First Man (2018)


İlk filmi Guy and Madeline on a Park Bench (2009)'i henüz izleyemediğim Damien Chazelle, 2013'te çektiği 18 dakikalık Whiplash'ten sonra biliyorsunuz ödül çocuğu oldu. Her yaptığı film çok beğenildi. Whiplash [2013], Sundance'te En İyi Kısa Film seçildikten sonra; 3 Oscar'lı Whiplash (2014) ve 6 Oscar'lı La La Land (2016) Oscar'da En İyi Film adayı oldular... Anlaşılacağı üzere First Man (2018)'in de kaderi budur, pek çok başka kategoriyle beraber En İyi Film adaylığı da alır, -hesaplarıma göre- 9 Oscar'la geceden ayrılır.


James R. Hansen'in, Ay'a ilk ayak basan adam Neil Armstrong'un uzay macerasını anlattığı biyografik romanından uyarlanan film, 59 M Dolara mal olmuş. Açıkçası daha fazla hayal etmiştim ama bu kötü bir şey değil, bravo, ne güzel yapmışlar işte ucuz ucuz. İki ayda da 98 M Dolar hasılat toplanmış. (İster istemez insanın aklına geliyor, hemen bakalım: Whiplash (2014) 3M->49M, La La Land (2016) 30M->446M)


İnsanoğlu Ay'a gitmek için yıllarca uğraştı. Uğraşamayanlar da Ruslar mı önce gidecek, Amerikalılar mı diye iddialaştı. İlk hedef önce Dünya'dan çıkmaktı. Önce atmosfere uydu yollama savaşı vardı, sonra hedef büyüdü. Ay'a gitme işini ilk başaran da Neil Armstronglu Amerika oldu!.. Neil'ın Ay'daki ilk adımı, "Bu benim için küçük ama insanlık için büyük bir adım!" sözü, atmosfersiz Ay'da nasıl olup da Amerikan bayrağı dalgalandığı, bu sahnenin Hollywood'un hangi ünlü yönetmenine kaç dakikada çektirildiği ve nasıl insanlara yıllarca izletildiği komplo teorilerini bir kenara bırakırsak gayet hisli film...


Neil, çok küçük yaştaki kızını bir hastalık musibetinden kaybeden başarılı bir mühendis babadır. Bir süre sonra gazetede NASA'nın uzay çalışmaları için astronotlar aradığı ilanı görür ve başvurur. Tabii ki ekibe kabul edilir. Lider ruhlu, işine önem veren, prezentabl bu mühendisi almayıp n'apsındı NASA?! Farklı farklı projelerle yıllar içinde sayısız uzay yolculuğu deneyimi yaşayan Neil, en son Apollo 11 projesine dahil edilir ve o efsane üç kişilik ekibin lideri olarak adını tarihe yazdırır. Ama üçünü bir anmak en doğrusu gelir bana: Neil Armstrong, Buzz Aldrin ve Michael Collins...

Muhteşem Ryan Gosling performansına Claire Foy, Kyle Chandler, Jason Clarke ve Corey Stoll eşlik ediyor... Filme puanım 7, imdb ortalamsı da an itibariyle 7.7...

25.11.2018

En İyi Prodüksiyon Tasarımı, En İyi Görsel Efekt, En İyi Ses Kurgusu ve En İyi Ses Miksajı olmak üzere 4 teknik dalda Oscar'a aday gösterildi.

22.01.2019
Oku..

Dans les Forets de Siberie (2016)


Bundan iki buçuk sene önce büyük bir heyecanla izlenecekler listeme giren bu filmin hikayesi şöyle: Nisan 2016'da İbrahim Maalouf İstanbul'a konsere geldi. Ben de o salondaydım, büyük bir keyifle muhteşem bir müzik dinledik, dağıldık. Konserde, Red & Black Light şarkısının klibi olarak izletilen video, aynı zamanda bu Dans les Forets de Siberie (2016) filminin fragmanıydı. Filmde İbrahim Maalouf'un müzikleri kullanılmıştı ve Red & Black Light şarkısına klip olarak da böyle bir yöntem düşünülmüştü. Hem filmin pazarlama kampanyasına destek, hem bedavadan klip!.. İşte o konserde o videoyu izledikten sonra ekledim ben de filmi izlenecekler listeme; ancak film Türkiye'de vizyona girmedi, yetmezmiş gibi DVD'si de çok geç çıktı ve internete anca düştü.


Sylvain Tessen'in romanından uyarlanan filmin yönetmeni Safy Nebbou. Filmin başrolünde ise bazen Hollywood filmlerinde küçük roller oynarken de denk gelebileceğimiz Raphael Personnaz. Yakışıklı ve yetenekli bir tip, bu filme uyumunu da sevdim.

Teddy, şehir yaşamından sıkılıp daha sakin arayışlar içerisine girmiş bir adamdır. Sibirya'da çok ücra bir buz köyünde bir kulübe kiralamak üzeredir, pazarlık yaparlarken, kulübenin sahibi adam konuştukları fiyatın biraz üstünü verirse kulübeyi komple satabileceğini söyler, zaten karısı hastadır ve kasabaya yakın bir yere taşınması gerekmektedir. Teddy kabul eder ve Sibirya'da kendisine ait bir evi olur. Ev sahibi giderken bir tüfek hediye eder Teddy'ye, "Ayı için!.."


Kafa dinlemek, sakinleşmek için kalkışılan bu hareketin ilginç, stresli ve zorlu bir hal alması hiç hoş değildir. Ama Teddy yılmaz, kışı atlatırsa gerisi kolaydır. Bu havada hayatta kalmayı başarırsa kafasını dinlemeye başlayabilir. Ve şu ayı yemeklerini çalmayı keserse açlıktan ölmeyebilir.

