Bad Moms (2016)


Anne olmak kolay değil! Ben nerden bilcem, anca hissedebilirim, tahmin edebilirim, görürüm sağda solda.. Anne olmak hep zordu tabii ki ama şimdiki annelerin hali daha fena gibi, tam anne olamıyolar gibi, yazık gibi.. Şimdiki çocukların erken olgunlaşması, her şeyi hemen öğrenmeleri işi zorlaştırıyor bence, anneler onların yanlarında çok beceriksiz kalıyor, sonra da evlenme -hadi daha iyimser bakışla- anne olma işi mümkün oldukça erteleniyor, onu da çok erteleyemiyolar ya, işte bu sebeplerden anneler, çakma anne olup çıkıveriyor, çıkıp oluveriyor.. Ama dedim işte, ben nerden bilcem, anca hissederim..


Sorumsuz, bencil, henüz tam baba olamamış Mike'la uzun süredir işlerin yolunda gitmediğinin farkında olan iki çocuklu süper anne Amy, kötü anneliğe terfi zamanın geldiğini düşünür. Sabah erkenden kalk, çocuklara kahvaltı, hadi al onları koştur koştur okula, işe geç kalma, toplantı moplantı, çocukların okuldan alınması, akşam ödevleri, uykuları hop sabah kahvaltı.. Aynı koşturmacalar hep devam eder, her işe yetişmeye çalışan Amy kafayı yer. İki kafadarıyla beraber kötü anne olmaya, hiçbir şeye koşturmamaya karar verir. Kahvaltılarını kendileri hazırlayabilir, ödevlerini kendi başlarına da yapabilirler aslında, işe de o kadar zaman ayırmasına gerek yoktur; parti başlasın..

Mila Kunis'i özlemişim, bir ay izlemiyim özlüyorum şu kızı.. Kathryn Hahn, Kristen Bell, Christina Applegate, Jada Pinkett Smith ve Jay Hernandez de kadrodaki diğer isimler.. Filmin sonunda, filmin kötü annelerini, kendi anneleriyle kamera karşısına geçirmişler.. Onlar da kendi kötü anneliklerini anlatıyor, eğlenceli olmuş.. Film genel olarak, kız savaşları temalı gençlik filmleri olur ya, o havada ilerliyor.. İyi kızlar kötü kızlara karşı.. The Hangover (2009)'ı da yazan ikili Jon Lucas ve Scott Moore'un yazıp yönettiği film, başarılı bir komedi, eğlenceli bir bi buçuk saat.. Filme puanım 5/10..

26-10-2016
Oku..

Tschick (2016)


Wolfgang Herrndorf'un Türkçe'de Yokuş Aşağı olan romanından uyarlanan Tschick (2016), iyi ki de Fatih Akın yönetiminde sinemada. Hem hikaye hem Fatih Akın için güzel hareket, vin vin.. Her ne kadar hiç Fatih Akın filmi gibi durmasa da güzel film.. Yemyeşil, iyi hissettiren bi film..

Almanya kırsalında, doğanın içinde iki cesur küçük yürek. Maik, Tschick'le tanıştığında sınıfın geri kalanı gibi onu pek sevmez. Tschick sarhoş ve pis bir öğrencidir. Sınıftaki herkes ondan uzak durur. Maik, tertemizdir ama sınıftakiler ondan da uzak durur. Aşık olduğu Tatjana'nın doğum günü gelir, bütün sınıfa giden davetiye bi tek Maik'e gelmez. Bi de Tschick'e.. Tschick, Maik'in yeni montunu çok beğenir ve ilk muhabbetleri böyle olur. Yavaş yavaş Tschick'e ısınan Maik, dostluğu keşfeder.


Tschick, dandik bir Lada yürütmüştür sokaktan, Maik'i de alır ve Berlin'den Walachei'ye doğru yola çıkarlar. Bu iki ortaokullu kardeşimizin yol maceralarını izleriz. Benzinlerinin bittiği bi bölgede evsiz Isa'yla tanışırlar. Tatjana'dan sonra Isa'nın devreye girmesi Maik'in devrelerini yakar. Yemyeşil arazide, mavi Lada'yla hayatlarının en büyük aksiyonunu yaşarlar. Polisten kaçmak, aç kalmak ve tarla sahibinin kızgın traktörüyle yarışmak da hayata dahil.

