Desperado (1995)


El Mariachi (1992) ve Robert Rodriguez'in piyasaya giriş macerasını yazmıştım. Bu da, girdikten hemen sonra nasıl bu hale geldi, sonraki filmini nasıl yaptı yazısı..


İlk filmini tamamlayıp, bu filmden nasıl para kazanacağını tam kestirememişti Robert. Bi fragman yaptı filme, güzel sahneleri falan koydu, bi de filmin tamamı işte, bi de ödüllü kısa filmi.. Bu üç video ile yapımcı yapımcı dolaştı, tabii öyle hemen bütün kapılar açılmadı, izleyenler işleri beğense bile emin olamadılar, sonuçta büyük paralar bunlar.. Filmle ciddi anlamda ilgilenen ve Robert'ı kaçırmak istemeyen birkaç büyük firma girince ortama fiyat bu hale geldi.. Ne hale? İlk yazıdaki hale işte.. Ama sonuçta bu parayı veren adam da para kazanmak istiyor ya, hemen başka filmler de yaptırma derdinde..

Steve Buscemi, tanıştıkları festivalde,
"ilk çekeceğin filmde oynamak istiyorum"
demişti..

"Bize hemen, birkaç gün içinde bi şey yazabilir misin, hemen çekip gösterelim, işin çok görünsün" diye gazlıyolar, dandik bi film oluyo, oynatıyolar televizyonda falan ama kimsenin içine sinmiyo.. Sonra diyolar ki, Mariachi'yi yeniden çek, pahalı oyuncular falan olsun kadroda..

Sağdaki de ilk filmin Mariachi'si..

Robert diyo ki: "Yok aga, o kadar da düşmedik, ama isterseniz devamı gibi bi şey yazıp çekeyim, aynısını çekmem.." Okey geliyo yapımcıdan, bu arada ilk film de vizyon için hazırlanıyor ya, sonunu değiştiriyolar.. Yani El Mariachi (1992)'nin orijinal sonunda, kahramanımızın sevdiği kadınla beraber kendi de vuruluyomuş. Düzeltilmiş halinde elinden vuruluyo ve bir daha asla gitar çalamayacak falan deniyo.. Ve yeni filmin senaryosuna başlanıyo..


Desperado (1995).. Eskiden grubuyla beraber çok başarılı müzikler yapan kahramanımız, artık intikam ateşiyle kavrulmaktadır.. Sevdiği kadını öldüren uyuşturucu baronunu öldürse de yetmez, bütün kötü adamları öldürmek ister.. Bi şehre girer, önce bi arkadaşıyla etrafa korku salar, hikayeler anlattırır, sonra ortalık kan gölüne döner.. Yine aşık olur, yine mafya babasının gözü bu kadındadır.. Ve final sahnesinde, beraber müzik yaptıkları arkadaşlarını da yardıma çağırır ve üç gitar kutulu adam aleme korku salar..


Mariachi'yi bu sefer Antonio Banderas, esas kadın Carolina'yı ise formunun zirvesindeki Salma Hayek oynuyor.. Bu filmi izleyip de Hayek'ten etkilenmeyen var mıdır, varsa çok azdır.. Banderas, Rodriguez'i sırtlasın diye kadrodadır ama tersi de olmuştur, Banderas'ın popisi almış yürümüştür..


Mafya Bucho'yu, Joaquim de Almeida oynarken, Mariachi'nin öncü yancısı Buscemi'yi Steve Buscemi oynamaktadır.. Tarantino da misafir oyuncu olmuştur sete.. İlk filmin Mariachi'si Carlos Gallardo bu filmde Campa olmuştur.. Filmde tabii bir de yan rollerin adamı Danny Trejo var, olmazsa olmaz bundan sonra..


Tabii ki ilk film kadar orijinal değil hikaye.. Tamam teknik biraz daha kaliteli ama hikaye önemli be hacı.. Öyle bakınca ben ilk filmi daha çok seviyorum.. Ama bir de Salma Hayek'e bakıyorum, hemen sırıtıyorum.. Jenerikte akan isimler de bu sefer gerçekten olan kişiler..

31.07.2014
Oku..

Pirates of the Caribbean BoxSet


Tabii ki her serinin olduğu gibi bunun da efsanesi, ilk filmi.. Ama öbürleri de baya iyi filmler.. Kaptan Jack Sparrow'un, hayata karşı duruşuyla ve elindeki romuyla girdiği maceralar beş film yapıyor:

Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl (2003)
Pirates of the Caribbean: Dead Man's Chest (2006)
Pirates of the Caribbean: At World's End (2007)
Pirates of the Caribbean: On Stranger Tides (2011)
Pirates of the Caribbean: Dead Men Tell No Tales (2017)


İlk filmde, Kaptan Jack Sparrow, Siyah İnci'sine tekrar kaptan olma peşindeyken; babası korsan kendi demirci çırağı olan Will Turner da hayatının gerçeğini öğrenip, hayatının kadını Prenses Elizabeth'le yepyeni bi hayata başlayacaktır. İyi korsanlar, kötü korsanlarla; askerler de tüm korsanlarla savaşmaya başlar; ortalık karışır..

