The Shining (1980)


Yönetmen: Stanley Kubrick
Yazar: Stephen King (roman), Stanley Kubrick (senaryo)
Oyuncular: Jack Nicholson, Shelley Duvall ve Danny Lloyd..

Şimdi bu Şayning filmini izledim ya, meğer baya izleyen, izleyip de dertlenen varmış çevremde onu gördüm. Dertlenmelerinin sebebi konunun tuhaflığıyla yazar-yönetmen-oyuncu fantastikliğinin birleşmesi. Yani ''Ee noldu şimdi, niye ki, o neydi, ne alaka ya?'' sorularını sorduruyo film sonunda. Ne anlatmaya çalışmış diye düşünüyo insan. Neyse işte izlediğimi öğrenen soruyo "Neydi la şimdi o?" diye. Sanki ben çektim filmi.. Hatta yazdım gugıla, izleyenlerden anlayan eden var mı diye.. Yok. İzleyen herkesin kafası karışıyo demek..


Şimdi hani filmin başında 'görüşme' kısmında müdür Jack'e anlatıyo ya, bundan bi on sene önce böyle böyle bi şey oldu diye. Benim fikrim, Jack'in o tarz işler yapmasının altında, anlatılan o hikaye var, Jack kafayı yedikten sonra kendi kafasının içinde önce barmenle sonra temizlikçiyle tanışıyo. Temizlikçi o hikayenin aslında Jack'in olduğunu zaten karısını ve kızlarını öldürenin de o olduğuna inandırıyo onu ve Jack karısı ve çocuğunu öldürmek için gerekli gazı almış oluyo. Çocuk da biraz enteresan olduğu için babasının olayına katkıda bulunuyo istemeden.. Ne gibi? O odada bi kadın olduğunu söylemek gibi, bence o boynundaki izi çocuk kendi kendine yaptı Jack'in de dediği gibi..


Şimdi benim bile bi kılıf uyduramadığım sahne ise en sondaki Jack'in bundan bi 70, 80 sene evvel o otelde bi baloda çekilmiş bi resminin gösterilmesi.. Tam n'oluyo??

Filmin güzel sahnelerinden bahsedecek olursam, tabii ki, çocuğun piskiletiylen bi halıda bi yerde bi halıda bi yerde gitmesi ve o sesin o ortamda yarattığı gerilim.. Sonraaa, daha önce 'Film Kulübü' diye bi kitapta okuduğum -ve filmde özellikle dikkat ettiğim-, kübrik'in germek için yaptığı ekstra merdiven sahnesi.. Hani şu karısı geri geri çıkıyo ya elinde sopayla, hah o sahne: O sahnede gerilimi artırmak için merdiven bitmesin istemiş sevgili yönetmen ve basamak ekletmiş orda fazladan..


Aralık 2011
Oku..

Grindhouse BoxSet


Ben bi ara demiştim ki Nicolas Cage'in izlemediğim filmi kalmasın. Açtım imdb.com dan Cage'nin filmlerinin listesini, izlediğimin yanına tik koyuyorum falan; izlemediklerimi bulup izleyerek listeyi tamamlıycam. Grindhouse diye bir filmde oynamış gözüküyor ama filmin sayfasına bakınca oyuncu listesinde adı çok altlarda ufak bir rol olduğunu tahmin ediyorum. Biraz aradım bulamadım Grindhouse diye bir film. Az daha İngilizcem olsaydı işin iç yüzünü daha çabuk kavrardım ama neyse. Olay şu imiş:


Tarantino ve Rodriguez ikilisi daha nasıl değişik bi şeyler yapabilirizin peşindelerken akıllarına gelen bir fikirle halihazırdaki senaryolarını çekmeye başlıyorlar ve tamamladıklarında da iki filmi arka arkaya koyup sinemalara o halde gönderiyorlar. Yani birer buçuk saatlik iki uzun metraj film beraber gösteriliyor Amerikan sinemalarında.


Tarantino'nun Death Proof (2007)

Dublör Mike, manyağın tekidir. Arabası filmlerdeki aksiyon sahnelerini çekmek için dizayn edilmiştir. Bir bara girer, barda tek başına bir kız ve bir grup erkeğin bir grup kızla kaynaşmasını görür, tilt olur.. Bardan ayrılır gecenin karanlığında hem tek kızı hem de diğer kızları öldürür. Nasılı görselde.. Sabah olur, marketin önünde bir grup kız görür. Bu sefer de onlara takar kafayı.. Mike'ı Kurt Russell oynuyor. Kızlar ise önce tek kız sonra ilk ve ikinci grup olmak üzere şu şekil: Rose McGowan; Sydney Tamiia Poitier, Jordan Ladd, Vanessa Ferlito; Mary Elizabeth Winstead, Rosario Dawson, Zoe Bell, Tracie Thoms.. Bi de Tarantino kendi kadroda tabii.. imdb punaı 7,1..


Rodriguez'in Planet Terror (2007)

Virüs yayılıyor. İnsanları yok etmek isteyen bir virüs, insanların kendi kendini yok etmesini isteyen bir virüs.. Bulaştığı kişinin vücudunda tahribat yapıp bünyeyi ele geçiriyor ve insanlara saldırmaya başlatıyor.. Duruma zamanında ayıkan insanlar virüsle çatışmaya başlıyor, sonra herkes çatışıyor..
Kadroda, Rose McGowan, Freddy Rodriguez, Josh Brolin, Marley Shelton, Bruce Willis, Fergie ve Tarantino oynuyor.. imdb puanı 7,2..