Tristan Göbel, Anand Batbileg ve Nicole Mercedes Müller'in tatlı oyunculuklarıyla on üzerinden altı puanla güzel filmler arasında saydığım Tschick (2016) bu aralar Elveda Berlin adıyla Başka Sinema salonlarında!.. Sadece Isa'nın gözlerini görmek için bile izlenir film.. Sadece yeşil tarlaya arabayla adını yazmaya çalışan Tschick için bile izlenir, sadece Tatjana'ya aşık Maik için bile.. Ya müzikleri..

24-10-2016
Oku..

A Hologram for the King (2016)


Geçen facebook'ta denk geldim galiba, Tom Hanks sabah sporunu yaparken parkta fotoğraf çektirmeye gelen gelin damatla rastlaşıyo, tebrik mebrik, baya mutlu oluyo çift. Tom Hanks'i oldum olası sevdiğimi o videodaki mütevazı hareketini görünce tekrar hatırladım. Bayadır bi filmini izlemediğimi fark ettim sonra, en son Bridge of Spies (2015)'ı izlemişim.

Dave Eggers'in aynı isimli kitabı 2012'de yayımlanmış, Türkçe'ye de 2015'te çevrilmişti. Bizde çok satmadı ama belli ki Amerika'da tutmuş, ki filmini yapacakları duyruldu geçen sene. Filmi de kitabı kadar ilgi gördü galiba, sönük kaldı biraz. Zaten öyle büyük bir olayı da yok filmin, kendi halinde, kimseye zararı olmayan bir hikaye. Kitabı senaryolaştırıp yöneten Tom Tykwer, Perfume: The Story of a Murderer (2006) ve Cloud Atlas (2012) gibi filmler yapmasına rağmen hala Lola Rennt (1998)'le tanınan biri. Koş Lola Koş dersem bilirsiniz.


Alan Clay, Amerikalı başarılı bir pazarlamacıdır ama bir süre sonra işler istediği gibi gitmez, karısından boşanır, işinden olur, nafaka, kızının okul masrafı derken dibi görür. Son çare bir bilişim şirketinde işe girer, onda da Suudi Arabistan'a yolculuk icap eder. Şirket, hologramlı iletişim teknolojisini Arap Kral'a satmaya çalışmaktadır. Alan, Cide'ye gelir, üç kişilik bir ekibin yöneticisidir orada. Kral'ın çalışanları bir çadır tahsis etmiştir ekibe, orada hazırlık yapılır. Ama top sakallı Kral ülke dışındadır, ne zaman geleceğini kimse bilmemektedir. Alan da sırtındaki şişlikle uğraşmaya başlar bu boş zamanında.


Arap kültüründeki o saçma zenginliği çok güzel gösteriyor film. Çöl, hiçbir şey yok, toz, duman, sadece bi oda var dökük binada ama süper lüks döşenmiş. Bilgisayar oyunu hissi var zaten oralarda, bi anda havaya uçma tehliken de var, üstsüz Arap bir kadın doktorla yüzme ihtimalin de. Aman aman bi film değil ama bazı sahneleri gerçekten görülmeye değer.
Arap dediğin adam hakikaten fantastik.
Benim puanım 5, izlense de olur izlenmese de..

Tom Hanks'ten başka kim var filmde, Alexander Black var, gerçekten başarılıydı eleman; Sarita Choudhury, Sidse Babett Knudsen, Tracey Fairaway ve Jane Perry.. Sidse'yi şu sıralar Westworld (2016- ) dizisinde izliyorum, o da ilginç dizi he, güzel kafa yapıyo.. Tracey de zaten tatlılıktan ölen kızlardan ama ne varsa gidip korku sinemasına yapışıyolar genelde, ben izlemiyorum abi korku filmi, oğuüçün çok denk gelemiyorum böyle kızlarla.. Bu arada filme karşı çok sert yorumlar dinlemiştim, rezalet, çok kötü, bok bildiğin falan gibi ama ben katılamıyorum onlara.. Demek ki herkesin giydiğine kimse karışamaz..