İkinci filmde, Will, babasıyla tanışır, onu kurtarmaya çalışır. Yaratık yapıdaki kötülerin kötüsü hayatını bi sandığa saklamıştır, iyi korsanlar, kötü korsanlar, askerler, herkes sandığın peşindedir. Kimin ne kazanacağı belli olmayan bi mücadele yaşanır.

Üçüncü filmde, Kaptan Jack Sparrow için yolun sonu görünür, dünya tersine döner ama vazgeçmezler.. Çok severler Jack'i, peşinden giderler.. İyi korsanlar, kötü korsanlar, herkes.. Yok lan, ne sevecekler, hepsinin bi çıkarı vardır.. Seri komple birilerinin bi şeyin peşinde oyun çevirmesi üzerine geçer..


Seride Jack, Johhny Depp; Will, Orlando Bloom; Elizabeth, Keira Knightley; Barbossa, Geoffrey Rush tarafından canlandırılıyor..

Bu üç filmi Ted Elliott ve Terry Rossio yazıyor, Gore Verbinski yönetiyor.. Dekoru kostümü deli dehşet olan bu projenin taklitleri yapılıyor, parodileri çekiliyor. Yani korsan konseptini popüler hale getiriyor proje.. Çok güzel işliyor ve iyi de vuruyolar voliyi.. İlki tutunca, iyice kasıp ikiyi üçü arka arkaya patlatıyolar.. E hala tutuyo, dördü yapılıyor..


Amerikalı bilim-kurgu yazarı Tim Powers'ın 'On Stranger Tides' romanından esinlenerek yazılan dördüncü filmde, Barbossa kraliyet kontrolünde korsancıbaşı olmuş, yasal korsan yani.. Jack yine kaçak, yine kovalanıyo.. Kraliyetin de peşinde olduğu bi hazineye ulaşmak için bi maceraya giriliyor, bi denizkızının gözyaşı lazımsa demek ki, güzel bi kız bulunuyor.

Önceki filmlerdeki Will&Elizabeth çifti evlenip gitmiş, Jack'in belalısı Angelica giriyor devreye.. Yönetmeni Rob Marshall olan bu dördüncü filmde, Angelica'yı Penelope Cruz, denizkızını Astrid Berges-Frisbey oynuyor..


Serinin sonu olduğu söylenen beşinci filmde, Will Turner'ın, tıpkı babası gibi lanetli bir korsana döndüğünü görüyoruz. Küçük oğlu Henry, boyuna bakmadan babasını bu lanetten kurtarmaya niyet eder. Bu konuda ona yardım edebilecek tek kişi Jack Sparrow'dur. Sparrow da okunamayan haritayı okuduğunu iddia eden Carina'yı yanında ister. Salazar da bunların hepsinin, özellikle Serçe Jack'in ölmesini ister.

Ronning&Sandberg ikilisinin yönettiği son filmde serinin oyuncu ekibine Javier Bardem ve Kaya Scodelario dahil oluyor. Çok kısa süreliğine Will&Elizabeth çiftini görüyoruz sonda. E özlemişiz tabii.

Bu arada son filmin adı dünya genelinde Salazar's Revenge olarak değiştirilmiş ama imdb orijinal başlıkta hala Dead Men Tell No Tales olarak geçiyor. Denk gelirseniz kafanız karışmasın yani..

30.07.14 güncelleme geldi 18.06.2017
Oku..

El Mariachi (1992)


Bi Mariachi gelir şehre, iş arar, iyi gitaristtir.. Dener bir iki mekan, muvaffak olamazlar.. O sıralar, silahını bir gitar çantasında taşıyan belalı bir adam, Azul, ağır abilerden biriyle takışır.. Alacak verecek meselesi.. Eski mevzu.. Baba, adamlarına Azul'u öldürme görevi verir, "Hep siyah giyinir, elinde de bi gitar çantası varmış, silah var içinde, böyle tanıyacaksınız, bulduğunuz yerde indirin" der.