Bu iki filmin arasına da, çekerken baya eğlendikleri belli olan uydurma film fragmanları koymuşlar. Ama böyle bir eğlenmek görülmemiştir. Fragmanlar: Machete, Thanksgiving, Werewolf Women of the SS ve Don't ismindeler. Bunları izleyince diyorsun ki: "Aslında film olsalar izlenir ha"; nitekim Rodriguez, Machete (2010)'yi film yapıyor.
2007 de sadece ABD ve Kanada'da bu şekilde gösterilen filmler, bu haliyle tutmayınca -ve sebebi her neyse- diğer ülkelerde iki ayrı film olarak gösterime giriyor.


Sonuç olarak beni bu noktaya getiren Nicolas Cage'dir, peki bu adam nerededir bu projede? Werewolf Women of the SS başlıklı fake-trailer'da, son sahnede iki saniye gözükerek ''nuhaha'' kahkasını koyveren Fu-Manchu karakterini oynamış kendileri. Ayrıca o fake-trailer'ları da bulup izleyin, bulması zor değil.


Ekim 2011
Oku..

Hollywood'daki Türkçe


'Ee bunun neresi enteresan?' diyeniniz yoktur herhalde.. Türkçe lan, bizim kullandığımız dil.. 
Hollywood filmlerinde denk geldiğim, o altyazıya bakmadan da anladığım (yani neredeyse anladığım) konuşmaların sahnelerini buldukça paylaşıcam sizlerle.. 

1. Pirates of the Caribbean: Dead Man Chest (2006)'de, yani Karayip Korsanları'nın ikinci filminde denk gelip şaşırarak başladım bu işe; Türk denizcilerin Jack'in şapkasını buldukları sahne.. Kırık bi Türkçe'yle güzel sahne çekmiş adamlar. ''Bak ne buldum ben'', ''Şapka buldum, kaptan gibi oldum, ne sandın'' falan diyo.. O sahnedeki oyunculardan biri İran'lı biri İtalyan bu arada.. 


2. Apocalypto (2006)'da ise ilkel bi kabilede, ilkel bi dil konuşuluyo; bi ara Türkçe kelimeler kullanıyolar :) ''hançer'', ''hadi al'', ''çok kimseyi yarmak'' diyo reis.. Anlamak için biraz dikkate gerekiyo belki ama anlayınca çok zevkli..


3. Chopper (2000), Eric Bana'nın başrolünde yer aldığı gayet güzel bir film, Türk kökenli Siam Özerkam (Serge Liistro)'ın canlandırdığı 'Sammy the Turk' karakteri vurulmadan önce ve sonra Türkçe küfür ediyor. Görmeniz gereken bir film, en azından görmeniz gereken bir sahne. Gayet de güzel ha, izlerken güldüm falan ama çok iyi sahne yani. Bi de adam kafasından vuruluyo ölmüyo hemen, tam Türk..


4. The Two Faces of January (2014)'de ise Kapalı Çarşı'da Sultan Kafe'de buluşan Amerikalı tipler var. "Bi şey içer misin, ama alkol yok burda, kusura bakmıycan artık" diyo.. Öbürü de "Sıkıntı etme yiğen, ne varsa içerik, seninkinden söyle işte" diyo.. "Bir çay daha lütfen" tam da burda geliyo..


Bu da playlist gibi playlist, arada açıp izleyin, çıkın balkona bayrak asın falan, o derece. Tam bir toplu sünnet: Ahanda..

Eylül 2011 güncellendi Şubat 2016

Fatih Sultan Mehmed'in hayatının ve fethinin işlendiği filmleri araştırırken gördüğüm Dracula Untold (2014) filminde, Türklerin elinde büyüyen, eğitilen, okutulan Eflak Prensi Vlad'ı ve filmdeki Türkleri Türkçe konuşurken görmek şaşırtıcı bir deneyimdi.. Çok düzgün olmamakla beraber, uğraşmış, konuşmuş adamlar.. Youtube'ta birileri paylaşmış, onun için ben kes yapıştırla uğraşmadım, link vereyim..


10 Mayıs 2018
Oku..

August Rush (2007)


Yönetmeni Kirsten Sheridan olan filmin senaryosu için üç yazar çalışmış. Oyuncu kadrosu ise Freddie Highmore, Jonathan Rhys Meyers, Keri Russell ve Terrence Howard ve büyük başkan Robin Williams'tan oluşuyor. Küçük bir rolle de Becki Newton görülüyor..
Sheridan, daha önce Disco Pigs (2001) diye bir film yapmış, onu da izledim ama o biraz daha karanlık bir dram olduğu için pek çekici değildi. Ama August Rush (2007), her oynadığında büyük zevkle izleyeceğim filmlerden.


Bir çocuk var yetiştirme yurdunda büyümüş... Anne baba müzisyen; kız klasik müzik yapıyor, oğlan rakçı; müziğin aşkı.. Kızın ailesi siz ayrı dünyaların insanlarısınız diyo, babası ayırıyo bunları. Ama kız hamile, tabi bundan oğlanın haberi yok. Kız doğururken baba kafalıyo doktorları çocuğun öldü diyolar. Çocuk, yetiştirme yurduna gönderiliyo..


