Shakespeare in Love (1998)


Çok çok iyi, muhteşem, ilk on filmim arasına girecek kadar etkileyici bir film. Captain Corelli's Mandolin (2001) gibi pek beğenmediğim bir filmin yönetmeni John Madden harika bir iş çıkarmış. Senaryosunu Marc Norman ve Tom Stoppard'ın beraber yazdıkları, aşk hikayesinden aşk hikayesi çıkarma işini çok sevdim.


Oyuncu seçimleri zaten mükemmelmiş, Viola rolüne, Gwyneth Paltrow'dan başka kimse bu kadar yakışamazdı bence. Keza William'ı Joseph Fiennes'ten başkasına oynatsa, tamam yine beğenirdim ama bu kadar etkilenmezdim herhalde. Film 13 dalda Oscar'a aday gösterilmiş 7'sini almış 'en iyi film' ve 'en iyi kadın oyuncu' dahil. Paltrow'un kariyerindeki tek Oscar heykeli buradan. Diğer rollerde Geoffrey Rush, Tom Wilkinson ve yeni dönem yönetmeni Ben Affleck'i izlerken, Kraliçe Elizabeth rolüyle, James Bond'un M'i Judi Dench çıkıyor karşımıza.


'London 1593' diye açılıyor sahne, Elizabeth dönemi tiyatrosu işte, seviyorlar tiyatroyu ama komedi olursa, sahneye köpek çıkarsa çok gülüyorlar. Sahnede kadın oyuncunun yasak olduğu zamanlar, kadın karakterleri de erkekler oynuyor; makyajlar, kostümler, inceltilmiş sesler. Londra'da iki tiyatro var, birinin patronu bir aktör, diğerinin ki ise üç kağıtçının teki ama elinde usta bir yazar var. Patron, William yeni bir komedi yazsa da paramıza baksak diye koşturuyor peşinde, Shakespeare ise düşmüş aşkının, ilham perisinin derdine. Bir oyun var diyor, çalışmalar başlıyor, oyuncular seçiliyor. William'la Viola böyle tanışıyor. Romeo ve Juliet'e ve daha nice oyunların yazılmasına zemin hazırlıyor bu aşk hikayesi.


Filmden sonra Romeo ve Juliet'i bir kez daha okudum, kitap nasıl değişti anlatamam. Okuduktan sonra dedim ki "Bundan daha iyi bir aşk hikayesi yazılamaz", niyetim mi vardı acaba? Son sahnede ağlamadım tabii nereden çıkarıyorsunuz. Ama etkileyici evet.. Ama ağlamadım. Bu yaptığınıza provokatörlük, Şekspir'e çapulcu, Olivia'ya kırmızılı kadın derler..

29.06.13
Oku..

Troy (2004)


Film, Homeros'un MÖ 7. yada 8. yy'da yazdığı düşünülen 'İlyada Destanı' adlı epik şiirden uyarlanmıştır. Homeros bu eserinde Truva Savaşı'nı anlatmaktadır. Yönetmenliğini Wolfgang Petersen'in yaptığı filmin senaristi David Benioff'tur. Benioff, şu sıralar Game of Thrones dizisinin yazarlarından.


Truva Savaşı, Truva prensi Paris'in, Sparta kralının kardeşi Menelaos'un karısı Helen'i kaçırması ile başlıyor. Paris (Orlando Bloom), delikanlı çocuk daha, kanı kaynıyor; dünyalar güzeli Helen (Diane Kruger), Paris'e aşık oluyor ve onun aklına uyup kaçıyorlar, koca bir savaş başlatıyorlar. Agamennon, Odysseus'un (Sean Bean) da kendi ordusuyla destek verdiği kocaman bir Yunan ordusu kurup Truva'ya saldırmaya geliyor.

Helen biraz bahane ediliyor aslında, mesele Ege'nin egemenliğini ele geçirmek. Krala zerre saygısı olmayan ama Odysseus'un hatrını kıramayıp Yunan tarafında kendi adamlarıyla savaşa katılan, tanrının oğlu denilen, ölümsüzlüğü ile nam salmış Achilles (Brad Pitt) de var. Savaş sırasında bir dönem tarafsız takılan Achilles, yanlışlıkla kuzenini öldüren, Truva'nın kahramanı, büyük prens Hector'ı (Eric Bana) düelloya davet eder. Çok şekil hareketler eşliğinde, adeta kapuera yaparak dövüşürler. (Yaprak Dökümü'nün kitabı çıkmış) Bu arada Hector'ın kuzeni Briseis (Rose Byrne) de savaş esiri olarak Achilles'in çadırındadır.



Film çok güzel bi kere, kesin izleyin zaten. Aklıma takılan birkaç soru var..
Akilyıs diye telafuz edilen Achilles neden bizde Aşil olmuş?
Helen rolündeki Diane Kruger nasıl oluyor da diğer oynadığı filmlerde buradaki kadar güzel olamıyor, rolün hakkını vermek bu mu?
Briseis rolündeki Rose Byrne de sadece bu filmde ekstra güzel mesela, niden?

Ayrıca 300 (2006) filmindeki Spartalılarla bu filmdeki Spartalıların benzerliklerini yakaladıkça sizin de içiniz ufak ufak kıpraştı mı? "Ya ne olacaktı, aynı hikaye işte" deyip geçmeyin, hoşluk bunlar hep.


28.06.13
Oku..

Özgü Namal ve Filmleri


Çok tatlı hatun bu bir. İkincisi, yeteneğiyle piyasanın aranan bir isimlerinde. Ayrıca da konuşurken sesi kısılınca ağzını burnunu kemir..

78 Üsküdar doğumlu. -Oha demi? Kurtlar Vadisi'nde oynarken 25 falandı işte, normal. Öldürmeyen Allah öldürmüyor, yetmiyor güzelleştiriyor demek ki; ateistler?- Liseyi falan bitirdikten sonra oyuncu olmayı kafasına koyup, Kadıköy Halk Eğitim'de, sonra Müjdat Gezen'de oyunculuk eğitimi almış. Zaten Müjdat Gezen'de eğitim almayan oyuncuya ben oyuncu demem. :) Bu eğitimler yetmemiş "İlle okullu olcam" demiş ve İ.Ü. Konservatuar Tiyatro Bölümü'nü okuyup bitirmiş.

