Catch Me If You Can (2002)


Steven Spielberg'ün başyapıtlarından biri olarak kabul ettiğim, gerçek bir hikayenin anlatıldığı ve insanda hayranlık uyandıran bir film Catch Me If You Can (2002). Hikayesi kadar oyuncuların performanslarıyla da büyük takdir toplar izleyenlerden.

Sanırım bu, filmi üçüncü izlemem.. Geçen aydı, bir sohbete kulak misafiri olmuştum "...DiCaprio işte, o filmde parasız geziyordu bütün dünyayı.." denmişti.. Önce kestiremedim, hangi film acaba diye düşündüm bir süre, öyle bir yerden yakalamışım ki ben de muhabbeti, sonra fark ettim bu filmden bahsedildiğini. Düşündüm de çok net hatırlayamadım hikayesini, zamanında izleyip beğenmiştim ama... Ben bunu bir daha bi izleyeyim dedim.


Frank, ailesinin ekonomik çöküşünün ardından, annesinin babasından boşanıp başka bir adamla evlenecek olmasıyla küçük bir sinir krizi geçirip evden kaçar. Beş parasız, on dokuz yaşında bir çocuktur Frank. Ufak sahtekarlıklarla geçinmeye, hatta sahtekarlıkların çapını büyütüp sahte meslekler edinmeye başlar. Doktordur, pilottur..

Bankaların zaafı olan çek üzerinde yoğunlaşıp, sahte çekler hazırlar ve fark edilmeden yaşamını sürdürür. Çek olayı dikkat çekmeye başladığında FBI ajanı Carl, işi ciddiye alarak Frank'i yakalamaya çalışır. Ancak Frank çok zeki bir kalpazandır. Carl ve Frank'in kurduğu dostluk, Frank'in aile dramı ve mesleki gelişimi kesinlikle izlenmesi gereken bir hikaye..


Leonardo DiCaprio ve Tom Hanks'e, Christopher Walken, Martin Sheen ve tüm sevimliliğiyle Amy Adams, ufacık tatlı rollerle Elizabeth Banks ve Jennifer Garner eşlik ediyor. Walken, bu filmle zamanında 'en iyi yardımcı erkek oyuncu' Oscar'ına aday gösterilmiş. Ayrıca 'en iyi orijinal müzik' kategorisinde de yarışmış. Kesinlikle izlenmesi gereken bir filmdir, hala izlemediyseniz en yakın zamanda izlemeniz tavsiye edilir.


31.08.13

2017'nin Kasım ayında gördüğüm bir rüyamı not etmişim. Rüyada bu filmin etkileri açıkça görüldüğü için bir çeşit uyarı mahiyetinde, filmi izlemek isteyenlerle de paylaşmak istedim aldığım notu. Adı, Korkunç Bir Rüya..

Ben, tıpkı doğum günündeki gibi sürpriz yapıp Kıbrıs'a sevgilicim Sevcan'ın yanına gelmişim. Fakat ortam gergin. Sevcan'ın internette tanıştığı, arkadaş oldukları pilot bir çocuk varmış. (Bu arada biz de internette tanıştık) Adı da Onur mu, Kemal mi neymiş çocuğun.. (Bu iki isim Sevcan'ın halihazırda yakın arkadaşlarının da isimleri) Sevcan anlatıyor bana, Kıbrıs'a geldiği zaman uğramak üzere konuşuyorlarmış ve gün olmuş çatmış, uçuş çıkmış, yarın geliyormuş çocuk. Ama benim, sırf Sevcan için geldiği yönünde kuvvetli hislerim var tabii. [Zaman atlaması var burada, çünkü çocuk da ortamda artık] Ben baş başa kalabilelim diye, elinden tutup 'hadi yatalım artık' diyerek Sevcan'ı odaya çekiyorum. Ama Sevcan hala onunla konuşuyor. Pilotların maaş alırken bankada yaşadıkları bir sorunla ilgili şeyler anlatıyor çocuk, yok efendim çekler çok sıkı kontrol ediliyormuş falan. Sevcan da sordukça soruyor. [Yalnız kalıyoruz] Ben, 'tamam neyse, boş ver artık' dedikçe Sevcan bana ısrarla o konudan bahsediyor. 'Yarın bankaya gitmemiz lazım onunla' diyor. Ben de, 'bırak gitsin kendi' diyorum. 'Olmaz ayıp olur, misafir sonuçta' falan diyor. Ben sinirleniyorum, 'ne misafiri ya, senle takılmaya gelmiş piç, sen de hep onunla ilgileniyosun' falan diye deliriyorum. 'Saçmala' diyor ve soğuk davranmaya başlıyor bana. [Bir zaman atlaması da burada] Sabah mutfakta çocukla karşılaşıyorum, 'nerdeydiniz ya' diyo bana, 'Yatıyoduk, geceydi sonuçta' falan diye tripli tripli konuşuyorum çocukla. [Bir zaman atlaması daha] O bankaya giriyor, çekini bozdurmaya, biz Sevcan'la kapıda bekliyoruz. Sevcan içerdeki çocuğu izliyor. Ben sürekli, 'şimdi niye bekliyoruz ki biz burada' diyorum. O, 'şş, ayıp' falan diyo hep. Benim tabii aklımdan geçenler fena, herifin an itibariyle zenginliğine zenginlik kattığı, her geçen saniye daha yakışıklı ve kaslı ve tabii ki cinsel aktivite performanslarının tavan olduğu falan... Sıçtık, diye düşünüyorum yani, kesin Sevcan beni bu herif yüzünden terk edecek düşüncesiyle uyanıyorum..