Filmin müziklerini İbrahim Maalouf yapmış işte; müzikler güzel ama kullanmayı çok becerememişler gibi. Saçma sapan yerde kesiyor, yanlış yerden giriyor gibi.. Sinematografi açısından şova çok müsait bu ortamda yer yer amatörlükler yapılmış ama yine de izlemesi keyif veriyor. hikaye güzel, aksiyonu kıvamında, finali vurucu değil ama işlenişi başarılı... Ne bileyim, yönetmenin ilk filmi falan olsa "Işık var!" dersin ama Gerard Depardieu'lu Dumas (2010)'ı yapmışsın sen, daha çok şey bekliyoruz..


Filme puanım 5/10..

25.11.2018
Oku..

The Ballad of Buster Scruggs (2018)


TRT'nin Pazar sabahları kovboy sineması yayınlama adeti vardır hani. Yani eskiden vardı, bilmiyorum hala var mı, artık televizyon izlemiyoruz... Denk geldi Pazar sabahına, Netflix'te, baktım kovboy filmi, açtım hemen... Coen Kardeşler'in çalışmasına 10 üzerinden 8 puan verdiğimi söyleyerek başlayayım. Aslında 9'da verebilirdim ama henüz 6 bin kişinin oyladığı filmin imdb puanı 7.4 biraz yönlendirdi beni; ama eminim artacaktır bu ortalama.. Oscar'da da bahsi geçmesi kuvvetle muhtemel bir yapım.. Ama Oscar'dan önce Venedik'te En İyi Senaryo ödülü aldığını belirtelim. Ethan & Joel Coen'in yazıp yönettiği filmin kadrosunda çok fazla yıldız isim yer alıyor; yıldız olmayanlar da yıldızlaşıyor zaten..

Ballad, hikaye demek ama daha sanki acıklı hikaye, trajedi gibi tınlıyor kulağa. Müzikte de kullanılır bazen, hafif tempolu şarkılar için... Böyle köy, kasaba hikayeleri için belki.. Ve tabii ki kovboy hikayeleri...


Saymadım ama sanırım altı yedi öykünün bir araya getirildiği öykü kitabı - 'nın sinema uyarlaması gibi. Ama böyle bir kitap yok, kitap uyarlaması efekti vermek var. Çok sevimli, sıkmayan, başka başka kovboy hikayeleri anlatan bir film. (Bu arada postere bir kez daha bakınca altı öyküden oluştuğu fikri ağır bastı, yedinciyi hatırlayamadım..)

Buster Scruggs açılış hikayesinde gönülleri fetheden bir kanun kaçağı; sonra ilginç bir banka soygunu girişimi; bir kafilenin parçası güzel bir hanımefendinin hazin sonu; çılgın bir madencinin başından geçen ama kimsenin başına gelmesini istemeyeceği bir takım olaylar...

En son bu öykü keyfini Melisa Kesmez'in Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz adlı ilk öykü kitabında almıştım. Emrah Serbes'in Erken Kaybedenler'i de keza öyleydi... Birbirinin devamı gibi ama başka karakterle başka hikayeler anlatmak insana akıcı bir roman okuyormuş hissi verebiliyor. Yani bu filmin kitabı olsa baş ucu kitabım olurdu. En azından birilerine hediye edebileceğim güzel bir seçenek olarak dururdu. Şimdi de sizlere önerebileceğim bir film oldu işte..


Kadroda, O Brother, Where Art Thou? (2000)'da Coen Kardeşlerle çalışmış Tim Blake Nelson ve daha önce bu kardeşlerle çalışıp çalışmadığını hiç hatırlamadığım Liam Neeson, James Franco, Zoe Kazan ve Tom Waits yer alıyor.

Pazar günü bitmeden bir bakın derim...

18.11.18

En İyi Orijinal Şarkı, En İyi Kostüm Tasarımı ve En İyi Uyarlama Senaryo kategorileriyle 3 dalda Oscar'a aday gösterildi. Her kategoride de güçlü aday, benden söylemesi..

22.01.2019
Oku..

Ant-Man and the Wasp (2018)


Hatırlarsanız Captain America: Civil War (2018)'da kahramalar taraf seçmek zorunda kalmış, illegal tarafı seçen Captain America ve yanındakiler kanun kaçağı durumuna düşmüştü. Ant-Man kostümlü Scott Lang de onlardan biriydi.


Ev hapsine çarptırılan sevimli baba Scott'un küçük kızıyla evin içinde oyunlar oynamasını izleyerek başlıyoruz. Filmin hemen başında saftirik federal ajan, Captain America: Civil War (2018) izlemeyenler ya da hatırlamayanlar veya ekranlarını yeni açanlar için özet geçiyor Scott'un güncel durumunu. Az bir zaman sonra ev hapsi tamamlanacak ve kızıyla dondurma yemeye gidebilecek olan Scott'un başına bakalım neler geliyor:

Dr. Pym eskiden beraber küçüldükleri karısını, molekül seviyesine küçülmesi sonucu kaybetmiştir. Üstünden yıllar geçmiştir tabii ama Pym'in hep aklındadır karısının belki de ölmediği düşüncesi; belki de sadece başka bir boyuttadır. Scott da bir gece ansızın rüyasında Pym'in karısını ve kızı Hope'u görünce ortalık karışır.


Pym'in karısına ulaşmak için geliştirdiği yöntem, umutsuzca acı çeken birinin daha işini göreceğinden kovalamaca başlar. Dr. Pym'in ezeli rakibi Dr. Foster, Ava'ya yani nam-ı diğer Ghost'a yardım edecektir. Hope'un kostüme bürünmüş hali Wasp ile Ant-Man Scott, Ghost'u engellemeye çalışırlar. Ki Anne Wasp hayatta mı değil mi anlanabilsin!..


Ant-Man (2015)'deki Paul Rudd, Michael Douglas, Evangeline Lilly, Michelle Pfeiffer ve Judy Greer'dan oluşan tatlı kadroya, Laurence Fishburne ve Hannah John-Kamen dahil oluyor. Hannah'yı Ready Player One (2018)'da izlemiştik en son, tatlı kız.

Filmin yönetmeni ilk filmde olduğu gibi bunda da Peyton Reed... İlk filmle aynı kalitede, benzer tempoda olan filme puanım yine 7. Ama ilk film kadar ilgi görmediğini rahatça söyleyebiliriz. Çünkü genel bir algıya göre devam filmleri aynı seviyede devam edemiyor. Ama bu farklı, ne uzuyor ne kısalıyor, aynen devam.. İlkini seven izlesin!..