97'de profesyonel anlamda ilk oyunculuğuna çocuk tiyatrosuyla başlamış ve sonraki senelerde televizyona -ufak rollerde dizilere- girişmiş. Birkaç diziden sonra yükselmesi çok uzun sürmüyor tabii, 2001'de Yeditepe İstanbul dizisindeki güzel kadro içinde yer buluyor ve Duru rolüyle tanınmaya başlıyor baya.

2002'ye kadar dizilerde falan takılan güzel kızımız; Sır Çocukları (2002) filmiyle büyük beğeni toplayıp Sadri Alışık Ödülleri ve Ankara Uluslararası Film Festivali'nde 'Umut Veren Kadın Oyuncu' ödüllerini kazanıyor. Sonra bir efsane başlıyor.. Kurtlar Vadisi'nin avukat Elif Eylül'ü, Polat'ın sevdiceği rolüyle iki sezon boyunca bütün ülkenin yengesi oluyor. 2002'de ki ödülleri, 2003'te ki efsane rolü başka kapılar da açıyor. Sır Çocukları (2002)'yla başlayan sinema filmleri şu şekil devam ediyor..

Büyü (2004), televizyonda falan denk gelince değiştirdiğim bir korku filmi. Ben Türk korku filmlerinden tırsıyorum biraz onun için hiç izlemem. Ya da dur lan gaza geldim, bulup izliycem. Orhan Oğuz yönetimindeki filmin başrolünde İpek Tuzcuoğlu yer alıyor ve filmin galasında yangın çıkıyor. Ondan sonra erol niye korku filmi izlemiyo.


Anlat İstanbul (2004), çok yönetmenli bir filmdir. İstanbul'da masallar teması belirlenmiş ve farklı hikayeler farklı yönetmenlerin kamerasından izlenirken çok ayrı bir tat veriyor. Çocuk masalları, evrilip, günlük yaşamımızda karşımıza çıkan hikayelere dönüşüyor. Özgü Namal, Ümit Ünal yönetiminde 'Fareli Köyün Kavalcısı' bölümünde Altan Erkekli ve Mehmet Günsür ile beraber oynuyor.

Organize İşler (2005), bir Yılmaz Erdoğan işi olup, Türk sinemasının en başarılı güldürü filmlerindendir. Namal'ın performansı da görülmeye değerdir. 'değer'miş! Tabii ki değer..

Beynelmilel (2006), dönem komedisi. Muharrem Gülmez ile 2011 seçimlerinde BDP'li milletvekili olan Sırrı Süreyya Önder'in beraber yönettiği filmdir. Hatta senaryo da Önder'e aittir. Filmin başrolünde Cezmi Baskın, Namal'ın oynadığı Gülendam'ın babasını oynamaktadır. 12 eylül 1980 sonrasında geçen, müzisyen takımının sıkıntıları trajikomik bir dille anlatılır. Bilemiyorum, film Sırrı Süreyya'dan ötürü de itici gelmiş olabilir ama beğenmedim yani. Ama bu film Özgü Namal'a, Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde 'en iyi kadın oyuncu' ödülünü kazandırmış.


Mutluluk (2007), Zülfü Livaneli'nin romanından, Yine Sırrı Süreyya'nın da aralarında bulunduğu bir yazar ekibi tarafından uyarlanmıştır. Yönetmenliğini Abdullah Oğuz'un yaptığı film, Özgü Namal'a çeşitli festivallerde 3 tane 'en iyi kadın oyuncu' ödülü kazandırmıştır.

O... Çocukları (2008) ile bir Sırrı Süreyya senaryosunda daha yer alan Namal, bence bu filmde çok başarılı bir iş çıkaramamıştır. Ama bu sefer de güzelliğini kullanıp yine izletmiştir filmi. Film piyasaya ilk çıkacağı zaman internette direk Orospu Çocukları olarak dolanıyordu ancak televizyonda reklamı yapılırken, bırak reklamı magazinde galasında falan zorlanıldığını hatırlıyorum. Sonra vizyona üç noktalı haliyle girdi de herkes rahat rahat telafuz eder oldu. İtalyancı (Almancı oluyo ama bu kötü durdu) bir Türk kızını oynuyor, konuşması hafif kırık. Ama yeterince İtalyanca bilmediğinden kötü olmuş kanaatimce. Gerçi İtalyancası gayet iyi olan Mehmet Günsür'le dil dile deymişlikleri de var ya neyse. bkz. Anlat İstanbul (2004)

Polis (2007), Onur Ünlü'nün yazıp yönettiği, başrolde Haluk Bilginer'in yer aldığı film. Psikopat bir polisin belalı bir ailenin oğlunu öldürmesiyle başlıyor. Polis Musa Rami, tez araştırmasındaki bir öğrenci olan Funda'ya danışmanlık yapıyor, hem de seve seve. Çok güzel değil ama güzel film. Özgü Namal da Funda bu arada.


Güneşin Oğlu (2008), Onur Ünlü'nün hem yazıp hem yönettiği üçüncü işi ve Haluk Bilginer Özgü Namal çiftiyle çalıştığı ikinci filmi. Ama bu sefer başrol Köksal Engür. Onur Ünlü bu filminde güneş tutulması efsanesini ele alıyor. Güneş tutulması olduğu zaman dünyada farklı bir enerji dolaşıyr ve o sırada biri ölürse ruhu girmek için başka beden buluyor. Ve o dakikadan sonra da kim kimi öldürse ruh değişiyolar.. Özgü Namal yine çok tatlı. Ayrıca bu film, yeni dönem jönümüz Ahmet Kural'ın sinemayla imtihanı.. E, sınavı geçmiş gözüküyo..