Uyandığıma sevinemiyorum yalnız.. O kadar kötü hissediyordum ki kendimi.. Korkularımdan arınmak için onlarla yüzleşmek ihtiyacı hissedip yazmışım.. Ulan yazmasam on dakika sonra unutacağım şeyi yazarak sonsuza kadar hatırlayacam diye düşünmemişim hiç.. Te allam..

Anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz, müthiş bir özgüven eksikliğinden kaynaklanan 'süper kaygı' diye şimdi uydurduğum durumla karşı karşıya kalmışım. Allah kimseyi özgüvenle sınamasın.. Süper kaygı, birkaç kaygı semptomunun bir arada görünmesi olsun. Kaybetme kaygısı, yetmeme kaygısı, güvenememe kaygısı, falan filan kaygısı.. Hepsi çok açık görülüyor bu bilinçaltı kesitinde..

Peki bu süreci nasıl atlattım? Özgüven denen şeyin, kendini iyi hissetmek olduğunu öğrenerek.. Kendine iyi davranıp, iyi hisseden biri, karşısındakine de iyi davranmaya başlıyor.. İnsan sosyal bir varlık olduğu için; empati, insanlığı kurtaracak önemli bir şeydir. İkincisi de, başarı hayal edildiğinde gerçek olmaya başlar; inanmak, önemli olan başka bir şeydir. Fakat özgüven sürekli değildir, zaman zaman düşer, işler karışabilir tekrar.. Hala ara ara çeşitli kaygılarım oluyor.. Böyle durumlardan kaynaklanan korkunç rüyaların tekrar etmemesi için onları önemsizleştirmemiz gerekir diye düşündüm ben de.. İçimde tutmaktansa, yazıp, konuşup, bilinçüstü yaparak kaygıları ortadan kaldırabildim.. Saygılar..

4 Mayıs 2018
Oku..

Middle Men (2009)


Orta karar bir film, izleniyor işte, çerezlik.

Gerçek bir hikayeden esinlenildiği söylenen filmi ilgi çekici kılan adamın mesleği bence. Birileri bir işler peşindedir, her işin kendi çapında bir stresi vardır ve bazen sağlıklı karar veremezsin. Bizim adamımız burada devreye giriyor. Filmde adamın işini tarif etmek için gösterilen örnek:


Bir tefeci adamın birinden parasını alamıyor, işte kaç gün mühlet verdiyse dolmuş falan, gidip adamın kemiklerini falan kırıp ders verecek. Luke Wilson'ın oynadığı Jack Harris diyor ki "Bi dakka, sen bu adamı hırpalamadan ben bi iki dakka konuşayım" Giriyor işte mekana, adama anlatıyor durumu "Birazdan gelip ağzına sıçacaklar, bana olayı bi anlat belki çözüm buluruz falan" diyor. Adam diyor ki "İşte filanca belediye bizim inşaatın iznini vermedi, yoksa getirecektim parayı" Çıkıyor bizimki, tefeciye anlatıyor "Senin belediyede tanıdıkların vardı, şu işi halledersen paranı alırsın yoksa adamı öldürdüğünle kalacan" Çözüm herkesin aklına yatıyor, bizimki bu konularda aranan adam oluyor, biri ulan n'apsak da bi yolunu bulsak dediğinde, bu çıkıyor ortaya, hallediyor.

Mutlu bir evliliği var, işi gayet iyi, takılıyor böyle.