18-10-2016
Oku..

11.22.63 (2016)


Şubatta yayınlanmış sekiz bölümlük bu mini dizi, Netflix benzeri Hulu diye bir internet televizyonunun işidir. Stephen King'in aynı isimli romanından uyarlanmıştır. (Bizde 22.11.63 olarak çevirilerek resmen hizaya sokulmuş iş. Hiç anlamam zaten Amerikalılardaki bu ayı önce yazma saçmalığını.) 22 Kasım 1963 günü gerçekleşen Kennedy suikastını işliyor hikaye. Aslında tam da onu işlemiyor.

Kardeşimin tavsiyesiydi, çok beğendik arkadaşlarla diye önermişti. Bence çok da tavsiye edilecek iş değil, teknik anlamda biraz daha özen isteyen bir işmiş. Konusu gereği yani. Gereken özeni göremedim ben, bir sürü hata buldum izlerken, zayıf kalmış yani ama güzel de iş bir yandan, çok da silip atmak istemem. Yapımcıları arasında J.J. Abrams ismini görünce insan bi kıpır kıpır oluyor ama yok bi numarası.


Jake eşinden boşanma arefesinde bir İngilizce öğretmeni. Sürekli geldiği kafedeki yaşlı Al, ona bir iş kitliyor. Kafede bir dolabın 1960 senesine gittiğini keşfediyor. Bildiğin zaman tüneli. Ama her seferinde aynı gün aynı ana gidiliyor. Al, bir süre gidip gelmiş, sistemi çözmüş, tutuyor bunu Jake'e anlatıyor. Al'ın kafasındaki şey, Kennedy o gün öldürülmemiş olsa şu an dünya daha güzel bir yer olacaktı, bir sürü savaş engellenebilir bu mantıkla. E bizde de suikast hakkında biraz bilgi var, engelleyelim gitsin o zaman. Ama 60'tan 63'e üç sene var. Jake'e diyor ki yani, zaten hayatın boka sarmış durumda olim, sen git üç sene geçmişte takıl, Kennedy'yi de kurtar, sonra gel geri güpgüzel dünyaya. Biraz düşününce yatıyor Jake'in aklına.

Bundan sonrası gayet ilginç bir kurgu işte, güzel hayal, şimdiki aklımla başka zamanda olsam kafası. Bir de görev var işin ucunda, ajansın yani bir nevi.


Hikaye böyle olunca ilgimi çekmişti zaten ama basit devamlılık hatalarından büyük mantık hatalarına ve tırto bi finale gidince olay, yıldım orada. Aslında sonlara doğru heyecan da artıyor, Kennedy'yi kurtarabilecek mi o belli değil, boşa gidebilir bi üç sene.. Eğer kurtaramazsa geri dönüp baştan, 1960'tan başlayacak, oyun gibi..

Başrol ve yapımcılardan biri James Franco. Bir bölüm de yönetmenlik yapan Franco'nun oyunculuğunu iyice sevmemeye başladım yalnız. Her geçen işinde biraz daha soğuyorum adamdan. Al'ı da Chris Cooper oynuyor. Gerizekalı Bill rolünde George MacKay ve suikastör Lee Oswald rolünde Daniel Webber. Sıra geldi bebeklere, Sadie'yi Sarah Gadon; Oswald'in karısı Marina'yı Lucy Fry oynuyor. 4 bölümde yer alan kötü adamımız da Josh Duhamel. Ha unutuyodum, 2 bölüm de Joanna Douglas'ı izledik, çok güzel kız.

10-10-2016
Oku..

Angry Birds (2016)


2010'da her akıllı telefonda olan, -hatta bunun için telefon alan bildiğim- Finlandiyalı Rovio markalı oyun. Oyunun olayı, yeşil domuzlar kuşların yumurtasını çalmış, kuşlar da yumurtaları geri kazana kazana bölüm ilerliyorlar. Bi sapanla kuşları, domuzların kurduğu, korunduğu yuvalara atıyosunuz, domuzların yuvasını yıkıyosunuz yani..