17.11.2018
Oku..

Smallfoot (2018)


Uzun zamandır beklediğimiz bir filmdi. Neden beklenir ki bu film? Sevcan bir animasyonsever, kokusunu alıyor bunların... Aylar öncesinden geçti muhabbeti, "Böyle bir film varmış, izleyelim" diye... Baktık internete, açtık bir sitede ama başka isimle başka film koymuşlar, The Son of Bigfoot (2017) izlediğimizi sonradan anladık ama kapatmadık, izledik gitti. Bizimki henüz vizyona girmemiş bekledik, bi şey değil!.. Ama öyle hasretle beklenecek, vizyona girince hemen gidilecek film de değilmiş yani...


Başta sizi bambaşka bir dünyaya sokuyor hikaye. Günümüzde çok da bilmediğimiz bir tür dağ canlısı komününün yaşam telaşına tanık oluyoruz. Bulutların üzerinde bir tepede bir takım ritüellerle devam ediyor hayat. İnsanlardan uzaklaştırmışlar kendilerini te ne zaman. Ne güzel. Keşke biz de... Ama biz kendimiz insanız işte...

Onlar insanları, insanlar onları keşfetmeye meraklılar... Bir zamanlar neden birbirlerinden uzaklaştıklarını unutmuşlar. Eh, umalım da bir orta yol bulsunlar!..


Film, toplum olma, topluca hayatta kalma gerekliliklerine göz kırpıyor; din nedir, ahlak nedir, gerçekler neden gizlenir, gerçekten bir şeyler gizlemek gerekir mi? Kabaca bu sorulara cevap arayan, çok da basit, minimal cevaplar veren ama yer yer kafası karışıp R yapan bir hikaye örgüsüyle aktarılıyor. İzlerken çok da çocuklara yönelik bir hikaye değil gibi düşünsek de aslında böyle şeylerin izletilmesi ve çocuklara düşünme yetisi kazandırılması güzel diye düşündük. Hemen baktım, kaç kişi izlemiş diye: Türkiye'de ilk üç günde seyirci sayısı 58 bin, iki haftada 140 bin... 140 binin 100 bini çocuk seyirci olsa, bunların da yarısı izlediğini anlıyor olsa ve onların da üçte biri izleyip anladığı üzerine düşünse yine güzel bir çocuk kalabalığına fikir aşılamış olabilir şu film.

Benim filme puanım 6, o da Yeti denen canlıları epey sevimsiz yaptıkları için yani... Müzikal sahneleri de filme çok güzel bir hava katmış bu arada.. Sevdim, sevdik, seviniz, sevilir zor değil!..

14.10.18
Oku..

Set It Up (2018)


Katie Silberman'ın yazdığı senaryoyu Claire Scanlon yönetmiş; Kız Gücü... Başrollerde Zoey Deutch ve Glen Powell var. Zoey, Back to the Future serisinin Lorraine'i güzeller güzeli Lea Thompson'ın iki kızından küçüğü imiş... Tatlılığını annesinden almış, Zoey Deutch; ilk defa izledim, başka filmlerini de hemen ekledim listeme. Katie Silberman, kökü aslında çok eskilere dayanan ama günümüzde plazalarla beraber iyice palazlanan, çalışanların patronlarına köle olması sorununa eğlenceli bir pencereden bakmış. Beraberindeki hüzün hissediliyor ama genel olarak komedi kurgulanmış.

Yazar olmak isteyen Harper, bir spor yazarının ofisinde asistanlık yapıyor; Charlie ise aynı gökdelende birkaç kat aşağıda bir finans şirketinde yönetici asistanı, o da zengin olmak istiyor... İkisi de patronlarının köpeği olmuş çok affedersin: "Kahvemi getir, onun ne işi var burada, bana yarın için 1. sınıf cam kenarı uçak bileti al, yarınki toplantılarımı iptal et!.." İkisi için de özel hayat yok, ikisinin de patronu manyak, ve ikisi de işlerine devam etmek zorundalar... Bir gün yemek siparişi münasebetiyle lobide tesadüf ediyorlar, önce atışıyorlar, sonra arkadaş oluyorlar. İkisi de patronlarının canavarlığını iş kolikliğe bağlıyor ve bir sevgilileri olsa biz de rahat ederiz sonucuna varıyorlar. Ve görev belli oluyor: iki patronu sevgili yapıp asistanlar olarak kafa dinleyecekler.


Netflix yapımı filmin imdb.com puanı 6,5 olarak belirlenmiş. Teknik açıdan özellikli olmayan bu filme ben 6 verdim, izlerken eğlendim. Standart bir romantik komedi işte... Harper, Charlie'nin patronu kendi patronunu rahat tavlasın diye Charlie'ye akıl veriyor: "Bir kadına iki şekilde iltifat edebilirsin. Kendi hakkında düşünüp teyit edilmesini istediği ve kimsenin fark etmediğini sandığı yönleri. İkincisi daha garantilidir." Sonuçta kadın senarist! Ben hemen not ettim, belki siz de istersiniz...

Harper'ın patronu rolünde güzelim Lucy Liu var; Charlie'nin patronunu Taye Diggs ve Charlie'nin model sevgilisini de Joan Smalls oynuyor. Filmin Türkçe adı Patronlara Tuzak; çok cezbedici başlık, bu sayede izledim...

29.09.18
Oku..

Deadpool 2 (2018)


En basitinden şunu söyleyebiliriz film için, keşke bir sürü devam filmi olsa... Basitliğinin farkında, sadece eğlendirmeyi amaçlayan bir film; iki filmler. Mesela, standart bir 'güzel film' seçelim, Inception (2010)... Film bittiğinde her dakikasına hayranlık duyuyorsun, efsane film falan diye düşünüyorsun ama benzeri bir hikaye daha izlemenize gerek yok, Inception 2 çekilse mesela, hani yapmazlar tabii de, ne gerek var dedirtir, anladın?.. Deadpool filmlerinin tarzı itibarıyla 10 film falan çekilmesi bizleri çok mutlu eder. Eskinin 8 filmlik Police Academy, 6 filmlik Hababam Sınıfı, 3 filmlik Iron Man'i gibi... Ah ah ne günlerdi...