İki kendini bilmez, internet üzerinden pornografik paylaşımlar yaptıkları siteleriyle hiç beklemedikleri paralar kazanıyor. İşi büyütmeye karar verip, model arayışına geçiyorlar, bir striptiz kulüple anlaşıp kızların video ve fotoğraflarını siteye koyuyorlar, işleri iyice büyüyor. Ama ortak oldukları adam Yugoslav oyuncu Rade Serbedzija'nın oynadığı Rus mafyasının sağlam isimlerinden Nikita Sokoloff, olmayan parayı istiyor. Bu kendini bilmez ikiliyi bulundukları durumdan kurtarmak için Jack Harris aranıyor. Jack, başta porno sektörüne bulaşmak istemediğini söylese de sonra kabul ediyor. Bu işi kabul etmesi hayatının kırılma noktası oluyor.


Yönetmenliğini George Gallo'nun yaptığı filmde Jack'in karısını Jacinda Barrett, terörizmden anlayan pornocu güzeli ise Laura Ramsey oynuyor. Kendini bilmez ikilinin birini Jacinda'nın kocası Gabriel Macht, diğerini ise Giovanni Ribisi canlandırıyor. Girişte de söylediğim gibi, orta karar bir film.


31.08.13
Oku..

Pain & Gain (2013)


Eğlenceli film ne yalan söyliyim ama Michael Bay filmi gibi değil hiç. Eğlenceli olmasına eğlenceli de sıkıyor yer yer; aksiyonu çok zayıf, Bay filmlerinde görmeye alışık olduğumuz tatlı aksiyon sahneleri yok mesela.

Body sporuyla iştigal eden 3 adam düşünün.. Daniel Lugo (Mark Wahlberg), hayatta artık yeterince ezildiğini, bir şekilde yırtma zamanının geldiğini düşünür. Bir planı vardır, adam lazımdır, iki kişiyi kafalar -çok zorlanmaz- ama bu ikili biraz, nasıl desem, saftır. Paul (Dwayne Johnson) ve Adrian (Anthony Mackie) kendi çapında dertleri olan, kullanılmaya müsait tiplerdir. Daniel, spor hocalığını yaptığı zengin bir müşterisini gözüne kestirir. Olaylar gelişir.


Dwayne Johnson'ı hiç bu kadar sevimli görmemiştim, Mark Wahlberg'ü ise bu kadar yeteneksiz. Gerçek bir hikayeden uydurulmuş. Ama çok sevmeyeceksiniz söyliyim.
Daniel'in, Paul'e verdiği kızı da, İsrailli güzel Bar Paly oynuyor.


Arkadaşım: Requiem for a Dream (2000)'e benziyor lan bu..
Ben             : La yürü git!
Arkadaşım: Onlar da iyi olmak için böyle kötülük yapıyordu ya..
Ben             : ...

28.08.13
Oku..

Terrence Howard ve Filmleri


'69 Chicago doğumlu siyahi aktör. Irkçılıktan değil ama normalde siyahi aktörleri çok sevemiyorum, çok abartı oluyor oyunculukları da her şeyleri gibi. Yani genel olarak tabii. Oyunculuğa televizyon dizileriyle başlamış, uzun süre böyle devam etmiş, sonra sinemaya yakıştığına karar kılınmış.

Baktım şimdi filmografisine de ben çok az filmini izlemişim, izlediklerim de hep güzel filmlerdi. Yani sadece Howard iyi değil, film de iyi oluyor. Ama tabii her filmi o kadar iyi değildir, nasıl olsun, milyon tane filmde oynamış..


Who's the Man? (1993)
Lotto Land (1995)
Dead Presidents (1995)
Mr. Holland Opus (1995)
Sunset Park (1996)
Johns (1996)
Double Tap (1997)
Spark (1998), ilk başrolü ve dikkatleri ilk kez çektiği film oluyor. Garret Williams'ın yazıp yönettiği film festivallerde gösteriliyor.. Bu Terrence için kırılma noktası, şimdiye kadarki küçük rollerinden farklı bir iş.. Birkaç projede daha ufak rolleri devam ediyor ama eskiden yaptığı gibi dizilerde değil artık sinemada daha çok yer alıyor..
The Players Club (1998)
Butter (1998)
Valeria Flake (1999)
Best Laid Plans (1999)


The Best Man (1999)'le, ilk kez bir filmin afişinde yer alıyor. Baş karakterlerden olduğu film bir düğün komedisi..
Big Momma's House (2000)
Love Beat the Hell Outta Me (2000).. Artık kötü filmler ününden yararlanmaya, adını kullanmaya başlıyorlar..
Angel Eyes (2001)
Investigating Sex (2001)
Glitter (2001), bu film gelmiş geçmiş en kötü filmler listesi Bottom#100'da 40. sırada..
Crash (2004), 6 dalda Oscar'a aday olup 3'ünü alan bir filmdir..
Hart's War (2002)'da Bruce Willis başrolde..
Biker Boyz (2003)
Love Chronicles (2003), ikinci başrolü..
Ray (2004) de yine iki Oscar'lı muhteşem bir film..
The Salon (2005)


