Black Mirror (2011- )


Çok övdüler dizi diye, ben de baya dizi izliycem sanıyorum.
Orta metraj bağımsız film gösterimleri..  Ortak nokta dersen, ileri teknoloji derim, o da çok net bir şekilde değil. Yani teknoloji direkt olarak değil dolaylı olarak kullanılıyor çoğunda. Daha doğrusu şöyle, teknoloji... -daha kaç kere kullanıcam bu kelimeyi bilmiyorum ama- teknolojinin geliştiği bir zeminde gerçekleşen olağan hikayeler dizisi, günümüz sorunlarını felsefesi kabul etmiş ve gelişmiş. Birbirinden bağımsız, her biri çok güzel film.

Yaratıcısı ve yazarı İngiliz Charlie Brooker, yapımcısı Barney Reisz.. Her bölüm başka bir yönetmene emanet ediliyor. İlk sezon, yani ilk üç bölüm 2011 Aralık'ta; ikinci üç bölüm de 2013 Şubat'ta seyirciye sunuldu. Geçen hafta da Yılbaşı özel bölümü verdiler.. Sonraki sezonun ne zaman geleceği belirsizliğini koruyor.

Bu arada Black Mirror ismi ne alaka diye bir an düşündüm, baya monitör kastediliyor olabilir bence. Kapalıyken siyah bir aynaya dönüşüyorlar..


The National Anthem #1

İngiltere Başkanı bir gece uykusundan uyandırılır ve acil bir durum olduğu söylenir. Ülkenin sembolü prenses kaçırılmış ve bir video gönderilmiştir. Prensesi alıkoyan abimizin isteği basittir. Ya başkan televizyonda canlı yayında bir domuzu şe'yapar ya da prenses ölür. Sorgulanan şey, zaten bu kadar yozlaşmışken değer verdiğimiz şey ahlak mı, insan hayatı mı? Dikkat çekmek için de büyük oynanmış tabii. Sizce Başkan'ın kararı ne olur?

Yönetmen: Otto Bathurst..
Oyuncular: Rory Kinnear, Sophie Kennedy Clark..
imdb: 8,0           ben: 8


Fifteen Million Merits #2

Kölelik sistemi teknolojiyle devam ediyor. Enerji üretimi için bisiklete binme salonları kurulmuş ve esirler var. Bütün gün pedal çevirip enerji üretimini sağlarken, her pedal başı elektronik paralar kazanıyorlar. O paralarla günlük ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Bir de yarışmalar oluyor bazen, 15 milyonu olan, bilet alıp o yarışmalara katılıp, şarkıcı, şovmen falan filan olup eğlence sektöründe kendine yol açıp kölelikte boyut değiştirebiliyorlar. Pedal kölelerinden Bing ve Abi vuruluyorlar birbirlerine. Bing, Abi'nin sesine güveniyor ve varını yoğunu ona harcıyor. Ve dram başlıyor..

Yönetmen: Euros Lyn..
Oyuncular: Daniel Kaluuya, Jessica Brown Findlay..
imdb: 8,3           ben: 8


The Entire Historie of You #3

İnsanlar gördükleri her şeyi kaydedip, tekrar tekrar izleyebiliyorlar. Kulak arkasına takılan bir çip gözünüzü ve beyninizi kontrol edebiliyor ve küçük bir kumandayla ileri-geri-tekrar-sil-hızlandır falan gibi her şeyi yapabiliyorlar. Tabii bu, ilişkileri zora sokuyor. Şimdiye kadar sadece kadınlarda olduğu düşünülen 'Ama sen bana şöyle demiştin' özelliği artık erkekte de var.. Ve bir adam karısının başka bir adamla ilişkisini didikleyip büyük bir drama sebep oluyor.

Yönetmen: Brian Welsh..
Oyuncular: Toby Kebbell, Jodie Whittaker..
imdb: 8,7           ben: 9


Be Right Back #4

Tatlı çiftimiz hayatlarına sakin sakin devam ederlerken, eleman trafik kazasında ölür, kız yanlız kalır. Kızın bir arkadaşı bu durumları kolay atlatmak için bir program olduğunu söyler. Kocanın maillerini, mesajlarını okuyor, sonra da sanki oymuş gibi yazışıyor seninle, aynı onun cümleleri, onun espri anlayışı.. Başta karşı çıksa da kocasını çok özleyen Martha, bir denemek istiyor. Biraz garip ama hoşuna da gidiyor. Duygulanıyor falan. Bu sırada güncelleme gelmiş programa, istersen konuşma kayıtları falan atıyorsun ve sesini de duyabiliyorsun elektronik ölü kocanın. Teknoloji durur mu?! Videolarınızı verin elinizde ne kadar görsel varsa verin özlediğiniz kişinin bir kopyasını yapmaya çalışalım. Birebir boyutlarda, aynı ten ve ses tonunda.. Ölüyü dirilten sistem burda, gel vatandaş!..

Yönetmen: Owen Harris..
Oyuncular: Hayley Atwell, Domhnall Gleeson..
imdb: 8,2           ben: 8


White Bear #5

Böyle ceza görmediniz. Acımasız belki biraz ama madem idamın alternatifi ağır bir şey olacak bu olsun. Müebbet falan yalan.. Zamanında işlediği bir suçun cezasını ne olduğunu bile anlamadan, bir nevi işkenceye maruz kalarak çekmek. Ağır ceza ama.. Günümüz teknolojisine ve yaşam tarzına da fena giydirmeli..