Çocuk on yaşına falan geldiğinde, yaşadığına inandığı ailesini bulmak için kaçıyo yurttan. İyi de nereye gidiyor.. Müziği takip ediyor çocuk, hepimizin duyduğu ama dinlemediği müziği takip ediyo. Yaprakların hışırtısı, arabaların kornası, yağmurun cama vuruşu.. Sonunda sokakta gitar çalan bi çocuğu buluyo, dinliyo. O arada anne babasının onu duyabilmeleri için kendinin de müzik yapması gerektiğini düşünüyo, takılıyo çocuğun peşine, onun yaşadığı yere gidiyo, diğer müzik yapan çocuklarla tanışıyo. Onlara müzik yaptıran adamla da tanışıyo..


İşte film böyle.. Ve benim en favori filmlerimden.
Müzikleri muhteşem, oyuncuları muhteşem.. Daha ne lan!
Şu an mesela soundtrack albümünü dinleyerek yazıyorum bu yazıyı. Sık sık da dinliyorum zaten bu albümü; albüm kesmediği zaman açıp izliyorum filmi. Belki on kere falan izlemişimdir. İzleyin diye ısrar etmiycem zaten bi çok kişiye izletmişimdir. Çok kişiye doğum günü hediyesi olmuştur bu film.


Şimdi hadi bulun bi yerden izleyin şu filmi..

Eylül 2011
Oku..

Quentin Tarantino Sineması


Tarantino’nun çocukluğuna inilmesi gerektiğini düşünmeyen var mıdır? Bakın, bu herif psikopat ve iyi ki film yapıyo çünkü film yapmasa çok kötü şeyler yapabilirmiş. Tarantino filmlerine şiddetin-vahşetin hakim olduğunu bilmeyen yoktur herhalde. Hatta ayak fetişini falan.. (Ayak fetişini niye biliyoruz abi biz bu adamın.. Hep Didem Erol yüzünden..) Quentin aslında bildiğin Bağcılar çocuğu, şu alttaki poza bak..

İyi sinemacı ama.. Okullu falan olduğundan değil, bildiğim kadarıyla sinemayla ilgili bi şey okumamış. Bi ara oyunculuğa heves edip oyunculuk dersi almış o kadar. Filmcide çalışırmış önceden -DVD ve VCD öncesinde kasette filmler varmış, ben hiç izlemedim ama gördüm- çok film izlermiş işi sayesinde. Onun sinemacılığının olayı da karakter yaratma becerisinden geliyor, hayal gücünden.. Bütün hikayeleri karakter odaklı ve hakkında uzun uzun düşünülmüş, ayrıntıları ve derinliği olan tipler.. Sinemada en önemli şeylerden biri bu.. Tarantino Sinemasında da büyük bir yeri var yani..



The Hateful Eight (2015) ve Django Unchained (2012), ödül avcısı dolu, siyah adama negro deyip olay çıkarma temalı hikayeler.. Bunları, western tarzında yaparak neredeyse çocukluk hayalini gerçekleştiriyor.. Inglourious Basterds (2009), senaryosunu çeşitli sebeplerle hep ertelediği ve 5-6 senede falan tamamladığı, İkinci Dünya Savaşı zamanında geçen, Yahudi intikamı filmi.. Death Proof (2007), Grindhouse olayının bir filmi, eğlenceli film..

Kill Bill: Vol. 1 / Vol. 2 (2003-04), bir takım intikam filmi.. Uzak Doğu dövüş sanatlarıyla dolu, Hattori Hanzo kılıçlarının konuştuğu iki parça halinde bu film aslında ikincinin sonunda bitiyordu. Ama imdb.com Vol. 3'ün yapım aşamasında olduğunu söylüyor. Aslında intikam alınmış konu kapanmıştı ama.. Kill Bill'i, ilk zamanlarda 4 saatlik bütün halinde birkaç sinemada göstermişler şov amaçlı.. 3. filmin yapılacağı duyurulduğunda (hala daha çalışmalar sürüyor bilgisi var) 4 saatlik filmi tekrar meraklılarına izletmek için hazırlamış; Kill Bill: The Whole Bloody Affair (2011).. Bu yeni bir film değildi ama daha önce gösterilmeyen sahnelerin de eklenmesiyle ilgilenenlerin dikkatini çekmeyi başardı. 

Jackie Brown (1997), teni gibi gözü de kara bir hanımefendinin hikayesi. Zaten kadınlardan korkulurdu, Jakie Brown altımıza sıçmamıza sebep oldu. Pulp Fiction (1994), artık klasik olmuş, olmazsa olmaz, oldu mu tam olur bi film.. Yine kendisinin de karakter oynadığı filmlerinden biri.. Reservoir Dogs (1992), rengarenk bi film. Tarantino’nun ilk sinema filmi. Tarantino tarzının ortaya çıktığı film.. Tarz derken, şiddeti bu kadar net göstermesi, kan kullanmaktan kaçınmaması onun tarzı olarak görülebilir. Şüphesiz ki bi çok yönetmene ön ayak olmuş, gaza getirmiştir..


Pulp Fiction (1994)'dan sonra, iyice rahatladığı dönemlerde, eğlencesine yaptıkları Four Rooms (1995) var. 4 kısa filmden oluşan filmin 'The Man From Hollywood' kısmını yazıp yönetmiş, hatta oynamış da.. Bu 4 kısa filmin ortak noktası, olayların aynı otelde gerçekleşip, belboy Ted'in başından geçmesi.. Türü komedi ama Tarantino yine yapacağını yapıyor ve kanını çıkarıyor..

