53. Altın Portakal Ödülleri


Ulusal Ödüller

En İyi Film: Mavi Bisiklet (2016)

En İyi Yönetmen: Ümit Köreken - Mavi Bisiklet (2016)

En İyi İlk Film Ödülü: Kıvanç Sezer - Babamın Kanatları (2016)

En İyi Senaryo: Ümit Köreken - Mavi Bisiklet (2016)

En İyi Kadın Oyuncu: Ecem Uzun - Tereddüt (2016)

En İyi Erkek Oyuncu: Menderes Samancılar - Babamın Kanatları (2016)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü: Kübra Kip - Babamın Kanatları (2016)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü: Haji Gül Aser - Toz (2016)

En İyi Müzik: Burak Korucu - Babamın Kanatları (2016)

En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü: Vedat Özdemir - Rauf (2016)

En İyi Kurgu Ödülü: Ali Aga - Genç Pehlivanlar (2016)

En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü: Devrim Ömer Ünal - Rauf (2016)

Film Yön En İyi Yönetmen Ödülü: Tereddüt (2016)

Ulusal Yarışma İzleyici Ödülü: Babamın Kanatları (2016)

Rengahenk Film Seçkisi İzleyici Ödülü: Yağmurlarda Yıkansam (2016)

Belgesel Film Seçkisi İzleyici Ödülü: Ben Ömer (2016)

Kısa Film Seçkisi Ödülü: 7 Santimetre [2016]


Uluslararası Ödüller

En İyi Film: Tereddüt (2016)

En İyi Yönetmen: Yeşim Ustaoğlu - Tereddüt (2016)

En İyi Erkek Oyuncu: Tamer Nafar - Junction 48’ (2016)

En İyi Kadın Oyuncu: Ecem Uzun - Tereddüt (2016)

En İyi Senaryo: Marina Seresesky - La Puerta Abierta (2016)

En İyi Müzik: Tamer Nafar - Junction 48’ (2016)

İzleyici ödülü: La Puerta Abierta (2016)

Jüri Özel Ödülü: House of Others (2016)
Oku..

Dağ II (2016)


Geçen ay sinemada fragmanını izlediğimde "Para buldu da aynı filmi tekrar mı çekti, yoo başka mevzu gibi, peki adı neden yine Dağ?" diye geçirdim içimden... İzlemem herhalde dedim.. Sonra işte vizyondayken bir arkadaşım izlemiş, "Dağ 2 efsane!!!" falan yazmıştı, "Hee, dedim.." İkinci film olduğunu dikkatli bakan anlar sadece, bkz afiş. Sonra aşırı hak verdim, ilk filmi çok izlenmemiş bir hikayeyi ikinci film diye duyurmak ilgi kaybına neden olacaktır. İlkini izlemeyeni etkilemek zordur. Bu taktik güzel, gizli iki... bkz ilk film Dağ (2012).. Ama izlemem demişim bi kere.. Dün akşam koca İstanbul'un yarısının elektriği kesilince, telefonumu şarj etmeye gittim AVM'ye, e bi filme gireyim bari...


İlk filmde zorlu koşullarda askerlik yapan Oğuz ve Bekir, macera sonunda komutanlarını kaybetmiş ve sıkı dost olmuşlardır. Bu filmde 6 yıl sonrasına açılır perde. Oğuz ve Bekir, Bordo Bereli olmuş, sınır ötesi gizli bir görevle Kuzey Irak'a giren ekipte yer alıyorlardır. Bu ilk görevlerine kadar geçen zamanda yaşadıkları, kabul edilmeleri ve eğitimleri geri dönüşlerle anlatılır. İçinde bulundukları görev, antimilitarist gazeteci Ceyda Balaban'ı rehin tutan IŞİD'in elinden kurtarıp ülkeye getirmektir. Bu operasyonun yapılma sebebi Ceyda'nın Türk vatandaşı olmasıdır. Oysa Ceyda, kurtarıldığında, "Ekip arkadaşlarım Türk değil diye mi onları kurtarmadınız!" diye içlenir. Veysel Komutan'ın açıklaması basittir: "Herkes için ekibimi tehlikeye atamam, görev sizi kurtarmaktı!"


Zaten filmin olayı tartışmayı içinde saklıyor. Ceyda'cılar ve Veysel'ciler olarak bölündü filmin izleyicisi, daha film izlenirken. Çünkü iki taraf da son derece haklıydı. Ama olan olmuştu, Ceyda sağ salim kurtarılmış, helikopter beklemek için belirlenen noktaya gidiliyordu. Yol üstünde başka bir infaza tanık oldular. Peki bu riske girilecek miydi? Girildi, cephane harcandı ve iki sivil köylü kurtarıldı. Bu köylüler Irak Türk'ü çıktı, köylerine ertesi gün baskın olacağı haberi geldi! Veysel'in vicdanıyla kavgası yetmiyor gibi, Ceyda'nın duygusal haykırışları çıktı bir de.

Görevi tamamlayıp Ceyda'yı evine mi götürmeliydi, Türk Köyü'nü savunup, gerekirse hep birlikte mi ölmelilerdi? Bu aşamada insan bir Bordo Bereli'den görevini yapmasını bekler. Ben o yönde bir karar verecek sandım en azından. Ama Veysel Komutan iyi bir komutan olmadığını düşünüyordu, "Bu köy bugün vatan toprağıdır!" deyip bayrağı diktirdi. Her iyi öğretmen gibi, 'dediğimi yap, yaptığımı yapma'cı bir tavır takındı.