Hustle & Flow (2005) üçüncü başrolü olan bu film ile Oscar adaylığı var 'en iyi erkek oyuncu' dalında. Zaten bundan sonra küçük rolü olsa bile büyük oyuncu olduğu için reklamı çok yapılıyor..
Four Brothers (2005), John Singleton'un yönettiği eğlenceli bir film..
Get Rich or Die Tryin' (2005)
Idlewild (2006)
Pride (2007)
The Hunting Party (2007)
The Brave On (2007)
August Rush (2007)'ta çok çok güzel bir roldeydi. Yan rol dediğin böyle olacak arkadaş.


Awake (2007)'te hastanede dönen acayip entrikalara göğüs germeye çalışıyor Howard. Bu film de fena değildi, Jessica Alba da var hatta, çok güzel kız o da.
The Perfect Holiday (2007)


Iron Man (2008), iki Oscar adaylığı olan bir film. Burda da çok başarılı ve bence çok uyumluydu kadroya. Yarbay Rhodey, çok güzel karakter olmuştu. Yalnız o performansa rağmen Iron Man serisinin diğer filmlerinde yok kendisi. Don Cheadle diye Hotel Rwanda (2004) filminde izleyip de bir daha da işlerini izlemek istemediğim adama verdiler rolü. Artık ne oldu da böyle bir değişikliğe gittilerse. Yine izleniyor tabii ama Howard olsa daha on numara beş yıldız olmaz mıydı?


Fighting (2009)
Little Murder (2011)
The Ledge (2011)
Winnie (2011)'de Nelson Mandela'yı oynuyor.. Film, Mrs. Mandela üzerine..
Red Tails (2012)
On the Road (2012)
The Company You Keep (2012)
Dead Man Down (2013)
The Butler (2013)
Prisoners (2013), Oscar adaylığı olan top250 listesinde bir film..
The Best Man Holiday (2013)
Movie 43 (2013)
House of Bodies (2014)
Sabotage (2014)
Lullaby (2014)
St. Vincent (2014)


Aklınızda bulunsun bak, çok başarılı adam bence. Denk gelirseniz filmine falan kaçırmayın. Ben de şu izlemediklerime bir el atayım. Saydım da sadece 9 tanesini izlemişim..

Aynı zamanda müzikle de yakından ilgilenen Howard'ın 2008 yılında çıkardığı bir albümü varmış. Pek bilgim yok bu konuda bunu da şimdi öğrendim. Bi bakalım bakalım.

26.08.2013 güncelleme Eylül 2015
Oku..

Now You See Me (2013)


Kendi alanlarında usta dört sihirbaz. Biri kart işinde piç olmuş, bir telekinezi melekinezi takılıyorlar böyle. Dördü de birer davet kartı buluyor, adres var. Gidiyorlar adrese birbirleriyle tanışıyorlar, sonra kendini belli etmeyen bir 'göz' tarafından yönetilen numaralar sergiliyorlar. Ama baya dikkat çeken işler yani, seyirciye para dağıtıyorlar. Para verip bilet alıp gitmişsin adamlar sana acayip para dağıtıyor orada. Çok saçma di mi. Robin Hood gibi ama, parayı ihtiyacı olmayandan alıp, ihtiyacı olana dağıtıyorlar.


Dört süvari, ilk gösterilerinde seyirciler arasından seçtikleri birini, paralel evrende ışınlayıp Paris'e bir bankanın kasasının içine gönderiyor. N'olduğunu anlamadan kasadaki para gösterinin yapıldığı salona tepeden yağıyor. 3 milyon dolarcık. Bakıyorlar Paris'teki kasada harbiden para yok. Polis düşüyor işin peşine tabii, sihir mihir çalınmış o paralar. İspatlanamadığı için serbestler ama polis ikinci gösteriyi çok yakından izliyor. Hatta bunların numaralarını çözmeye çalışan eski bir sihirbazdan da yardım alıyorlar.


Dört süvariyi The Social Network (2010)'teki Jesse Eisenberg, Definitely, Maybe (2008)'deki Isla Fisher, Zombieland (2009)'deki Woody Harrelson ve bana pek tanıdık gelmeyen Dave Franco oynuyor.