Bunlar dışında, True Romance (1993)'ın senaryosunu yazmış, Tony Scott'a emanet edilmiş, güzel film yapmış o da.. Çiftimiz var, bildiğin romantikler ama yine şiddet var; elde silahlar, üst baş kan, arka koltukta uyuşturucu, canları sıkılınca adam öldürüyorlar.. Ve birbirlerini çok seviyolar..
Natural Born Killers (1994) da, True Romance (1993) benzeri, hikaye Tarantino ama senaryo ekibi ayrıca çalışmış.. Yönetmenliğini Oliver Stone’un yaptığı bu film yıkılıyor. Hikaye biraz True Romance (1993)’ı hatırlatıyor.. Ama bunlar öldürmek için doğmuşlar.. Daha sertler..


Bir de Tarantino filmlerinin ortak özellikleri diye bi şey varmış eskiden, Grindhouse olayına kadar.. Çünkü orada bir kırılma yaşıyor kariyerinde.. Mesela ilk filmlerinin çoğunda çanta, valiz, bavul falan hep önemli olmuş; kapı önemli mesela, karakterler kapıyı açarken, kapatırken, kapı önünde falan çok sahne varmış. Bunu bi yerde okudum çok dikkat etmemişim: filmleri Los Angeles’ta geçiyormuş -Kill Bill (2003-04) hariç- onun da bi sahnesi varmış ama LA'de.. Filmleri arasında bağ kurma olayı varmış ve bu hareket neden onun dahi olarak görülmesini sağlıyo anlamış değilim. Bence sadece hobi gibi bi şey bu hareket. Mesela Reservoir Dogs (1992)'daki Vic Vega, Pulp Fiction (1994)'daki Vincent Vega ile kardeşmiş.. Tipleri falan da benziyomuş.. Neyse..

Bi ara, Pulp Fiction (1994) setinde, filmin makyözü Robert Kurtzman buna bi hikayesinden bahsediyor. İlgileniyor bu da, From Dusk Till Down (1996)'ı yazıyo o hikayeden.. Ama kendi çekmiyo, tam senlik hikaye, sen çek diye Robert Rodriguez'e veriyor.. "Ama bi şartla, ben oynamak istiyorum.." Sonra bu hikayeye yapımcı olarak devam filmi falan yaptırıyor, basit işler ama.. En son hali de işte Rodriguez'in önderliğinde şu an dizi oldu, kaç sezondur oynuyor..

Set çalışanlarıyla arasının hep iyi olduğunu okuduğumuz Quentin Tarantino'nun, dublör Zoe Bell'in önünü açması da çok güzel detay. Zoe'nin hikayesini bilmeyen çoktur, zamanında Xena'ya dublörlük yapmış, Kill Bill setinde de çalışırken tam bir Tarantino Girl olduğunu göstermiş. Kill Bill sonrası filminde sadece dublör değil, baya oyuncu olmuş. Ama dublörlüğe de devam ediyor bi yandan.

Çılgın yönetmenin bir röportajını okudum, (aralık 2012) şöyle diyor:
"Grindhouse'dan sonra çok moralimi bozdular, artık bir şey üretemiycem sandım, daha sonra toparlanıp uzun zamandır çekmeye cesaret edemediğim Inglourious Basterds (2009)'ı çektim. Şimdiye kadar 6 film yaptım, 10 gibi falan bırakmayı düşünüyorum. Yaşlı bir yönetmen olup kötü işler yapmak istemiyorum. Filmografimde az ama çok güzel filmler olmalı."
İlginç cümleler bunlar..

1. Reservoir Dogs (1992)
3. Jackie Brown (1997)
4. Kill Bill: Vol. 1 / Vol. 2 (2003-04)
10. ?

Eylül 2011 - edit, Aralık 2012 - edit, Şubat 2016 - edit, Mayıs 2018 - edit, Ekim 2020
Oku..

Buried (2010)



Dile kolay lan, bildiğin tek başınasın ve o aksiyonu koruman gerekiyor. Bir tabutun içinde uyanıp, birilerinin seni kurtarmasını bekliyorsun. Kamyon şoförüsün, Irak’tasın ve Amerikan vatandaşısın. Tabut kumun altında; çölün ortasında. Telefon koymuşlar yanına seninle iletişim kurabilmek ve fidye istediklerini millete haber vermen için. Ama tabii bu pili bitebilecek bi şey. Telefonda sürekli yardım istiyorsun, yırtınıyorsun "ben Amerikan vatandaşıyım" diye. Yok anlamazlar, o ona yönlendirir, o ona. Bürokrasi işte, hep engel. Ulan adam ölecek..


Yönetmenliğini Rodrigo Cortes'in yaptığı filmde, tabuttaki kamyon şoförünü Ryan Reynolds oynuyor. Muhteşem bir performans bence, en beğendiğim Reynolds işlerinden.

Bu arada kafa olarak Buried (2010)'e yakın ve ondan hemen sonra gösterime giren Danny Boyle yönetiminde James Franco'nun oynadığı 127 Hours (2010) var. (127 Hours'u ‘yüz yirmi yedi auırs’ diye okuyanlar canlarım benim) Yine tek oyuncuya yüklenilmiş ve yine gerçek bir hikaye perdeye taşınmış. Bu da güzel film, ikisi de tavsiye edilir.

Eylül 2011
Oku..