Yönetmen: Carl Tibbets..
Oyuncular: Lenora Crichlow, Michael Smiley, Tuppence Middleton..
imdb: 8,2           ben: 8


The Waldo Moment #6

Bir televizyon şovu içinde yer alan ve gelen ünlü konuklarla geyik yapan mavi bir ayı simülasyonu, Waldo. Tabii bir oynatıcısı var arkasında, Jamie. Bir programda yaklaşan yerel seçimlerin favori adayı bir politikacı konuk oluyor Waldo'ya, Liam Monroe. Hakaret falan ediyor diye adam mavi ayıya dava açıyor. Bu kadar tepki görmek hoşuna gidiyor yapımcıların ve Waldo'yu siyasete sokmaya karar veriyorlar. Jamie karşı çıkıyor, ben siyasetçi değilim, Waldo'yu buna alet etmeyelim diyor. Ama sen yapmazsan başkası yapacak..

Yönetmen: Bryn Higgins..
Oyuncular: Daniel Rigby, Chloe Pirrie, Christina Chong..
imdb: 6,9           ben: 8


White Christmas #7

Karısının hamileliğini gizlemesi ve hiçbir şey demeden ondan kurtulmak istemesi adamı baya kızdırır. Kavga ederler, kadın aşırı tepki verir ve kocasını engeller. Evet engeller. Teknoloji öyle çünkü, yapabiliyor. Ve devamında işlenen suçların ispatlanması gerekiyor.

Yönetmen: Carl Tibbets.. (Kartal Tibet iki oldu bu arada)
Oyuncular: Nicholas Agnew, Jon Hamm, Oona Chaplin (Chaplin'in torunu)..
imdb: 9,2           ben: 8

22.12.2014 güncellemeler..

Ve yıllar sonra yeni bir yapım şirketi Netflix'le tekrar Black Mirror üretimine başlayan Charlie Brooker'dan, yayınlanan altı bölümün ardından seneye gelmek üzere yeni sezon müjdesi de verildi..


Nosedive #8

Yeni derdimiz like'severliğimiz üzerine gidilen bu bölümde, kahramanımız Lacie'nin statü göstergesi olan sosyal ilişki puanı kasması anlatılıyor. Her karşılaşılan, iletişime geçilen tipe, aynı yemeksepeti'ndeki siparişe puan verme gibi, beş yıldız üzerinden puan verme değerlendirmesi var. Yani sosyal hayatınızda ne kadar yıldız toplarsanız, o kadar cool'sunuz demek oluyor.. Puanı yüksek olana, ev alırken indirim de yapılıyor, bi şey için sıra beklerken öncelik de tanınıyor. Bildiğin para oluyor bi noktada..

Yönetmen: Joe Wright (efsane yönetmen, klasik edebiyat uyarlamacı esasen..)
Oyuncular: Bryce Dallas Howard, Alice Eve
imdb: 8,3           ben: 8


Playtest #9

Sanal gerçeklik oyunları tasarlayan büyük bir şirket, oyunları test edebileceği denekler aramaktadır. Cooper, babasının ölümünden sonra almış sırt çantasını gezmeye, annesinden uzaklaşmaya kalkışmıştır. İngiltere'de parası biten Cooper bu oyun şirketinin ilanını görür ve deneyi kabul eder. Deneyde oyuncuyu tasarlanmış bir eve kapatıp, korkularıyla yüzleştirirler. Enseden yerleştirilen bir çiple kişiye özel tasarlanan oyunların yan etkileri: baş dönmesi, kuru öksürük..

Yönetmen: Dan Trachtenberg
Oyuncular: Wyatt Russell, Hannah John-Kamen
imdb: 8,2           ben: 7


Shut Up and Dance #10

Muhtelif virüsler vasıtasıyla insanların özeline erişen, yazışmalarına, resimlerine hatta bilgisayar kameralarıyla videolarına sahip olan biri veya birileri, söz konusu kişileri tehdit altına alıp şunu yap bunu yap diye direktiflerle hayatlarını zindan ediyor. Tek suçu kapısını kilitlediği odasında bilgisayar başında otuz bir çekmek olan Kenny, baş kahramanımız. Kenny ile başlayan hikayenin çok kollu olduğu, daha pek çok kişinin aynı noktadan gelen direktiflerle hareket ettiği görülüyor. Her an iç içe olduğumuz teknolojinin ters bir durumda neler yapabileceği üzerine bir kara düzen..

Yönetmen: James Watkins
Oyuncular: Alex Lawther, Jerome Flynn
imdb: 8,5           ben: 7


San Junipero #11

Galiba izlediğimiz üç sezonun en sıkıcı işi bu, o kadar da güzel kız var ha. Çok da anlamadım aslında ama 80'lerde bi sahil kasabasında başlıyor hikaye. İşte dönemin dansları, müzikleri, diskotekleri. Bir tane çekinik bir tane de hiperaktif hanım kahramanımız var. Hiperaktif tatlı çekiniği bulmuşken kaçırmak istemiyor, sevişelim mi, diyor. Çekinik şok ama tam karşı koyamıyor da. Sonra öğreniyoruz ki bunlar hep rüyaymış..