Film ya, bizim Mariachi ile bu herifi karıştırır bu adamlar, yanlış adamı kovalar dururlar, bizim müzisyen de bildiğin adam öldürmeye başlar bu hengamede, durduk yerde.. Bu arada Mariachi, babanın yazdığı kıza vurulur.. Sonra kızı vururlar, bizim Mariachi de babadan intikam almak ister.. Hikaye bu..


"İşte aksiyon olsun, eğlenceli, kanlı-manlı ölmeli sahneler olsun, ben öyle şeyler izlemeyi severim, onun için böyle bi şey yaptım" diyo Rodriguez..

Kardeşlerini falan çekerek kısa filmler yapıyo Robert, babasının video kamerasıyla.. Yokluktan kendi kurgu tekniklerini geliştirmiş ve çoğu sinemacı gibi "İmkanlarım çoğaldıkça yaratıcılığım azalıyo" diyo.. Kısa filmlerinden biri festivallerde biraz ilgi görünce aynı mantıkla uzun metraj film de yapabileceğini düşünüyor..


"İşte festivalden biraz para geliyor, biraz şurada var.. Bi de.. İlaç şirketleri bazen denek arıyor, güzel para veriyolar aslında.. Bir ay falan dişimi sıkarım n'olcak, hem o arada senaryoyu da yazmış olurum.. Senaryo tamam, oynayacak birkaç hevesli arkadaşım da var, ne kadar para var, 7.000 dolar.. Yeter ya.."

Yetiyor da, adam bu parayla, bu şartlarda filmi tamamlıyor.. Bi kamera, birkaç makara film, birkaç oyuncu ile film halloluyor.. Diyor ki bu filme harcadığımız parayı çıkaralım en azından, satalım DVD piyasasına.. Ama dur, amatör gözükmeyelim.. 20.000'e çektik diyelim, bi de jeneriğe uydurma isimler yazıp kadroyu kalabalık gösterelim.. AGA!.. Olaya bak şimdi; bırak 20.000'i, tam hatırlamıyorum ama 200.000 gibi falan bi para verip, devam filmi için anlaşıp üstüne bi de bu filme ayar çekip vizyona sokma teklifi geliyor en son..

Bi festivalde, -tabii olay yarattığı festivaller bunlar- Tarantino'yla falan tanışıyo, kanki oluyo.. Robert Rodriguez böyle oluyo yani.. Film yapımı aşamasında tuttuğu günlük kitap oluyo, bu hikaye pek çok tv programında anlatılıyo, başarı öyküsü nihayetinde, aşırı gaz veriyo..
Kitabı okudum ben, sonra filmi izledim.. Hayal ettim, setini, nasıl çektiklerini.. Helal lan dedim..


Filmde, El Mariachi'yi Carlos Gallardo, belalı benzeri Azul'u Reinol Martinez falan gibi pek bilinmeyen isimler oynuyor hep.. Bi tek Carlos Gallardo bu filmden sonra yürüdü..

Devam filmi Desperado (1995)'da ise Campa'yı oynuyor Gallardo, El Mariachi'nin iki kankisinden birini.. Neden, çünkü başrolde daha ünlü bi tip olması lazım ya..


29.07.2014
Oku..

Sev Beni (2013)


Beklentisiz başladığım filmden baya tatmin olmuş ayrıldım. Bildiğin güzel film.. Çok kaliteli değil ama tarz olmuş yani.. Ukrayna-Türkiye ortak yapımı film, komple Kiev'de geçiyo.. Galiba bi sahne Türkiye'de..


Evlenme arefesinde bi genç, kuzeni, amcası, arkadaşları bir olup bunu Ukrayna'ya 'karıya' götürmeye karar veriyolar. "Savaş zamanı, işgalciler çirkin kadınları öldürüp güzelleriyle sevişiyolar diye, çirkinler oralardan kaçıp bizim buralara gelmiş, güzeller orda kalmış, çoğu orospu olmuş.." hikayesiyle başlıyor tur.. Gerekli taktikleri alıp ortama salınan genç, kızla sıradışı bir yakınlaşma yaşıyor. İşte duş muş, tam sevişecekler, kızın annesi geliyo - ninesi hastaneden kaçmış.. Oğlan da anne-kızla nine aramaya çıkıyor.. İşte sonlara doğru bu yakınlaşmalar ilerliyor aşka dönüyor.. İş sarpa sarıyor..


Genci, Leyla ile Mecnun'dan olaylı ayrılan Uzun Hikaye (2012)'nin Mustafa'sı Ushan Çakır oynuyor. Ukraynalı kızı da -bildiğim kadarıyla- çok bi oyuncu olmayan Viktoria Spesivtseva.. Oğlanın amcasını Güven Kıraç, tur rehberini rejisör asıllı Murat Şeker, Ukrayna'daki dönerciyi de Yavuz Bingöl oynuyor.