Bu heyecana, bu vatan sevgisine yürek dayanmaz. Hele bi koşu izleyin şu filmi henüz izlemeyenler. Siz de arada kalın, görev mi vicdan mı deyu.. Bu yazıyı filmden hemen sonra yazsam eminim daha gazlı bi şey olurdu ama kendimi bildiğim için önce soğumayı bekledim. Görev adamıyım çünkü ben, duygularım öne geçmesin dedim..

Filmin imdb puanını da bi görün, sağ olsun yine trollemiş birileri, elli bini aşan oylamayla 10 üzerinden 10 almış durumda şu an. Benim puanım 8'di sonra dayanamayıp 9 yaptım..
Alper Çağlar'ın yazıp yönetip kurgulayıp pazarladığı filmde başroller: Çağlar Ertuğrul, Ufuk Bayraktar, Murat Serezli, Ahu Türkpençe, Eylül Arular ve Atılgan Gümüş. Ha bir de Müslüm Gürses'ten Affet, Duman'dan Kolay Değil..

29.11.16
Oku..

Ran (1985)


Shakespeare'in Kral Lear'ını Japon topraklarına uyarlayan dahi yönetmen Akira Kurosawa'nın bu filmi Fransız-Japon ortak yapımı. Final jeneriği İngilizce olan film ülkemizde 15 Şubat 1991'de gösterilmiş. 86'da Oscar Ödül töreninde 4 kategoride adı geçen film, En İyi Kostüm Tasarımı Ödülü'nü kazanmış. Kurosawa, o sene aday olduğu En İyi Yönetmen Ödülü'nü alamamış olsa da 1990 senesinde Oscar Onur Ödülü'ne layık görülmüş.

Filmi bayadır izlemek istiyordum, bugün hazır zamanım varken oturdum başına. Baktım üç saate yakın bir süresi var... İnsanın içinden başlatmak gelmiyo demek ki o an... Biraz durdum. Başlatmaya korktuğumu hissettim, oysa eminim güzel film, kesinlikle pişman olmayacağım bi üç saat olacak ama yine de kendimi buna ikna etmem zaman aldı. Ne kadar değerli bir şey demek ki zaman, onu anladım. Ve zaman kaybı korkusu sırasında kaybedilen zaman... Hayır, gayet çöp bir bir buçuk saatlik filmler, diziler izlerken bu kadar koymuyor o zaman.. Sonra tabii izledim ve çok da memnun oldum izlediğime. imdb.com'da top250 #137


Her planı bir tablo niteliğinde olan filmin görüntü yönetmenlerini tebrik ederim, üç japon, yazamam şimdi isimlerini... Ulu Lider Hidetora ve üç oğlu, misafirleri mühim Bey'le avdalar... Av sonrası sohbette anlaşılıyor ki Hidetora'nın küçük serseri oğlu everilecek bu Bey'in kızına. Muhabbetin ortasında yaşlı Ulu Lider uyuyakalıyor, herkes odasına çekiliyor. Hidetora korkunç bir rüyadan uyanıp, çıldırmış gibi koşturmaya başlıyor. Topluyor tekrar herkesi, "Ben artık yaşlandım, Ulu Liderliği büyük oğluma devredip dinlenmeye çekilmek istiyorum, rüyamdan çıkardığım sonuç budur" diyor. Küçük oğul dalga geçiyor bu kararla, Hidetora da onu kovuyor, düğün işi de yatıyor. Sonra büyük oğul liderliğin sorumluluğu altında o kibirle yapamıyor, tehlike görüyor ve babasını sürdürüyor. Ortanca oğlan da abisinin pozisyonuna göz koyuyor. Sonra o da babasına düşman oluyor, savaş çıkıyor. Şaşkın Hidetora yazık, meczup oluyor. Küçük oğlu onu bulup, hakkettiği tahta tekrar oturtmak istiyor. Peki bu olanlarda bilin bakalım büyük oğlanın kinli karısı Lady Kaede'nin payı ne?


Filmi izlerken Kral Lear hiç aklıma gelmedi valla, hatta filmde bir yerde de yazmıyor, internette okudum. Filmi izlerken ben, "Yaşar Kemal romanı okur gibi, bu ne olum" diyordum ekseriyetle. Bu yazıdan çıkarmak gereken sonuç şu olmalı: Zamanımızı hakikaten doğru kullanmalıyız ama doğru yolu seçerken harcadığımız zamanlar da oyuna dahil.

27.11.16
Oku..

Preacher (2016- )


Mayıs-Temmuz döneminde on bölümden oluşan diziyi beğenerek, severek takip ettim. Tarz olarak absürt cool diyebileceğim diziye imdb macera drama fantezi demiş, o da olur ama benimki daha yakın gibi...

Jesse Custer'a babasından bi kilise kalmış. "Bu böyle bi şey miymiş len?" demekten kaçamayarak, Jesse'nin -baba mesleği olarak- vaizlik yaptığını izledik. Yani istemese yapmak zorunda değil ama yaparsa da kimse bi şey demiyo durumu var galiba... Vaiz dediğin de Pazar Ayinlerinde İncil'den parçalar okuyup, insanlara doğru yolu işaret eden din adamı. Gayet sıradan bir kasaba ve sıradan kasabalılar. Karanlık taraf olarak, bir iş adamı var, bir de onun adamları işte. Yani görünürde bir tane kötü olmasına rağmen komple karanlık taraf hikayesi gibi. Bir tane düz iyi var galiba, kilise çalışanı Emily, çocuklarının anası, vaizin hastası; güzel kız baya. Jesse de eskiden baya kötüymüş, kız arkadaşı Tulip'le beraber. Tövbe edip öyle başlamış vaizliği.