Yönetmen: Owen Harris (ikinci kez gördüğümüz ikinci isim oluyor)
Oyuncular: Mackenzie Davis, Gugu Mbatha-Raw
imdb: 8,8           ben: 4


Men Againist Fire #12

San Junipero'dan sonra bu ilaç gibi geliyor, çok beğendim. İleri teknoloji silahlarla donatılmış askerler, ellerindeki, gözlerindeki hatta zihinlerindeki silahlarla 'böcek' avındalar. Maske diyorlar zihinlerindeki sisteme, onlara görmeleri gerekeni gösteriyor, hedeflerini daha kolay seçmelerini sağlıyor ve işleri bir hayli kolaylaşıyor askerlerin. Böcek dedikleri zombiye benzer yaratıklar. Bir gün Stripe'ın maskesi arızalanıyor ve gördüğü şeylere anlam vermekte zorlanıyor. (Aşağıdaki kadronun güzelliğine bakar mısınız?!)

Yönetmen: Jakob Verbruggen
Oyuncular: Malachi Kirby, Madeline Brewer, Sarah Snook, Michael Kelly, Ariane Labed..
imdb: 7,8           ben: 8


Hated in the Nation #13

Gazeteci bir kadın, köşesinde sivri dilli bir yazı yazmış ve biraz fazla tepki almış. Sosyal medyada duyuldukça büyümüş mevzu ama kadın alışık demek ki, çok serinkanlı cevaplar veriyor. Ve ertesi gün cinnet geçirip kendini öldürüyor kadın. Sonra bir repçi eleman, televizyonda şarkı söyleyen küçük bir çocuğa onur kırıcı laflar ediyor. Sosyal medya çalkalanıyor, #DeathTo etiketiyle adama nefretlerini tweet atıyor millet, aynı gazeteci kadına yaptıkları gibi. Repçi de akşamına çıldırıp ölüyor. Kafasından elektronik bir arı çıkıyor.

Yönetmen: James Hawes
Oyuncular: Kelly Macdonald, Faye Marsay, Benedict Wong
imdb: 8,7           ben: 7

20.11.16 güncellemeler..

Tekrar merhaba, az önce yazıyı tam tamamlamak üzereydim ki teknolojinin azizliğine uğradım ve yanlışlıkla sayfayı kapadım. Sayfa kapanınca bir saate yakındır uğraştığım, çok da güzel olduğunu düşündüğüm onca cümle yok oldu. Şimdi hepsini baştan yazmam lazım ve kesinlikle aynı cümleleri kuramam. Bakın kendimi nasıl teselli ediyorum: Çok şanslıyım çünkü o yazdıklarımı bir tek ben okuyabildim.

Evet, birbirinden efsane 13 bölümden sonra 6 yeni bölüm daha. Çok büyük bir heyecanla beklenen işler bunlar. Çok azı az beğenilen, bir çoğu arkadaş sohbetlerine konu olan, birbirinden ilginç teknoloji hikayeleri anlatılan orta metraj klasmanındaki Black Mirror'lara eklenen 6 yeni bölüm için kemerlerinizi bağlayın. (Siz bir de ilk yazdığımı görecektiniz..)


USS Callister #14

Bilgisayar oyunu üreten bir firmanın kurucu iki patronundan biri olan Robert, henüz deneme aşamasında olan yeni tasarladığı bir oyunu oynamaktadır evinde gizlice. Şirket içinde ikinci adam olarak görülen, hatta ne ikincisi komple yok sayılacak bir kişiliğe sahip olan Robert, yeni oyununda tam tersi bir dünya kurmuş. Kendi uzay gemisinin komutanı olmuş ve ofiste yüzüne bakmayan tiplerin yüzüne tükürecek kötülükte bir karaktere bürünmüş. Buraya kadar her şey çok normal, olay şu, oyuna yeni eklenen bir karakterin gazıyla diğer oyuncular artık Robert'in komutasındaki bir uzay gemisinde yaşamak istemiyorlar; düpedüz isyan!..

Yönetmen: Toby Haynes..
Oyuncular: Jesse Plemons, Cristin Milioti, Jimmi Simpson..
imdb: 8,4           ben: 7


Arkangel #15

Çocuğunu kaybeden ebeveynlere sorun, iki saniye kafanızı çevirdiğinizde o minik sıçanların nerelere kadar ışınlanabildiklerini. Hangi anne baba istemez çocuğunun yerini bilmeyi. Teknoloji gelişmiş ve henüz deneme aşamasında olan bir çip çocuğunuzun kafasına monte edilerek ne zaman nerede olduğunu bilmenize yardım ediyor. Basit bir GPS numarası bu. Ama isterseniz çocuğunuzun beynine gelen sinyaller sizin de elinizdeki tablete yansıtılarak neler gördüğünü görmenize olanak sağlıyor. Bu biraz karmaşık bi numara. Ama tamamen opsiyonel, istemezseniz çocuğunuzu rahat bırakabilir, yaşadığı tehlikelerden haberdar olmak istemeyebilirsiniz. Ama isteyeceksiniz!.. Peki bu çocuk nasıl büyür?!