İncir Çekirdeği (2009), bir çok projede sanat yönetmenliği yapmış Selda Çiçek tarafından yazılıp yönetilmiş bir film. Bu filmde Özgü Namal hem hamile hem doğu şiveli.. Sinemaya küsmesine şaşmamalı :) Bu filmden sonra sinemaya ara veriyor ve yeniden televizyona, dizilere dönüyor. Ara veriyor dediğim de yani Türkiye'de bir dizide başrol oynuyorsanız başka bi şey yapmaya zaman kalmıyor zaten.. Mecburi aradır bence o..


Bu sezona kadar Hanımın Çiftliği'nde yer alıyordu. Şu sıralar da Merhamet'te oynuyor.
Merhamet, çok güzel kadınların oynadığı, yapımcı ve yönetmeni kadın olan, hikayesi bir kadına ait olan ilginç bir dizi. Birkaç bölümüne denk geldim izledim. İlk bölümü fena yakalamıştı beni mesela, açılış sahnesinde güzel bir plansekans vardı; cimili mimili.

Ve son olarak da tekrar sinemaya dönüş yaptığı Bu İşte Bir Yalnızlık Var (2013) filmi.. Film, Tuna Kiremitçi'nin aynı isimli romanından Burak Göral tarafından uyarlama, yönetmeni Ketche.. Çok iyi film değil ama tatlı tatlı, romantik sevenlere göre..

Evet, sinema ve dizi olayları böyle. Peki ya oyunculuğa ilk başladığı tiyatro konusunda neler yaptı, halen oynadığı bir tiyatro oyunu var mı? Yok. Şu an bir oyun yok ortada ama rol aldığı beş tane tiyatro oyunu yazıyor internette. O beş oyundan biri, 2001'de Tiyatro Fora bünyesinde oynadıkları Woody Allen'ın 'Tekrar Çal, Sam'i imiş. Keşke yetişebilseydim dediğim.


Bir de geçen sene Selen Uçer ile beraber hazırladıkları ve en son 19 nisan 2013''te oynadıkları 'Kuçu Kuçu' oyunu var. Oyunun şu an ki durumunu bilmiyorum, bir bilgi yok. Oynasa da izlesek..

Ha, aklıma gelmişken bir ara kendisi bir bankanın reklam serisinde yer almıştı hani. Hatırlıyor musunuz? Axess kızıydı evet, sarılı beyazlı giyinen, pizzacı kızken birden meşhur olup Axess kızı falan olmuştu. Baya hikayeli reklam serisiydi. Hatta figürasyon olduğum dönemlerden bir dönem kendisiyle bir araya gelmişliğimiz var. Kale arkasındaki foto muhabirdim ben, arkası dönük olan da o anda bana konsantre olmuş Özgü Namal. Hatıra olum bunlar hep :) Görüntü kötü biliyorum, o zamanlar HD yok..


Böyle işte, Özgü Namal işlerine dair bildiklerimi paylaştım. Özel hayatından çok işleriyle gündeme gelme klişesi galiba var bu kadında. Çünkü ben en son Oktay Kaynarca'da kalmışım mesela, ya ben magazin izlemiyorum ondan ya da hakikaten işleriyle gündemde. Bi de kıskanıyorum herhalde.

27.06.2013
Oku..

Groundhog Day (1993)


.gif gibi film yapmış adamlar yahu.. Uyanıyon aynı, yat-uyan aynı, yat-uyan aynı.. Her gün her gün olur mu canım öyle şey.. Yalnız film top#250'de haberiniz olsun.. imdb puanı 8,1..
Ghost Busters (1984) ve devam filmlerinin yazarlarından Harold Ramis, Danny Rubin'le beraber yazmış bunun senaryosunu.. Ramis aynı zamanda filmin yönetmeni de..


Popüler bir hava durumu sunucusu olan Phil, biraz kibirli biraz artis ama özünde iyi biridir.. O özün bi şekilde ortaya çıkması lazım tabii.. Kanalın yapımcılarından Rita, Phil'e popüler bi hava tahmincisi porsuğu haber yapmayı teklif ediyo.. Teklif ediyo derken, yapımcı sonuçta, hadi gidip haber yapıyoruz demek istiyo.. Rita, Phil, bi de kameraman Larry bi gece kalmalı iş gezisine çıkıyolar böylece.. Vardıkları kasaba Phil için yeterince sıkıcı, insanlar çok cana yakın, hoş sohbet muhabbet ama Phil hiç sevmez böyle şeyleri, şehir çocuğu o.. Neyse işimizi yapıp gidelim kafasında..


Sabah uyanıyo otelde.. Kalkıyo, bi şeyler atıştırıyo, meydana, çekim yapılacak yere gidiyo.. "Nerde kaldın" diyo Rita, "Geldim işte, uzatma hadi yapalım şu saçma şeyi" diyo.. Törenle sahneye getirilen porsuk yaza daha var mesajı veriyo.. Oooo üzülüyo millet, Phil bu durumun haberini yapıyo, anlatıyo kameraya, işini çok güzel yapıyo.. Hemen yola çıkıyolar ama o sırada kar fırtınası, yol kapalı, geri kasabaya dönüyolar, bi gece daha kalıp ertesi gün gidecekler.. Yatıyo, sabah oluyo.. Aynı gün bi daha.. Porsuk tahmin yapacak diye millet heyecanlı falan.. Rita "Nerde kaldın" diyo..


Kafayı yemek üzere olan Phil, bir süre sonra durumun tadını çıkarmaya başlıyo.. Sonrası yok olum diyo beş on tekrardan sonra.. Her şey serbest, suç işliyo, hapse atıyolar, sabah olunca yine otelde uyanıyo.. Bi kıza gidip hakkında her şeyi öğreniyo.. Ertesi gün ben senin liseden arkadaşınım tanımadın mı diye anlatıyo kıza her şeyi, kız da yiyo.. Etkileneceği şeyleri biliyo falan hep, öyle kız tavlıyo..