Bu oyunu film yapma fikri kimden çıktı bilmiyorum ama bence güzel olmuş. Ha önce film olsaydı, sonra oyunu olsaydı daha etkili olurdu film açısından. Oyunun zaten modasının geçtiği bu son birkaç yılda filmin pek bir iş yapamadığını hissedebiliyorum. Kötü film değil, sadece zaten hikayesini bildiğin bi şey ve artık eskisi kadar popüler olmayan bi şey.. Yani bir dolu dezavantajla çıktı film. Böyle durumlarda ben kendime bakarım. Bi filme gitmiştim, önden fragmanlar geliyo ya, bunun fragmanı, önümüzdeki ay sinemalarda diye.. Çok heyecanlandım, kesin izlerim dedim, unuttum sonra.. Bu kadar ilgimi çekmiş yani..


Kuşların adasında başlıyor hikaye.. Bir doğumgünü etkinliğine pasta yetiştirmeye çalışan kurye Red, geç kalmış ve geldiği evdekiler de memnun değil bu durumdan ve almıyorlar pastayı.. Red çok sinirleniyor, sonra mahkeme buna öfke kontrol programına katılma cezası veriyor. Kankaları Chuck ve Bomb ile burada tanışıyor. Öfkeli tavırları Red'i adada sevilmeyen adam yapıyor. Sonra domuzlar adaya geliyor. Arkadaş canlısı domuzlara bir tek Red güvenmiyor. Domuzlar bütün yumurtaları çalıp gidince kahramanlık yapma görevi, yani domuzların adasına gidip evlerini başlarına yıkma ve yumurtaları kurtarma fikri yine Red'in oluyor.

Filmin yönetmenleri Clay Kaytis ve Fergal Reilly.. İsimlerini daha önce duymadık hiç, şimdiye kadar animasyon departmanlarında pek çok filme teknik anlamda destek sağlamışlar ama bu ilk yönetmenlikleri..
Red'i geçen hafta We're the Millers (2013)'ta izlediğim Jason Sudeikis seslendirirken, kadroda bir diğer dikkat çeken isim Mighty Eagle seslendirmesiyle Game of Thrones (2011- )'tan Peter Dinklage oluyor.. Yalnız -şu an tabii popülerliğin de verdiği gazla- ne kadar çok işte yer alıyor Dinklage, maşallah diyelim..

7-10-16
Oku..

Tersine Dünya (1993)


Orhan Kemal'in defalarca tiyatroya uyarlanıp sahnelenmiş, sinemada bu tek uyarlama örneğini bildiğim romanı, yazarın ölümünden sonra yayımlanmıştır. 55 yaşında ölen ve gerçek adı Mehmet Raşit Öğütçü olan yazarın isim seçimindeki ileri görüşlülüğünü takdir etmemek elde değil. Öğütçü soyadıyla Türkçe Karakter sorunsalı nasıl yaşanmasındı?! Kemal rahat, Kemal şekil..

En çok amatör Türk tiyatrocularına yarayan bu mizahi metinde, erkekler kadın, kadınlar erkek rolü üstlenir.
İtliği, serseriliği Leyla yaparken, çocuklarıyla kötü yola düşen, kocası Mustafa oluyor. Leyla'nın genç ve yakışıklı oğlu bütün mahallenin kızlarının laf attığı bir afet iken, mahallenin namusunu koruyan da Bekçi Fethiye oluyor. Kocaların çeşme başı dedikodusundan, karıların sokak arasında kumar tutkusuna kadar her şey ince ince düşünülmüş.


Bu eğlenceli ve bol bol cinsiyetçi taşlamalı filmin (sadece erkek kısmına değil, kadınlara da giydirmeli baya) senaristi ve yönetmeni Ersin Pertan.
Asıl bomba kadro bence: Demet Akbağ, Rasim Öztekin, Lale Mansur ve Jale Arıkan başrollerinde; Berhan Şimşek, Sevda Ferdağ, Cem Davran, Serra Yılmaz ve Olgun Şimşek gibi isimlerin desteğiyle renkleniyor kadro.
Çok sevdiğim de bir filmdir. Cem Davran'ı kötü yola düşmüş görmekte sıkıntı yok da Olgun Şimşek'i bu rolde izlemeyen kalmasın.