İşlerini baltalamaya çalışan eski sihirbaz rolüyle de Morgan Freeman'ı izliyoruz. Polisler, The Avengers (2012)'ın Bruce Banner'ı Mark Ruffalo, House of Cards'ın Doug'ı Michael Kelly ve filmde gördüğüm an bana çok büyük sürpriz olan Beginners (2010)'daki Fransız bebek Melanie Laurent tarafından oynanmış. Yalnız Melanie, destek için gelen Fransız polisini oynuyor yani baya aksanlı falan konuşuyor böyle. Tut kolundan bacağından ısıra ısıra bitir böyle.


Kalabalık bir yazar kadrosu olan film, The Incredible Hulk (2008)'ın yönetmeni Fransız Louis Leterrier tarafından yönetilmiş. Atmosfer olarak 21 (2008)'e yakın buldum, eğlence, aksiyon ve gerilimi onu çağrıştırdı. Hikayenin de çok iyi bağlandığını sanmıyorum, hani sonda olayları açığa kavuşturan bir konuşma olur ya bu tarz filmlerde, bu filmde o kısım biraz karışık geldi işte, çok anlamadım olayların nedenini. Belki de ben kaçırmışımdır. 21 (2008) mesela çok netti.

Filmin galasına katılan Melanie Laurent'in hamile olması dikkatleri çekti. Yakın zamanda ismini vermediği bir beyle evlenmiş. Yani evlendi yazıyor, isim yazmıyor. Valla hatun haklı, benden hareket olmayınca tabii buldu birini.

26.08.13
Oku..

Lovelace (2012)


2002'de kaybettiğimiz Linda Lovelace, yetenekli bir pornstar olarak anılıyor. Film, Linda'nın hayatını anlatıyor..
İnsanlara güven olmuyor ki, karpuz olsa alırsın bi üçgen bakarsın içi kelek mi, değil mi? Linda, çok baskıcı bir anneyle büyüyor. Sonra Chuck ile tanışıyor, çok güzel bir ilişkileri oluyor. Ailesi de beğeniyor çocuğu, sonra bunlar evleniyorlar.


Başlarda sevişirken güç kullanmaya başlayan Chuck, istediği şey olmayınca fizik üstünlüğünü kullanmaya çekinmeyen bir adam olup çıkıyor. Striptiz işindeki Chuck'ın başı belaya giriyor, kodese düşüyor, kefaletle çıkarıyor Linda onu oradan. Ama artık paraları bitiyor. Chuck, Linda'nın muhteşem yeteneklerini kullanmanın peşine düşüyor. Yetişkinlere yönelik filmler yapan bir şirketle anlaşıyorlar.
Etrafta güçlü adamlar olunca, Chuck telaş yapıyor. Linda'yı kaybetme korkusu; onu sürekli kontrol altında tutma isteği, sözümden çıkmasın güdüsü güç kullanmasını gerektiriyor. Linda'nın filmi çok tutuyor, ünlü oluyor, filmin devamı isteniyor. Devam derken, konu olarak değil, Linda'yı meşhur işleviyle perdede görmek istiyorlar. Linda neyiyle meşhur diye merak edenler, biliyorum sizi; ağzını iyi kullanıyor diyorlar..

Porno sektöründeki bu durumlar galiba eskidendi, yeni nesil hiç öyle değil gibi.. Araştırması var bak, The Girl Next Door (2004) filminde yazmıştım. Bi de yine bu sektörü ele alan Boggie Nights (1997)'ı yazmıştım..


O kadar dayaktan sonra 'E, kaç annenin evine kurtul be güzelim' diyeceksiniz ama anne de az değil ki "Kocan o senin, ne dese doğrudur" kafasında. Linda, aradığı desteği bulamayınca, itaat ediyor.

Senaryo, Andy Bellin tarafından Rob Epstein ve Jeffrey Friedman beraber yönetsinler diye yazılmış.. Lovelace'in gerçek hikayesine bağlı kalınarak yazılan filmde Linda'yı Amanda Seyfried çok cesur bir şekilde canlandırıyor. Güzel oyuncuya Peter Sarsgaard, Chloe Sevigny, Sharon Stone ve çok az da James Franco ve daha birçok isim eşlik ediyor. imdb.com puanı 6.1

Linda Lovelace'in filme de konu olan o meşhur pornosu da Deep Throat (1972).. Çok eski izlenecek gibi bi şey değil..

25.08.13
Oku..

CMYLMZ [2001]


'Bir Tat Bir Doku' gösterisinin öncesinde izletilmek üzere çekilen 16 dakikalık bir kısa film. 2008'de piyasaya sunulan 'CMYLMZ' gösteri DVD'sinin Ekstra'sında yer aldı. Ekstra'da Cem Yılmaz anlatıyordu filmin olayını, izleyiciyi gösteriye hazırlamak için yaptıkları bir şeymiş. G.O.R.A. (2004)'ya hazırlık olmuş bir nevi. Ama baya uğraşılmış başarılı bi kısa film, çoğu siyah beyaz sahneler..