İlk filmdeki senarist kadro Rhett Reese ve Paul Wernick ikilisine bu filmde başrolümüz Ryan Reynolds da dahil olmuş... İlk film Deadpool (2016)'un yönetmeni Tim Miller ise güzelim koltuğunu dublör kökenli David Leitch'e kaptırmış. bkz. Atomic Blonde (2017). Ama açıkçası ben yönetmen değişikliğini hiç sezmedim film boyunca, normalde hemen anlarım. Serinin iki filminin de bütçe gereği taze yönetmenlere emanet edilmiş olması yeni yetenekler keşfedilmesini sağladı, iki film de çok başarılı!..

Deadpool takma isimli Wade Wilson, ilk filmden bildiğimiz gibi X-Men ekibinin üyesi olmaya davet edilmişti ama yaramaz bir çocuk kafasına sahip olan çirkin kralımız bir kuruma bağlı olmak istemeyen, tıpkı Logan gibi bağımsız takılan süper kahramanlardan olmalıydı, neyi eksikti... Wade'in tek bağlılığı, henüz çok yakışıklı olduğu zamanlardan beri seviştikleri Vanessa'yaydı. Gelin görün ki bu filmin ilk dakikasında Vanessa kalleş bir maganda kurşununa hedef olur. Wade birkaç nanosaniyelik yas döneminin ardından magandanın peşinde düşer ama onu kovalarken başka bir kötü adam ortaya çıkar, sonra süper güçleri olan başka bir şişko çocuk okulu ayağa kaldırır falan... Bir takım olaylar gelişir ve Deadpool, kendi ekibini kurmaya karar verir, X-Force; fakat bunun için fazla şapşiktir!..


Ryan Reynolds'a büyük oranda Josh Brolin eşlik ederken; Eddie Marsan, Morena Baccarin, Zazie Beetz ve Brianna Hildebrand kadrodaki diğer tatlı isimler... Deadpool'un Josh Brolin'in oynadığı karakter Cable'a bir ara Thanos demesi hemen aklıma daha önceki bir tespitimi getirdi. Marvel Evreni denen bu çizgi dünyanın sinema uyarlamalarında aynı oyuncuya birden fazla karakter emanet edilmesi dikkatimi çekiyor. Mesela Chris Evans, önceden Fantastic Four'da Storm'du sonra Avengers'ta Capatain America da oldu; Ryan Reynolds, önceden Blade'te Hannibal King'ti sonra X-Men'de Deadpool oldu; şimdi de önceden Avengers'taki Thanos olan Josh Brolin'i X-Men'de Cable olarak izledik... Aynı evren içinde farklı gezegenler belki ama neden yani... Bu bir dipnottu!..


Benim seçtiğim bir film olmasına rağmen biz çok beğendik filmi, hatta Sevcan dedi ki "Bunun gibi izleyebileceğimizi başka ne filmler var?" Bu ne demek biliyor musunuz, hala ortak zevklerimiz var, hala beraber film izleyebiliyoruz... Yani memleket bu haldeyken bile demek istiyorum... Bu iyi bi şey!.. Ayrıca filmde iki saniye görünen görünmez adam rolüyle Brad Pitt'i de tespit eden yine genni, ne göz var maşallah.. Sevgiler...

23.09.18
Oku..

Game Night (2018)


Bir takım olaylar yaşanır ve sorumlusu aslında hiç şüphelenmediğiniz ama en başından beri gözünüzün önünde olan çıkar. Bu sinema klasiğini tiye alarak kurgulanmış gizemli komedinin senaristi Mark Perez, yönetmenleri de John Francis Daley ve Jonathan Goldstein. Genç yönetmenlerin kariyerlerindeki tek dikkat çeken çalışmaları, -sınıfı geçen- Horrible Bosses (2011)'ın yazar kadrosunda yer almış olmaları.


Acımasız davranarak başroller Rachel McAdams ve Jason Bateman dışında çok kayda değer isimler barındırmayan kadroda tanıştığımıza memnun olacağımız bir tek çikolata kız Kylie Bunbury var diyebiliriz.

Arkadaş ortamında oynanan çeşitli oyunlara düşkünlükleri sayesinde birbirlerini çekici bulan iki oyun düşkününün, bu sosyal aktiviteyi yaşamlarının merkezine aldıklarını görüyoruz. Mütemadiyen arkadaşlarını evlerinde toplayıp, cips yiyip, bi şeyler içip, çeşit çeşit masa oyunu oynuyorlar. Bir gün, ev sahibi Max'in abisi Brooks da bu oyun gecelerinden birine katılır ve bir sonraki oyun gecesi için herkesi kendi evine davet eder. Bu davet, rekabet ortamının kızışacağına işarettir. Brooks alışılmışın dışında bir oyun düzenler ve kazananın ödül olarak yeni arabası Corvette C3'ü alacağını söyler.


Brooks'un eskiden çok iyi bir abi olduğu söylenemez, hatta arabası da Max'in çocukluğundan beri hayalini kurduğu arabadır. Hep Max'in evinde düzenlenen oyun gecesini, sırf hava atmak için kendi lüks evine taşıması da ayrıca ibneliktir. İbnelik, her zaman eşcinsellik değildir, yanlış anlaşılmasın!.. Ama şimdi düşünüyorum da bence Brooks biraz eşcinsel olabilir.. Kanıtım yok ama hislerim o yönde.. Kıskançlığı, lüks düşkünlüğü falan öyle düşündürttü.. (Lüks düşkünlüğünün eşcinsellik alameti algısı için bkz. I Love You Phillip Morris (2009)) imdb.com puanı 7 olan filme benim puanım 5..