6-10-2016
Oku..

Arabesk (1988)


Bazen bir film hakkında yazmayı çok istiyorum, sonra bi şey oluyo, kalıyo.. Bir süre sonra yazdım diye hatırlıyorum onu.. Bu film de öyle, sorsan, yemin billah yazmıştım, bakıyorum, yok!..


Ertem Eğilmez'in yönetmenlik ettiği son film. Öte yandan Gani Müjde'nin ilk senaryosu. Oyuncular Müjde Ar ve Şener Şen o kadar meşhurlar ki, kendi isimleriyle oynuyorlar filmde. Kadronun geri kalanı Uğur Yücel, Necati Bilgiç, Tarık Pabuççuoğlu ve biraz da Rasim Öztekin.. Filmde, Türk Sineması'nın klişeleriyle bazen ince ince bazen epey kalınca dalgalar geçiliyor.

Şener'le Müjde çocukluktan beri aşıklar; Müjde ağa kızı, Şener yanaşma.. Ömürleri boyunca kavuşamasınlar diye elinden geleni yapıyor kader bu iki aşığa.. Bir yanlış anlaşılmayla Müjde, Şener'i terk ediyor.. Sonra Şener'in saçlar beyazlıyor.. Müjde yolda giderken araba çarpıyor kör oluyor, tam kavuşuyorlar Şener'in hafıza kaybı ortalığı karıştırıyor.. Şener tam pavyonda şarkıcı olacak kör oluyor, bu sefer Müjde'nin gözler açılıyor ama treni kaçırıyor.. Falan gibi saçma sapan kavuşamama halleri.. Kötü adamlar eksik olur mu, tabii ki olmuyor..


Komple absürt, aşırı komik.. İnsan gülse mi gülmese mi arada kalıyor.. Öyle saçma.. Türünün en güzel örneği, nasıl beğen miyim?! Puanım sekiz, izlemeyen çöbiz..

5-10-2016
Oku..

Friends with Benefits (2011)


Durun, Mila Kunis'im geldi!.. Oluyo mu arada size de, sizin de Mila'nız değil de ne bileyim, Justin Timberlake'iniz geliyodur.. Hani böyle, "dur ya şunun bi filmini izleyeyim moralim yükselsin, dur keyfim tavan yapsın, aman şekerim düzelsin" bahaneleriyle, "epeydir izlemiyorum ya" özlemiyle yandığınız biri elbet vardır. Yoksa da olsun canım, bulun böyle birini, süper oluyo.. Benim bu biri genelde birkaçı oluyo.. Natalie olur, Scralett olur.. Yalnız bi ara Mila'yı, onun da özellikle eğlenceli diye bu filmini çok izledim, demin akıma geldi, epeydir izlemiyordum..


Dört kişinin anca güzelleştirebildiği senaryoyu Will Gluck yönetiyor. Justin ve Mila başrol işte.. Patricia Clarkson, Richard Jenkins, Jenna Elfman ve Woody Harrelson kadrodaki diğer isimler. Öyle çok kalabalık bir mevzu değil. Bi derginin görsel bilmem ne sorumlusu Dylan, Los Angeles'tan New York'a terfi teklifi alır. Aslında çok istemez New York'ta yaşamayı ama muhteşem becerikli tatlış İK'cı Jamie onu bu işe ikna etmekle görevlidir. Jamie, Dylan'ı New York'ta çalışmaya ikna etmek için ona şehri tanıtır, arkadaş edinmesini sağlar. Hatta sevişme teklif eder. Bi dakka ilk teklif Dylan'dan geliyodu.. Ama arkadaşça.. Nasıl iki arkadaş tenis oynuyor, onun gibi, spor olarak, güzel sanatların bir dalı olarak seks..


Duygusal bir ilişki içinde olmadan, eli yüzü düzgün iki insan, -hatta arkadaş derecesinde kafaları uyuşan iki insan- seviştikten sonra normal arkadaşlıklarına devam edebilirler mi?!