Yönetmen: Ömer Faruk Sorak
Senaryo: Cem Yılmaz
Yapımcı: Ender Sevim
Görüntü Yönetmeni: Veli Kuzlu


Cem Yılmaz aslında uzaylıymış, bir görev için Dünya'ya gönderilmiş. Elindeki teknolojinin burada acayip iş yaptığını fark edip, takıyor çipi güldürüyor milleti. Gitmiyor geri memleketine, keyfi gıcır tabii. Ama iki ajan geliyor bunun memleketinden, sen bizi sattın falan deyip vuruyorlar Cem Yılmaz'ı. Sonra onlar sahneye çıkıyor falan onlar da seviyor ortamı. Cem Yılmaz ölmek üzereyken kendi veliahtını yaratıyor, bildiği her şeyi ona öğretiyor. Falan filan diye çok eğlenceli tatlı bir kısa film işte. Nereye bağlanıyor: yeni Cem Yılmaz ajanları alt edip "Gösteri başlıyor!" diyor..

24.08.2013
Oku..

Talladega Nights: The Ballad of Ricky Bobby (2006)


İsminden de anlayacağınız üzere çok kaliteli bir film değil. Yönetmeni Adam McKay, Step Brothers (2008)'ın da yönetmeni ki o baya bi güzel komediydi. Normalde televizyoncuyken Will Ferrell'ın gazıyla sinemaya atıldı ve Ferrell'ın hikayelerinin senaryosuna yardım edip perdeye taşıdı Adam. Dört uzun metraj film yönetmenliği var ve hepsi Will Ferrell işi.



Will Ferrell ise kariyerine dizi oyunculuklarıyla başlayıp sinemada karakter rollerine yükselen bir komedyen. Kendi projeleri dışında başrolü yok, hep karakter oyuncusu. Normal olarak tabii. İşte yazarlığı da var, alıyor McKay'i yanına hazırlanıp çekiyorlar filmlerini.


Ben bu filmi neden izledim? Normalde olsa afişinden dahi soğuyacağım bir film ama kadroda Will Ferrell ve Ferrell'ın bi değişiği olan John C. Reilly (bana hep abi kardeş gibi geliyor bu ikisi) ikilisine eşlik eden dünya tatlıları Leslie Bibb (Iron Man filmlerindeki gazeteci kız) ve Amy Adams (en son Man of Steel (2013)'in Lois Lane'i); filmin sayfasına gitme sebebim Sacha Baron Cohen; ve The Green Mile (1999)'da ki koca adam Michael Clarke Duncan var filmde.


Film, hız tutkunu bir babanın çok küçük yaştaki oğluyla karısını bırakıp, özgür ruhunun peşinden gitmesiyle start alıyor ve o çocuğun büyüyüp bir ralli pilotu olmasıyla devam ediyor. Babasının verdiği vizzo öğüt "Birinci değilsen, sonuncusundur" Ricky'nin hayat felsefi oluyor. Çok başarılı bir yarışçı olan Ricky ile arkadaşlığa, aşka, rekabete ve aile bağlarına dair ne varsa işleniyor.


-dikkat çok memeli paragraf-
Leslie Bibb tamam tatlı hatun ama çok bi memesi olmamasına rağmen, tribünde memesini açarak yarışçıyı tavlayan kızı oynuyordu. Ricky'nin asistanını oynayan Amy Adams da ekranda göründüğü anda doğrulmama neden olan güzelliğe sahip olmasına rağmen onun da mevzu edilecek kadar bi memesi yok ve filmin sonunda bu iki az memeli durduk yere memelerini kapıştırıyorlar. Hani kızlar kötü değil de yanlış yerden girince olay kötü durmuş onun için yani. Meme konusunda eyyollamam bu kadar. Leslie Bibb'in afişteki memeler de photoshop..


Sacha Baron Cohen ise Ricky'ye rakip olarak taa Avrupalardan, Fransa'dan gelen bir yarışçıyı oynuyor. Ya genel olarak kötü film işte, ama oyuncular için izlenir izlenirse. Aklınızda bulunsun.