Filmin yazan ve yönetenleri Bahadır Er ve Maryna Gorbach daha önce de No Ofsayt (2009)'ta beraber yönetmenlik yapmışlar, bu sefer bi de senaryo kasmışlar yani.. Hatta daha öncesinde Kara Köpekler Havlarken (2009)'de de Maryna, Bahadır'ın yardımcısı pozisyonundaymış; co-director hesabı.. Senaryosu da direk Bahadır'a ait.. Bu arada bu çift evli galiba.. Baya karı-koca çalışıyolar.. Ya da sevgili bilmiyorum tam..


Pek çok festivale gidip, eli boş dönmeyen bu film bence bi izlensin ya.. Saygılar..

İP: 6,2 YSP: 6

28.07.14
Oku..

Beni Unutma (2011)


Oyuncu seçimindeki üstün başarıdan dolayı öncelikle koca bir BRAVO!.. Neden, çünkü ilk defa Tuba Ünsal'ı beğendim bi işte.. Açelya desen tam olmuş, Mert Fırat zaten yetenekli herif.. Dramı biraz fazla olmuş ama fena değil yani.. Senaristi Burak Göral, yönetmeni Özer Kızıltan olan film. Kızıltan, Erkan Can'lı Takva (2006)'nın yönetmeni..


Birbirinden bağımsız iki ilişki farklı sebeplerle biter; kadın ve erkek rastlaşırlar.. Çok aşık olurlar, hemen evlenirler.. Bak, ilişki bitirdin, yüzük attın falan, akşamına biriyle tanışıyosun, -yıldırım aşkı-, yakın zamanda da hemen onla evlen.. Biraz hızlı, kabul edelim.. Ama hayat böyledir, bazen çok hızlı bazen aşırı yavaş olur her şey. Hemen bi de çocuk falan.. Hoop karı gitti. İşte kusursuz ilişkilerde de bi yerde ağır patlak olur hep.. Kız önce hamilelik depresyonu gibi bi şey geçirir ama iş sanıldığından daha büyüktür.. Moraller bozulur, tatlar kaçar, hatıralar silinir.. Hastadan çok hasta yakını hırpalanır psikolojik travmalarda.. Bu bi gerçek.


Mert Fırat, Başka Dilde Aşk (2009)'la yandı yandırdı herkesi, çok başarılı oyuncu, geçen de Kaset'te gördüm.. Kaset, bizim sürekli oturduğumuz, oturup kaldığımız bi kafe-bar-restoran, Beşiktaş'ta.. Kime sorsan gösterir.. Bi ara bizim Oturma Grubu'nun sponsoruydu hatırlarsanız.. Neyse, en son Kelebeğin Rüyası (2013)'yla da iyice popüler oldu Mert Fırat, Allah daha çok versin gözümüz yok..

Açelya Devrim Yılhan, Leyla ile Mecnun dizisinde Eylül karakteri ile bilinir oldu, tabii bu film daha eski ama işte, televizyon nihayetinde.. Başarılı bir iş çıkarmış bence, ben sevdim.. Biraz tırstım, böyle rolleri iyi oynuyolar, gerçek sanıp üzülüyorum abi, yapmasınlar.. Çok da tatlı kız.. Hemen geçelim Tuba Ünsal'a, bence kendini bulmuş, bu kadın aslında buymuş.. Bir de Melis Babadağ var, çok çok güzel, küçük bir rolle..

25.07.2014
Oku..

Aşk Tesadüfleri Sever (2011)


En iyi Türk filmleri listemde ilk 20'ye girer..
Yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak'ın yaptığı filmin senaristi Nuran Evren Sit; Sit, yazarlığının öncesinde birkaç filmin oyuncu tedarik departmanında çalışarak girmiş piyasaya, ve "Ne var bunda, ben de yazarım" diyerek dizi yazmış önce, sonra da ilk sinema filmi olan bunu.. Valla insanları nerden vuracağını bilen bir hikaye bulunmuş ve güzel de işlenmiş.. Yer yer dizi izliyor gibi hissetmedim değil inceden, çünkü hikayedeki dram tam dizi dramı, sündürülecek dram.. Ama yine o da iyi ayarlanmış, çok boğmuyor izleyeni..


Tabii hikayenin bu denli çarpıcı verilmesinde de usta bir göz girmiş devreye, Sorak.. Sorak da yönetmenliğe, Cem Yılmaz'ın Bir Tat Bir Doku gösterilerini kaydederek başlamış, -bir de şu kısa film var, CMYLMZ [2001]- sonra Vizontele (2001), G.O.R.A. (2004), Sınav (2006) ve Yahşi Batı (2009) gibi filmlerde çok kaliteli senaryolar ve oyuncularla çalışarak geldi bu günlere..