21.08.18
Oku..

All the Money in the World (2017)


Arap Yarımadasındaki petrolü ilk varilleyen Amerikalı olarak 60'larda dünya tarihinin en zengin adamı olan Paul Getty'nin hikayesini, Gladiator (2000) referanslı usta yönetmen Ridley Scott'tan izliyoruz. Paul Getty filmin bir yerinde, Nasıl Zengin Olunur? isimli bir kitap yazdığından bahsediyor; fakat yayıncısı Nasıl Para Kazanılır? olarak değiştirmek istemiş kitabın adını.. Diyor ki, "Parayı aptal insanlar da kazanır, zenginliğin parayla ilgisi yoktur!" Burda da görüyoruz ki cimri insanlar para konuşmak istemiyorlar aslında; etraflarında hep para olsun ama yokmuş gibi davranılsın istiyorlar.


Tabii ki Paul Getty işten güçten ailesine zaman ayıramayan zenginlerden. Oğlu II. Paul Getty de baba sevgisinden uzak büyümüş, babasının servetiyle de çok işi olmamış. Gail'le evlenen II. Paul'ün üç çocuğu var ve yakın zamanda işsiz kalmış. Gail'in ısrarıyla babasına durumu anlatan bir mektup yazıyor. Kral Paul Getty de, "Len olum niye daha önce söylemedin, gel şirkete müdür edeyim seni" diyor. Bundan sonrası biraz Yeşilçam kıvamında; II. Paul parayı bulunca bozuyor kendini, uyuşturucu, alkol, parti... Ergen oğlu III. Paul de seviyor tabii bu hayatı ama anne Gail, boşanma davası açıyor. Nafaka yerine çocukların velayetini talep eden Gail, pinti kralı can evinden vuruyor. Para istemiyor musun, o zaman ne istersen yapar bu adam, canını iste para isteme..


Roma'da bir grup eşkıya tarafından kaçırılıyor III. Paul Getty, fidye 17 milyon dolar... Annesini arıyorlar, "Çocuğun elimizde!", "Oh çok şükür!" diyor kadın, "Sorar mısınız eve kaçta gelmeyi planlıyor?"... "Hanım, hanım, anlamadın, çocuğunu kaçırdık!!".. Derin sessizlik.. Kadın derdini anlatamıyor kimseye, "Yahu benim beş kuruşum yok!.." Çünkü kimse dünyanın en zengin ailesinin eski gelini olup da nafaka olarak milyon dolarlar koparmadığına inanmıyor.. Neyse, konu dedeye gidiyor.. Gülüyor adam, zırnık ödemem diyor, bir sürü torunum var benim fidye ödersem öbürlerini de kaçırırlar diyor..

Gelin Gail gururlu, para için yalvarmak istemiyor ama mecbur.. Kral Paul aslında sanılan kadar ruhsuz bir adam değil.. Filme konu olan hikaye de gerçek hikaye!.. Puanım 8..


Christopher Plummer'a Oscar'a aday gösterilen en yaşlı sanatçı unvanı kazandıran filmde, Michelle Williams başrolde; Mark Wahlberg, Romain Duris ve Charlie Plummer da kadrodaki dikkat çeken diğer isimler. Ek bilgi: Başta Charlie'nin, Christopher'ın torunu olduğu sanılabilir ama değilmiş, soyisim benzerliği, dağılın!..

18.08.18
Oku..

Pride & Prejudice (2005)


İngiliz hanımefendi Jane Austen'ın 1813'te yazdığı filmle aynı isimli romanı, nedense Türkçe'ye aynı isimle çevrilmekte zorlanmış. İlk kez 1950'de Milli Eğitim tarafından Gurur ve Aşk olarak çevrilen roman, daha sonra 68'de Altın Kitaplar tarafından Aşk ve Gurur olarak basılmış.. Klasik kitap sonraları onlarca yayıncı tarafından çevrilmiş, büyük bir kısmı Aşk ve Gurur alışkanlığını bozmak istememiş. Günümüzde tabii Gurur ve Önyargı olarak basanlar oldu; onu da ilk İş Bankası Kültür Yayınları başlattı.. Can Yayınları okuyucunun kafasını karıştırmamak için eski usul devam etti ama bence düzeltmesi gerekirdi. Böyle bir anekdot var işte piyasada, meraklısına ulaşsın..


Onlarca dizisi, sinema ve tv filmi uyarlaması olan romanın, en popüler video formu Joe Wright yönetimindeki bu filmdir. Wright, roman uyarlamayı ve bu filmlerinde de Keira Knightly'yle çalışmayı seviyor belli ki: Atonement (2007) ve Anna Karenina (2012).. Bunlar dışında geçen seneki Darkest Hour (2017)'la tanınır kendisi..

Filmi ilk izlediğimde tek aklımda kalan Keira'nın çirkin gülüşüydü. Gerçekten, çok ayar olmuştum. Karakter Elizabeth Bennet de çok güleç bir kız sağ olsun, bol bol gülüyor Keira.. Beğenmedim ben bu filmi diyenin alnını karışlarım, çok sıcak, çok sempatik bir anlatış.. Şimdilerde hayatta kabul edemeyeceğimiz, hele biraz feminist biri yanınızdaysa muhabbetini bile açamayacağınız bir hikayeyi gayet masumane ele alıyor film. Unutmayalım, hikayenin yazarı bir hanımefendi ve yaşadığı yıllarda bırakın bir hanımın kitap yazması, okuması abes karşılanıyordu; rahat bir hayat sürmek için durumu iyi bir beye yanlamak en makul genç kız davranışıydı. Zaten bunun eleştirildiğini, bunun gözlere sokulduğunun bilincinde, sakin sakin izleyin.. Çünkü ben bu filmi izlerken, "Bu ne be, böyle mi yani kadınlar, bu kabul edilemez!" falan diyebilecekler tanıyorum..


