The Seagull (2018)


"Bir martıyım ben... hayır hayır, değilim.. bir aktrisim, gerçek bir aktris..." Nina bu repliğiyle çıldıran gençliğin sesi olduğu 1896'daki ilk gösteriminden beri, milyonlarca kez sahnelenmiştir belki de. Anton Çehov'un (son zamanlarda Çekov diyenler arttı) oyunu Martı, amatör lise tiyatro gruplarından ultra profesyonel tiyatro krallıklarına kadar her türden sahnede, tiyatro sevdalılarının veya meraklılarının bir dönem ezberine almaya çalıştığı bir oyun olmuştur.

Bahsetmeden olur mu: AÖS (Atatürk Öğrenci Sitesi) Tiyatro Oyuncuları Kulübü yani ATOK, bir kısaltmayı içine alıp daha da kısaltarak tarihe geçmiş bir tiyatro grubu ismidir. Ekipte bulunduğum 3 sene boyunca Martı, Artiz Mektebi ve Delisin Sen oyunlarında rol almıştım. Sonra da ben eve çıktım falan konu kapandı. Öğrencilik zamanları ve İstanbul'un imkanları sık sık tiyatro izlememize olanak sağlıyordu tabii, şimdi nerede?!.. İçinde olduğum ilk tiyatro oyununun Martı olması ve bu sayede oyunu -sadece izleyen- bir çok insandan daha fazla biliyor olmam beni sevindiriyor. Çünkü değerli olduğunu bildiğim bir metni onlarca defa okumak zorunda kalmak beni bazılarınızdan daha entelektüel yapıyor. Kıps!


Saoirse Ronan'ın oldukça havalı filmografisi arasından bir film seçmeye çalışırken gördüm bunu, iki sene önce yayınlanan filmi hiç duymamış olmam enteresan geldi, doğal olarak hemen açtım izledim. Çok beğendim, eskiye döndüm, unuttuğum kısımlar olmuş onları hatırladım izledikçe. Ve itiraf da etmeliyim ki, film formatına ne kadar da güzel uyarlanmış, sinema üstünlüklerini iyi kullanmışlar. Bu arada uyarlama senaryoyu Stephen Karam yazmış, Michael Mayer yönetmiş. En çok da girişteki bahçeye kurulan tiyatro sahnesi için sandalye çeşitliliğine bayıldım. Biz yurtta arayıp çeşit bulamamıştık hepsi tek tipti...

Hikaye 19. yy'ın sonlarında, Rusya'nın bir kasabasında büyük bir konakta geçiyor. Evin oğlu Konstantin bir oyun yazmıştır, hayatın içine sızan hüzünleri cımbızlayıp doğal bir dille aktarmayı tercih etmiştir. Bu oyununu ev ahalisine ve yakınlarına sergilemek için hazırlık yapar. Konağın bahçesine bir sahne kurar, evde bulduğu bütün sandalyeleri getirir ve akşamki seyircileri için hazır eder. Seyirciler arasında aktris annesi, onun yazar sevgilisi, hep yazar olmak isteyen entelektüel dayısı, doktor yakınları, komşuları, hizmetlileri falan vardır. Sahneye çıkacak isim ise sevgilisi güzel Nina'dır. Nina ileride ünlü bir aktris olmak isteyen hevesli bir gençtir, tıpkı öncü bir yazar olmak isteyen Konstantin gibi. Konstantin her kelimesine özendiği bu oyun sergilenirken annesinin -Nina'yı kıskandığı için- oyunu sabote eden tavrı yüzünden fıttırır ve olaylar gelişir.


Harika bir ekip kurulmuş,
Annette Bening - Aktris Anne Irina,
Corey Stoll - Yazar Boris,
Brian Dennehy - Dayı (geçen ay vefat etmiş, kalp krizi diyorlar)
Billy Howle - Genç Oyun Yazarı Konstantin,
Saoirse Ronan - Genç Aktris Adayı Nina,
Elisabeth Moss - Depresif Kara Fatma Masha ve
Michael Zegen - Çulsuz Öğretmen Medvedenko rolünde.

Ben Medvedenko'yu oynamıştım sahnede, "Söylesene Doktor, bir kilise şarkıcısı kaç para kazanıyor?" gibi maddi düşüncelerle uğraşmaktan kafası yanmış, Masha'ya aşık, çok da akıllı olmayan bir köy öğretmenidir Medvedenko. Oyunun içinde çok küçük bir rol, sanırım 3 sahnem falan vardı, toplasan 7 cümlem yoktu. Michael Zegen benden daha güzel oynamış, şimdi doğruya doğru. Ama asıl güzel oynayan kim söyliyim mi, kral kral, ne oynasa yakan geçen Corey Stoll, yine bir yazarı oynuyor yine bir karizma... Annette Bening de efsane ki onun performansı zaten filmin temposunu belirliyor.

Bu arada Konstantin derdini çeşitli imgelerle anlatmaya çalışan bir yazardır, sadece yazılarında değil, gündelik hayatta da karşısındakine mesajını imgeleme yönetemiyle verir. Martı sembolü hatta ölü martı, Konstantin'in kullandığı ve zaman içinde Nina'nın zihnine yerleşen bir imge olacaktır. Martı ismi ne ayak diye merak eden varsa diye.. Bence kesin izleyin ya da oyun metnini falan okuyun şimdiye kadar okumadıysanız. Keşke denk gelseniz de sahnede izleseniz aslında!..

9 Haziran 2020