Eğlenceli, sevimli, Mila'lı, Justin'li, -tam da aynı dönem No Strings Attached (2011) diye benzeri bir iş olan- fakbadi filmi.. İkisini de çok severim, Allah'ın bildiğini kuldan saklayacak değilim..

4-10-2016
Oku..

The Neon Demon (2016)


Şekilci yönetmen Nicolas Winding Refn'den şekilli bi film. Vimeo videosu gibi film. Hande Yener klibi gibi bi film. Böyle deyince de Hande Yener klipleri çok güzelmiş gibi oldu, hava olarak aynı diyeyim. Yani çok film gibi bi film değil. Benzer duyguya Gregor Jordan'ın The Informers (2008)'ında da kapılmıştım, kıyaslamak için söylemiyorum, bu tarza bi isim konsun hepimiz rahat edelim. NWR'ı herkes Drive (2011)'la bilmişti ama çok da bilmiş sayılmayız demek ki, bak sonra ne yaptı, bambaşka bir film. Kötü bir şey değil bu, aksine; sevdim hareketi. Fakat filme puanım 5'i geçemedi, elim gitmedi.


Model olmak isteyen 18'ine yeni girmiş bi kız Jesse. Amatör bir fotoğrafçıyla internette tanışmış ve oğlanın çektiği fotoğraflarla gerçek bir model olmak için ajansla görüşüyor. Çok saf, aşırı güzel bir kız olduğu için hemen sıyırılıveriyor diğerleri arasında. Peki bu hareket kaç düşman eder. Makyöz bebek Ruby de ilginç bi kişilik çıkmasın mı?! Kaldığı motelin işletmecisi Hank ne ayak peki?!

Bir yandan çok klas, bir yandan beşinci sınıf korku filmi, diğer yandan da festivallerin ödül avcısı. Etkileyici, hatta güzel de işlenmiş ama boş gibi duran bir hikaye. Yani var bi kolpalık ve baya hissedilir bi şekilde duruyo orda..


Kadro güzel kızlardan oluşuyo zaten: Elle Fanning, Bella Heathcote, Abbey Lee; çatlak makyöz rolünde aşkım-bebeğim-bitanem Jena Malone, karizmatik fotoğrafçı rolünde Desmond Harrington ve tekinsiz motelci rolünde Keanu Reeves..

Elle Fanning 98'li, ablası Dakota 94'lü.. Tonari no Totoro (1988)'nun İngilizce seslendirme kadrosunda beraber başlamışlar bu işlere, şu an Elle'nin ismi 51 projede geçerken ablası 58 işe adını yazdırmış durumda. Hangisi daha başarılı?! Nereden bileyim, izliyom ama, güzeller işte.. Ha mevzu hangisi daha güzele gelirse, küçük kardeşler hep önde o konuda..

3-10-2016
Oku..

Luke Cage (2016-18)


13 bölümden oluşan bir Netflix yapımı Marvel dizisi.. The Defenders (2017)'a gidilen yolda iki sezon Daredevil (2015-18) ve bi sezon Jessica Jones (2015-19) ardından üçüncü ayak bu.. Normalde sanırım bi beş ay önce yayınlanacaktı ama bu zamana kadar sarktı, 30 Eylül çıkışlı diziyi, dört bölüm dün, dokuz bölüm bugün olacak şekilde bi hafta sonunda hüplettim. Hüpletilmeyecek gibi değil, güzel iş..


Siyah Sineması emekçilerinden Cheo Hodari Coker kreatörlüğündeki dizi, sempatik siyah süper kahraman hikayesi anlatıyor. Semtimiz Harlem, siyahi ırkın çoğunlukta olduğu, siyahi meselelerinde neredeyse maskot olmuş semt. Repçisi, sporcusu, politikacısı pek çok ünlüsü olan semtin başında bi bela var ki sormayın a dostlar.

Bir kadın politikacı ve kuzeni iş adamı, şirket olmuşlar bütün alemin parası cukka. Yasa dışı silah ticareti yapıyor Harlem's Paradise'ın da sahibi Cottonmouth, buna yardım edip parayı kırıştığı da kongre üyesi kuzeni Mariah..