Ama Rita'yı tavlamak çok kolay olmuyor.. Çünkü Rita adam gibi adam seviyor.. Onu tavlamak için de hakkaten adam olması gerekiyor.. Bütün kötü huylarından kurtulması icabediyo..

Filmde Phil'i Bill Murray oynuyo; Rita'yı Andie MacDowell, Larry'yi Chris Elliott ve hemen tavlanan kız Nancy'yi Marita Geraghty oynuyor.. Chris Elliott, HIMYM'de Lily'nin babası rolündeydi hatırlayınız..


24.06.13
Oku..

Uzun Hikaye (2012)


Afişteki, 'Hikaye'de i'nin noktasını yeni fark ettim, yakın zamanda yaptığım bir tasarımda benzer bir uygulamam var. Kuş Ağacı [2013].. Çalıntı olmadığını buradan duyurmuş olayım yani. Arada olur öyle, aynı fikir gelebilir insanların aklına..

Kenan İmirzalıoğlu'nun başrolünü üstlendiği, dönem içinde dönem bir aşk hikayesi. Osman Sınav yönetimindeki film, Mustafa Kutlu'nun 2000 yılında yazdığı aynı adlı kitabından Yiğit Güralp tarafından senaryolaştırılmış. Osman Sınav'ın yapımcılığını da yaptığı filmde Tuğçe Kazaz, Damla Sönmez ve Ushan Çakır gibi isimlerin yanı sıra Mustafa Alabora, Cengiz Bozkurt, Güven Kıraç, Altan Erkekli ve Zafer Algöz gibi usta isimler de yer alıyor. Bu sağlam oyuncu kadrosunun oynadığı uzun hikayeyi kısaca tanıtayım.


Pehlivan bilmemkimin torunu Bulgar Ali, delikanlı bir çocuktur. Oğlu Mustafa ve karısı Münire ile aşırı marjinal bir şekilde eski bir vagonu ev yapıp yaşamaya başlarlar. Ama Ali delikanlı çocuktur ya hani, rahat duramaz bir haksızlık karşısında, hemen düşmanlar edinir. Çok yer değiştirirler bu sebepten, e oğlan da büyüyüp delikanlı olmaya başlayınca babasının bu haline dellenir tabii. Sosyalist lakaplı babasına derdini anlatmaya başladığında, Ali de anlar oğlunun, babasının oğlu olduğunu. Ali ile Münire'nin aşkıyla başlayan film, Mustafa ile Ayla'nın aşkı olarak devam eder. Benim şahsi görüşüm, aslında hikayelerin o kadar da uzun olmadığı, sadece anlatırken sıkılınıldığı yönündedir. Güzel bir hikayedir gayet de izlenebilir. Tavsiye isteyen buyursun.


Ufak ufak rollerde usta oyunculuklar izlediğimiz filmde Kenan İmirzalıoğlu da gayet başarılı bir performans sergilemiş fikrimce. 8/10. Tuğçe Kazaz, dünya sevimliliğine aday bir hatun olarak rolüne çok yakışmadığını ancak ona rağmen kendini epey geliştirerek başarılı bir iş çıkardığını sokuyor gözlere. En son Kampüsistan dizisinde televizyonda izlediğim güzel oyuncu bu filme kadar arada 3 filmde rol almış. Hiç birini izlemedim, hatta henüz haberim oldu filmografisine bakınca. Kendisiyle ufak bir tanışıklığımızın da olduğu güzel oyuncuya günlük hayatındaki mütevazı hal ve hareketleri ve oyunculuk konusundaki özverili çalışmaları neticesinde 7/10. (Tweetleri hariç..)
Bir de dikkat gerektiren isim Ushan Çakır, Leyla ile Mecnun dizisinde zengin çocuğu Arda rolüyle ünlenip, diziden olaylı bir şekilde kovularak daha da ünlenen genç oyuncu. Mustafa'nın delikanlı çağını oynuyor ve oyunculuğuyla benden 8/10 alıyor. Bu da gayet beğendim demek oluyor, tıs tıs. Damla Sönmez'e de buradan selam söylemek istiyorum.

Eyyorlamam bu kadar..

23.06.13
Oku..

Kurtlar Vadisi BoxSet


Türkiye'deki derin devlet ve mafyayı ele alan aksiyon-vurdukırdı dizisidir. Yeri gelir aşırı takdir ederim cesaretlerini yeri gelir ölmeyen Polat'larıyla çile bülbülüm çile. İlk bölümü 15 Ocak 2003'te yayınlanan ve bütün Türkiye'yi ekrana kitleyen bir diziydi. Mafya babaları, konseyler, uyuşturu-silah-insan kaçakçıları ve aşk hikayesiyle çok kaliteli bir diziydi. Ufak ufak siyasete ayar vermeler bile başlamıştı hatta. Delikanlı dizi nihayetinde. Tabii çok şeyler değişti, Çakır öldü, Elif öldü.. Bi Polat ölmüyordu..
Sonra terör olayları hareketlendi ülkemizde ve 2006'ya Kurtlar Vadisi: Terör dizisiyle, ülkedeki terör olaylarını işlemeye niyetlendiler. Ne yazık ki iki bölüm sonra RTÜK diziye hop dedi. Aşırı tepki çekmişti dizi bu haliyle ve konuya başka bir yön verilip kaldığı yerden Kurtlar Vadisi: Pusu olarak devam etti.


Dizi ilk 3 sezonunda Show tv'de 'kendi günü kendi saati' olarak bilinen perşmbe 21:45'te yayınlanmıştır bütün yayın hayatı boyunca. Ancak yayınlandığı kanal konusunda aynı istikrarı gösterememektedir. 4.sezonda Star tv'de, 5. sezonda atv'de, 6. sezonda TNT'de ve 10. senesindeki 7. sezonunda yine atv'de yayınlanmıştır.