Beş kız büyütmek ve onlara düzgün bir gelecek hazırlamak uğruna kafayı yemiş bir Mrs. Bennet var. Allahım, düşman başına.. Kızlar da az değil, annelerine çekmişler belli ki, hepsi evlilik peşinde.. Hele en fenaları dört numara (alt fotoğrafta ortadaki).. Neyse, haber geliyor, çok zengin bir genç bey, kasabaya giriş yapmış.. Bir curcuna kopuyor.. Bu soğuk ve zengin genç adam bütün kızların kendisiyle izdivaç arzusunda olduğunun bilincinde ve ortamı hiç samimi bulmuyor.. Kendisini soğuk bulan ve yüz vermeyen Elizabeth'e ilgi duyması kaçınılmaz ama.. O ona, o ona önyargılı davranıyorlar başta, sonra işler çözülüyor.. Bu da böyle bir aşk hikayesi..


Bu filmi popüler yapan biraz da gelecek vaat eden kadrosu imiş belli ki.. Zira o filmdeki küçük kızlar şu an Hollywood'un en çok kazanan aktrisleri oldular.. Sıkı durun kadroyu sayıyorum: Keira Knightley, Rosamund Pike, Talulah Riley, Jena Malone ve Carey Mulligan.. Bunlar sadece beş kız kardeş.. Kadronun kalanını şimdi sayıyorum: Donald Sutherland, Matthew Macfadyen, Claudie Blakley, Kelly Reilly ve Judi Dench.. Filmin dört tane de Oscar adaylığı var: En İyi Kadın Oyuncu Performansı, En İyi Sanat Yönetimi, En İyi Kostüm Tasarımı ve En İyi Film Müzikleri.. Ödül yok ama adaylıklar var işte.. Keira'nın bundan başka bir de The Imitation Game (2014)'le Oscar adaylığı var.. Kazanamadı ama adaylık işte..

03.07.2018
Oku..

Life as a House (2001)


Hayallerimizi yeteri kadar ertelediğimizi ne zaman fark ederiz? Ne olur da artık hayallerimizi gerçekleştirme zamanı geldiğini fark ederiz?

George Monroe, yirmi yıldan fazla bir süre aynı şirkette onlarca proje çizmiş bir mimardır. Şirket yetkilileri bu yetenekli mimarın teknolojiye yenildiği görüşündedirler, yüklü bir tazminatla işine son verilir. Başta hoş karşılamasa da bu George için bir fırsat olur; yıllardır ertelediği hayallerine kavuşması için bir fırsat. Yaşadığı evi değiştirecektir.


Eski eşine, yıllardır doğru dürüst iletişim kuramadığı ergenlik çağındaki oğluna ve özlediği eski hayatına dokunabilmek için eline kocaman bir fırsat geçmiştir George'un. Yaşadığı okyanus manzaralı, yamaç dibindeki baraka evi yıkıp yerine çok güzel bir ev yapacağını söylediğinde eski eşi inanmaz, yıllardır bunu tekrarlayıp durduğunu söyler. Ama George bu sefer kararlıdır. Oğlu Sam'i bu projeye dahil etmek çok kolay olmaz ama bir süre sonra o da babasıyla bir şeyler yapmanın tadını çıkarmaya başlar.

Su tesisatı bile olmayan ama muhteşem bir okyanus manzarasına sahip eski evi yıkmak, oturduğu yerden izleyen seyirciyi bile heyecanlandırır nitelikte. Bir şeyi yıkmak çoğu zaman yerine daha güzel yeni bir şey inşa etmek anlamına geldiği için heyecan vericidir. Paramparça edilen tahta parçalar ortadan kaldırıldığında artık elimizde boş bir tuval vardır. Aslında o kadar da boş değil; fonda okyanus manzarası olan bir tuval.


Yeni evin ilk ayağa kalkan parçası giriş kirişi oluyor. Ve sonra büyük bir hızla tamamlanmaya başlıyor ev. Tamamen ahşap iskelet ve çelik bağlantılarla kuruluyor iki katlı villa. Elektirk ve su tesisatı tamamlanıyor. Artık George'tan çok oğlu Sam ilerletiyor işi. Bir babanın en büyük hayali olabiliyor bazen, oğluna bir ev bırakmak. Üstelik beraber yaptıkları bir evse bu. Gerçi Sam, çok daha ulvi bir noktaya taşıyor olayı ama o da filmi izlemek isteyene güzel bir sürpriz olacaktır.

Tür: Dram Süre: 2 sa. 5 dk. Dil: İngilizce imdb: 7,5/10
Yönetmen: Irwin Winker Senarist: Mark Andrus
Oyuncular: Kevin Kline, Hayden Christensen, Kristin Scott Thomas, Jena Malone

26.06.2018
Oku..

Şahsiyet (2018)


Türkiye'nin ilk internet dizisi platformu Doğan Holding'in paralı blutv'sinin Masum (2017)'u, Dudullu Postası (2018) var; Türkiye'nin ikinci internet dizisi platformu Doğuş Holding'in ücretsiz puhutv'sinin Fi Çi (2017-18)'si, Dip (2018)'i, Şahsiyet (2018)'i var.. Bence puhutv rulez..

İki üç hafta önce tamama eren dizi üçer bölüm olmak üzere ve yaklaşık ayda bir yayınlandı. 12. bölümle final yapan dizinin bölüm süreleri bir saat civarında.. Yaratıcı ekip ve oyuncu kadrosunun şahaneliği mükemmel.. Harişahaşem..


Oyuncu Onur Saylak'ın sene başında vizyona giren -ilk uzun metraj yönetmenliği yaptığı- Daha (2017), Hakan Günday'ın aynı adlı romanından uyarlanmıştı. Efsane görüntü yönetmeni Feza Çaldıran'la çalışmışlardı. Film, mütevazı vizyon başarısının yanında uluslararası festivallerde de dikkat çekmeyi başarmıştı. Bu filmden hemen sonra puhutv devreye girdi ve muhtemelen şöyle dedi: "Romanların çok güzel Hakan, çok satıyor, çok okunuyor. İyisi mi sen bize bir dizi yaz, yeni olsun, Onur da yönetsin?! Ve tabii dop yine Feza Çaldıran olacak.." Uff çok feci attım, kesin böyle olmamıştır da neyse.. Teklif kabul edildi, kadro için kesenin ağzı açıldı.