Günlerden bir gün öte taraflarda serbest kalıp dünyamıza gelen 'bir güç' Jesse'ye yerleşiyor. Jesse'nin zamanla fark edeceği bu güç, konuştuğu kişiye söylediği her şeyi yaptırtma gücü. Misal, "Cehennemin dibine git!" dediği bi adam bi anda ortadan kayboluveriyor; bilin bakalım adam nerede? Bir vaiz için muhteşem bir özellik, di mi? "Hepiniz iyilik yapın!" de bi ayinde, ortama bak sonra... Ama bu gücü ait olduğu yere geri götürmeye gelen iki korumayı atlatmak lazım önce. Tulip, Jesse'yi eski intikamlara ikna etmeye çalışırken, kasabaya gelen gizli vampir Cassidy de vaizle kanki oluyor.


Marvel filmlerinin Howard Stark'ı Dominic Cooper başrolde. Kadrodaki isimlerin öne çıkanları: Agent of S.H.I.E.L.D. (2013- )'ın Reina'sı Ruth Negga, This is England (2006)'ın Woody'si Joseph Gilgun, True Blood (2008-14)'ın Nora'sı Lucy Griffiths ve daha geçen gün Sherlock (2010- )'un dokuzuncu bölümünde izleyip nereden tanıdığımı çıkaramadığım -meğer buradan tanıdığım- Tom Brooke.

Dizinin yaratıcı ekibi Seth Rogen ve Evan Goldberg, arada yönetiyorlar da. Evet o tayfa, hep cigaralı filmler yapan adamlar...
Geçen gün bunların Sausage Party (2016) diye bir animasyonunu izledim, marketteki ürünler toplanmış, bi dolabın arkasında cigara dönüyodu, yuh ya :)

Peki Preacher'ın bu kadar fantastik olması sizi de çizgi roman olması yönünde kıllandırmadı mı, imdb yazmamış ama google'a yazınca çıktı, hem de DC Comics işiymiş...
Yeni sezonu beklenir, güzel iş...

Saygılar...

27.11.16
Oku..

Sherlock Holmes BoxSet


Yazarını aşan karakter derler Sherlock için... 1887'de başlayan macerayı 1893'te Sherlock'u öldürerek bitirmek ister Sir Arthur Conan Doyle, bu zamana kadar dergilerde yazdığı hikayeler beş kitap olmuştur. Ama hayranlarının tepkisi ve yeni yazdığı romanların sevilmemesi sonucunda 1904 senesinde altıncı kitap The Return of Sherlock Holmes yayınlanır. İskoç yazar, 1930 Temmuz'unda kalp krizinden ölene kadar Londralı karakteri sayesinde rahat bir hayat sürmüştür. Polisiye edebiyatın kilittaşlarından olmayı başaran Holmes'un maceralarının filme alınması da 1911 senesinde bir Danimarka yapımıyla başlar: Den Sorte Haand (1911). Tabii bunu bulan izleyen var mıdır bilemiyorum, muhtemelen yazılı kaynaklardan edindiğimiz bilgi. O dönemlere ait filmler var tabii piyasada ama bu özel bir parça nihayetinde, sahibi iyi saklıyordur. Saklayıp n'apacaksa..


Sonra tabii bu dokuz kitapta toplanan onlarca hikaye bir bir sinemaya, tiyatroya ilerde de televizyona hatta bilgisayar oyunlarına uyarlandı. Sinemada 1921-23 arasında Eille Norwood oynuyordu Sherlock'u -yirmi civarı kısa, renksiz, sessiz film-, 40'larda Basil Rathbone, 1954-55 sezonunda televizyonda Ronald Howard can verdi karaktere; 80'lerde Jeremy Brett ve aralarda daha pek çok isim meşhur dedektifi oynadı. Yakın tarihe gelince de televizyonda Benedict Cumberbatch, sinemada Robert Downey Jr. olarak çıkıyor karşımıza. Yok, onlar Sherlock olarak çıkıyor karşımıza.


Baker Street 221B adresinde ikamet eden Sherlock, arkadaşı Dr. John Watson'la beraber çalışıyor. İlk bakışta Dr. Watson asistan gibi dursa da bu tamamen Sherlock'un yarattığı bir göz yanılması. Aslında kankiler. Hatta Sherlock arada, John'suz çalışamayacağını itiraf edebiliyor. Genel olarak kibirli, patavatsız, çıldırmış bir izlenimi olan Sherlock aslında tam da 'tanısanız çok seversiniz' tarzı biri. Maceralarda olmazsa olmaz karakterler: Ev sahibesi Mrs. Hudson, polis dedektif Lestrade, Sherlock'a aşık Molly Hooper, abisi Mycroft Holmes ve baş düşmanı Moriarty. Bir de, -teknik olarak aseksüel sayılabilecek Sherlock'un- etkilendiği tek kadın Irene Adler.


