Live by Night (2016)


Bu seneki filmlere bakınca prodüksiyon tasarımı konusunda gayet tatmin edici olan bu filmin neden Oscar ve Golden Globe gibi büyük etkinliklerde adının geçmediğini merak etmekle başlıyorum. Nasıl oluyor, mesela Oscar'da bir filmin adaylığı, kim tarafından ve nasıl öneriliyor da akademi üyeleri kazananı belirlemek için oyluyor bu filmleri? Dün arkadaşlarlayken de muhabbeti açıldı, merak ettik ve ben bugün küçük bir araştırmayla cevabını buldum.

Klasik festival tipi başvuru toplanıyor, başvuran filmler bir seçici ekip tarafından izleniyor ve adayları böylece belirliyorlar diye düşündüm önce. En azından Oscar için bunun böyle olmadığını öğrendim. Sürekli artmakla beraber bu sene 5800 civarı bir üyeye sahip olan AMPAS'ta, yapımcılar, yönetmenler, yazarlar, oyuncular, müzisyenler, kostümcüler gibi sinema sanatı ve bilimi alanında çalışan kişiler yer almakta. "Senenin en iyi filmi için birer aday istiyoruz" dendiğinde, sadece yapımcılar o sene izledikleri ve beğendikleri bir film adı söylüyor. "Senenin en iyi animasyon filmi için bir aday istiyoruz" dendiğinde, sadece animasyoncular birer animasyon film adı söylüyor. (Böylece herkes uzmanı olduğu alanda kendinin veya dayı oğlunun filmini öne çıkarmaya çalışıyor. Her sene çok dikkat çeken birkaç isim dışında genelde aynı isimleri görüyor olmamız demek ki bu sebeple.) Yani bu 5800 üyenin içinde -atıyorum- 300 yapımcı varsa, o 300 yapımcı arasında en çok önerilen 9 film Oscar adayı oluyor. Ve üyeler de adayları herkesle beraber öğreniyor. Sonra da bütün üyelere her kategoriden bir favori belirlemeleri söyleniyor ve kazananlar belli oluyor. Bildiğin Survivor. "Kimi yazalım?", "Sen kimi yazcan?" falan dönüyodur yani. Kazanan isimleri de bir tek Beyoğlu 1. Noter'i falan biliyor.


Ben Affleck de pek tabii yıllardır sinema sektöründeki popüler isimlerden olduğu için kesin akademi adayıdır. Baktım da bulamadım aday listesini ama kesin adaydır ya. Çevresi de var aslında ama bu film için demek ki iyi kulis yapamamış. Sadece Critics Choise Awards'ta adaylığı var prodüksiyon tasarımı dalında; yetmez.
Neredeyse yazdığı her kitap film yapılan, sinema sosyetesinde epey popüler olan edebiyatçı Dennis Lehane'in aynı isimli romanından uyarladığı senaryoyu, yöneten ve yapımcılığını da yapan Affleck başrolü de kendi oynuyor. (Aga sen hiç işi bilmiyon, sadece senin oyunla yürümez bak.) Güzel kadro kurmuş ama Allah'ı var: Zoe Saldana, Sienna Miller, Elle Fanning ve birkaç iyi adam.


Küçük çetesiyle banka soyan Joe, çılgın sevgilisi Emma'yı bölgenin mafya babasının yanına köstebek olarak yerleştirir ve işler böyle yürür. Daha büyük bir mafya babası, Joe'nun namını duyar ve iş teklif eder; Joe, mafyayla işi olmayacağını söyler. Son işim dediği bir soygunda işler karışır, hapse girer ve Emma ölür. Hapisten çıktığında o daha büyük mafya babasının teklifini kabul eder. Bir bölgesi olur, kaçak içki diye başlar, kumarhane, uyuşturucu diye büyüyecekken engeller çıkar. Graciela'ya aşık olur.

Ahım şahım bir hikayesi olmamakla beraber, 20'ler Amerikasında koldan vitesli arabaların kovalamacasını izlemek keyifliydi. E kızlar güzeldi falan. Yani tavsiye etmem kesin izleyin diye ama prodüksiyon tasarımı konusundaki emeklerini ve başarılarını da görmezden gelemiycem. Puanım 5/10.