Yönetmen: Jodie Foster..
Oyuncular: Rosemarie DeWitt, Brenna Harding..
imdb: 7,4           ben: 8


Crocodile #16

Bu aslında basit bir seri cinayet hikayesi. Önce yanlışlıkla bir cinayet işleniyor, sonra bi şey oluyo durduk yere onu da öldürmek gerekiyor. Daha sonra biri görüyor onu da derken arka arkaya cinayetler filan. Black Mirror kısmı yani hikayenin teknolojiye teması şöyle oluyor. Bir sigorta şirketi basit bir kazanın araştırmasını yaparken, birileriyle görüşüyor ve "Hatırlayamıyorum", "Emin değilim ama.." gibi davalara faydası olmayan ifadelerin önüne geçmek için hatırlatıcı diye bir cihaz kullanıyor. Yani mesela yolda yürürken bakıyoruz ama görmüyoruz ya çoğu şeyi. O cihaz o bilmeden hafızaya attığımız görüntülere ulaşıyor. Ve bilin bakalım durduk yere başka neler ortaya çıkıyor.. Ama yine de filmin adı neden timsah, kimse bilemiyor..

Yönetmen: John Hillcoat..
Oyuncular: Andrea Riseborough, Kiran Sonia Sawar..
imdb: 7,4           ben: 7


Hang to DJ #17

En eğlenceli bölüm bu olabilir, yani çoğu teknolojik felaketler işlediği için hep bi umutsuzluk ve mutsuzluk hakim ama burada mutlu son var. Bir flört ya da direkt olarak eşleşme programı işleniyor ama çok kapsamlı bir şey. Sizin için en doğru eşi bulmak için neler neler yapıyor. Sonundaki numarayı bozmadan kısaca şunu diyebilirim. Biriyle süreli bir ilişki yaşıyor olmak nasıl bir duygudur? Mesela bir hafta birliktesiniz sadece, program belli, daha erken de bitiremezsiniz, beğendiniz diye uzatamazsınız da.. Ve bunun gibi sürüyle eşleşme.. Program sizin için her şeyi ayarlıyor, siz sadece belirlenen sürenin tadını çıkarın!..

Yönetmen: Timothy van Patten..
Oyuncular: Georgina Campbell, Joe Cole..
imdb: 9,0           ben: 8


Metalhead #18

Ölmek üzere olan bir çocuğun o hep istediği şeyi gidip almak için, üstelik alması çok zor olabilecekken durumlar söz konusuyken, yani çok büyük tehlikelere girmek, robot köpek, hallam ateş edebiliyor üstelik.. Ne amaçla yapıldıkları çok belli köpek formunda robotlar, koşabiliyor, ateş edebiliyor ve birçok farklı yöntem kullanarak takip edebiliyor. Amansız bir mücadele.. Tam bir kovalamaç.. Uykunuz varken izlerseniz sıkıcı olabiliyor..

Yönetmen: David Slade..
Oyuncular: Maxine Peake, Clint Dyer, Jake Davies..
imdb: 6,8           ben: 6


Black Museum #19

Şimdiye kadarki bütün Black Mirror'lar içinde mantığı en çok boş veren hikaye buydu. Eskiden, bir hastanede Nöroteknoloji ile ilgili çeşitli AR-GE çalışmaları yürüten bir birimin halkla ilişkiler ayağı olan Rolo Haynes kovulduktan sonra hatıralarını değerlendirebileceği bir müze kurmuş. Çeşitli alet edevat ve onların ilginç hikayeleri.. Sonu sürprizli güya.. Ulan madem kız planlı geliyor nasıl oluyor da arabasının şarjı gerçekten orada bitiveriyor. Gibi böyle birkaç tane kendi içindeki mantığa uymayan şeyler gördüm. Onun için, içindeki hikayelerin güzelliğine rağmen çok sevemedim. Adı da fiyasko zaten müzenin; müzenin de filmin de..

Yönetmen: Colm McCarthy..
Oyuncular: Douglas Hodge, Letitia Wrigth, Alexandra Roach..
imdb: 8,8           ben: 5

Yeni bölümlerle ilgili herhangi bilgi girişi bulunmuyor sanal alemde. Ama devam etmemesi için hiçbir sebep göremiyorum. Sonsuz tane yapabilirler. Bekliyor olacağız..

12 ocak 2018
Oku..

Frances Ha (2012)


Filmin yazanı yöneteni Noah Baumbach, anne babası sinema eleştirmeni olan bir sinemacı olarak dünyaya gelmiş. Şu sıralar en gözde yönetmenler arasında gösterilen -pastel adam- Wes Anderson'ın kankilerinden; The Life Aquatic with Steve Zissou (2004) ve Fantastic Mr. Fox (2009)'un senaryolarında birlikte çalışmışlardı.

Şimdiye kadar sekiz uzun metraj film yöneten Noah pek çok filmin de senaryosunu yazmış, hatta senaristliğiyle biraz daha ünlü bir adam. En bilinen filmi The Squid and the Whale (2005) imiş. Wes Anderson filmleri dışında hiç adını duymadığım bir sinemacıydı ama Frances Ha (2012) ile artık hikayeciliğine güvenebileceğim bir adam oldu. Peki Frances Ha (2012)'ya nasıl denk geldim..


Natalie Portman'lı No Strings Attached (2011)'te küçük ve sevimli bir rolü olan Greta Gerwig'i atmışım hafızama, beyin bedava.. İlk izlediğimde fark etmemiştim ama geçen gün ikinciye izlediğim To Rome With Love (2012)'da denk geldim aynı bu hoşluğa. Dedim ki, hep böyle ufak tefek mi oynuyor, yok mudur bu kızın baş rolü.. Aradım ve buldum; Frances Ha (2012). Beni bu filme getiren Greta'dır ki zaten bu filmi bir yerlere getiren de yine aynı isimdir. O kadar güzel oynuyor ki kaltak..