Çekirdek kadroda Polat Alemdar: Necati Şaşmaz, Memati: Gürkan Uygun, Abdülhey: Kenan Çoban. Dizinin başladığı ilk günden beri çatır çatır adam öldürülürken bir ekip hiç mi kendini geliştirmez, hala saçma sapan ölen figüranları var.


Bu televizyon ayağı tabii. Televizyonda söyleyemediklerini sinemada göstermek gayretine girmişlerdir. Kurtlar Vadisi: Terör yayından kalkınca Kurtlar Vadisi: Irak (2006) sinemada izleyicileriyle buluşturulmuştur.
Kurtlar Vadisi: Irak (2006)'ta, Irak'a giren Amerika ile savaşan Polat'ı izleriz. Filmdeki Amerikalı kötü adamı oynaması için Titanic (1997)'teki esas kızın yavuklusu olan zengin çocuğu rolüyle ünlenen Billy Zane'e teklif götürülmüş ve Zane bu ilginç teklife olumlu yanıt vermiştir. O dönem tüm dünyadan büyük tepki toplayan Zane'in bu filmden sonra kariyerindeki gelişme dikkat çekmektedir. Filmde ayrıca Iraklı güzel rolüyle de Bergüzar Korel'i izledik. Film bekleyen ilgiyi gördü ama olması gereken kalitede miydi tartışılır. (Bu arada filmin devamında dizide de kadro şenlendi, 2 bölüm konuk oyuncu Sharon Stone geldi..)


Kurtlar Vadisi: Pusu devam ederken Türkiye'nin yakın tarihine dair söyleyecekleri birkaç şey vardır ve yine sinema filmiyle anlatmayı tercih ederler. Bu sefer hikaye Polat'ın değil İskender Büyük'ün hikayesidir. Eski istihbaratçı Büyük, sanık sandalyesindeyken devleti tarafından ihanete uğradığını bu yüzden mahkemeye her şeyi anlatacağını söyler. Derken olaylar olaylar. Derin devlet hiç rahat durmaz. Kurtlar Vadisi: Gladio (2009) bunu anlatmaktadır. Bu filmde de taze avukat rolüyle Ayfer Dönmez var..


İsrail'in Filistin'e zulmüne ve Mavi Marmara olaylarına dair de söyleyecekleri olduğunu biliriz, Kurtlar Vadisi: Filistin (2011).. Polat adamlarını alır, atlar Filistin'e gider. Amaç, müslümanlara zulmeden yahudilere ders vermektir. Psikopat İsrail'li rolünde Erdal Beşikçioğlu'nu izleriz. Filistin'de tur rehberliği yapan Amerikalı güzeli Nur Fettahoğlu canlandırmıştır. Filmin efektlerini ilk filmlerine de çağırdıkları Hollywood'lu Mark Meddings'e yaptırmışlardır. Hatta çekilen filmlerin negatifleri laboratuarda yanlış işlemler sonucu yanmış, filmin gösterim tarihi ertelenmiştir. Teknik anlamda çok çalışmışlar, sıkıntılar olmuş falan tamam da, Filstin'deki bazı askerlerin yabancı dilde diğer bir çoğunun ise Türkçe konuştuğunun -ki hatta Türkçe konuşanlardan bazıları esas kötü adam Moshe ve Amerikalı kadın gibi filmde ön planda olan karakterlerdir- nedenini anlamadım. İlk filmde ne güzel Amerikalıya İngilizce konuşturdular. Bu filmde neden yapamadılar.


Bir de gözlerinin nuru Muro var. O kadar klas iş yaptıktan sonra arada yapılır böyle şeyler diye düşünmüşler demek ki. Muro: Nalet Olsun İçimdeki İnsan Sevgisine (2008). Dizide bir teröristi canlandıran Mustafa Üstündağ o kadar sevimliymiş ki teröristi sevdirmiş. Ben izlemiyordum diziyi artık, milletten duyduğumu söylüyorum. Filmin de bir kısmına denk geldim, hiç sevmedim zaten.

Osman Sınav yapımcılığında başlayan Kurtlar Vadisi, ilk bölümde Ali rolünde oynayan ve Necati Şaşmaz'ın kardeşi olan Raci Şaşmaz patronluğundaki Pana Film tarafından yapılmaya devam edilmiştir. Daha sonraları diğer kardeş Zübeyr Şaşmaz da kadroya yönetmen olarak girerek aile şirketi olurlar. Hatta Pana Film logosuyla Polat Alemdar'ın logosu aynıdır.


Toparlarsak 3 dizi ve 4 sinema filmi olan bir seridir Kurtlar Vadisi.
Dizideki kadın trafiğine bakınca benim biraz kafam karıştı: Özgü Namal'ın canlandırdığı Elif ile başlayıp 10 senede onlarca kadına ev sahipliği yapan Polat, şu sıralar Ayşe Çiğdem Batur'un canlandırdığı Savcı Leyla karakteriyle beraberdir. Polat'ın şu an 6-7 yaşlarında olan Elif isminde bir kızı vardır. Yalnız Ayşe Çiğdem'in Amy Adams'a benzerliği; dikkat!


21.06.13 / İskenderun
Oku..

Aşk Tutulması (2008)


Bir Murat Şeker filmi. Murat Şeker kimdir peki? 2 Süper Film Birden (2006) ile beni kazanmış, fanatik Fenerbahçe taraftarı bir yönetmen -'rejisör'ü tercih ediyor galiba- sinemacı işte. Böyle bıyıklı sevimli bir adam, geçtiğimiz haftalarda direnişte, Gezi Parkı'nda sık sık denk geldim kendisine. Daha önce de denk gelmiştim, anlatıcam.