Kendi halinde Pop's Barber Shop'ta çalışan Luke ise zamanında hapis yatmış dertli bir Power Man. Hapisteyken bir vesileyle parçası olduğu deneyden, zırh gibi vücut ve sağlam yumruklarla çıkan Luke, aslında gücünü saklamak ister, süper kahraman olmak istemez. Ama Harlem'in başına gelen düşman başına olunca bir sürü düşmanı olur Luke'un.


Luke Cage'i Jessica Jones (2015-19)'ta 7 bölüm falan izlemiştik, baya baya işin içindeydi, Jessica'ya yardımcı oluyordu. Bu macerada ise Daredevil (2015-18)'dan tanıdığımız hemşire Claire yardıma koşan isim oluyor. Dedektif Mercedes de Luke'a yardımcı olmaya çalışan aynasız taraf.. Daimonback vesilesiyle Cottonmouth'un adamı olan ve sonra kendini geliştiren Shades ise dikkat çeken bir diğer karakter.

Dizinin jeneriği güzel ama hikayenin ruhuna uymuyo gibi, ordan bi not kırabiliriz, çünkü şu an piyasada muhteşem bi intro-jenerik savaşı var, rekabet çok güzel yerlere götürdü bu işi. (Hem bu Netflix dizilerinin künyesinin yapımcıdan ibaret olmasına ne demeli..)
Müzikleri, renkleri ve hikaye kurgusu diziyi 'iyi iş' yapan şeylerden.. Müzikleri deyince, şöyle bir durmak lazım zaten, kötü adamımız bir gece kulübü işletiyor ve her bölüm olmasa da sanırım yarısında gerçekten güzel isimler sahne aldı orada, her seferinde güzel bi performans izletiliyor.. Diziye rep, bluğz ve caz hakim..


Berber dükkanı ise hikayeye bir sıcaklık, adeta bir samimiyet katıyor, mahalle ruhunun hissedilmesinde büyük etken bu..
Kötü adamların kaçakçılığını yaptığı silahların da Stark'ın rakibi Hammer'ın malı olması Marvel Evreni'ne ait olunduğunu hatırlatıyor..

Mike Colter'ın başrol performansı Jessica Jones (2015-19)'taki yardımcı oyuncu halinden daha iyi gibi geldi. Dizideki diğer isimler de yoğunluk sırasına göre Simone Missick, Theo Rossi, Alfre Woodard, -koca ağız- Rosario Dawson, House of Cards (2012-18)'ın Remy'si Mahershala Ali, Erik LaRay Harvey ve tatlı kız Deborah Ayorinde..


Dizide sık sık siyahların kendi arasında hatta kendilerine dahi ırkçılık yaptıklarını göreceksiniz, çok saçmaydı mesela, siyah bi polis siyah bi çocuğu dövüyo sorguda, "Siyaha şiddet bitmiyor" diye açıklama yapılıyordu kapıda.. Ayrıca kurşungeçirmez karşimizin kapüşonluları moda oluyo, ona destek olmak isteyenler kurşun delikli kapüşonlularla dolaşıyolardı sokakta.. Çok tatlı lan, kesin Harlem'de moda olur şimdi.. Bizde de moda olsun, bikaç Marvel hayranını görelim delikli kapüşonlularla sokakta.. Hoşuma giderdi, hatta ben de yapabilirim yeterli gaza gelirsem..

2-10-2016


2. sezonu yayınlandıktan 2 sene sonra izlemek nasip oldu. Sadece bunu değil, seriyi komple askıya almıştım, şimdi hepsini izliyorum. İlk sezonu izlerken pek çok açıdan beğendiğimi hatırladım, aynı güzel özellikleri devam ediyor dizinin. Harlem's Paradise gece kulübünde yine çok güzel performanslara yer veriliyor. Dizinin kötü karakteri olarak ilk sezondaki çatlak siyah kuzen geçiyor tahta, hatta öyle bir ele geçiriyor ki hikayeyi Luke'dan çok onu izlemiş olabilirim yani. Ve artık onun sevgilisi olarak izleyeceğimiz Shades var tabii.. Bu kadar kötü yetmez; bir yumrukla Luke Cage'i bile devirecek birileri katılıyor kadroya!