260317
Oku..

Love (2016-18)


Dizinin varlığından daha geçen hafta haberim oldu. Netflix işi. İkinci sezonu geçen ay yayınlanmış toplam 22 bölümü olan diziyi birkaç günde bitirdim. Ortalama yarım saatlik bölümler ve gayet sevimliler. Bu tarz dizileri -ki postere bile biraz bakınca belli oluyo tarzı- görünce izlemek istiyorum ama genelde yedinci sekizinci sezon gibi astronomik vakitlerle belirdikleri için uzak duruyorum. Bunun ikinci sezonu olması "İzlenir len aslında" dedirtti. Sonra baktım bir de Judd Apatow himayesinde, yani güvenilir kaynak, tamam dedim.

Yaratıcılığını Judd Apatow, Lesley Arfin ve Paul Rust'ın yaptığı dizinin başrolleri Paul Rust, Gillian Jacobs ve Claudia O'Doherty. Gayet tahmin edilebilir bi şey gibi, Paul bir takım fikirlerle Judd'a gelmiş, demiş ki "Tatlı bi fikir var ama ben oynarsam." Bakmışlar kocaman burnu var, komik tip, olur demişler. Şaka şaka. Belki de değil bilmiyoruz. Paul komik tip, Gillian Jacobs tatlı kız; ikisi başrolü oynuyor, Gus ve Mickey. Claudia O'Doherty de Mickey'nin ev arkadaşı Bertie'yi oynuyor, o da tatlı kız ama Gillian tam bir mimik tatlısı.


Bir benzinlik marketinde tanışan Gus ve Mickey, ilişkilerinden yeni çıkmış, hafif bitik tipler. Ama Mickey daha bitik, alkol, uyuşturucu ve seks bağımlısı çünkü. Pardon aşk ve seks bağımlısı. Sürekli böyle toplantılara gidip hani "Ben Mickey, alkoliğim!" diyen bir kız. (Bizde var mı acaba terapi grubu sistemi?!) Bir radyoda çalışıyor. Gus ise bir tv dizisi setinde çocuk oyuncunun özel öğretmeni olarak görevli. Kız çok şımarık, çok para kazanan ünlü bir ergen. (Apatow'un kızı Iris oynuyor Arya'yı, çok tatlı kız. Babasının filmlerinde izliyoruz arada..) Dandik bir cadı dizisi setindeler. Gus hobi olarak senaryo falan yazıyor, sürekli sette laf oraya gelsin istiyor. Bi de arkadaşlarıyla müzik yaptıkları bi eğlence grubu var. Gus değişik bi tip, ezik gibi. Mickey ise değişik bi tip, deli gibi. Aslında ne o ezik ne öbürü deli ama ikisi de sorunları olan tipler. Hangimiz değiliz?!

Dizide en sık kullanılan kelime; yargılamak. İşte biri bi şey yapıyo, diğeri bi şey söylüyor, hemen dont cac mi. Ulan arkadaştık hani. "Dostum böyle yapmamalısın, bunu niye yaptın ki zaten?" diyen arkadaşına, "Beni yargılıyosun gibi hissediyorum" deyiveriyo insan. Eskiden ne güzel "Haklısın adamım" veya "Doğrusunun bu olduğunu düşünüyorum" falan denirdi. Şimdi hemen dont cac mi. Arkadaş dediğin bir şeyler söyleyebilmeli ama kimse öyle arkadaş istemiyo artık. Geçenlerde benim de başıma geldi yani bu 'beni yargılama' lafını eskiden bu kadar duymuyorduk. Gerçek hayatta da filmlerde de.