Kesenin ağzını açmak demek, Haluk Bilginer'le anlaşmak demek. Tahmin tabii , yine atıyorum.. Ama belli ki çok fazla teklif gidiyor kendisine.. E artık piyasa standartları çok yükseldi, büyük şirketlerde kötü senaryo diye bir şey yok neredeyse.. Seçerken de doğal olarak en kısa sürede en çok parayı kazanabileceği işleri kabul eder bu noktadaki bir oyuncu. Bu sebeple, kesenin ağzını açmak demek, Haluk Bilginer'le anlaşmak demek diye düşünüyorum.. Dur daha bitmedi, kadrodaki diğer isimler: Cansu Dere, Metin Akdülger, İbrahim Selim, Hüseyin Avni Danyal, Şebnem Bozoklu, Şenay Gürler, Hümeyra ve Müjde Ar.. Bir de Rabia Soytürk.. Neden bir de, çünkü bu kız ilk defa oyunculuk yapıyor; 22 yaşında, güzel ve rolü gereği hiç konuşmuyor.. Hiç konuşmaması tamamdır, bir kız güzelse ve konuşmuyorsa tamamdır.. Yazının sonunda bu cümleyi hatırlayacağız!.. Bu arada "Hatırla!" dizinin mottosu..


İlerleyen yaşının getirdiği unutkanlık illetine tutulan -daha doğrusu Alzaymır başlangıcı teşhisi konan- Agah Beyoğlu, eski İstanbul Beyfendilerinden.. Bir dönem tayin sebebiyle Kambura'da, adliyede katip olarak görev yapmış.. O zamanlarda başından geçen, önüne çıkan, içine oturan bir olay olmuş.. Bir işler dönmüş o küçük ilçe Kambura'da, örtbas edilmiş.. Unutamamış yıllarca Agah Bey.. Şimdi hastalığı dolayısıyla eline unutma fırsatı geçiyor ama bu sefer de 'Unutmadan bu işi çözmem lazım' diye düşünüyor.. Ama bir yandan da unutmaya başlıyor.. Hay Allah, acele etmesi lazım, unutmadan onları öldürmesi lazım..

O kadar naif, o kadar beyfendi fakat bazen 'Nah', 'Bok!' gibi küfürler edebilen Agah Beyoğlu, bir anda ülkenin ilk seri katili oluveriyor. Cesetlere bıraktığı notlar ise Cinayet Masası'nın tek kadın polisi Nevra Elmas hakkında.. Peki, Agah Bey bu notlarla Nevra'ya ne hatırlatmaya çalışıyor? E umalım da kendisi unutmadan Nevra hatırlasın!..


Baş karakter sebebiyle muhteşem sempatik bir polisiye.. Kambura kurgu bir ilçe, plakası 96.. İstanbul'a yakın herhangi bir Anadolu kasabası diyelim.. Cinayetler İstanbul'da işlenmeye başlıyor ama bütün ipuçları Kambura'yla ilgili.. Zamanında bir olay yaşanmış burada, ihtimal aslında çok da yabancısı olmadığımız bir iğrençlik.. Agah Bey, Kambura'nın sırtındaki bu kamburu yok etmek için istemeden ülke çapında büyük bir popülariteye kavuşunca, kullandığı kedi kostümü hiç farkında olmadan gençleri farklı şekillerde etkiliyor, fan kulübü kuruluyor..


İzlemeyip izlemeyip hepsini bir Cumartesi gününe sıkıştırdığım dizinin yazarı Hakan Günday'ın kaleminin sağlamlığı, dizinin tutmasıyla zaman içinde duvar yazılarına evrilmiş:
"Ne güzel olurdu, değil mi? Yanlış bildiğimiz her şeyi unutsak, sadece doğrular kalsa."
"Türkiye'de insanlar seri katil olmaz, Türkiye'de insanlar cinnet geçirir."
"Bomba patlıyor elli kişi ölüyor panik olmuyorsunuz, teker teker ölünce mi panik oluyorsunuz?"

Ve nice güzel şiirlere, şarkı sözlerine yer veriliyor.. Çalan şarkılar gibi sahne müzikleri de çok başarılı, hikayeyi bir yerlere getirmede büyük etkileri var. E tabii bir de kostümler, Agah Beyoğlu'nu giydirmek çok keyifli olsa gerek; stilist başlığı altında Deniz Marşan'la beraber Başak Dizer Tatlıtuğ isimleri var kadroda.. Işık kullanımı, renk ve sinematografi zaten dizinin üst sınıf olma sebeplerinden en kuvvetlileri..


Hikaye derinliği ile ilgili çok yazıp puan kırmak istemiyorum aslında ama Süveyda diye güzel bir kız yaratılmış. Konuşmaktan vazgeçmiş deniliyor. Hep mi böyleydi o kız acaba, orası çok boş kalmış hikayede? Yazmadan edemedim.. Çünkü, ne kadar güzel konuşmak istememesi falan diye düşünmüştüm ama bi şeye tepki olarak mı konuşmuyor, hasta da onun için mi konuşamıyor bilinmiyordu.. Sonda patlaması bana çok anlamsız geldi mesela.. Bir kız güzelse ve konuşmuyorsa tamamdır dedim ya; yanıldım..

24.06.2018
Oku..

Unleashed (2016)


Komşudayken denk gelmiştik, zaplarken Digiturk film kanallarından birinde.. Shameless (2011- )'ın iki tatlı çocuğu Steve Howey ve Justin Chatwin'i kedi köpek rolünde gördük.. Biri şaşkın şaşkın etrafa sırıtıyor, her fırsatta koşuyor; diğeri ağır hareketlerle, kibirli ürkek salınıyor.. Hoşuma gitti onları kedi köpek tavırlarında görmek, unutmayayım da baştan izleyeyim, neymiş bakalım bu film dedim.. Çok zor olmadı bulmam ama izlemek için 3 hafta falan bekledik sanırım.. 3 hafta da çok değil düşününce, 3 yıl önce watchlist'e eklediğim film var; ve şu an watchlist'imde 73 film var.. Bi ara işi gücü bırakıp film izlemem lazım galiba..