Türk dizilerini aratmayan uzunluktaki Sherlock (2010- ), şimdiye kadar on bölüm yayınlandı, önümüzdeki ay üç bölüm daha gelecek. Modern zamana uyarlanan ve yaratıcılığını Mark Gatiss ve Steven Moffat'ın yaptığı film boyutundaki bu dizide ana kadro şu şekil: Benedict Cumberbacht, -Hobbit Bilbo- Martin Freeman, Rupert Graves, Mark Gatiss -evet yine-, Louise Brealey, Andrew Scott, Amanda Abbington ve Lara Pulver...
Gayet güzel işler yapılmış, ben bu on bölümü dört beş günde falan izledim, biraz sıkıştırılmış program yaptım ama size tavsiyem yayarak izlemeniz. Çünkü her biri bambaşka mevzular, ortalık karışmasın. Sezon finallerinin sonuna da büyük sürpriz koymalarına sinir oldum ayrıca, bu sonraki bölümü hemen başlattıran bi etken... Ayrıca dizideki eşcinsellik vurguları da insanı biraz geriyor. Sürekli gey sanılmalarına "Ben gey değilim" diye bazen büyük tepki veriyor Dr. Watson, gökkuşağı eyleme kalkacak diye geriliyor insan.


Sherlock Holmes (2009) ve Sherlock Holmes: A Game of Shadows (2011) Guy Ritchie yönetiminde çekilen leziz filmler. Robert Downey Jr., Jude Law ve Rachel McAdams başrolleriyle yola çıkan sinema serisinin, uzun zamandır bir üçüncü filme hazırlandığı söyleniyor. Ama hala ortada kesin bir haber yok. Eddie Marsan ve Kelly Reilly ile şenlenen kadroya karanlık taraf olarak ilk filmde Mark Strong; ikinci filmde ise Noomi Rapace ve Jared Harris katıldı.

Filmleri tabii önce zamanında sonra zaman içinde tekrar izledim; ilk film çok güzelken ikinci filmde aynı zevki alamadım hiç, bu kötü olduğu anlamına gelmez, ikisi de gayet güzel ama ilki çok güzel. RDJr ve Jude Law'ın uyumu bi kere görülmeye değer hiç izlemeyen varsa. Rachel McAdams zaten kaçırılmayacak güzellik ve yetenek. Karakter zaten tam Guy Ritchie'nin kurgulamak istediği tipten, valla güzel işler bunlar.

Bu arada varsa meraklısı diye notumu düşeyim. The Strand Magazine'de ilk yayınlanan Sherlock Holmes sayısının çeviri yapılmıştı üç ay önce falan.. Darüttıba diye bir yayınevi; bu girişimi coşkuyla karşıladık, umalım da diğer sayılar da bu orijinal tasarımla Türkçe'ye kazandırılsın. Şu kapağın güzelliğine bakar mısın?! 12 lira gibi çok makul bir fiyatla satışta şu an bu dergi, kaçırmayın bence..

26.11.16
Oku..

Suicide Squad (2016)


Şu kadroya rağmen çekici gelmemişti bana film zamanında: Will Smith, Margot Robbie, Jared Leto, Jai Courtney ve Cara Delevingne. Aslında bir tanesi olsa yeter ama hepsi bir olunca insan kıllanıyo, kesin şov diyosun... Onun için izlemedim sinemada, sonra da aşırı kötü eleştiriler aldı. Bu da daha sabah bahsettiğim Doctor Strange (2016) filminde yaşanan, beklenti-buluntu etkisi tamamen, beklenti düşükse, güzel film olunca efsaneymiş gibi duruyo. Suicide Squad (2016) filmimiz ise bu etkiyi sallamıyor, hayvan gibi yıldız topluyor filme ve aslında idare eder olan film leş duruyor.

DC Comics bu işleri öğrenemeyecek galiba, Batman v Superman: Dawn of Justice (2016)'ten sonra herkes biraz toparlanırlar diye bekledi, -aslında bu da biraz beklentiyi yükseltti- nitekim BvS'den daha iyi hikaye olarak. Yani evet, kötü film değil Suicide Squad (2016), sadece basit.


Olay, çok bilmiş bir gizli servis ajanının, dünyaya olabilecek herhangi bir insandışı varlık saldırısında kullanılmak üzere, iyi süper kahramanlar tarafından yakalanmış kötü kahramanların olduğu bilgisini üst düzey yöneticilere vermesiyle başlar. Yani diyor ki Batman vb'nin yakalayıp hapse tıkmamıza yardım ettiği bazı psikopatlar var, bunların içeride canı sıkılıyor. İstersek bunları silah olarak kullanabiliriz. Bizim kontrolümüzde dediklerinden en uzaylısı ilk dakkada firar ediyor, Söz konusu ekip toplanıyor. Bir özel asker kontrolünde bir grup özel suçlu salınıyor çarşıya, suçlulara takılan çip bombalı, kaçan olursa bum.

Hikaye bu, karakterler rengarenk, çoğu gereksiz renk. Sırf kalabalık olsun diye gruba alınanlar var. Hepsine birer hikaye yazılmış ama çok olmamış. Yine de görsel anlamda neredeyse doyurucu iş çıkmış. Ama kolpa mı kolpa, ona yapacak bi şey yok. Hayır zaten DC'nin benzer bi işi Watchmen (2009) diye bi şey var ki, açın onu izleyin, güzel de film o, bir grup kötü adamsa bir grup kötü adam, nedir... Hatta iyi fikir, ben bi tur Watchmen (2009) izliycem, hadi hep beraber Watchmen (2009) izleyelim...


Yazan yöneten David Ayer. Düz aksiyon filmleriyle tanınan bir isim. Çok becerememiş adetli eğlenceli tip hikayesini. Filme puanım 5/10. Yine iyi puan verdim, o uzaylı diyaloglarına rağmen.. Hadi hadi hep beraber Watchmen (2009) izleyelim...