Dizide en sık kullanılan ikinci kelime de; Uber. Bu bir nevi yeni nesil taksicilik. Uygulaması var, tabii ki. Araç lazım olduğunda istiyorsun, en yakınındaki Uber kullanıcısına haber gidiyor, müsaitse gelip seni alıyor, istediğin yere götürüyor. Mesela işten çıktın, eve gideceksin, tam o sırada yakınında biri araç istiyor. Onu da alıp götürüyorsun nereye diyorsa. Bildiğin korsan taksicilik ama uygulama yasal, vergisini ödüyor. Bu sebeple taksiciler çok karşı bu uygulamaya. Bizde zaten daha yayılmadı. Yayılamaz da çünkü çok fazla taksi var. Amerika'da taksi bulmak çok zor ve pahalı olduğu için herhalde kolayca yayıldı ve en son şoförsüz araçlar falan kullanmaya başlayacaklardı, n'oldu acaba?! Dizide kolayca Uber çağrılıyor, zınk diye geliyor. Güzel reklam almışlar.

240317


Öncelikle şunu söylemek isterim, bizde de Uber yayıldı. Hatta taksiciler bunları dövmeye bile kalktı, ne olaylar.. Ama bizde sanki sadece 'şoförlü özel araç' gibi kullanılıyor, hep siyah lüks minibüs tarzı araçlar gözüküyor Uber diye.. Neyse..

Güzel dizimizin üçüncü ve final sezonu geldi! İlk iki sezonuyla zaten sevdiğim bir dizi olmuştu; üçüncü sezonu da iyice samimi ve 'kendimden izler' bularak izledim, çok beğendim.. 20-30 dakikalık eğlenceli 12 bölüm daha yani.. Tamam belki bi iki bölüm tırışka olmuş ama genel olarak yine başarılı. Ve bitti, hepi topu 34 bölüm tamamı.. Bu 34'ün 30'u çok iyidir mesela, öyle söyliyim..

Tanışmalarının üzerinden aylar geçiyor ve bireysel değişimlerinin ilişkilerini olumsuz etkilemesinden çekiniyorlar. Derinlere indikçe arızaları netleşen çiftimiz, sorunlarıyla bir güzel yüzleşip aslında çok da dert etmemeleri gerektiğini anlıyorlar. Ben çok tatlı buluyorum bu psikopatları. Her insan kadar kaçıklar.. tamam belki biraz fazlası ama bu onları tatlı yapıyor zaten. Bu sezonda, alkolü bırakan Mickey'nin kararlı mücadelesiyle, iş hayatındaki başarılarını; çeşitli gazlarla kariyeri için yapıcı adımlar atmaya başlayan Gus'ın da öfke nöbetlerini izliyoruz. Ayrıca Arya her geçen sezon biraz daha büyüyor ve hala pislik bir tip.

Sezon sonunda da tatlı bir sürprizle komple final yapıyorlar. Sizi unutmıycam gençler.. Hep tavsiye listemdesiniz!..

22 nisan 2018
Oku..

Jackie (2016)


Hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığım bir First Lady idi Jacqueline Kennedy, Jackie. Sanatseverliği ve şık vizyonuyla Beyaz Saray'ı zamanında baya masrafa soktuğunu öğrendim filmde ama neyse ki şimdi Trump maaş almıyor da hazine rahat nefes alıyor. Zenginin malı züğürtün çenesi... Amerikalı başkan eşleri içinde tek sempati duyduğum da Michelle Obama olmuştur bu arada. Gerçi şu an o koltukta iyi ki Melanie Trump oturuyor da Amerika daha modern bir yer gibi duruyor. Elalemin karısı kızı...

Jackie, kocası JFK'nin cenaze töreni için özenli davranmaya çalışırken, istihbarat tören yapılmaması gerektiği konusunda uyarıyordu yönetimi. Suikasti gerçekleştirildiği iddia edilen Oswald mahkemeye çıkamadan öldürülünce, konu da daha fazla deşilemedi. Bu sebeple korku devam ediyordu. Jackie ise kocasının hatırasına saygı duyulması konusunda diretiyordu. Zaten onun için çok zor olan bu durum iyice zorlaşıyordu.


Ama sanki biraz kendi için yapıyordu bunları Jackie. Seviyordu başkan karısı olmayı, Beyaz Saray'da yaşamayı. O şatafat son anına kadar devam etmeliydi, uzatabildiği kadar uzatmak istiyordu işi. Gazetelerde yazmayan, televizyonlara çıkmayan bir Jacqueline Kennedy tanıyoruz burada. Kocasının ölümünden bir süre sonra bir gazeteciye verdiği röportaj esnasında tanıyoruz onu. "Her şeyi yazamazsın" diye baştan uyarıyor. "Sigara içtiğimi bilmemeli mesela kimse".

