Çift gitmeyeni dövüyolarmış, zor fırttım ellerinden.. Hele bi bak filmin Türkçe adına, Aşıklar Şehri, vay seni.. E madem bütün salondan 'aşkım' hitapları yükselsin istiyosun, 14 Şubat daha makul değil miydi bu satış politikasına.. Biraz çekindim, yalan yok, tek sap benim cidden salonda.. A, bi tane teyze girdi şimdi, iki de kanka kız girdi peşinden.. Salondan canlı bildirdim.. Hadi film başlıyo, filmden sonra görüşürüz..
karsız kış
prius modası
canlı dinlemesi en keyifli müzik türü
Salondayken telefona aldığım küçük notlar bunlar. Film biter bitmez -daha çiftler birbirinden ayrılmadan- ben ortamdan kaçtım. Neredeyse bütün koltukları 'sevgili koltuğu' denen ikiliden oluşan sinema, teknik donanım ve estetik bakımdan çok şık ama o koltuklar tekli olsun abi, böyle yaparsan tabii yiyişmeye gelir millet; Beylikdüzü Migros'taki CinemaPink. Koltukları dışında on numara sinema.
Gidenlerden gelen yorumların genelde iyi olmasına rağmen birkaç kişiden de sıkıcıydı şeklinde olması biraz düşündürmüştü. Dün Golden Globe'ta 7 ödül almasıyla daha fazla erteleyemeyeceğimi anladım.
Hakikaten bu sene izlediğim en iyi filmdi. Müzikal ağırlığı olan film, müzik içinde kalmamış, müzik hikayeye çok güzel eşlik etmiş. Tıpkı Whiplash (2014) gibi. Yönetmen Damien Chazelle, yine konuşturmuş dehasını. Müziği bu derece bilen adamların sinemadan da anlaması büyük şans insanlık için. Baksana ortaya çıkan işlere. Whiplash (2014)'te izlediğimiz tutku, La La Land (2016)'te romantizmle büyüyor, daha sevimli bir hale geliyor, müzik hiç susmuyor. Bütün ödülleri hak ediyor, verin..
Hollywood'tayız, Los Angeles'ta.. Sene, Shakespeare in Love (1998)'ın Oscar'da ödülleri toparladığı sene.. Cazın hakkettiği değeri görmesi için sağlam hayalleri olan piyanist Sebastian ve çocukluk hayali oyunculuk için daha kaç görüşmeye gideceği bilinmeyen Mia mütemadiyen rastlaşmaktadırlar. Sebastian tam bir hıyardır ama kabul edilmesi gereken Mia'nın hep ters zamanları bulmasıdır. Çiftimiz beraber yaşamaya başladıktan sonra birbirlerinin hayatlarını kah olumlu kah olumsuz etkilerler. Ama önemli olan tutkuyu kaybetmemektir. Mia'nın da Seb'in de çok önemli bir numaraları vardır; ne istediklerini bilmeleri.
Film, prodüksiyon, sinematografi ve kostüm gibi teknik konularda çok iyi görünüyor. Oyuncular ciddi anlamda başarılı; Emma Stone ve Ryan Gosling. Koreografiler klasik kalmış, çok şaşırtmalı yeni bir şey göremedim ama senaryo -ki senaryo film müziklerinden ayrı düşünülemez bu aşamada- çok çok iyi..
Aldığım notlara gelecek olursak, Hollywood şehrinde kışlar karsız hatta çoğun yağmursuz geçermiş. 1997'de satışı başlayan Toyota Prius orta sınıfın büyük rağbet gösterdiği bir otomobilmiş. Mia da Prius kullanıyor. "Aslında cazdan nefret ederim" itirafında bulunan Mia'ya mükemmel bir caz dersi geliyor Seb'ten. Bu sahneden sonra hala caz dinlemekten kaçabilecek insan yok bence.. Özellikle "Canlı dinlemesi en keyifli müzik türü caz" tespiti geldikten sonra. Biraz düşündüm ve çok haklı buldum. Caz konserleri onun için daha keyifli, onun için çoğu zaman sözlere ihtiyaç duymuyor. Müzik kendi kendine konuşuyor bir süre sonra. Cazcı tribi derler ya, kaptırır gider müzisyen, kural nota tanımaz, süsler boyuna.. O işte.. Caz konserlerini takip edin, hadi ben kaçtım..
Filme puanım 9/10.. Ben de Emma Stone'la dans etmek istiyorum ya..
090117