21.11.16
Oku..

Muhammad: The Messenger of God (2015)


İran filmi İran filmi de komple İngilizce birader. Filmin orijinal adını arıyorum her yerde İngilizce yazıyor, yav orijinal diyorum, yine İngilizce, sonra jeton düştü adam İngilizce çekmiş filmi. Girişte bi metin var o da İngilizce. Zaten sinemada da Türkçe dublaj izledim, onun için iyice kafam karıştı bu mevzuda. Bakıp bakıp bulamamıştım dublajsızını, demek İngilizce diye dublaj koymuşlar komple. Nasıl olsa orijinali de dublaj diye.

Çok övdüler filmi, duyar duymaz ben de heyecanlanmıştım zaten. Biz yapsaydık inanmazdım, Hollywood yapsa zaten, İran filmi denilince, tamam, izlenir o demiştim. İzleyenlerden de güzel eleştiriler aldım hep. Hatta Aralık'ta Mağara'da şöyle bir paragrafı var Şirin Soysal'ın:
<Dünyanın en iyi yönetmenlerinden biri, İranlı Majid Majidi... Cennetin Çocukları (1997), Cennetin Rengi (1999), Baran (2001) gibi filmleriyle beni kendine meftun etmiştir. Hz. Muhammed'in filmini yaptığını duyduğumda, "Daha emin ellerde olamazdı" diye geçirmiştim içimden. Çok hassas bir konu olmanın yanı sıra inanılmaz güzel ve güçlü olan hikaye, üçleme haliyle Majidi'ye emanet olmuş. Ne mutlu. Muhammed'in yüzünü tabii ki görmüyoruz. Ama buna rağmen gönül hep onu görmek istiyor, duruşunu, örtüsünün dalgalanışını, ellerini, saçının telini, diğer insanların ona bakışını. İşte böyle masalsı bir yönetmen, Majid Majidi...>


Keşke ben de bu kadar etkilenseydim filmden ama ne yazık ki o kadar yakalayamadı beni. Çok güzel film ama işte; Şirin'in şu yazdıklarını okuyunca özeniyor insan, etkilenmek istiyor.. İran Sinemasının bugüne kadarki en yüksek bütçeli yapımı olma özelliği taşıyan filmde, Hz. Muhammed'in çocukluk ve ilk gençlik dönemleri anlatılıyor.

Düşman ordusu Mekke'ye filler üstünde yaklaşıyordur. Koca şehir kaçar da Muhammed'e hamile Amine evini terk etmez. Nitekim filler de şehre gelmeye direnir, Mekke kurtulur. İbadet alanı Kabe'de onlarca put, Mekke'de yanlarında çalıştıkları efendilerine tapan binlerce insan, paradan başka bi şey bilmeyen tüccarlar. Fakir fukaraya yemek veren tek ev Muhammed'in dedesi Abdulmuttalip'in evidir. Muhammed doğmadan babası ölmüş, güzel annesi de gençliğini görememiştir. Amcası Ebu Talib'in himayesindedir.
Diğer kutsal kitaplarda bahsi geçen bu kavme peygamber geleceği iddiasına inanmayan Samuel, uzaktan rezil kalabalığa bakarak "Bu kavimden mi çıkacak peygamber?" diye aşağılayıcı bir şekilde yaklaşınca arkadaşı düzeltir "Bu kavim için!"
Majidi'nin, Muhammed'in kutsallığına hiçbir şekilde saygısızlık etmek istemediği filmin başında belirtildiği gibi, bu tarz tarihi detayları da gizlemek yerine göstermeyi tercih etmesi takdir hakkediyor.


Filmi izlerken hızlı hızlı aldığım notları da paylaşmak isterim. Muhammed'in yüzünü göstermeme çabası, yer yer az kalsın görecektik heyecanını körüklüyor. Sinemada yanımda oturan baba kızın diyaloglarına da baya kulak misafiri oluyordum, "Sesi de mi kimseye benzemiyor diye konuşmuyor? Şimdi onu Allah mı yaptı, Muhammed kendi mi yaptı? Niye dedesini de diriltmiyor?" Evet, genel olarak babayı terleten sorulardı, "Kızım sus bi, filmden sonra anlatırım, bak kızacaklar şimdi!" diye zaman kazanmaya çalışıyordu baba. En sevdiğim sahne de, ağaçtan toplayıp dereye bıraktıkları meyveler, derede yıkana yıkana ilerliyor, aşağıda da geri toplanıyordu tertemiz halde.

Devamını merakla beklediğim filme puanım 7/10. Bu arada film Arabistan'da ve Mısır'da yasaklanmış, Avrupa'da birkaç festivalde de ödül almış. Bizde de popüler hocalardan  Nihat Hatipoğlu, "Ben filmi beğendim valla!" dedi.

20.11.16
Oku..

Fantastic Beasts and Where to Find Them (2016)


Türkçe'de ilk baskısı 2002'de yapılan Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar? kitabının yazarı Newt Scamander'le JK Rowling sayesinde o zaman tanışmıştık. Bu bir rehber kitaptı. Rowling, Harry Potter serisinin yanında, Scamander takma adıyla yazmıştı bunu. Küçücük bi eser ama Harry Potter kitaplarıyla desteklenen bir dünya tabii ki. Her Harry Potter'cı da bilmez bunu ha, çoğu kofti..

Serinin filmlerinde bol bol denk geldiğimiz, belki de dünyasını gerçek yapanlardan biri de bu yaratıklardı. Hortkuluk'tan Böcürt'e kadar envai çeşit yaratık. İsimlerinin Türkçeleştirilmesi konusunda Sevin Okyay dehasını görüyoruz. Yazar kadar önemli çevirmen, hele de fantastik edebiyatta.