Bu bir hayatın kamera arkası. Çok güzel, heyecan verici detaylar olmakla beraber genel olarak fazla yavaş işlenmiş bir film. Son üç filmiyle Amerika'da popüler olan Şilili yönetmen Pablo Larrain'e emanet edilen hikaye, aslında çok güzel olabilecekken karakterin iç hesaplaşmasında boğulmuş. Tamam zaten kocasının ölümünden sonraki hayatı böyledir ama sanki biraz daha renkli taraflar da görseydik de iyice sevseydik Jackie'yi. Galiba Jackie'ye tam ısınamamış olmamız hikayeye mesafeli durmamızın birinci sebebi. Jackie'yi sadece bir televizyon programına Beyaz Saray turu attırırken gördük. Bence biraz daha tanımalıydık.


En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Kostüm ve En İyi Müzik dallarında Oscar adayı film hiçbir şey alamadı. Ben Natalie'den umutluydum, bence Emma da Natalie'den umutluydu. Başrolde Natalie Portman'ı, Kennedy'nin kardeşi ve yardımcısı Bobby rolünde Peter Sarsgaard'ı, Jackie'nin yardımcısı rolünde Greta Gerwig'i ve röportajı yapan gazeteci rolünde de Billy Crudup'ı izliyoruz. Filmin birinci yapımcısı ise Darren Aronofsky, Natalie'nin kocası, efsane yönetmen. Geçen seneye kadar sadece kendi filmlerine para yatıran bir sinemacı olarak bildiğimiz abimiz, yapımcılık işini sevmiş gibi duruyor.

Filmdeki en ilginç detayın ise, JFK'nin vurulduktan sonra arabada yanında oturan karısının kucağına yığılması; Jackie'nin arabanın üstünden kafatası ve beyin parçalarını toplamaya çalışması. Galiba bu hiç anlatılmayan bir detaydı, ben hiç denk gelmemiştim bu bilgiye. Bir de Dallas dönüşü hemen uçakta yeni başkanın göreve getirilmesi falan.. Zaten dramatik bir karakter olan Jackie için hayat çok zor-muş.

Posterdeki 'Jackie' fontu da hanımefendinin imzasından uyarlanmış. Bu bilgiye de her yerden ulaşamazsınız. Bu da yazının şık detayı olsun.

220317
Oku..

Iron Fist (2017-18)


Iron Fist (2017-18), Marvel-Netflix ortaklığındaki dizi serisinin Jessica Jones (2015-19), Daredevil (2015-18) ve Luke Cage (2016-18)'den sonraki dördüncü ayağı. Bir de kısmetse seneye The Defenders (2017)'ta grup macerası izleyip sonra onların bi sonraki sezonlarını bekliycez, böyle geçecek hayat. Bilindiği üzere bu seri Marvel'ın daha mütevazı süper güçlere sahip kahramanlarının hikayelerini işliyor. Aslında güçler mütevazı değil de düşmanlarının çapı o kadar geniş değil; dünyayı ele geçirmeye çalışmıyorlar da şehre uyuşturucu sokuyolar falan.


Danny Rand, 15 yıl önce küçük bir çocukken ailece Çin tatiline gidildiği bir sırada yaşanan uçak kazasında hayatta kalan zengin piji. Ama hayatta kaldığı 15 yıl sonra ortaya çıkıyor çünkü uçak Himalaya eteklerine düştüğünde keşişler Danny'yi iyileştirip büyütüyorlar. Yıllar sonra memleketi New York'a döndüğünde, olayların hiç düşündüğü gibi gitmediğini görüyor. Rand şirketinin başına, babasının ortağının çocukları geçmiş, yetmezmiş gibi iç mihrakların tehditleriyle kötü adamlarla iş yapar olmuşlar. Ama Danny Rand bu oyunu bozacaktır. Belki o arada K'un Lun'da eğitimini alıp Iron Fist olmasının etkisiyle baş düşman Hand'i de haklayacaktır. Hatta belki ailesinin intikamını bile alabilir yani..