Öncelikle Fener'li olmayana zulüm gelebilir bu film baştan uyarmakta fayda var.
Uğur, ilaç mümessili, koyu Fener'li bir kardeşimiz. Takımını o kadar çok seviyor ki kendi çapında inanç sistemleri de yaratmış; totemleri var, mesela, bazı maçları izlemediği zaman kazanacaklarına inanıyor ve sinemaya falan gidiyor. Fener, maçı alınca da işe yaradı diye kendine pay çıkarıyor. Oysa gerek yok böyle şeylere Fener zaten kazanan bir takım normalde. :) Pınar var bir de, güzel bir işi, 'kötü adam' bir patronu var. Pınar'ın annesi ile Uğur'un annesi gün arkadaşı.. Bu iki genci tanıştırıp kaynaştırma hevesine giriyorlar. Oysa bizimkiler muhtelif yollarla tanışıp, sık sık karşılaşıp, ilişkiye zemin hazırlamaya başlamışlardır zaten.


Afişinde de yazdığı gibi Türk işi romantik komedidir. Benim filmle ilgili anıma gelelim mi?
Sene 2008 işte. Okul saçmalamış, ben bir sürü ders bırakmışım seneye. Baktım öğrenci milleti ufak tefek eğlenceli işlerde çalışıyor, ben de sene içinde anketörlük, broşür dağıtma, tanıtım elemalığı, reklamlara dizilere figüranlık falan derken baya ordan oraya takılıyorum.
Neyse bir telefon geldi, Mayadroom diye kayıtlı olduğum oyunculuk ajansından, "Fener forman var mı? Var. İyi, işte şu gün şurada şu saatte toplanıcaz." Formayı giydim gittim, ben reklam meklam sanıyorum taraftar temalı, sormadım ne işi diye de. Atladık servislere, Saraçoğlu'na getirdiler bizi. Kasım 2007'de PSV maçına gelmiştim ilk, o gün bu gündür stad benim gibi davranıyorum, hele bir de çekim için girdim ya o stada, boş halini de gördüm ya, bana özel açmışlar gibi hissediyorum.

Set ortamına girdik bir de, ışıklar falan kuruldu, kamera çıktı meydana. O zamanlar bilmiyorum ki yönetmen kimdir, sette ne yapar? Murat Şeker'i de, biri yanına fotoğraf çekilmek için gittiğinde yanımdaki çocuk dedi "Yönetmen o'ymuş" diye. Ben bir Murat Akkoyunlu'yu tanıyorum simaen, bir de Ali Erkazan'ı. Bak Tolgahan Sayışman'ı da bilmiyorum, Elveda Rumeli izlemiyordum çünkü. Stada girerken, çıkarken, içeride falan güzel güzel çektiler. Normalde hiç beceremem böyle oyunculara biraz yakın durayım da beni de çok görsün kamera falan. Ama yine biraz yaklaşabilmişim demek ki sinemada filmi izlerken gördüm kendimi baya.


Sayışman'a, "Rol icabı mı yoksa harbiden Fenerli misin abi?" falan demiştim. "Locam var olum şurda, hasta Fenerliyim, geçen şu maçta bi pozisyona sinirlendim kırdım döktüm" falan diye anlatmıştı. "Hmm" demiştim ben de, ne diyim. Ama yönetmen abiyle muhabbet edemedim diye ufacık bi içerlemiştim kendi kendime.
Derken, bir kaç sene sonra, benim okul hala bombok devam ederken, Tolgahan Sayışman'ın yine başrolünde olduğu yeni Murat Şeker filmi Aşk Geliyorum Demez (2009) ekibi bizim okula söyleşiye gelmesinler mi? Başrol, yönetmen, ve yanrol Altan Erkekli.
Altan Erkekli'ye Türk tiyatrosuna katkılarından dolayı teşekkür edip, Murat Şeker'le içimde kalan ufak sohbeti boş bir soruyla halledip, kız kardeşinin o dönem bizim fakültede okuduğunu öğrendiğimiz Tolgahan Sayışman'a da saygılar sunup mikrofonu teslim etmiştim.


Tekrardan filme dönecek olursak, çok muhteşem bir film değil ama Türk sinemasının eksiği olan yeni dönem romantik komedi türünün gayet başarılı temsilcilerinden. Fahriye Evcen'i de normalde sevmezdim, hala daha çok beğendiğimi söyleyemem ama bazı sahnelerde çok tatlı ve filme de gayet yakışmış. Üstelik ben de varım filmde, izlemelisiniz. Tamam biliyorum sonu çok tırt ama idare edin artık. Hatta baya cesur sahneleri de var bkz. Yasemin Öztürk ve Tim Seyfi. Lafı açılmışken, Yasemin Öztürk aşırı tatlı bir hatun değil mi?

21.06.2013 / İskenderun
Oku..

Hangover BoxSet


Son zamanların en eğlenceli komedi üçlemesi. Aslında üçleme demek ne derece doğru bilemiyorum çünkü üçüncü film serinin ruhuna uymuyor. Eskisi kafada değil, eskisi kadar komik değil... Ama ilk iki film var yaaa..

The Hangover (2009)

Doug, Alan'ın kız kardeşiyle evlenecektir. Bütün hazırlıklar yapılmıştır; Doug'ın kankileri Phil ve Stu, Vegas'ta bekarlığa veda partisi planlarlar. Alan da bu gruba katılarak kendi kurt sürüsünü kurar. Phil, evli, çocuklu ve çılgın bir adamdır. Stu, dişçi ve sevgilisinin baskılarına karşı koyamayan bir kılıbıktır ama sevgilisini çok sever ve Vegas dönüşü ona evlenme teklif etme niyetindedir. Doug, sessiz, sakin, gayet aklı başında bir adamdır. Vegas'a gittikleri gece biraz dağıtmak için Ceaser Palace'ın terasına çıkıp manzaraya karşı kadeh kaldırırlar.
Sabah otel odasında uyandıklarında etraf epey dağınıktır ve dolapta bir bebek, banyoda bir kaplan, valede bir polis arabası, arabanın bagajında bir Çinli vardır. Ve asıl önemlisi iki gün sonra evlenecek olan Doug yoktur ortalıkta. Hiç bir şey hatırlamayan Phil-Stu-Alan üçlüsü ipuçlarını takip ederler.