Neyse işte günlerden bir gün, geçen sene, önce film haberi sonra fragmanı geldi. Aman Allahım nasıl heyecan. "Star Wars hayranlarını şimdi anlıyorum" dedim. Çok benimsediğin bir seri, yıllar sonra yeni bir işle ortaya çıkınca baya heyecanlanıyormuşsun meğer. Aklım çıktı biraz. Sonra bekleyiş. Dün film geliş ve hemen izlemeye gidiş. Aksilikler oluş ha oluş.


Geç kaldım, ilk beş dakikasını kaçırdım, salona geç girdim diye kapıya en yakın kenar koltuklardan birine oturdum. Üç boyutlu film her açıdan aynı kalitede olmuyor demek ki. Üç boyuta söve söve izledim biraz. Benden daha geç kalan bir kız girdi, mal gibi ayakta kaldı, karanlıkta yerleşemedi bir yere, kaydım yana sırf otursun artık diye. Bi de soru soruyo, bu Fantastik Canavar filmi mi? Gözlük mü almak gerekiyordu? Araya kadar sıktım dişimi, ikinci yarıyı -boşlar arasından- en güzel yerde izledim. Yalnız arada şunu fark ettim, çoğunluk orta okul, lise.. Film de zaten onlara göre yapılmış..


Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar? kitabının yazarı Scamander (Eddie Redmayne), yeni keşifler için Londra'dan New York'a geliyor, bir bavulla beraber. Bavulu, kendisine ait bir hayvanat bahçesi aslında. Gelir gelmez bavulundan kaçan bir yaratıkla uğraşıyor, tekrar yakalaması, mümkünse bunu muggle'lara çaktırmadan yapması gerekiyor. Görmemesi gereken bir şey gören muggle'ların 'obliviate' ile anıları değiştiriliyor. Mr. Kowalski (Dan Fogler) istisna, çok yardımı dokundu diye ellemiyor onu Newt; Porpentina (Katherina Waterstone) ve Queenie (Alison Sudol) de renk katan tipler. Fakat o sıralarda bir karanlık büyücünün karanlık bir canavarla ortalıkta geziyor olması şehrin seherbazlarını teyazkkuza geçirmiş. Büyü Bakanlığı'nın cool seherbazlarından Graves (Colin Farrell) de işin başında.

Filmi çok beğenemedim, hikayesini ve efektlerini zayıf buldum. Çok Harry Potter havası yoktu filmde. Bu arada Senarist direkt JK Rowling, yönetmen David Yates. Hikayenin zayıflığı konusunda aslında çok emin konuşmak istemiyorum, başını kaçırdım nihayetinde ama efektlerde sıkıntı var; daha doğrusu yaratıklarla etkileşimde olunan sahnelerde, mesela Newt Şahgaga'nın başını okşarken eli tam oturmuyor, belli yani, kolpa. Artık bu efekt problemi midir, oyuncu yönetimi problemi midir bilmem, yönetmen çözsün bu işleri. Benim filme puanım 5/10.

20.11.16


Filmi tekrar izledim ve hikayesi hakkında fikrim çok değişmedi. Yazıdan sonra da birinden "Johnny Depp'i hiç yazmamışsın" yorumu almıştım; kötü adam olarak bir sahnede görünüyordu, çok heyecanlanmamıştım açıkçası, ondan yazmadım. Ama var yani kadroda, belirtmek gerekir..

Bu dipnotu girmemin asıl amacı da filmin Oscar kazanmış olması. Bu, yıllarca çeşitli teknik kategorilerde Oscar'a adaylığı açıklanan ama hiç ödül alamayan Harry Potter serisinin ilk heykelciği sayılabilir; altında En İyi Kostüm Tasarımı yazıyor ve dört Oscar'lı sanatçı Colleen Atwood'a gidiyor..

010317
Oku..

Doctor Strange (2016)


Koca salon, neredeyse ağzına kadar dolu, ben de nasıl stratejik yerdeyim, en orta.. Ve sağım solum boş, elimi kolumu yaya yaya yerleştim, film başladı.. Daha iki dakka olmuştu sağ yanıma bi çift geldi.. Ulan filmlerin en önemli yeridir, başında bana bi saniye bile kaçırtmayın bak.. Bi de aksiyonlu giriş.. Neyse aksiyon bitti, sol yanıma da bi çift geldi, nasıl sigara kokuyo adam.. Ulan ilk on dakkası gitti niye giriyon ki.. Bi de sesli nefes alan cinsten kardeşimiz. Dış etkenlere rağmen baya keyif aldım filmden. Birkaç senedir favori sinema salonum olan Torium Cinetech'teydim, ucuza kaliteli sinema!.. Reklamsa reklam..


Ukala beyin cerrahı Dr. Stephen Strange, hakikaten işinin erbabıdır. Çok kazanıp çok harcar, hız yapan arabalara biner. Bir gün tehlikeli bir kaza geçirir, vücudunun bir çok bölgesiyle beraber eve ekmek getiren elleri büyük hasar görür. Meslektaşı ve inceden gönlü olanı Christine Palmer'ın desteğiyle sağlığını geri kazanmaya çalışır. Ama Stephen yapacağını yapar, kızın kalbini kırar, iyileşme ümidi olmadığını düşünür hayata küser. Sonra Nepal'de metafizik bir tedaviden haberdar olur ve gider. Materyalist doktorumuz ruhlar alemiyle böylece tanışır. Sakat bir bedeni ancak ruhunu eğiterek iyileştirebileceğini anlar. Eğitim başlar. Daha başlar başlamaz, mistik alemin derdi tasası bunu bulur.