Frances, New York'un çetin şartlarına katlanabilmek için çok iyi anlaştığı arkadaşı Sophie'yle beraber yaşayan bir dansçıdır. Kıt kanaat geçinirler ama çok eğlenirler. Sophie, bir yayınevinde çalışmaktadır. Kaç yaşlarına gelmişlerdir ama hala öğrenci gibi takılırlar. Frances'ın erkek arkadaşı aynı evde yaşamayı teklif eder ve ayrılırlar. Çünkü Frances, Sophie'den kopamaz. Bir süre sonra Sophie, Frances'tan kopar ve Frances biter. Hayatın gerçekleriyle yüzleşir, başka bir ev bulur; iki eleman bi de Frances, çok iyi anlaşırlar.


Frances'ın işler kötü gider o evin de kirasını ödeyemeyecek hale gelir falan, bu arada Sophie nişanlanır, Frances iyice bitik gibi kalır. Ne doğru düzgün arkadaşı, ne evi, ne işi kalır..  Tamam be o kadar üzülmeyin, mutlumsu sonla bitiyo film..

Bu acayip doğal dram o kadar tatlı tatlı acıtıyor ki insanın canını, bilmiyorum sadece bana mı bu kadar dokundu ama bi izleyin beğenmezseniz o zaman gelin..
Film siyah-beyaz, anlamışsınızdır zaten görsellerden, ama bu sizi korkutmasın çünkü ben filmin ortalarında falan fark ettim siyah-beyaz olduğunu :) Akıyo yani..
Bu arada Frances tamam da, Ha'nın hikayesi de çok güzel, çok beğendim, filmin sonunda..


Yönetmen Noah'la Greenberg (2010) filminde tanışan Greta, o setten beri beraberler.. Frances Ha (2012)'nın senaryosunda da ikilinin ismi yazıyor, belli ki Greta'nın hikayesi Noah tarafından geliştirilmiş ve film haline gelmiş. Çok romantik bence. Çiftlerin beraber bi işler yapması hoşuma gidiyor. İş yaparken çift olmak başka, çiftken iş yapmak bambaşka.


Geniş omuz Greta Gerwig, bu filmdeki rolüyle Golden Globe'a aday olmuş.. O sene ödülü American Hustle (2013)'la Amy Adams almıştı, hakkıydı da zaten..
Aday olan diğer filmlerden bir yaş büyüktü üstelik, bi önceki senenin filmi olmasına rağmen Golden Globe nedense bir sene sonra değerlendirmeye almıştı.. Olsundu..

Filme puanım sekiz..

22.12.14
Oku..

Gone Girl (2014)


Kitap uyarlaması denince ilk akla gelen yönetmenlerden olan David Fincher, bu sefer Gillian Flynn'ın romanıyla harikalar yaratmış. Bazıları iyi roman yazar, bazıları da iyi film çeker; herkesin bir hikaye anlatış şekli vardır yani.. Bir de yani Fincher sever böyle hikayeleri, yapımcı da bu tarz bir işle kime gidileceğini bilen bir adammış..
Bu arada konusu açılmışken David Fincher'ın yapımcılığını üstlendiği House of Cards dizisine de bir göz atın bence..


Aşırı mutlu başlayan bir ilişki, ikisi de yazar ama kadın çok satan çocuk kitabı yazarı, eleman erkek dergisi köşe yazarı, biri zengin biri fakir yani. Adam kızı tavlar, zor kızdır, ulaşılmazdır falan ama adam bir yolunu bulur. Hatta evlenir, New York'a yerleşirler.
Zaman gelir, ekonomik kriz, durumlar bozulur. Süper bir fikir gelir akıllarına, elemanın memleketine yerleşip kalan az birikimle aynı lükste devam edebilecekleri sonucuna varılır. Sosyete kızı kasabada çok edemez öyle.. Bir dönem güzel geçer ama evlilik de eskir bir yandan.

Adam kadını aldatır / Kadın içten pazarlıklıdır



Kadın kaybolur. Adam karısını arar. Kadının ailesi arar ha arar. Kadın, öldürülme ihtimaliyle beraber yok olmuştur. Kadın ünlü olduğu için, gazeteler, televizyonlar coşar. An olur herkes adamı suçlar.. Kadın, kimseye çaktırmadan işler çevirmeyi seven bir tiptir. Ayık olun!..

Siz tam, iyi mi kazanacak, yoksa kötü mü kaybedecek derken film biter. Dedim ki, iki buçuk saat film yapmışın, bir yarım saat daha yapıp rahatlatsaydın ya a Fincher.. Öyle bir yerde bırakıyor ki sanırsın bir dizinin sezon finali..