The Hangover Part II (2011)

Stu, Taylandlı sevgilisiyle evlilik planları yaparken tabii ki bekarlığa veda olayını es geçmek istiyor. İki yıl önceki olaylardan ders çıkarmak gerektiğini düşünen Stu, Alan'ı düğüne bile çağırma taraftarı değil. Ancak onlar bir kurt sürüsüdür ve ayrılamazlar. Bu sefer ekibe Stu'nun müstakbel eşinin erkek kardeşi Teddy de katılır. Sahilde oturup, bira içip bir şeyler atıştırmak niyetindedirler. Biralar, büyük bir özenle, kapalı şişede gelir ki Alan geçen sefer ki gibi eğlence amaçlı milleti kafa yapmasın.
Çok temkinlidirler, biralar açılır, Stu'nun mutluluğuna içilir. Uyandıklarında, bilmedikleri bir otel odasında, geçen sefer ki Çinli adam, bir maymun ve Stu'nun yüzünde kocaman bir Mike Tyson dövmesi vardır. Olmayan şeyler ise Alan'ın saçları, Doug ve Teddy'dir. Ararlar, Doug evdedir. O sırada Teddy'nin parmağını bulurlar. Stu'nun düğün öncesi kayınbiraderini kaybetmesi sıkıntı tabii.


The Hangover Part III (2013)

Bu filmde uyuşturucu yok, akşamdan kalmalık bir durum yok, kaybolan biri yok. İki filmdir yan rol olan Çinli Mr. Chow, artık başrol olmuş hapisaneden kaçarak aksiyonu başlatmıştır. Bizim elemanlar kurt sürüsü olarak arabaya doluştukları bir sırada durduk yere kaçırılırlar. Chow'un düşmanlarından biri, Alan'ın Cow'la olan bağlantısından yararlanmak için Doug'u rehin alır, bizimkilere Chow'u getirmelerini söyler. Gerisi aksiyon-komedi türünde devam eden bir filmdir. Film teknik anlamda da yetersiz kalmıştır bence, çok beğendiğim sahneler sayılıdır.. Tabii bu ilk iki filmle kıyaslayınca..


İlk film efsanedir, ikincisi efsanenin devamıdır. Jon Lucas ve Scott Moore'un ilk filmin senaryosuyla beraber yarattıkları karakterlere sonraki iki filmde yönetmen Todd Philips de hikaye vermiştir. Yapımcılığını da kendisi üstlendiği seri tam bir 'bir Todd Philips filmidir' Old School (2003) ve Due Date (2010) filmleriyle de bilinir. Hah üçüncü film bunlar gibi işte, güzel ama serinin devamı olabilecek kadar değil..

Bu arada seride Phil, Bradley Cooper; Alan, Zach Galifianakis; Stu, Ed Helms; Doug, Justin Bartha; Mr. Chow, Ken Jeong. Seriye renk katan kadın oyuncular ise şöyle: Sevimli striptizciyi Heather Graham, Doug'un eşini Sasha Barrese, Stu'nun eşini Jaime Chung ve Phil'in çok az görünen eşini de Gillian Vigman oynuyor.

19.06.2013 / İskenderun

Bu da yazının video hali: Film Şeysi / Hangover..
Oku..

The Haunting (1999)


Zaten güzel bir şey beklemiyordum da bu kadar da leş olabileceğini tahmin etmemiştim. Sırf Catherine Zeta-Jones var diye izledim, onun da bir numarası yok filmde. Owen Wilson çok iyi bir tek. Bu ikisi dışında Liam Neeson ve Lili Taylor diye alakasız bir kadın var.

Liam Neeson, araştırmacı doktor olarak bu üç uyku sorunu yaşayan vatandaşı bir şatoya toplar, uyku sorunu ile ilgili araştırma yaptığını söyler. Ama aslında korku üzerine araştırma yapmaktadır ve kaldıkları şatoyla ilgili korkunç bir hikaye anlatır. Gerisi deneklerin hayal gücüne kalmıştır. Mı acaba?


Roman uyarlaması filmin yönetmeni Jan de Bont. Die Hard (1998) ve Basic Instinct (1992) gibi filmler başta olmak üzere bir çok filmin görüntü yönetmenliğini yapmış. 
92'den bu yana da yönetmenliğe atılmış. The Haunting (1999)'ten önce yönettiği 3, sonra yönettiği 2 film var.

İzlemek isteyen olursa diye sonunu sürpriz bıraktım ama bence izlemeyin ya. Zaman kaybı yeminle. Gerçi ben korku filmi sevmem, onun için de beğenmemiş olabilirim ama bu filmde amatör sahneler de var onlar rahatsız ediyor. Hikayesini zaten sevmedim. Benim tek sevdiğim korku filmi Ghost Ship (2002) galiba. Çok kaliteli filmdi. Yani madem izleyeceksiniz onu izleyin.

16.06.2013
Oku..

G.D.O. Karakedi (2013)


Adı kötü. Şafak Sezer filmlerini zaten sevmem. Sinemada çalıştığım dönemde Durul Bazan'ın sahnelerindeki dubstep izlettirdi bana filmi. İyi film değil ama kötü de değildi aslında. Şafak Sezer yazmış Murat Aslan yönetmiş. Murat Aslan dediğim adam, Maskeli Beşler serisinin yönetmeni. Erdem Akakçe ve Durul Bazan'ın konuk oyuncu olduğu film hakkında konuşurken denk gelmiştim bir programda Şafak Sezer'e, ''Bu filmdeki arkadaşlar oyuncu değil, eşimizi dostumuzu çağırdık, beraber oynadık..'' falan diyordu. Ayıp değil mi ya? Ben mi gereksiz takıyorum bu adamın her dediğine acaba? O filmde oynadılarsa oyunculardır artık yani, sonuçta o işten para kazanan adam -iyi ya da kötü- oyuncudur. O misyonu yüklemişsindir artık, ona bir vizyon olmuştur o. Cümleye gel.