24.08.13
Oku..

Hayal Meyal [2011]


İkisinde de var bak, 'hayal'de de 'meyal'de de, sonda bir incelme var, herkes o incelmeyi a'da sanıyor. Benim tezim incelmenin l'de olduğu yönünde. Mesela 'haya'ya kadar normal okuyun incelme olmaksızın, sonra l'yi incelterek ekleyin sona 'hayal'. Uzun zaman düşündüm bunu, a'ya konan şapka çok saçma geldi bu sebepten ama şimdi anlıyorum ki, â, kendinden sonra gelen gelen l'yi ve kendinden önce gelen k'yi inceltir.. Aksi örneği olan lütfen yazsın.. Yine de şapka çok saçma uygulama, kullanmam ben..


Yaklaşık 23 dakikalık çok iyi olmayan bir kısa film. Yazan-yöneten Baran İçöz, 88 Tekirdağ doğumlu (al bi Tekirdağlı daha) 2 sene Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nin havasını solumuş (ve Müjdat Gezen'li), bu filmden önce Uç [2010] ve Boş [2009] diye iki kısa filmi daha bulunan kısa filmci. Bu filmi de ünlü akınına uğramış..


Genç bir adam var, sıkıntılı hayatından kurtulmak isteyen ve işin kötüsü buna inanan, yetmezmiş gibi kız arkadaşını da inandırmaya çalışan, düzelecek diye yaptığı her hareketle daha da sıçan bir adam. Bir tane de küçük çocuk var, yazık, dedesi var, babası var. Bir tane de ayıcık var.


Film genel olarak çok öğrenci filmi havasında kalmış. Ne öğretiyorlar bu Müjdat Gezen'de anlamıyorum ki.. Ayrıca kafama takılan mevzu, dedesi niye ayıyı sirke götürüyor. Ben mi kaçırdım acaba olayı..
Arabadayken de hırpalandıkça ayının ağzından burnundan kan gelmesi filmin en güzel detayı.


Sıkıntılı gencin kötü arkadaşlarından birini mesela Burak Sarımola, ufak çocuğun dedesini Ali Uyandıran ve babasını Ahmet Mümtaz Taylan oynuyor. (Bu arada Leyla ile Mecnun n'olcak acaba ya..) Filmin başrolünde Mehmet Emin Kadağan ve onun kız arkadaşı rolünde de Dilek Şahinbaş var. Bursalı Dilek Şahinbaş. Eski magazin sunucusu Şahinbaş, özel hayatıyla değil de filmleriyle gündeme gelmek istiyormuş. Ayrıca filmdeki şivesini de çok beğendim. Oyunculuk diye ben buna derim. :) Gizli Oturum (2012)'da sevişme sahnesi vardı..


Teknik ekibe bakınca Selen Öztoprak el atmış sanat yönetimine. Yardımcı yönetmen Merve Hüriyet de edebiyat uyarlaması kısa film Gizli Oturum (2012)'un yönetmeni. Filmin görüntü yönetmenliğini İbrahim Karadeniz yaparken, kurguda da İçöz'e Anıl Çelik yardım etmiş.


21.08.13
Oku..

Elysium (2013)


E ister istemez District 9 (2009) ile karşılaştırıyor insan. Çok yakınlar çünkü birbirlerine ama hikaye olarak Elysium (2013) bence bir tık geride kalmış. Bu iki filmin yönetmeni Neill Blomkamp aslen efektçi, bir çok filmde animasyon ve efekt işleriyle uğraşmış bir adam. İlk ciddi hikayesini 2009'da filme çekti işte, daha önce kısa filmleri var birkaç tane. District 9 (2009)'daki o dünyanın sıçış süreci bunda da var. Temelde ikisi de fantastik ancak Elysium (2013), District 9 (2009) kadar gerçekçi değil.


Elysium, klasik, aksiyonu ayarında bir bilim-kurgu filmi olmuş. Kötü değil, tabii ki çok güzel vakit geçirdim sinemada ama yönetmenin öncesini bilince beklenti ona göre büyüyor. Bu arada aklıma gelmişken müziklerini hiç sevmedim, hiç atmosfere uygun gürültüler değildi.

Kısaca filmin konusu:
Sene 2154. Salgın hastalıklar ve aşırı nüfus artışı nedeniyle çok kalabalık, üstünde yaşanmaz bir Dünya var karşımızda. Kalbur üstü kesim bir şekilde Dünya dışında yaşamanın bir yolunu bulmuş. Dünya'ya bir uydu uzaklığında, kendi atmosferi bulunan Elysium da hayat çok keyiflidir. Dünya'da yaşamak zorunda kalanlar da oranın hayalini kurarak zaman geçirirler. Elysium'da bulunan teknoloji, her türlü hastalığa çözüm bulabiliyorken, Dünya'da ki hasta insanlar bir şekilde oraya gitmek isteyeceklerdir tabii.