Aslında başta oyuncularını görüp çok ilgilenmemiştim filmle, yönetmenini öğrenince bir kıpırdandım.
Son dönem yönetmenliğe büyük oynayan Ben Affleck, Argo (2012)'yla en iyi film Oscar'ını almıştı.
Bu filmle hayatının çıkışını yapan İngiliz Rosamund Pike, kötü kadınlıktan yürür bence bundan sonra..
HIMYM'ın Barney'si Neil Patrick Harris, çok başarılı bulamadığım ama yine de çok sırıtmayan bir diğer tip..
Affleck'in ikizi ve 'The Bar'ın barmeni rolünde Carrie Coon'u izliyoruz. Olayları kurtarabilecekler rolünde bir avukat Tyler Perry, bir de dedektif Kim Dickens var.. Kim Dickens, hiç benzerlik olmamasına rağmen bana Amy Adams'ı andırdı durdu, keşke Amy oynasaymış..


Asıl bomba sayılabilecek hareket ise, geçen sene Robin Thicke ve Pharrell Williams'ın düeti 'Blurred Lines'ın klibinde gördüğümüz ve "Yok artık" dediğimiz Emily Ratajkowski'nin küçük bir rolle kadroda olması..

Neden "Yok artık" dedik, çünkü memeler ortada klip boyunca, ve çok güzeller..
Hatta Ekşi'de kızın başlığında şu tanım var: "Memesi kendinden güzel kız.." Hakikat öyle..
Ve bir tanım daha yine Ekşi'den "Memeleri Ben Affleck tarafından emilmiş Hollywood dişisi.."

Merak eden varsa Emily'nin öyle çok bi oyunculuğu yok.. Çok öyle sevişme sahnesi de yok eğer onun için izlemek isteyen varsa..



Film için de diyeceğim şudur, finali hariç çok beğendim.. On üzerinden sekizdir bende hakkı, vereyim.. Oscar savaşına girerse eğer, ki bence girer ama, sadece Pike en iyi kadın oyuncuyu alsın derim, gerisi biraz fazla olur.. Ama tabii rakipleri de bir görmek gerekir..

Sıralı Tam Liste: Oscar 2015

18.12.14
Oku..

Vicky Cristina Barcelona (2008)


"Hala her kadında beni arıyorsun di mi?" diyo deli karı İspanyolca.. Adam da "İngilizce konuş bu evde" diyo, kız arkadaşı Amerikalı diye..


Barselona Barselona diye girdi bizde vizyona, bundan neredeyse 7 sene önce. Yurtta kalıyordum, sinemadan afişini çalıp duvarıma asmıştım. Ben asıl Scarlett'in hayranıydım, ama Penelope de bu filmde izleyen herkesin gönlünü fethetmişti. Net. Bir de sessiz ve derinden Rebecca var ki ona hiç girmiyorum. Ben bu filmi 20 kere falan izlemişimdir.


Vicky ve Cristina yaz tatiline Barselona'ya geliyorlar. Vicky, nişanlı, sadık, ayakları yere basan; Cristina da hayatın tadını çıkaralım diye bokunu çıkarmaktan kaçınmayan güzellik.
Juan Antonio, İspanyol ressam, yaklaşıyo bu ikisine "Beraber takılalım mı, yemek yeriz, şarap içeriz, sevişiriz.." diyo.. Kızlar tabii şok.. Marie Elena var, elemanın eski deli karısı.. Belalı..
Aşk üçgenleri, beşgenleri falan yaşanıyor Barselona'da, aşırı tatlılar..


Karakterlere bakınca hangi oyuncunun ne oynayacağı zaten çok belli di mi?! Woody Allen, tam bir dahi, artık bunu herkes biliyor, her sene yaptığı filmleriyle üstümüze zeka fışkırtıyor. Bu da Allen'ın en iyi beş filmi arasına girer.. Her sahnesinde "Oha, çok iyi ya, off çok tatlılar.." falan diyerek izliyorum.


Scarlett, neredeyse her filminde çok güzel olmayı başarmış bir kadın. Penelope, her film de değil mesela, bu ve benzeri rollerde çok tatlı.. (Bundan sonra da Allen'ın To Rome With Love (2012)'ında oynadı)
Rebecca, bu ikisi kadar popüler olmamakla beraber, bu rol için cuk oturmuş bir tip, aşşırı güzel.. (En son Iron Man 3 (2013)'de vardı) Ve tabii ki, Javier Bardem, bence bu adamın hayatının işi bu, tamam zaten çok yetenekli ama bence Oscar'ı bu rolle almalıydı.

Madem konu Oscar'a geldi, Penelope Cruz aldı en iyi kadın oyuncu ödülünü bu rolle.. Filmin müzikleri de çok ilgi gördü, dinlendiği andan beri.

Filme oyum on üzerinden sekiz, daha da izlemeyen keriz..



17.12.14
Oku..

A Most Wanted Man (2014)


11 Eylül'den sonra her yerde olduğu gibi Hamburg'ta da Müslümanlara karşı terörist bakışa boyut kazandırılıyor. CIA küçük bir ofisle Hamburglu Müslümanları kontrol altında tutuyor. Ekibin başı Günther Bachmann, gelen bir istihbaratla, şehre kaçak giren Çeçen bi elemanı izliyor. Bu eleman Issa Karpov, babasından büyük miras kalmış, onu almaya gelmiş Hamburg'a ama buldukları yerde tutuklayacaklar, hem kaçak girmiş hem zaten aranıyo falan. Bi ailenin yanına sığınıyo önce, anlatıyo durumu, ona bi avukat buluyorlar, Annebel Richter.