Kate Beckinsale ve Filmleri


73 Londra doğumlu Beckinsale, kariyerine dizi oyunculuğuyla başladı ve kısa süre sonra da sinema filmlerinde oynar oldu. İngiltere’nin en güzel kadınlarından biri olarak kabul ediliyor. 2004'ten beri yönetmen Len Wiseman ile evli olan 40 yaşındaki güzel oyuncunun bir tane kızı var. Daha önce bir çok filmini izlediğim Nicolas Cage için benzer bir yazı yazmıştım; bu yazıları yazarken ki amacım hem çok önceleri izlediğim filmlerini hatırlamaya çalışmak hem de siz yazılısinemaseverlere filmler hakkında küçük küçük bilgiler vermek. Yersen.


Total Recall (2012), 1990'daki aynı isimli orijinalinden uyarlanmış, bilim-kurgu aksiyon türünde film. Burda kötü kadını oynuyor ama yine çok güzel. Yazı boyunca ne kadar güzel olduğundan bahsedicem. Anıları silinen ajan Hauser birden gerçekle yüzleşir. Kate de çakma karısı ve karşı ajandır. Yönetmen, -aynı zamanda kocası olan- Len Wiseman.

Underworld: Awakening (2012),
Underworld: Rise of the Lycans (2009),
Underworld: Evolution (2006) ve
Underworld (2003) şeklinde dört filmlik bir vampir serisi. Açıkçası beni çok çeken bir seri değil. Kate, Selene karakterini canlandırıyor. Serinin yaratıcısı ve ilk iki filmin yönetmeni, Len Wiseman.


Contraband (2012), Mark Wahlberg'in başrolde olduğu orta karar aksiyon filmi. Kate'in rolü büyük değil ama benim gibi ne oynasa izlerimciyseniz, buyurunuz izleyiniz. Yönetmen: Baltasar Kormakur.

Everybody's Fine (2009), De Niro ve Sam Rockwell ile beraber oynuyordu bu filmde. Filmin olayı; bir babanın çocuklarıyla ilişkisi. Franke, hasta olduğunu öğrenir, ülkenin dört bir yanına dağılmış 3 çocuğunu son bir kez görmek ister, toplar çantasını, bir de fotoğraf makinesi alır yanına; çocuklarıyla fotoğrafları olsun ister.. Telefonda her görüştüklerinde ‘iyiyim iyiyim’ diyen çocuklarının aslında her birinin kendi çapında dertleri olduğunu görürüz. Yönetmen: Kirk Jones.

Whiteout (2009), yanılmıyorsam kutuplarda geçiyordu film. Bilim Bayanı olarak karşımıza çıkan Beckinsale, bilim camiasına sızan kötü adamlarla bir aksiyon içerisindeydi. Karın buzun içinde amansız bir mücadele; konusunu çok hatırlayamadım. Yönetmen: Dominic Sena.


Nothing But the Truth (2008), çok iyi filmdi. Avukatı oynuyor bu filmde, baya idealist, muhbirini korumak için içeride yatan bir avukat falan; doğru bildiğinin peşinden giden bir kadın. Yönetmen: Rod Luire.

Winged Creatures (2008), bu bi garson tamam mı.. Çalıştığı yerde bi cinayet işleniyor, al başına belayı.. Psikolojiler bozuluyor, ortalık karışıyor. Filmin numarası da herkesin bakış açısından olayı görebilmemiz. Yönetmen: Rowan Woods.


Vacancy (2007), aman da çok korktum.. Ya bi güzel kız bulunca da korku filminde de oynatmayın ya.. Boş otel odası.. Sakin görünen ama aslında psikopat olan resepsiyon görevlisi.. Kan.. Çığlık.. Çok klasik lan.. Yönetmen: Nimrod Antal.

Snow Angels (2007), demin izledim bu filmi.. Yine Sam Rockwell ile beraber oynuyor. Aslında sıkıcı bi film ama sonuna kadar bi şey ha oldu ha olacak gibi gidiyor, hiç bi şey olmadan film bitiyor.. Psikopat eski koca olayı işte. Yönetmen: David Gordon Green.

Click (2006), müthiş eğlenceli duygusal bir film. Adam Sandler’la beraberler bu filmde, aşırı zekice yazılmış bir senaryo. Felsefesi var. Ama çok şakacı. Yönetmen: Frank Coraci.

The Aviator (2004), 11 dalda Oscar adyı olup 5'ini alan bir Martin Scorsese filmi. Di Caprio film yapıyor filmde; bol uçaklı bir hikaye böyle. Kate zaten görünse yetiyor.. Tamam yani azıcık görünüyor.


Van Helsing (2004), efsanesini bilmeyenler için: zamanın birinde Van Helsing adında, gümüş oklar falan fırlatarak vampirlerle savaşan bir savaşçı var, çok meşhur bu dünyanın bir o tarafından çağrılıyor bir bu tarafından çağrılıyor. "Bizim mahalleye vempayr dadandı, öldür" diye. Bu da cengaver koşup gidiyor hep. İşte bu filmde de Kate’in olduğu kasabaya geliyor vempayr avlamaya. Kate, Underworld serisinde vampir güzeli iken bu filmde vampir avcısı güzeli. Bram Stoker’in yarattığı Van Helsing’i, nam-ı diğer Wolverine, Hugh Jackman oynuyor. Yönetmen: Stephen Sommers.