Filmin oyuncu seçimindeki başarısına hayranlık duydum izleyince, hemen araştırdım; tebrikler Gökçe Doruk Erten. Başrolde Mehmet Günsür ve Belçim Bilgin yer alırken, yan rollerde yer alan isimler, Altan Erkekli, Şebnem Sönmez, Yiğit Özşener gibi isimler.. Hepsi harikalar.. Kadronun asıl dikkatimi çekeni, Günsür'ün oynadığı karakterin gençlik zamanlarında, çocuğun sevgilisi olarak iki planda gözüken Müge Boz. Bildiğin nitelikli figüranlık.. Bu durumun hasına Çarpışma [2005] diye bi kısa filmde denk gelmiştim, Melisa Sözen çok ufak bir figürasyonla görünüp kaybolmuştu.. Ki Müge Boz daha popüler değil o sıralar, daha anlaşılır yani.. Ayrıca Belçim Bilgin de bu filmden sonra olmuştur ha, ilk başrolü sanıyorum..


Hikayemiz şu: Ankara'da trajikomik bi şekilde aynı gün aynı hastanede yanyana dünyaya gelen Deniz ve Özgür, aynı mahallede büyüyen çocukluk aşkıdırlar birbirlerinin. Daha sonra hayat devam eder, yollar ayrılır, ama aslında hiç ayrılmamışlardır. Aşk tesadüfleri sevip 25 yıl sonra İstanbul'da denk gelmelerini sağlar, şimdiye kadar denk getirmeyerek de aşkı iyice harlandırmıştır. Biri oyuncu biri fotoğrafçı olmuş, hayallerinin peşinden gitmiş bu iki gencin hikayesi tam kesişiyo derken bi ayrılıyo gibi sonra tekrar falan..


Dediğim gibi, yer yer dizi dramına dönüşse de fena değil genel olarak.. İzlensin..

imdb puanı: 7,5
yazılısinema puanı: 8

23.07.14
Oku..

The Angriest Man in Brooklyn (2014)


Mila Kunis var diye izlenecekler listeme eklenmiş bir filmdi, netekim bu sebepten de izlendi.

Assi Dayan'ın 'The 92 Munites of Mr. Baum' romanından uyarlanmış olan filmin yönetmeni Phil Alden Robinson. Başrolde Robin Williams var; Williams'ın da en bilinen filmi Dead Poets Society (1989) hariç pek çok filmini izledim. Filmde Williams'a, 92 dakika soluksuz öpüşmek istediğim Mila Kunis, Game of Thrones'un cüce Tyrion'ı Peter Dinklage ve Melissa Leo eşlik ediyor. Bir de tatlı bi dansçı kız var, Sutton Foster..


Eylül 89'da hayatından gayet de memnun olan bir adam.. Günümüzde ise Brooklyn'de asabi bir adam. Her şeyden şikayetçi, herkes üstüne üstüne geliyor sanki. Doktor randevusu var, gidiyor, doktor izne kaçmış başkası bakıyor onun yerine; ama kız da nasıl istemeyerek bakıyor, sırf mecburiyetten.. Beyin filmi geliyor, oha.. Adamın kafasında bir balon var, beyin anevrizması.. Sinir stres tetikler bu genişleyen damarı.. Bu hastalığı da Medcezir'le öğrendik di mi; Mira'nın baş ağrılarının sebebi..


Kızgın adam inanamıyor tabii, "Demek ölmek üzereyim, ne kadar zamanım kaldı," doktor sinirden stresten uzak dur dedikçe bu bağırıyor "Ne kadar zamanım kaldı?" Kızı çileden çıkarıyo, "90 dakka amk, ne biliyim" falan diye o da bağırıyo.. Adam koşarak çıkıyo hastaneden, 90 dakika kaldığını sandığı hayatında ne yapması gerektiğini düşünüp duruyor; kardeşine, karısına, en çok da oğluna gidiyo.. Doktor da durumu anlatmak ve adamı sakinleştirmek için peşinden koşup, koca Brooklyn'de adamı arıyor.. Bulup hastaneye yatırması lazım.. 


Mila Kunis bence benle evlense falan süper olur, o kadar çok beğeniyorum yani.. '83 Ağustos doğumlu Ukrayna asıllı Milena'nın izlemediğim filmi çok az..
Alın size bir de ilginç detay: bir gözü kahve bir gözü yeşilmiş.. Güneşte mi, gece mi, dolunayda mı bilmem; belki heptir.. Sırf Mila için bile bu film izlenir!