Steve ve Justin'in sevimli hareketleri dışında çok da bi numarası yok filmin.. O zap esnasında gördüğümüz kadarı yetermiş yani aslında.. Emma yazılımcı bir kız, çok hayvansever bir tip hem de ama sevgilisinin evcil hayvan alerjisi yüzünden evde besleyemiyor. Sevgilisi oğlan bir gün kızın çalışmalarını çalıp evi terk edince, Emma yalnız kalmak istemiyor ve bir kedi bir de köpek sahipleniyor. Bir gece, astroloji, psikoloji, yıldızlar ve biraz da sihirle, bir süreliğine kedisi ve köpeği insan vücuduna bürünüyor. Evden kaçtılar sanıyor Emma, her yerde onları arıyor. Bu insankedi ve insanköpek de -bu halleriyle de- Emma'nın sevgisini kazanmak için, onu tavlamak için birbirleriyle yarışıyorlar.


Eğlenceli gibi ama çok değil de gibi.. Emma'yı oynayan Kate Micucci'nin sinir bozucu derece güzel olmayışı gerçekten sinir bozuyor. Tip komikliği filmi de değil ki tipine gülelim.. Hele bir de aşırı hayvansever biriyle izlerseniz filmi ortam geriliveriyor.. Reha Erdem'in asistanlarından biriyle Recep İvedik izliyor gibi oluyorsunuz.. Çünkü kız kedi beslediği için bir arkadaşı tarafından hor görülüyor, eziliyor falan.. Köpekler salak, kediler nankör gibi klişeler çok vurgulanıyor ayrıca.. Öyle işte..

Finn Taylor'ın yazıp yönettiği filmin imdb.com puanı 6,5 benim puanım 3..

22.06.2018
Oku..

The Addams Family (1991)


Affına sığınarak canım!.. İnsan sevgilisiyle film izleyemez mi ya?! Ne film açsam olmuyor, beğendiremiyorum. Sanki filmi ben çekmişim gibi davranıyor bir de. Garanti olsun diye daha önce izlediğim, beğendiğim filmleri açıyorum, "Yok ya, senin açtığın filmler hep şey!.." Ney acaba benim açtığım filmler?! Dünyanın en iyi filmi Oscar'ını bile alsa açtığım film, yine ben açtım diye beğenilmeyecek! Tabii ki abartıyorum ama buna yakın şeyler yaşıyoruz; yine de bi şey diil! Geçen gün Instagram'da görmüş, Wednesday Addams açıklamasıyla paylaşılan -siyah beyaz bir filmden- küçük bir kızla zombi gibi bi tipin dans sahnesi.. "İzleyelim mi bunu?" dedi, "Oluur!" dedim dışımdan, "Hay hay, yeter ki sen seç.." dedim içimden.


Wednesday Addams ailenin küçük kızıymış.. Addams Ailesi de, kocaman, görkemli, zombi stili dizayn edilmiş muhteşem malikanelerinde, bambaşka tarzlarıyla normal insanlara kıyasla sıra dışı bir yaşam süren değişik bir aileymiş. Şöyle örnek verirsem hemen anlarsınız. Wednesday sofrada birinden tuzu uzatmasını istiyor: "Tuzu uzatır mısın?" Annesi hemen cümledeki eksikliği tamamlaması için uyarıyor kızını: "Wednesday, ne diyorduk?!" Hatırlayan tatlı kız tamamlıyor cümlesini: "Hemen!" Hani normalde anne 'lütfen' desin diye uyarır ya çocuğunu.. Öyle işte..

Karun kadar zengin bu ailenin muhasebecisi gibi biri olan Tully, eşiyle beraber hem ziyarete gelmiş aileye hem de iş konuşuyorlar babayla. Muhabbeti açılıyor da öğreniyoruz: Yıllar önce ortadan kaybolan bu fantastik ailenin -en zombi kılıklı üyesi- Amca Fester Addams'ın geri gelmesi en çok istedikleri şeymiş. Baba Gomez Addams, darıldıkları bir dönem evi terk eden kardeşinin geri gelmesini her şeyden çok istiyormuş.

Muhasebeci Tully'nin başka bir müşterisi de olaya dahil oluyor. Bayan Craven, oğlunun Amca Addams'a benzerliğinden faydalanıp bu değişik aileyi soymayı planlıyor.
Bakalım Addams Ailesi bu numarayı yiyecek mi? Gordon Craven, Fester Addams rolünü sevecek mi? Mr. Tully ve Mrs. Craven'ın başına neler gelecek? Addams Ailesi paralarını kaptıracak mı?


O sene En İyi Kostüm Tasarımı Oscar'ına aday gösterilen filmin kadrosunda Anjelika Huston, Raul Julia, Christopher Lloyd ve Wednesday rolüyle minik Christina Ricci yer alıyor. Film aslında hiç fena değil, sevdim, sevdik.. Aslında Sevcan çocukken izlemiş bu filmi, El'i görünce hatırladı hemen.. Ben de El'i çok sevdim.. Kendi başına bir karakter olarak El!.. Gogol'ün Burun gibi, hatta Palto gibi..

Charles Addams, 1964-66 yılları arasında yayınlanan 64 bölümlük aynı isimli tv dizisinin yaratıcısı ve yazarıymış. Sevcan'ın Instagram'da gördüğü video da bu eski diziden bir sahneymiş aslında. Biz internete yazınca karşımıza ilk çıkanı izledik tabii. Çok sevilen aile, zaman içerinde başka projeler halinde de ekrana taşınmış. Men in Black üçlemesiyle tanınan yönetmen Barry Sonnenfeld'in filmleri olan bu The Addams Family (1991) ve ikinci filmi Addams Family Values (1993) karakterlerin en bilinen sinema serisi.. Şu sıralar yapım aşamasında gözüken, seslendirme kadrosunda yıldız isimler olan bir de yeni nesil animasyonu geliyor; Corpse Bride (2005) tadında..

21.06.18
Oku..