Tiptoes (2003), çok enteresan bir film. Birlikte olduğunuz adamın ya da kadının ailesinde cüce olduğunu öğrenirseniz ne hissedersiniz. Gerçi cüce deyince kızıyorlar, kısa diyelim. Yani kısa boylu anne baba, normal bir çocuk.. Olabiliyor.. Ve bu normal çocuk için gayet zor olabiliyor.. Çevresindekiler için de.. Normal çocuğun sevgilisi (Kate) bu durumu öğrenince olgunlukla karşılıyor ve ben seni de seviyorum, aileni de sevdim diyor ve baştan beri istedikleri çocuk yapma işini gerçekleştiriyorlar. Ama gelin görün ki kısa boylu bebekler gelişme aşamasında çok acı çekiyorlar. Gergin bir film zaten, ilginç yani. Yönetmen: Matthew Bright.

Laurel Canyon (2002), mal gibi film aslında ama Kate çok güzel lan. Kate'in kocası Sam rolünde Christian Bale var. Sam'in annesi biraz sıkıntılı bir karı onunla uğraşıyorlar. Bunalmıştım filmi izlerken öyle hatırlıyorum. Yönetmen: Lisa Cholodenko.

Serendipity (2001), belki biraz dandik ama bu kadar romantik bi film olabilir mi ya. Çok tatlı bir çift Kate Beckinsale ve John Cusack. Yönetmen: Peter Chelsom.


Pearl Harbor (2001), bir savaş filmi, çok güzel sahneler, çok güzel hemşireler ve yakışıklı askerler var. Kate de hemşirelerin en güzeli. İkinci en güzel hemşire de Jaime King. Ama işte savaş filmi birileri ölecek. Yönetmen: Michael Bay. Bu film Beckinsale'in kariyerindeki kırılma noktası, bundan sonra kaliteli yapımlarda başroller geliyor.


The Last Days of Disco (1998), film iyi mi kötü mü karar verememiştim izlediğimde. Biraz sıkılmıştım ama hikayesi de güzel gibiydi. "Ben film yapsam kesin böyle bi şey olur" diye bu film için mi demiştim acaba, yoksa başkası mı demişti? Yönetmen: Whit Stillman.

Emma (1996), İngiliz televizyonu için çekilen edebiyat uyarlaması bir film. Altyazı uyduramamıştım buna, onun için çoğu yerini anlamadım, zaten eski de bir film.
Ama aynı sene aynı hikaye Hollywood'da da çekilmiş, Emma (1996), Gwyneth Paltrow oynuyor onda da.

Ya o bu değil de, çok güzel kadın değil mi? Hem de hala güzel. Bak kaç yaşında ama hala. Bu arada 2001'den günümüze kadar olan bütün filmlerini izledim ama 2001 öncesinde oynadığı filmleri bulmak çok kolay değil.


Bakınız bu Esquire'ın geçen sene hazırladığı video: Esquire's Sexiest Woman Alive Yakışıklı baba, güzel anne. İyi gen meselesi aga. O kız n'olacak sizce büyünce.

Eylül 2011

9 sene önce yazdığım yazıya ek yapmanın zamanı gelmiş de geçmiş bile. En son Total Recall (2012) izleyip yazmışım bu başlığı. O günden beri çektiği filmler aşağıda ve en güncel de bir dizisi var. Zaman içinde filmografisine eklediği bu filmlerden sadece ikisini izlemişim ve onları da yazdım.

The Widow (2019- )
Farming (2018)
The Only Living Boy in New York (2017)
Underworld: Blood Wars (2016)
The Disappointments Room (2016)
Love & Friendship (2016)
Absolutely Anything (2015)
The Face of an Angel (2014)
Eliza Graves (2014)
The Trials of Cate McCall (2013)

En müsait bir zamanda Underworld serisini bir oturmada izlemek istiyorum. Beş filmlik bir seriye dönüştü, belki altıncısı gelirse gaza gelip izlerim hepsini tekrar..

Mayıs 2020
Oku..

Hitman (2007)




The Girl Next Door (2004) da ki kötü adamımız 'Kelly' çok acayip adam ya.. Böyle bi oyunculuk görülmemiştir. Merak ettim ayemdibidatkam'dan baktım, başka ne yapmış bu adam diye, Hitman'miş herif.. O, o mu lan! Hitman (2007), bazı bazı İstanbul'da geçerken aynı zamanda da Olga Kurylenko'yu barındırır bünyesinde.. Sözkonusu iki filmi de utanmadan, çekinmeden tavsiye ederim.


Yukarıda bahsettiğim adam Timothy Olyphant. 68'li Amerikalı aktör, Die Hard serisinin dördüncü filmi olan Live Free or Die Hard (2007)'daki kötü adam rolü ile de bilinir. Hitman (2007) de yine aynı dönem gösterime giren bir film ve bu sefer başrolde, Ajan 47 adıyla karşımıza çıkıyor.


Ajan 47, kendisi gibi bir çok çocukla beraber kaçırılıp, bir kampta toplatılıp, suikastçilik eğitimi almıştır. Yeterince büyüdüklerinde piyasaya salınıp freelance iş beklerler. Özel bir bilgisayarla öldürülecek kişinin bilgisi gelir ve adam öldürülür. Normalde bu kadardır iş ama son işi Rus Devlet Başkanı, vurulduktan sonra tekrar televizyonda görülünce Ajan 47 çok sinirlenir, vurduğu adamın dublör olduğunu anlar. İşini bitirmekte kararlıdır, Başkan'ın metresi de işe karışır. Başkan'a ulaşmak için İstanbul'da pis işlerle uğraşan kardeşini bulur ilk iş. Sonra da aldığı bilgilerle doğru başkana.