18.07.2014
Oku..

Bad Words (2013)


Yönetmen Jason Bateman.. Esas oyunculuğu ile tanıyoruz, daha önce de dizi mizi yönetmiş birer ikişer ama bu ilk sinema filmi yönetmenliği.. Çok başarılı bulamadım. Hikaye zaten tırt bence, Andrew Dodge'un ilk senaristliği.. Neden daha güzel bi hikaye üstüne çalışmadıysa.. Ya da kendi yazsaydı mesela, yapabilirdi bence.. En çok Horrible Bosses (2011)'la biliniyor ama ben Bateman'ı The Switch (2010)'te çok tuttum asıl..

Yönettiği filmde başrolü de oynayan Bateman, kadro oluştururken kimle çalıştıysa lütfen bi daha çalışmasın.. Kathryn Hahn nedir ya.. Nasıl bi yokluk var ki bu kadın kadroda yer buldu.. Hani, karakter de öyle çok cuk oturacak bi şey değil ki.. Normal, tatlı bi kız koy işte, Hahn ne?!


Heceleme yarışması var çocuklar arası.. Yönetmelikte, Y-Ö-N-E-T-M-E-L-İ-K-T-E, 8. sınıfı bitirmemiş olması şartı dışında çok açık tanımlar yok yarışmacı alımında.. Bi tane koca adam, sistemin bu açığını kullanıp, K-U-L-L-A-N-I-P, çocuklarla yarışıp parayı indirmenin peşinde, kanunları da iyi biliyor, çakallığını yapıyor.. Sonra anlaşılıyo derdi.. Tırt.. Bi de bizde yok ya bu heceleme şekli, anlamsız geliyor bana, kodlama diyoruz biz buna, öyle diyelim bundan sonra..


Hikaye için daha düzgün bi tanım yok, tırt.. Var birkaç güzel detay ama o kadar yani.. Bence ilk film için seçilmiş kötü bir hikaye.. Ben afişin gazına gelip izledim, siz biliyorsunuz artık olayı.. Ona göre..

18.07.2014
Oku..

Happythankyoumoreplease (2010)


Josh Radnor'un ilk yönetmenlik deneyimi.. Radnor, HIMYM Ted oluyor bu arada.. İkinci yönetmenliği Liberal Arts (2013)'ta tatlı filmdi, bu da.. Böyle tatlı filmlerin yönetmeni olmaya devam ederse, üç beş film sonra artık örnek alınan adamlar sınıfına girer. Güzel bir tarzı var çünkü; ancak devamlılık da önemli bu mevzularda.


Kate Mara.. House of Cards'ın güzel gazetecisi olarak izlendi yakın zamanda. Ben ilk olarak bu filmde izledim sandım, sonra bi baktım, diğer filmlerinden de izlediğim varmış.. 127 Hours (2010)'da azıcık, Iron Man 2 (2010)'de azıcık ve Shooter (2007)'da ideal bir süre oynuyor.. Ama aşırı derecede sevimli bi şey bu kız.. Filmdeki adı da Mississippi..


Filmdeki adı demişken; yazıp yönettiği filmin başrolünde de yer alan Josh Radnor'ın filmdeki karakteri de Sam.. Bi tane daha Sam var filmde, Sam 2 diyolar kendi aralarında.. Hemen gelir aklıma.. Bi arkadaşım bi zaman bi tivit atmıştı: "Gerçek hayatta çok denk gelmemize rağmen, filmlerde, dizilerde veya romanlarda hiç aynı isimli karakter olmaması çok saçma.." civarı bi şeydi.. Çok katılıp bastım retiviti ancak hemen geri aldım ve favorilerime eklemekle yetindim ve hemen sonra tiviti silmesini istedim.. Kafam bulandı ve alay konusu oldu.. O an aklımdan geçen, hemen bi hikayeye başlamak ve aynı isimli iki karakter kullanmaktı.. Hırsızlığın böylesi yani.. Üşendim yazmadım ama hep aklımda tuttum bu çakallığı.. Ve işte bu filmde denk gelip, büyünün bozulmasıyla, omuzlarımdaki bu saçma yükten kurtuldum. Vefakat hala daha ince bi eksiklik var bu konuda kanaatindeyim. Bu benim hayatıma bi yansıması oldu filmin.. İsimler dışında pek çok tatlı detayla süslenmiş bir film. Bence kesin izleyin..