Madam Gao'nun serinin diğer ayaklarında da kötü taraf olduğunu düşünürsek The Defenders'ta kime savaş açılacağı kolayca tahmin edilebiliyor. Uyuşturucu satışı işi başta olmak üzere pek çok mafyatik faaliyeti bulunan Gao, bir türlü tam yenilemiyor. Hele bu dizide saçma sapan serbest kalıyor. Genel olarak serinin diğer dizileriyle kıyaslanınca Iron Fist'in en doyurucu hikayeye sahip olduğunu düşünüyorum. Teknik olarak dört dizi de aşağı yukarı aynı kalibrede işler ama başrol hariç en başarılı oyuncu seçimi bu dizide galiba. Ayrıca en kötü jenerik de yine bu dizide; Daredevil çakması bi giriş yapılmış.


Danny Rand karakter olarak biraz Doctor Strange (2016) enerjisine, biraz da Guardians of the Galaxy (2014)'deki Peter salaşlığına sahip. Gerçi Peter'lık iki bölümde bitti, zen ustası gibi takılıyodu başta. Chi'den gelen enerji, boyutlara açılan kapılar. Tabii o boyutlara açılan kapıyı görmüyoruz, dizi bütçesi o kadar efekt görmemize engel oluyor. Ama aynı bütçe bize Jessica Henwick sunuyor. Çok pahalı bir oyuncu olduğunu düşündüğümden değil, çok tatlı, dünya malıyla ölçülmez bir gülüşü var. Kırmızılım burada.


Başrolde, Finn Jones diye, tırnak yemekten saçı kıvırcıklaşmış sarışın bi tip var. O da Game of Thrones'taki küçük prensin sinsi karısının gey kardeşi vardı ya hani, Tyrell, o işte. Jessica Stroup, Tom Pelphrey, David Wenham, Rosario Dawson ve Carrie-Anne Moss. Son iki isim serideki diğer dizilerde de karşımıza çıkan ortak karakterler.

Ve tabii bir de Ejderin Kızı Jessica Henwick; Game of Thrones'ta da oynuyor, Ellaria Sand'in kızları var ya hani, çatlak üç acem kızı, kızlardan biri işte oradaki. Adaşı Jessica Stroup da çok güzel.
Dedim zaten ya, başrol hariç çok başarılı oyuncu seçimleri bunlar.

200317


10 bölümlük ikinci sezonunu şimdi izlediğim dizi, gerçekten bazen Türk Dizisi saçmalıklarına girse de keyifli bir seyir sunuyor. İlk 3-4 bölüm hikayeye girememekten kıvranırken sonrasında güzel bir açılma oluyor ve tempo artıyor. Böyle olunca bir sonraki bölüme geçmek için tereddüt etmiyor insan, acaba biraz ara mı versem demiyor.

Danny New York'un Çin Mahallesinde, çete savaşlarının içinde, gücünü kullanmamak üzere kendini zor tutarken yanında hep sevgilisi Collenn var, onu dizginleyen, sakin kalmasını salık veren bir güzellik. Bunlar da nasıl sevgili anlamadım, bi ilk bölüm göstermelik bi giyinik seviştiler, bi de son bölüm küçük bi öpücük.. O kadar tutucu bir dizi ki, Collenn'e dövme yapılacak mesela, gittiler koluna yaptılar; hayır bişey görmek istediğimden değil, Danny'nin göğsünde kocaman, Davos'un sırtında kocaman, kıza gelince kola yap geç..


Danny'nin K'un Lun'da beraber büyüdüğü ve Iron Fist ruhunu kapıştığı öz olmayan gardaşı Davos, hakkı olanı yani yumruğu Danny'den almaya gelmiş. Onun bu gücü boşa harcadığına, kötü adamları direkt öldürülmesi gerektiğine inanmış. Bunun için de, Danny'nin şirketini yöneten Ward ve Joy kardeşlerin Joy'uyla anlaşmış, kötü tarafa çekmiş onu. O da Danny'yi etkisiz hale getirecek şizofren bir tetikçi tutmuş. Böyle bir mücadele.