Filmin bir kısmı İstanbul'da geçerken, metresi de Olga Kurylenko oynamaktadır. 89 dakikalık film, bilgisayar oyunu uyarlamasıdır. Yönetmeni, Fransız Xavier Gens; senarist ise yine deminki serinin beşinci filmi olan A Good Day to Die Hard (2013)'ın yazarı Skip Woods'tur.




Yeni film Hitman: Agent 47 (2015)'de Rupert Friend oynayacak..

Temmuz 2011
Oku..

Waiting For Forever (2010)


Film, karakterlerin çocukluk görüntüleriyle, hatıralarla başlar.
Will, çok iyi niyetli bi çocuktur, hokkabazlık yaparak geçinir ve çocukluk aşkı Emma'ya hala vurgundur. Hatta öyle vurgundur ki kız nereye gitse o da gider ama amacı kızı rahatsız etmek değildir. Will'e göre aynı şehirde nefes almak bile yetiyordur. Ama yetmez tabii. Bir zaman sonra artık kızla görüşmek ister, görüşür. Kıza der böyle böyle ben hep senin yakınında bi yerlerdeydim der. Kız sinirlenir 'sen beni mi takip ediyon lan' falan atarlanır çocuğa ama zaten tabii kızın hayatında başka biri vardır. Will kalır öyle. Neyse, Will çeker gider bi şeyler olur, Emma'nın sevgilisinin yanlışları ortaya çıkar. Sonra Emma, Will'i bulmaya gider biraz aranır böyle sonra bulur. Will kızın yanına gelir 'beni mi takip ediyon?' der basar tokadı... Tokat yok..



Filmi izleme sebeplerimden biri Rachel Bilson'ın kedi canı olabilir! Puan verecek olsam 7 verirdim ama 6,5'tan.. Rachel'la beraber bu filmden sonra kanka olan Jaime King'in rolü küçüktür ama, o yine efsanedir.. 


Steve Adams'ın yazdığı senaryoyu yöneten, James Keach...

Temmuz 2011
Oku..

Nicolas Cage ve Filmleri



1996 senesinde Leaving Las Vegas (1995) filmiyle 'en iyi erkek oyuncu' Oscar'ını kazanmıştı. Bu, 50 yaşındaki oyuncunun 60 küsür filmlik kariyerindeki tek Oscar'ı. Bir kez de Adaptation. (2002) ile aday olmuştu ama kazanamadı onu.

Gerçek adı Nicholas Kim Coppola, evet Francis Ford Coppola'nın yeğeni. Bir kaç başarısız film deneyiminden sonra amcasının Rumble Fish (1983) filminde rol alıyor ve güzel bir kariyerin başlangıcı oluyor bu. Coen biraderlerin Raising Arizona (1987)'sında da rol alarak iyice dikkatleri çekmeyi beceriyor. Hem yetenekli hem çok çalışkan olan Cage durdurulamıyor tabi. Bir ara bir şey oluyor ve aksiyon filmlerinin aranan yüzü oluyor. Dramda da gayet başarılı olmasına rağmen daha çok aksiyonseverlerin karşısına çıkıyor. Yalnız 'son zamanlarda parasızlıktan önüne ne gelse oynuyor, çok dandik filmleri var' falan gibi laflar duymaya başladık. Ben çok katılamıyorum buna, yaşı gereği tarzı değişmiş deseniz belki katılırım, tartışılabilir bu.


Biraz da magazin yapacak olursak, Lisa Maria Presley ve oyuncu Patricia Arquette ile sürmeyen evliliklerinin ardından 2004'te Alice Kim Cage ile evlendi ve bir çocukları var.


En sevdiğim filmi Lord of War (2005)


***

Nicolas Cage'in çoğu filmini izledim. İzledim izlemesine de bakalım aklımda ne kalmış:

Drive Angry (2011)… Milton.. Öbür taraftan gelen.. İntikam için gelen.. Fena değildi, sevdim bu filmi.. Hele zaten Amber Heard beni benden alan hatun, kimi kimden almaz ki, yuva yıkar..


Season of the Witch (2011)... Cadılar zamanı yani. Nicolas ve bi arkadaşı, zamanın cengaverlerinden haçlı savaşçıları... Bi de kız var cadı diyolla buna. Bu kızı emanet ediyolar bizim cengaverlere, bi yerden bi yere götürmeye. Meğer kız cadı değil, şeytan...

The Sorcerer's Apprentice (2010)... Sihirbazın çırağa seçilmiş çocuk var ufaktan.. Ben yaşlara gelince, sihirbaz Baltazar Blake (Nico) buna sihir neyin öğretiyo... Kötüleri yeniyo...

Kick-Ass (2010)... Süper kahraman olmak isteyen bi bebe var. Bu baya dayak yiyo bu yolda. Bizim Nico burda 'Big Daddy' kızıyla (Hit Girl) beraber bu çocuğun iyi niyetine kanaat edip, onu kolluyolar. Oğlanı sahici süper kahramana yakın yapıyolar...

The Bad Lieutenant: Port of Call - New Orleans (2009)... Aslında kötü film değildi. Kötü polisi oynuyo bizimkisi, baya kötü amma uyuşturucu neyin de kullanıyo bol bol... Sonunda iyi oluyo niyeyse... Meğer kötülüğü numaradanmış...


Knowing (2009)... Nicolas Cage burda prof olmuş.. Kehanet diyen bi kızcağız vardı yanlış hatırlamıyosam.. O diyo bu çözüyo falan.. Dünyayı kurtaran adam yani... Yok... Ya da.. Hatırlayamadım sonunu ya... Dünya kurtuluyomuydu ya...