Bu güzel avukat, Issa'nın büyük mirasıyla ilgili işleri çözmeye çalışıyor. Ama tabii Günther işin peşinde.. Avukatı buluyor. Bu arada Issa, parayı kendi için istemekten vazgeçiyor, çünkü babasının o parayı kötü yoldan kazandığını öğreniyor, e çöpe de atılmaz, bağış yapılabilir.. İşte o bağış olayı kimin ne işler çevirdiğini ortaya çıkaracak..


Kadro tatlı: Philip Seymour Hoffman, iyi oynadığı bu filmi izleyemedi maalesef; Rachel McAdams, ya ben bu kadını yerim yerim; Grigoriy Dobrygin, bir rus olarak hiç fena değildi.. Ve, Homayoun Ershadi, Robin Wright, Willem Dafoe..


Film bittiğinde "AMERİKA'NIN 'MINA KOYİM!.." diye bağırdım.. Nasıl sinir oldum ya.. İyi filmdi aslında.. Bir takım Türk oyuncular da oynuyor, Almanya'da ve Müslümanlar olunca mesele.. John Le Carre'nin romanından uyarlanan filmin yönetmeni Anton Corbijn.. Corbijn, bu tarz casus filmlerinin ustası zaten, The American (2010) vardı mesela en son, Clooney oynuyordu; yine kitap uyarlamasıydı..

09.12.14
Oku..

The Usual Suspects (1995)


Aman da ne etsem de izlesem, ne zaman konusu açılsa aşırı övülüyo, tamam belli ki çok güzel ama olmayınca da olmuyo, izleyemiyorum filmi.. Tam arşivlik film denir, DVD alırım bozuk çıkar izleyemem; internetten kovalarım altyazı uyduramam; her şey tamam olur bilgisayar çöker.. Velhasıl izleyemem de izleyemem.. Dedim herhalde artık olmayacak, bıraktım peşini..
3-4 senelik mevzu benim için.. Bi hafta önce denk getirdim, indirdim, bu sefer de zaman bulup izleyemiyordum. Sonunda demin hallettim.. La meğer biliyomuşum ben bu filmi..


Televizyonda denk gelirsin ya dizi reklama girdiğinde falan.. Ara ara izlemişim ve kazınmış aklıma artık.. Hep görürsün çünkü bu filmi televizyonda..

Beş zanlının boy panelinin önünde verilen cümleyi okuması.. Kodeste bu beşlinin birbirlerine önce laf sokup sonra çete olma fikrini sunması.. Verbal'ın sakat haliyle tek elle koca silahı taşıması.. En sonda o sakatlıktan normale dönme sahnesi falan.. Baya ezberlediğim sahnelermiş meğer..


Hiç bilmeyen ve benim gibi bilip de anlamayanlar için, konusu şöyle: Bi kamyon dolusu silah çalınmıştır, polis olağan şüphelileri toplar. Eskiden rüşvetçi bir polis olan Keaton, atılmış ve pis işlere bulaşmıştır ama temizlenmek için uğraşır, çünkü aşık olmuştur. Zaten dedektif Kujan'ın asıl şüphelisi odur. Ama sabıkası olan diğer dört hırsız da sorgu için oradadır. Bunlar nezarette hazır bir araya gelmişken neden bi şeyler yapmıyoruz derler. Keaton'ın avukat olan aşkı bunları azad ettirdiğinde ekip kurup güzel para kazanacakları işler yaparlar. Gün olur, bi iş denk gelir, karşılarına Keyzer Söze ismi çıkar.

Bu beş hırsızdan biri olan Verbal sorgu için çağrıldığında, Keyzer Söze'nin hikayesini dinleriz ondan. Acımasız bir adammış, ona çalışanlar aslında ona çalıştığını bilmezmiş çünkü kendini hiç göstermezmiş. Aslen uyuşturucu işindeymiş ama fena intikamcıymış. Macarlarla bi alıp veremediği olan Türk olduğu söylenirmiş. Filmin başında gördüğümüz yanan Macar gemisinin hikayesini dinleriz Verbal'dan, çünkü o da ordaymış..

Aslında biz film diye komple Verbal'ın anlattığı hikayeyi izleriz.. Ve bütün hikaye o odadaymış meğer.. Yani güya hikayeyi dinlediğini sanan dedektif, içinde bulunduğu durumu kendi için eğlenceli hale getiren Verbal'ın o an aklına geleni anlattığını çok geç fark edecektir..


Gabriel Byrne, Kevin Pollak, Stephen Baldwin, Benicio Del Toro ve Kevin Spacey.. Bunlar şüpheli kadro.. Dedektifi, Chazz Palminteri; Keyzer Söze'nin avukatını Pete Postlethwaite, Keaton'ın avukat aşkını da Suzy Amis oynuyor. Efsane filmin Oscar alan senaryosunun yazarı Christopher McQuarrie iken yönetmeni de Bryan Singer. Bu arada Spacey'nin de bu rolle Oscar aldığını zaten duymuşsunuzdur bi yerlerden.. İki senedir House of Cards dizisinde oynuyor, izleyiniz.


Altın Portakal'da, 2007'de, davetli olarak Antalya'ya gelen Spacey'ye sormuşlardı. "O filmde hani her şey uydurmaydı ya, peki Keyzer Söze'nin Türk olduğu da mı yalandı, ben çok inanmıştım öyle olduğuna?!" Soruyu soran gazeteciye Spacey'nin verdiği yanıt, "Bence o kısmı gerçekti, oynadığım karakter Türk'tü bence" gibi bi şeymiş. Biz de baya sevinmiştik, oo Türk'müş, diye.