Mantar etkisindeymişsiniz havası veren film baya eğlenceli.. Bazen Inception (2010) efektleriyle baş döndürüyor, bazen Thor mistikliğiyle uçuruyor. Zaten sonda ekstra bölümünde de Thor'la muhabbeti var. Diğer alemler, metafizik hareketler, pelerinler falan olunca işin içinde Thor kaçınılmazdı zaten.. Çizgi roman halini bilmem etmem -sinema marvelistiyim ben- onun için baya tatmin oldum; hikaye beğenmeyenler çizgi roman hayranları oluyo genelde.. Ha gönül isterdi ki Dr. Palmer'ı daha yakından tanıyalım ama bu da yeter, n'apalım..


Benedict Cumberbatch başrolünde, Chiwetel Ejiofor, Tilda Swinton, Mads Mikkelsen ve Rachel McAdams efsaneleriyle baya güzel kadro kurulmuş. Yönetmen koltuğunda ise şimdiye kadar hep korku filmleri yapmış ilk defa Marvel'la çalışan Scott Derrickson var, umut vaadediyor, çok kaliteli iş çıkmış ortaya. Filme puanım 7,5'tan 8..

131116
Oku..

Imagine Me & You (2005)


Eğer Game of Thrones (2011- ) ve 300 (2006) filmlerinden tanıyıp bildiğiniz Lena Headey, hastası olduğunuz bir oyuncuysa bu filmi kesin izleyin.. Lena hayranlarındansanız efsane bir film izleyeceksiniz ama bu konuda düzseniz normal bir film izlemeye hazır olun. Normal derken, bildiğin normal, şaşırtmayan, heyecanlandırmayan, germeyen..

Rachel ve Heck gayet birbirlerini seven bir çift olarak dünya evine girerler. Düğünde çiçek düzenlemesini yapan çiçekçi kız Luce, seramoni sırasında bir saniye Rachel'la göz göze gelir. Düğünün devam eden dakikalarında çiçekçi kız Luce niyeyse herkesle tanışır ve davetliler kadar içinde olur aktivitenin. Sonrasında da Rachel'la arkadaşlıkları devam eder. Bu arkadaşlık aslında ilk bakışta başlayan aşkın olgunlaşma sürecidir. Heck eşine bağlı bir adamdır ve eşinin başka birine ilgisi -bu bir kadın bile olsa- onu çok üzer, ayrılma noktasına gelirler.


Gerçek mutlu son nedir? Rachel'ın Luce'la birlikte olması mı? Yoksa Rachel'ın Luce'u unutup Heck'le devam etmesi mi? Yoksa üçlü mutluluk mümkün mü? Yok yok bu sonuncusunu ben kattım, filmde hiç öyle bakılmıyor mevzuya..

Ol Parker'ın yazıp yönettiği filme puanım 4/10.. Piper Perabo, Lena Headey ve Matthew Goode başı çeken isimler.. Matthew Goode'yi en çok, Woody Allen'ın Match Point (2005)'indeki tenis dersi alan zengin çocuğu rolüyle tanıyorum.

121116
Oku..

Ekşi Elmalar (2016)


Film daha ortada yokken Cem Yılmaz anlatmıştı, onlar İftarlık Gazoz (2016)'u çekerken Yılmaz Erdoğan da Köyceğiz'e kurmuş seti, kocaman mavi ekranları varmış, tee nerelerden görülen. Baya teferruatlı, büyük para harcanan bi iş diye anlatmıştı. (Hatta dur kaynak da vereyim: Şu videoda 1:02:00 civarı..) Yani filme büyük teknik beklentiyle gittim.. Dur dur, bak nerede izledim filmi onu da anlatayım.. Bi iş için Ankara'ya gittim, işim erken bitti, zaman geçirecek yer arıyorum, Kızılay'dayım, dedim yakınlarda sinema var mı, var dediler.. Bi baktım izlenecek tek film var, o da bu, hem de Ankara'da.. "Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.." Yılmaz Erdoğan filmini Ankara'da izleme fırsatı buldum yani..


Eski Belediye Reisi Aziz Bey, Hakkari'nin zengin ailelerindendir. Son seçimleri kaybetmiş ama ümidini yitirmemiş, bir ağadır. Reis Bey'in bahçesi ve kızları civarın en meşhur iki şeyiymiş. Gır çeşit ağaçla, çiçekle, meyveyle dolu bahçesinde nizama uymayan bir tane ekşi elma ağacı varmış. İlaçlar kar etmiyormuş bu ağaca ve Reis Bey iyiden iyiye takmış bu asi ekşiye. Üç kızın en büyüğünün talibi var, uzaktan mektuplaşılan. Ortancanın da talibi belediyenin ziraat mühendisi; bahçeye bakmak maksadıyla sık sık gelmeler... En küçük durur mu, Ankara'da okuyan Özgür, tatile ailesinin yanına gelince görüyor Muazzez'i. Kızların sert babası, mümkün değil rıza göstersin mutluluklarına.