Matt Damon'a, Diego Luna ve Alice Braga eşlik ediyor. Diğer karakterleri ise William Fichtner, Wagner Moura, Sharlto Copley ve Jodie Foster oynuyor. Diego Luna'yı Milk (2008)'ten hatırlarsınız izlediyseniz, Alice Braga ise Cidade de Deus (2002)'taki, hatta filmin meşhur karesindeki sahilde öpücük veren kız. Sharlto Copley, daha önce de Dstrict 9 (2009)'da oynamış olan hatta oyunculuğa o filmle başlamış olan bi adam. Blomkamp, gözdesini bu filminde yine oynatıyor. İşte bu Copley'nin, aksanı mı kötü, sesi mi kötü anlamadım ama var yani bi şeylik. Matt Damon'ı genel olarak pek beğenmem zaten ama Jodie Foster çok güzel kötü kadın olmuş.



-Film yorumlarına baktığımda Oblivion (2013) ile benzerlik kurmuş herkes, izlemedim ben, bilmiyorum.
-Elysium, yunan mitolojisinde cennet anlamına geliyormuş, aynı isme sahip pek çok film var.
-Elysium, tasarım olarak size de Kubrick'in 2001: A Spacey Odysses (1968)'ini çağrıştırmadı mı?


Peki bu ne çağrıştırdı? 

20.08.13
Oku..

Sacha Baron Cohen ve Filmleri


İngiliz komedyen Cohen, her yarattığı karakterle tepki çeker. Mutlaka birilerinin zoruna gider yaptıkları. Televizyonda, yarattığı Ali G tiplemesiyle şov programı sunmaya başlamış ilk önce. Ali G, beyaz bir repçidir ama kendini siyah zanneder. Bu arada Borat adında Kazakistanlı bir haberci olan yeni bir tipleme çıkarır ortaya. 'Da Ali G Show'da bu iki karakterle çıkar hep seyirci karşısına.
Cohen, karakterleri gibi yaşamasıyla bilinir, normal haliyle karşılaşmak çok zordur. Ali G'yi, Ali G Indahouse (2002) ile beyaz perdeye taşırken yönetmenliğini Mark Mylod yapmıştır.


Eşcinsel moda yazarı Brüno tiplemesi yaratıldığında 'Da Ali G Show' kaldığı yerden bu üç tiplemeyle devam eder. Daha sonra Cohen, Adam McKay'in Talladega Nights (2006) filminde Jean Girard rolünde imiş ben de şimdi öğrendim indiriyorum hemen.

Sonra da Borat'ın filmi geliyor. Larry Charles yönetimindeki Borat (2006) en iyi uyarlama senaryo dalında Oscar'a aday gösterildi. (Karakter başka projeler dahilinde yaratıldığı için senaryo uyarlamaya giriyormuş, ilginç detay..) Senaryosunu aralarında Todd Phillips'in de (Hangovers) bulunduğu bir yazar ekibi hazırlamıştı ancak rakip güçlüydü, The Departed (2006) aldı. Derken, Ali G'nin pabucu dama atıldı Borat meşhur olunca.


Tim Burton'ın efsane müzikal filmi Sweeney Todd: Demon Barber of Fleet Street (2007)'te Pirelli rolüyle harikalar yarattı. Gerçi o filmdeki bütün karakterler harikaydı. Sonra Brüno (2009) tekrar Charles yönetiminde film oldu. Bu Cohen'in en tepki çeken karakteri oldu, eşcinsel olduğu için abartıya gelmiyordu, hemen rahatsız ediyordu milleti. 2009'da MTV müzik ödüllerinde Eminem'e yaptığını hatırlayınız. Adam töreni terk etti yahu :)


Martin Scorsese'nin Hugo (2011)'sunda İstasyon Görevlisi rolüyle yine çok başarılıydı. Bu arada film indi, yazıyı bitirip hemen filme başlamak istiyorum. Son olarak yarattığı karakter Wadiye Cumhuriyeti'nin lideri Admiral General Aladeen. İlk olarak Saturday Night Live'da seyirciyle buluşan tiplemenin filmi The Dictator (2012) yine Larry Charles tarafından yönetildi.
Kendi yarattığı bu dört karakter dışında oynadığı rollerle de oyunculuğu takdir topladı, en son Les Miserables (2012)'te Thenardier rolündeydi.


Yahudi asıllı Cohen, televizyon şovu 'Da Ali G Show' ile en iyi komedi programı BAFTA'sını almıştı. Ayrıca 2010'dan beri Isla Fisher ile evli ve iki çocukları var.


19.08.2013
Oku..