Dağınık bir hayatı olan kısa hikaye yazarı kahramanımız bir iş görüşmesine giderken metroda ailesini kaybeden küçük bir çocuğa yardım etmeye çalışırken olaylar gelişiyor. Çocuk evlatlık olduğu aileye zaten gitmek istemezken, kahramanımız Sam de tam ne yapacağını kestiremeyip çocuğu evine getiriyor. Çok iyi anlaşıp ayrılmak istemiyorlar ama teknik olarak bir çocuk alıkoyma mevzusu ortada. Öte yandan yeni tanıştığı güzel şarkıcı-garson kızla bi şeyler yaşamaya çalışıyor. Ve bi yandan da en yakın arkadaşı ve onun en yakın arkadaşı ve bunların da ilişkileri işleniyor.. Üç güzel hikaye bir arada ilerliyor yani..


Teknik dersen, ilk yönetmenliğe göre iyi iş, yazarlığına zaten diyecek yok, oyuncular çok tatlı.. Çocuktan tut Zoe Kazan'a kadar..

Bu arada Zoe'nin yazıp oynadığı Ruby Sparks (2012)'ı iki sene önce 'Yok Böyle Bir Kız' adıyla tiyatroya taşıdılar İstanbul'da, Yunus Günçe başrolde, Gamze Topuz, Pamela Spence falan var kadroda.. Ben daha ne olduğunu bilmezken Pamela ile denk gelmiştim; "Bi oyuna başladık işte, prova yapıyoruz" falan demişti, sonradan öğrendim bu olduğunu.. Merakım da şu, telif melif nasıl yaptılar o işleri.. Bi daha denk gelsem soracam da, denk gelemiyorum..

12.07.2014
Oku..

Very Good Girls (2013)


İki genç kız, ergenliğin tadını çıkarıp, sağda solda orospuluk yapıyolar.. Ama öyle değil.. Hani severken kullandığınız 'orospu seni' falan gibi.. Maksat çılgınlık olsun işte.. Her genç kızın kafasındaki şey bunlarda da var: "E ne zaman sevişcem ben?!" Bi oğlan var, ikisi de hoşlanıyo ama biri dillendiriyo baya, öbürü içine atıyo.. İçine atana meylediyo oğlan.. Ve olaylar gelişiyo..


Ekstrası olmayan, olayların geliştiği bir film.. Aşırı normal, zaman geçirmelik film.. Kızlar zaten çok güzel değil, ama tatlış.. Kim peki kızlar?!

Biri, en son Liberal Arts (2013)'ta izlediğim Elizabeth Olsen mesela.. En son derken, başka izlemedim zati.. Gerçi Captain America'nın ikinci Marvel'ın son filmi olan Captain America: The Winter Soldier (2014)'da Wanda Maximoff rolüyle en sonda üç beş saniye göründü, geleceği müjdesini verdi.. Avengers: Age of Ultron (2015)'da da devam edecek işte.. Şeker kız baya..


Diğer kızımız da, asıl başrol olan, Dakota Fanning.. 20 yaşında falan ama çocukluğundan beri 50 filmde çalışmış.. Siz onu en çok Twilight serisinde kötü taraftaki Jane olarak bilebilirsiniz -seriyle alakanız yoksa bilmezsiniz-; belki Now is Good (2012)'la bilirsiniz.. Daha da bilmezseniz bilmek zorunda değilsiniz zaten.. Ama ten rengi daha beyaz olamayacak kadar açık bir kız, bunu bilin.. Hani dokunduğun yer kızarır ya hemen, ondan.. Hatta pembeleşir.. Tarz oyuncu ama, popüler de bu sıralar.. Keyifli seyirler yani..


Dakota'nın babası rolünde Agents of S.H.I.E.L.D.'ın Coulson'ı Clark Gregg yer alırken, iki kızın da yandığı şanslı piçi Boyd Holbrook oynuyor; Elizabeth'in annesini de Demi Moore..
Film, eski yapımcı Naomi Foner hanfendinin ilk yönetmenlik deneyimi.. Senaryoyu da kendi yazmış..

10.07.14
Oku..

Noah (2014)


Çekimleri sırasında seti sel basmış diye haberler okumuştum, yönetmeni Darren Aronofsky de "Bereket, uzaylı istilası filmi çekmiyoruz zuhahah!" demişti.. Severim Aronofsky'yi ve filmlerini.. Tarz adamdır.. Black Swan (2010)'dan sonra ne yapacağını merakla bekliyorduk ki çok geçmeden Ari Handel'le beraber Nuh efsanesi hakkında bir senaryoya başladıklarını duyurdular. Hollywood böyledir, önceden duyurur ki millet meraktan kudursun, her yerde konuşulsun..