Asıl bomba, Antalya'da bi gece ilgiden bunalan Spacey otelden sahile kaçar, dumanlanan gençlere katılıp muhabbetin dibine vurur. O gençler o kafayla tanıdılar mı efsaneyi bilmem ama Spacey onları unutmaz herhalde. Birinin bi lafı vardı, "İyi oyuncular, gördüklerini unutmazlar."

08.12.14
Oku..

Adore (2013)


Ensest desen ensest değil, normal desen hiç dilin varmaz, karmaşık bir takım aşk ilişkisi.. Bodoslama giriyorum mevzuya..
Sessiz sakin, okyanus kıyısı bir yaşam biçimi hayal edin. Evler çok yakın değil, yamacın dibinde, yeşilin içinde 'cool' bir hayat.. Neredeyse ıssız ada yani.. İki komşu kadın.. Çocukluktan beri oranın yerlisi olan insanlar, kardeş gibi olmuşlar artık. Büyümüşler, evlenmişler, birer yakışıklı çocukları olmuş, çocuklar da onlar gibi okyanus insanı olarak büyümüş. Lil ve Roz anneler, sırasıyla Ian ve Tom da sörfçü yakışıklı çocukları.


Lil'in kocası vefat eder ve film başlar. Roz, Lil'le zaten çok vakit geçirirken iyice ayrılamaz olurlar. Roz'un kocası, kıskanır, arkadaşlığınıza saygı duyuyorum ama saatlerce berabersiniz ve bize zaman kalmıyo falan kafasında. Efendi bir adam ama. Üç beş saatlik bir mesafede bir üniversitede hocalık yapmaya başlar, karısını oraya taşınmaya ikna edemez. Artık haftada, iki haftada falan eve gelmek mecburiyetiyle işe gider.


Bu iki aile, sık sık yaptıkları gibi bi akşam yemeğinde daha buluşurlar. Olaylar gelişir ve yanlız kaldıkları bir anda Ian, Roz'a "Seni seviyorum!" der, Roz da "Ah, ben de seni tatlım, bebekliğinden beri.." der. "Yok, öyle değil.." deyip dudaklara yapışır genç adam. Roz, başta karşı koysa da sonra -kocasının yokluğunu da fırsat bilip- çıtır delikanlının kollarına bırakır kendini. Film kopar.


Tom, annesiyle yakın arkadaşının münasebetine şahit olduğu günün ertesi, Ian'ın anasını sikmeye gider, çok ağır oldu, misilleme yapıp o da onun annesiyle yatacak işte..
Lil buna izin vermez, feci haşlar çocuğu. O da hemen anlatır, "Seninki benim annemle yatıyo ama" diye.. Vay efendim sen misin bunu öğrenen, Roz'un iş yerini basmalar, cıngara ramak kalmalar.. Ama Roz çok soğukkanlı, "Evet ben de sana söyleyecektim, böyle bi durum var, yaptım ama aşırı pişmanım, al şu azgın oğlunu üstümden.." gibisinden bi şeyler der.. Velhasılı kelam, konu orada kapanır..


Ama Tom, annesini öyle düşündükçe rahatsız olur, gider Lil'e "Ya, bu gece sizde kalabilir miyim, annemle bir süre aynı evde yaşayamam" der. Olur teyzecim, gel tabii tribindeki Lil, Tom'u içeri alır. Misafir odasını hazırlar. Ama Tom yaramaz bir çocuktur ve kocası öldüğünden beri yanan Lil, bu çocuğa bir seferlik karşı koymamaya karar verir. "Aman tanrım, bunca zaman niye engel oldum buna" diye düşünür.


Ertesi gün Roz, Lil'in iş yerini basar. Aman ne cırlama, kurul toplanır.. "Bakın olan oldu.. Şimdi her şeyi unutup elit yaşamımıza geri dönmeliyiz." Ian araya girer "Siz neden bahsediyorsunuz, oyun mu oynuyoruz burda, aşığım ben sana Roz."

Böyle başlayan film elbette ki merak ediliyor, nereye varacak bu durum diye.. Roz'un kocası ne olacak? Çocuklar, seksi ama çıtır olmayan bu kadınlarla nereye kadar devem edebilecekler? Teyzesinin gülü tam ne demek? Hadi çocuklar ergen, kadınlara ne oluyor? Asıl soru, bu kadınlar ilerde torun sevebilecekler mi? Hepsi ve inanın daha fazlası var filmde..


Daha fazlası derken ne kastettim; bkz kadro: Naomi Watts (Mulholland Dr. (2001)), Robin Wright (House of Cards).. Xavier Samuel, James Frecheville.. Jessica Tovey, Sophie Lowe.. Film sadece Avustralya'daki festivallere katılmış ve Naomi Watts en iyi kadın oyuncu ödülünü almış tabii ki.


Geçen sene 94 yaşında ölen İngiliz yazar Doris Lessing'in 'The Grandmother' romanından uyarlanan filmin yönetmeni, çarpıcı kadın hikayelerini perdeye taşıyan Brükselli hanımefendi Anne Fontaine.. Ben onu, Audrey Tautou'nun oynadığı Coco Avant Chanel (2009) filmiyle tanımıştım, yine bir roman uyarlamasıydı..

29.11.2014
Oku..