Serinin diğer dizilerinde de izlediğimiz Dedektif Misty, hem Collenn'in kankası hem resmi adalet savaşçısı olarak hikayeye ortak oluyor. Kavga dövüş işlerini terkediğini söyleyip duran güzel Collenn'i Misty polis yapmaya çalışırken, Danny de Iron Fist olsun istiyor. Sonunda kızın kıymetini bilip herkes elinde ne varsa ona teklif ediyor. Bu çok güzel haber!..


30 Mart 2020
Oku..

Deniz Seviyesi (2014)


Filme puanım normalde 7 ama çakılı altyazısı olmadığı için 6 verdim. Filmin çoğu İngilizce, bir tane Amerikalı var filmde ama maşallah herkes çatır çatır anlıyo, konuşuyo. Yazık bi tek Burak 'abortion'ın nolduğunu bilmiyo diye kaçırdı muhabbeti, onun dışında herkes konuya hakim.

Amerika'ya okumaya diye giden Damla'nın, iş güç, evlilik mevlilik derken en son hamile haliyle gizli gizli alkol sigara tükettiğini görüyoruz. Belli ki var bi sorumsuzluk, anne olmaya hazırlıksızlık. Çocukluklarının geçtiği Bodrum'daki yazlık ev satılacakmış, kocasının da ısrarıyla son bi tatil için atlayıp geliyorlar. Kocası çok tatlı adam, damat mamat diye akrabalar sahipleniyo Kevin'ı. Ama güzel demenin hafif kaçacağı Damla, minik hamile göbeğiyle gergin gergin dolanıyo ortada. Burak var, çocukluk aşkıymış, -ne çocukluğu işte üniversiteye gidene kadar beraberlermiş hep- ona hiçbir şey demeden gitmiş, arayıp da sormamış ya, küsler bunlar. Burak, "Niye geldi bu buraya" tribinde, Damla da "Ya çağırmasanıza onu buraya" havalarında.


Kevin sonradan öğreniyor bunların arasındaki ilişkiyi, Damla'nın neden çocuğuna Burak ismini vereceğini. Artık tabii olan olmuş, Burak da Damla da tekrar beraber olmayı akıllarından geçirmiyorlar ama sanki bir mesele var çözülmesi gereken. Damla'nın gerginliğinin sebebi olan.

Nisan Dağ ve Esra Saydam'ın beraber yazıp yönettiği Deniz Seviyesi (2014)'nin yapım ekibinde Türklerle beraber Amerikalı ehiller de çalışmış. Pek çok milletten yapımcısı olan film sanırım Türk filmi statüsünde değerlendiriliyor. Zira Adana'da 21. Altın Koza Film Festivali'nde ödüle boğuldu. Ki yerli film festivaliydi o dönem; bu sene uluslararası oldu. En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Görüntü Yönetimi, En İyi Kurgu ve En İyi Müzik dallarında ödül aldı.


Tatlı bir havası var filmin, romantik dram sevenler için ideal, deniz kenarı şöyle, oh mis. Filme tek teknik eleştirim ses konusunda olabilir, müzikleri başarılı bir filmin ses miksajını bu kadar göz ardı etmesi hoş değil. Bizim filmlerin genel kusuru bu bence, ses alamıyoruz abi. Bakıyorsun çok güzel sinematografi ama konuşmalar anlaşılmıyor, ses seviyeleri çok dengesiz, bildiğin büyük kalite kaybı bu. Deniz Seviyesi (2014) nezdinde herkese söylüyorum.

Damla Sönmez'i çok beğeniyorum, Ahmet Rıfat Şungar hakeza; Amerikalı Jacob Fishel de hiç fena değildi, kendini şanslı saymalı, böyle rol arkadaşları herkese nasip olmaz.