Harlem için kimi "gerekirse ölürüm" diyor, kimi "gerekirse öldürürüm", Luke ise "Sweet Christmas!", sıkıyor yumruğunu, asla öldürmüyor. Bir ara öldürecek kadar oluyır, sevgilisi terk ediyor zaten.. Luke'un silah arkadaşı olan Dedektif Misty rolüyle Simone Missick ve Mariah'ın kızı olarak kadroya dahil olan Gabrielle Dennis dikkat çeken güzeller.


12 gündür evden çalışıyordum. Bu karantina meselesiyle ofisi kapattık, bilgisayarları aldık evlere, zaten bilgisayar başı olan işimize devam edebildik. Şimdi bu satırları yazarken, etkilenen ekonomik çarklardan birinin de benimki olduğu mailini aldım! Bakalım zaman ne gösterecek, olaylar nasıl şekillenecek..

26 Mart 2020
Oku..

The Legend of Tarzan (2016)


İlk kez 1912'de, maymunların büyüttüğü çocuk olarak maceralara başlayan ve yirmi üç romanı bulunan Tarzan'ın yazarı, fantastik bilimkurgucu Amerikalı Edgar Rice Burroughs. Onlarca çizgi filmi, çizgi öyküleri, sinema filmleri hatta bir de yedi bölümlük bir televizyon dizisi bulunan karakterin son filmi The Legend of Tarzan (2016)'ı, Harry Potter'cı David Yates yönetiyor.

Açıkçası hakkında pek düşünmediğim bir karakterdi Tarzan, maymunlar tarafından büyütülen, dallara tutunarak dolaşan ve Aaa-Aa-Aa-A-Aaaaaa diye bağıran - Tarzan'ın bile Ceyn'i var dedirten bi tipti.. Bilmezdim onun lord olduğunu..


1884, Belçika Kralı, adamı Leon Rom'u göndererek, Kongo'nun gizli elmas madenlerini ona getirmesini ister. Rom, Kongo'ya gittiğinde, Şef Mbonga bir anlaşma sunar: "Tarzan'ı bana getir, elmas senindir!" Bu sırada Amerikalı Dr. Williams, Tarzan'ı yani İngiliz Lord John Clayton'ı, Afrika'daki sömürüyü tespit etmek üzere seyahate çıkarır. Rom da bu durumdan faydalanmak ister ve adamlarıyla, John'un ziyarete gittiği kabileyi basar.

Bu arada Lord John'un ve eşi Jane'in çocukluğu da bu kabilede geçmiştir. Çocukken ailesini kaybettiği ormana gelen John sık sık eskiyi hatırlar. Tek başına ormanda kalmış küçük bir çocuk, hırçın bir goril türünün yanında büyür. Kimilerine göre bir canavardır, kimilerine göre kötü ruh. Jane ise kabilede yaz tatillerini geçiren güzel genç bir kızdır. Böyle tanışırlar ve John'un lord olduğu anlaşılır. Şimdiki dertleri ise Rom piçidir.


Rom, Tarzan'ı yakalayacam derken, Jane'i yakalar. Sonra Jane'i kullanarak Tarzan'ı yakalamaya çalışır. Tarzan'ı Alexander Skarsgard, Jane'i Margot Robbie, Leon'u Christoph Waltz, Dr. Williams'ı Samuel L. Jackson ve Mbonga'yı da Djimon Hounsou oynuyor. Böyle bir kadro yok yalnız, çok tatlılar bir arada.

Film beklediğimin çok üstündeydi, kesin bok gibi film olmuştur diyodum ama baya iyiydi, efektler falan uçuyo zaten.. Senaryosunda, diyaloglarda ufak aksamaların olduğu film diğer teknik olaylarda tatmin ediyor insanı. Aha iki üç ay sonra Oscar telaşı başlayacak, adı anılır derim ben..

1-10-2016
Oku..