Film gösterime girdi, bir oldu iki oldu, gidecem gidemiyorum, ya işim çıkıyor, ya seans denk gelmiyor.. Böyle ilk günler gitmeyince de insan inceden bi soğuyor mu ne?! Neyse internete düşsün izlerim artık kafasına girmeye başladım.. O ara izleyenler de çoğaldı ve kimse beğenmemiş diye duyuyorum.. İyice merak ettim.. Sonunda izledim, dün gece düştü internete..


Adem'le Havva "Yassagh kardeşim!" uyarısını sallamadıkları için geldi başımıza bunlar.. Bi yanda krallıklar kurulmuş, askerlik, kölelik, yaşam mücadelesi kol geziyor.. Öte yanda kendi halinde ekip biçip yaşamını sürdürmeye çalışan Nuh ve ailesi ve diğer böyle kendi başınalar.. Evel (Habil), küçük kardeşi Kavil'i (Kabil) öldürdüğünde iyiliğin soyu kurudu sanıldı ama Seth de gayet babasının oğluydu.. Üçüncü kardeş Seth.. Çok muhabbeti geçmez, (adı bile bizselleştirilmemiş baksana..) sessiz sakin, merhamet aşılar insanlığa.. Nuh, Seth'in soyundandır. Nuh çok içerler insanlığın bu hale gelişine ama elden ne gelir.. İçi gider naif adamın, hayvanları avlıyor pisoğlupisler diyerek..

Rüya görür, dünyayı insanlardan kurtaracak bir tufan.. Hayvanların korunması şart ve bu görev Nuh'undur.. Çünkü Nuh, görev adamıdır, denileni yapar, çünkü emir büyük yerden.. Nuh'un peygamber olma hikayesidir bu, bi deniz barınağı yapıp hayvanları yani masumları kurtaracaktır. Ama tufanı gören gemiye saldırıp masumun rızkına konmaya çalışır.. 2012 (2009) filmindeki gibi..

Tevrat, Nuh peygamberin hikayesini daha detaylı anlatıyor diye okudum, ama Tevrat'ı okumadım daha.. Film de sanırım sektörü ayakta tutan bazı kurallar gereği hikayeyi biraz değiştirdiği için -ki bu tamamen yönetmen yorumu da olabilir- bazı görsel abartılara kaçmış, (meleklerin insansı dev kayalar olması gibi) ve bu bazı izleyicileri rahatsız etmiş.. Gerçi görev de sıkıntı yaratıyo olabilir, filmde hayvansever bir tutum gösterilirken, normalde 'ne olursan ol gene gel' tavrıyla ters düşülmüş diye düşünülebilir. Gerçektir, efsanedir kısmını bi kenara bırakarak bakınca bu hali daha çarpıcı bence.. İnsanlığın yok edilmesi gerekiyor..


Gemi dışında kalan insanlar öldü, biz de çoğalmıycaz ve teker teker birbirimizi gömecez, Yafes (en küçük oğlu) doğan son insan olacak, diye yorumluyor. Dünya insandan arınacak ve tekrar eski güzel günlerine dönecek, görev bu.. Ama karısı ve çocukları adamı iyice zor duruma düşürmekten çekinmeyip, bi de üstüne vicdan yaptırıp "Nasıl kıycan bu sabilere, bırak devam edilsin" diyerek resmen Ila (büyük oğul Shem'in sevgilisi) hepimize yeter demeye getiriyolar.. Naif adama böyle dersen nasıl kıysın, sen biraz ona yardımcı olup görevine niye saygı duymuyosun a güzel kadın.. Dedeyi de işe karıştırıyolar bi de..


Nuh'un üç oğlu var, Ila'yı çocuk yaşta yağmalanan bi köyden kurtarıyorlar, kimsesi yok diye büyütüyolar.. En büyük oğlan Shem, kızı kapıyo.. Küçük oğlan zaten anlamıyo karı-kızdan ama ergen olan ortanca, Ham, yanıyor.. Tam birini buluyor, olmuyor o da, babasının görevine ters düşüyor.. Hiç sevmiyor babasını bu yüzden..

Nuh'u Russell Crowe, karısı Naameh'i Jennifer Connelly, Ila'yı Emma Watson, ergen oğlan Ham'i Logan Lerman, Shem'i Douglas Booth ve dede Metuşelah'ı Anthony Hopkins oynuyor.


Ha bana sorarsanız nasıl filmdi sence diye, bence güzeldi.. Bi arkadaşım da "Film abi işte, tabii her şeyi gerçek olmayacak" yorumu yaptı.. Film yani bu.. Tekniğine sanatına zaten girmiyorum, Darren Aronofsky sonuçta..

Mart 2014'te de filmin çizgi romanı çıkmış, Aronofsky ve Hendel'in hikayesini Niko Henrichon diye biri çizmiş..

7+7=14
Oku..