Bangkok Dangerous (2008)... En güzel filmlerinden bence... Aksiyonu bol gerilimi tadında.. Anlatmam bunu izleyin...

National Treasure: Book of Secrets (2007)... Modern Indiana Jones...

Next (2007)... Üç beş dakka ileriyi görebilen bi motorcunun maceraları... Motorcu muydu la... Sirk gibi bi şeyler vardı diye kalmış aklımda ama.. Motor falan... Uçan adam...

Ghost Rider (2007)... En tırt Marvel hikayesi... Doğru düzgüz konu yok.. Varsa da saçma... Motor süren, ateşli kurukafaya dönüşen bi adam... cağız... İsteyerek yapmıyodu la yazık... İsteyerek süper kahraman olan da çok az ha..


The Wicker Man (2006)... Bi polis idi burda... Adaya gidiyodu, hatta filmin Türkçe adı Lanetli Ada... Bir takım gerilim, falan kızı, eski karısı falan buna oyun ediyo. Psikopat karılarla kılıbık adamlarla dolu saçma bi adada yandı bitti kül oldu Nico...

World Trade Center (2006)... Dünya Ticaret Merkezi... Burda da polis idi... İkiz kulelere saldırı olayı anlatılıyodu.. Yani saldırı sonrası kurtarma çalışmaları.. Gerçek hikaye..


The Weather Man (2005)... Hava durumu sunucusunu oyniii... Kötü film.. Sıkıcı.. Ok-yay falan...

Lord of War (2005)... Ooooo... Çok güzel film... Savaş ticareti filmi... İzleyin...

National Treasure (2004)... Modern Indiana Jones'un ilk filmi...

Matchstick Men (2003)... Çok güzel kandırmaç filmi... Türkçesi Üç Kağıtçılar zati... Burda ki karakteri çok iyiydi bi kere... Sevdiğim filmlerinden...

Adaptation. (2002)... Senaristti bu filmde... Hatta ikizi vardı, ikisini de kendi oynuyo... "İki farklı kişiyi oynamak çok zordu" diyodu kamera arkasında değişik filmdi doğrusu...

Sonny (2002)... Yönetmenliğini yaptığı film. Mmm.. Jigoloyu anlatıyooo.. Kendi de acayip bi tiple gözüküyo filmde biraz.. Gaza gelen aktörün yönetmenliğe soyunma macerası işte, ikinci sınıf bi hareket..

Windtalkers (2002)... Savaş filmi... 1. Dünya Savaşı'ydı herhalde... Psikolojisi bozulan askerler...

Captain Corelli's Mandolin (2001)... Anam o Penelope Cruz nasıl çirkindi burda... Bi de mandolin neydi ya... Gitar falan çalaydın bari.. Koskoca kapitan...

The Family Man (2000)... Aile Babası... Zengin yatıp fakir ama gururlu kalkmak ne acayip bi şeydir ya. Ama çok güzel filmdi hacılar izlemeyenler izlesin... Sevdiğim bir diğer filmi...

Gone in Sixty Seconds (2000)... Araba kaçırma filmi, belli bi sürede belli bi miktar araba hırsızlığı.. Burda da o kalın dudaklı neydi o... Hah.. Angelina Jolie ile oyuyor. Benim de sinemada ilk izlediğim film olarak geçti kişisel tarihime...


Bringing Out the Dead (1999)... Yaşamın Kıyısında Türkçe versiyonu... Kötü, sıkıcı, boğuk bi film...

8 MM (1999)... Porno sektörü tüm çıplaklığıyla ortada... Hatta tüm iğrençliğiyle... 8 mm film, biliyosunuz, dandik filmlerde, ucuz yollu sinemanın kullandığı film tipidir. Porno sektörü de bu terimle anılır zaten... Ama eskidendi tabii, artık çok kaliteli pornolar...

Snake Eyes (1998)... İyi polis, kötü polis filmi... Kötü başlıyo iyi bitiriyo Nico...

City of Angels (1998)... Elini kesiyo kan yok, Seviyo, seviyo mu sevmiyo mu belli değil, lan n'olucak bunun sonu derken atla damdan, adam ol... Ama bu sefer de karı öl... Acıklı hikaye vesselam...

Face/Off (1997)... Bizim Ali/Polat dönüşümünün Amerikan versiyonu... Tam aynı olmasa da yüz değiştirme aynı... Ali/Polat dönüşümünü anlamayan olduysa buraya...

Con Air (1997)... Uzun saçlı asi Nico... Güzel de film.... İzlemeyen izlesin... Hapishane kaçışı..


Trapped in Paradise (1994)... Temiz komedi ağbi... Hiç kasmadan otur izle, gül...

It Could Happen to You (1994)... Nico bi polis rolüyle daha karşımızda... Gerçek hikayeymiş galiba.. Güzel hikaye...

Guarding Tess (1994)... Kötü film şimdi doğruya doğru... Eski başkanın karısını koruyan, zavallı işinin ehli koruma..

Red Rock West (1993)... İzledim ama inanet hatırlamadım ya.. Çok olmuş izleyeli...

Amos & Andrew (1993)... Çok güzel bi komedi gerilim...

The Boy in Blue (1986)... Genç bir kürekçinin hayat hikayesi... İyi de oynamış Nico can... Daha küçük burda... Küçük dediğim de benden büyük yine.


Nisan 2011
Oku..