Gürkan, Duran ve Orhan isimli üç kardeş. GDO'yu yakaladınız.
Biri taksici, biri pilavcı diğeri kız kaçıran.
İşte pilavcıya durduk yere bir sürü elmas gelir başları belaya girer..
Kız kaçıranın derdi zaten belli; abiler..
Taksici de cesetler cesetler..
Başları dertten kurtulmaz yani. Bir de karakedi mevzusu var, amaçsız bir şekilde kediye takılmış, bütün uğursuzluk ona yüklenmeye çalışılmış, yazık kediye.

G.D.O. Karakedi (2013), Ocak ayının son haftasında vizyona girdi ve vizyonda iken ne durumdaydı merak edenler için ilk üç haftası şöyle..

13.06.13
Oku..

Neskolko dney iz zhizni I.I. Oblomova (1979)


Orijinal dili Rusçadan Oblomov'un Yaşamından Birkaç Gün şeklinde tercüme edilmiş. Gonçarov'un 1858'de yazdığı ve günümüzde klasikler arasında yer alan romanı Oblomov'un -baş karakteriyle aynı adı taşır kitap- tek düzgün film uyarlaması bu sanırım. O da çok düzgün değil..

Erkeklerinin yarısı yazar diğer yarısı memur; hatta memurlarının da bir kısmı yazar olan bir millet Ruslar. Kadınları için de tespitim şudur: herkesin bildiği gibi çoğu güzeldir, çirkin olanları da oyunculuk yapmaktadır. İzlediğim Rus filmlerinde güzel kızlara denk gelemeye gelemeye oluşturdum bu düşünceyi, boru değil.
Ivan Aleksandroviç Gonçarov da otuz yıl memurluk yapmış bir yazardır. Rus edebiyatına hakim Vedat Özdemiroğlu'na bir sohbet sırasında sormuştum: "Abi Gonçarov'un Oblomov'dan başka hangi kitabı var?" diye. "Bu soruyu ilk defa senden duyuyorum, bilmiyorum." demişti. Bakmıştım tabii ondan sonra, birkaç romanı daha var ancak Türkçe'ye çevirilen başka eseri yok yada ben denk gelmedim. Gerek de yok zaten Oblomov yazmış adam lüzum var mı başka esere?


Görüp görebileceğimiz en uyuşuk adamdır Oblomov, yattığı yerden kalkmak bilmez. Uşağı Zakhar da efendisinden geri kalmaz uyuşuklukta. Didişir dururlar evin içinde. Pasif bir arkadaşı vardır Ilya Ilyich Oblomov'un, Alexeyev; bir de çocukluk arkadaşı, can dostu, Stoltz.
Stoltz, Oblomov'un üşengeçliğini bertaraf eder, hatta bir de kadınla tanıştırır ki hayatı biraz hareketlensin; Olga. Edebiyat severler için kitapta buradan sonrası da güzeldir elbet ancak; filmde durağanlık izleyiciyi sıkar. Hele bir de filmlerdeki Rus kadınların güzel olmadığı gerçeğini Olga ile pekiştirdikten sonra filmde izlenecek bir şey kalmıyor. 


Film ilk başladığında, zaten o zamanlarki film teknolojisi malum, müzik seçimleri ve oyunculardaki tiyatral hava da çok izlenebilir bir film gibi olmadığını gösterse de, ilerleyen dakikalarda özellikle Stoltz geldikten sonra kalite artıyor -ya da ben filme alışmış da olabilirim- rahatsız etmemeye başlıyor yani. Derken iki saat on beş dakikayı deviriyorsun. Film izlerken şey düşünmüştüm, adam kitapta ne var ne yok çekmiş lan. Yeri geliyor anlatıcı yarım saat konuşuyor, bildiğin görüntü akarken adam bize romanı okuyor çaktırmadan.

Oyunculardan falan bahsedemiycem, çok fazla Rus sineması takip eden biri değilim, hangi oyuncu nerede oynamış bilmem. Bu arada yönetmen de Nikita Mikhalkov diye biri.
Filme ben 5/10 verdim imdb.com puanı 7,3/10.

12.06.13
Oku..

Topkapı (1964)


Ne havalıyızdır ha! Hollywood gelmiş, İstanbul'da film çekiyor ve bizi aşağılamak amaçlı değil. Herhalde bu filmden sonra çok şımardık ki "Bir daha da kolay kolay gelmeyiz" dedi abilerimiz. Gayet başarılı bir film bu arada; Jules Dassin diye adı çok duyulmamış, 2008'de hayatını kaybetmiş, Amerikalı bir yönetmen. Film, İngiliz polisiye roman yazarı Eric Ambler'ın 'The Light of Day' isimli romanından uyarlanmış.



Mücevher hırsızı Elizabeth Lipp, Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan saray hazinelerinden, değerli taşlarla süslü bir hançeri gözüne kestirir. Erkeklerin dilinden de iyi anlayan bu hanımefendi, eski dostu Walter'la bir plan yapar, ekip kurar ve işe koyulurlar. Ekibe sadece şoför olarak girip bir takım olaylar sonucunda planda kendine büyük bir yer bulan Arthur'un sürekli başı derde girer. Türk polisi de muhteşem çalışkanlığıyla ekibin açığını yakalamaya çalışır. Filmi izleyenler Görevimiz Tehlike serisinin nereden esinlendiğini anlamıştır.



Arthur rolündeki Peter Ustinov, 1965 'en iyi yardımcı erkek oyuncu' Oscar'ına layık görülmüştür. Kendisi Kubrick'in Spartacus (1960)'ünde Batiatus rolündeydi ve yine aynı kategoride bir heykelciğe daha sahip olmuştu. Topkapı (1964)'da ki Türk polislerini oynaması için kadroda Senih Orkan ve Danyal Topatan gibi isimler de yer almakta. Bu yüzleri, 50'lerin sonunda yükselişe geçen (yükseliş tartışılır), yeşilçamda sık sık gördük. Ben tabii ki o dönemde yoktum ortalıkta ama televizyonda oynayan eski Türk filmlerinde hep aynı adamlar var ya, onlardanlar işte.


09.06.13
Oku..