film çekildiği zaman ki günümüze- direniş lideri John Connor'ın doğumunu engellemek için annesi Sarah Conner'ı yok etmek istemesini anlatıyor. Yani şöyle, makinelerle insanlar savaş halinde.. İnsanların bi komutanı gibi bi şey var başlarında.. Makineler de geçmişe gidip bu komutanın dünyaya gelmesini engelleyip yeni bir gelecek yaratmak peşinde.. Yok edici olarak gönderilen 'Terminator', robot iskeletin üstüne insansı bir deriyle kamufle olmuş ölüm makinesidir.
Bir de Sarah'yı korumak için gelecekten Kyle Reese gelir ki o da filmin felsefesidir. Biri gelecekten gelip olaylara müdahale edip bir şeylerin değişmesine sebep oluyorsa kaderi kendisi yazıyordur ama belki kader aslında odur ve öyle olması gerektiği için olmuştur falan.


Terminator'ü, body sporuyla iştigal ederken film yıldızı olan Arnold Schwarzenegger oynuyor. Yani bu piyasaya girmeden önce vücut geliştirmeci.. Bi de biliyorsunuz kendisi 2011 yılında yerini Jerry Brown'a bırakana kadar 8 sene boyunca California Eyaletinin Valisi idi. Yukardaki makineyi giydirince Arnold oluyo..

Hikayenin kendi içindeki tutarsızlığı, efektler, oyunculuklar kötü.. Hele o Sarah Conner'ın saçı ne öyle, zamanında moda ama şu an baya görüntü kirliliği.. İlk film için çok zayıftı bence, hikaye ve teknik anlamda.. Ama tabii ki bu benim yorumum; sonuçta imdb.com'da top250 #208 bir filmden bahsediyoruz. Arnold Schwarzenegger, Michael Biehn ve Linda Hamilton oynuyor..


İkinci film Terminator 2: Judgment Day (1991)'de ergen John Conner ve akıl hastanesindeki Sarah Conner var. Bu sefer Conner'ları yok etmek için önceki Terminator'ün gelişmiş modeli 'sıvı-metal adam' geliyor. Terminator ise yeniden programlanıp bu sefer yok etmeye değil korumaya gönderiliyor. Ve bence bu sefer olay örgüsü, oyunculuklar, görsel.. Her şey çok daha güzel olmuş ilk filmden ki bence serinin de en güzel filmi. top250 #40 olarak da farkını koyuyor zaten. Yetmezmiş gibi o sene Oscar'da 6 adaylıktan 4 ödül çıkarmış. Bir devam filmi için muazzam başarı..
Arnold Schwarzenegger, Edward Furlong, Linda Hamilton ve Robert Patrick oynuyor..


Yönetmenliğe Jonathan Mostow'ın geçtiği Terminator 3: Rise of the Machines (2003), adı üstünde makinelerin yükselmesini engelleyememeyi konu ediyor. Terminator, bu filmde de koruyucu rolü üstlenirken yok etmek için programlı olan bu sefer 'sıvı-metal kadın'.. Ama ne kadın. John Conner, kadere yeniliyor. Zorlama bir devam filmi olmasına rağmen yine de ilk filmden daha etkili bir konusu var. Bunun sonunda da savaş yeni başlıyor diyerek dördüncü filme göz kırpılmış.
Arnold Schwarzenegger, Kristanna Loken, Nick Stahl, Moira Sinise ve Claire Danes var kadroda..


McG yönetimindeki Terminator Salvation (2009), aslında bir Terminator filmi değil; normal, kendi çapında bir aksiyon filmi. Zaten kadro da bir devam filmi için fazla şaşaalı: Christian Bale ve Sam Worthington'a, Helena Bonham Carter ve muhteşem güzelliğiyle Bryce Dallas Howard eşlik ediyor. Moon Bloodgood ve Anton Yelchin da kadroda..


Bu son filmde Schwarzenegger'i bilgisayarla oynatmışlar azıcık. Temposu gayet güzel bir aksiyon filmi olmuş bence. Makinelerle savaşın ortasındayız.
Bu şekil uzar bu, makinelerle savaş biter mi hiç.. Yani temelde bilmeniz gereken, hikayenin felsefesi gereği kah ileri kah geri zaman yolculuğu yapıldığı ve farklı şekillenen paralel evrenler oluştuğudur.. Bi de Terminator olan Schwarzenegger her zaman iyi veya her zaman kötü değildir.. Bi programlarsın dünyası değişir, seni korumak için her şeyi yapar.. Ama sıvı-metallerden uzak durmak gerekiyor..

04.04.13
Oku..