Reis Bey'imiz bildiğin kötü adam aslında; memlekete teleferik getirme gibi pozitif bi çılgın projesi var ama onun dışında kibir, asabiyet ve diktatörlüğü ön planda. Mühendis, kızıyla alakasını dediğinde, sen benim dengim misin, diyen kendi değil miydi?! Kızın da derdi mühendis değildi zaten, Antalya'ya, denize gidebilme hayaliydi.. Küçük kız Muazzez çok güzel ama güzel olunca şans olmuyor işte.. Peki ya dert küpü anneleri?!


Film etkileyici, yer yer ağlatıyor neredeyse teknik olarak da güzel film olacak sanılıyor ama o sondaki 'asi elmanın yükselişi' sahnesinde efektler büyük sıçıyor. Yılmaz Erdoğan'ın yazıp yönettiği filmin görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki.. Kızları oynayanlar, küçükten büyüğe: Farah Zeynep Abdullah, Şükran Ovalı ve Songül Öden.. Bunlara yanık oğlanlar da sırasıyla: Şükrü Özyıldız, Fatih Artman ve Caner Cindoruk.. Efekt fiyaskosu dışında gayet başarılı film bence.

Yalnız Hakkari'de yaylaya çıkmak böyle mi oluyormuş ya, şaşırdım..

91116
Oku..

ISSIZ ADAM ALPER ŞİMDİ N'APIYOR?


Alper, iflah olmaz bir çapkınken, insanlara bağlanmayı değil, insanları bağlamayı tercih ettiği bir dönemde tanışmıştı Ada'yla. Fakat Ada ona gerçek aşkı göstermiş, bir süre çıkmışlardı. Sonra Alper dayanamayıp ayrılmıştı Ada'dan. İki gece sonra Alper pişman olmuş, aramış aramış ulaşamamıştı Ada'ya. Beş yıl kadar sonra Atlas Pasajı'nda karşılaşmışlardı. İkisi de birbirini unutamamış ama Ada biriyle evlenip İngiltere'ye yerleşmekten kendini alamamıştı.

O karşılaşmanın üstünden de sekiz sene geçti. Alper hala Ada'yı tam unutabilmiş değil sanıyorum. Geçen gün -tesadüf bu ya- Atlas'ta karşılaştık Alper'le. Şimdi yeni bi mekan açıldı oraya, oturduk, lafladık biraz. Annesi gelmiş iki hafta önce, başka bi düğün, yine gerildik bi dolu diye anlattı. Evde Alper'in özenle sakladığı, Ada'nın tokasını görmüş annesi. Ada'nın olduğunu bilmeden, sana birini bulalım artık, böyle yalnız ömür mü geçer oğlum, vurkaçla nereye kadar diye darlamış. Vurkaç demedi de ona benzer şeyler dedi işte diye anlattı. Çok zor be anne, demiş yine. Haklı oğlum kadın, ne zor, geç artık yerleşik düzene, deyince ben, bi de bana gerildi, konuyu değiştirdi.

Restoranı büyütsem mi diye düşünüyorum bu ara dedi. Yanı boşalmış, orayı da alma fikri varmış. Ama Bebek'te uygun mekan bulursam şube de yapabilirim aslında, dedi. Turist yok oğlum memlekette, zarar etmeyesin, dedim. Sığmışım gibi baktı bana.

Şenol vardı şef garsonu, üçüncü çocuğu olmuş. İyice soğudum heriften, varsa etrafında o ayarda biri aklında bulunsun dedi. Yan masadaki kızların bizi kesmesinden cesaret alıp bardaki afete yazılmaya kalktı bu bi ara. Pek sallamadı kız bunu, baktım kös kös geldi geri masaya. Belki lezbiyenim demiş kız. Dedi ama inanmadım ben pek, yaklaşırken barmeni kestiğini net gördüm yani, dedi. Belki'nin öbür tarafını deniyorum deseydin oğlum, dedim. Güzel laf, kullanırım kesin ben bunu diyerek not aldı telefonuna. Hatırlamadı keriz.

Bu arada Ada'nın kaşar kankisi Sinem vardı ya, bizim apartmana taşındı, ondan bahsettim. Her gece başka bi aksiyon, boş geçtiğini duymuyoruz diyecektim tam, tribe girer diye demedim. Bi gün apartmandan biri şikayet edecek ama dur bakalım. Alper de çok ilgilenmedi zaten, Ada'yı hatırlatan mevzulardan uzak durmak istiyo gibiydi.

Ama biraz içince, ayrıldıkları dönem sahilde görüp Ada'ya benzettiği küçük kızın şimdi genç kız olduğundan bahsetti. Face'ten eklemiş kızı. Biraz konuştuk, hoşlandı benden, diye döküldü. Plaklardan falan bahsetmiş kıza. Hala plakla kız tavlayabilmesine şaşırdım.

Balköpüğü sakallarına derin derin bakarken buldum kendimi. Alper'in sakallarına niye bakıyorum ki diye kafamı çevirince köşede Sinem'i gördüm bi adamla. Tam da zamanında görmüşüm yalnız, istediği kültablası gelmemiş olacak, peçeteye tükürüp, sigarasını tükürükte söndürdü. Olayı hayretle izleyen yanındaki adam kusar gibi oldu, bi iki öğürdü. Bana bi gülme geldi onları görünce, sinirim bozuldu. Alper, lan n'oldu, neye gülüyosun, dedikçe dedi, ben iyice güldüm, anlatamadım. Çok sinir oldu Alper, kalktı gitti. Galiba giderken küfür de etti.

Kasım16

not: Bu yazı ilk olarak Mağara dergisinin kasım sayısında, yazılısinema köşesinde yayımlanmıştır.
vinyet: Öğünç Ersöz
Oku..