170317
Oku..

Kor (2016)


Kor (2016), Bulantı (2015)'dan üç dört ay sonra vizyona girdi diye hatırlıyorum, "N'oluyo lan, daha yeni izledik" tepkisi vermiştim, niyeyse izlemek istememiştim o dönem. Hatta sonra posterdeki kızı Bulantı (2015)'nın başarılı yan rolü Hassanisoughi sanıp, "Orada çok beğenildi diye kıza hemen başrol yazmak nedir arkadaş" diye çıkışmıştım. Gel gör ki ne o kadın o kadın, ne film öyle bir film. Ah bu yargıların gözü kör olsun. Zeki Abi özür. Ama abi bi şey itiraf edeyim, "E Üç Maymun (2012) olmuş bu" diye geçirdim içimden bi ara. Öyle bi akla getiriyor yani çok şey değil de.

Ziya Bey'in dikim atölyesi varmış, Cemal de Emine de orada çalışanmış. Cemal'le Emine evlenmiş, Cemal kendi atölyesini açmaya çalışmış, batmış. Bir gün Emine'ye demiş ki ben Romanya'ya gidiyorum, çalışmaya. Aylar geçmiş haber alamamış Emine, kalmış oğlu Mete'yle ortada. Mete hasta tabii ki, kalbi delik çocuğun. Ziya Bey bi gün denk geliyor, öğreniyor durumu, hemen Mert'i aman Mete'yi tedavi ettiriyor. Karşılığında -hadi karşılık demeyelim buna- bir ara da güzel Emine'ye zıplıyor. Emine çok ses etmiyor, abi diyor ama, durma da diyor. Şimdi bu kız, çocuğu tedavi edildi diye bir nevi borç mu ödüyor da durma diyor, yoksa hakikaten istiyor mu da ne diyor? Sonra Cemal çıkıp geliyor, Emine bi şey söylemiyor. Ziya Bey iş teklif ediyor hatta Cemal'e. Anladı anlayacak, kesin hissediyor, düşünceleri altında akıyor hikaye. Finalde bile daha tam çözülemiyor hisler, diyosun ki "Tamam, bariz işte" ama konuşulmuyor, insanın boğazına düğümleniyor.


Bir paralı adam, -sırf borusu ötüyo diye- bir kadına bu şekil yanaşma cesaretini kendinde bulmalı mı?Bir parasız adam, aynı hislerle benzer durumda aynı cesareti gösterseydi kadının tavrı değişir miydi?Asıl sorguladığım şey, mesele borç ödeme meselesi mi, zenginliğin üstünlük sayılması mı burada? Ya da bildiğin aşk, yasak aşk ama aşk yani. Zaten Cemal'den yılmış iyice. Gerçi asabi Cemal'den itiraf da geliyor, "Hakkettim ben," diyor, "ama söyle de bileyim" diyor.

Teknik olarak özellikle sesler bağlamında çok zayıf kaldığını söylemem gerek. Konuşmalar anlaşılmaz durumdayken atölyedeki makine sesleri beyinlere kazınsın istenmiş. Muhakkak başarılı bir film fakat çok da değil. Ziya Vs Cemal için de yatakta birkaç med-cezir sahnesi mevcut. Çok karanlık demezseniz bir sahnede de memeler meydanda.


Zeki Demirkubuz her zamanki gibi kendi yazıp yönetiyor. Başrolde, komedi oyunculuğunda başarısının tescilli olduğunu düşündüğüm, güzel kadın Aslıhan Gürbüz'ü vasat dram oyunculuğuyla izliyoruz. Hatta biraz amatör duruyordu. Onun dışında Caner Cindoruk ve Taner Birsel performansları yıkılıyor tabii. Çağlar Çorumlu ve Dolunay Soysert de kadroyu birer ikişer sahneyle renklendiren üst düzey oyuncular.

Mağara dergisinin üçüncü sayısı için söyleşi yapıyorduk Çağlar Çorumlu'yla, "Sinemada en çok Zeki Abi'yle çalıştım, üç film oldu" dedi. "Kader, Bulantı.. Üçüncü hangisi?" dedim. "Kor işte" dedi. O ara vizyondaydı film ve ben kerizlik edip izlemedim ya filmi, bilgisiz gibi, tırışka gibi kaldım öyle. Neymiş, dersimize iyi çalışıp gidecekmişiz.. İzlemesek bile izlemiş kadar olacakmışız, en azından bi fikrimiz olacakmış.. Hatalarımdan ders çıkarmaya bayılıyorum. Filme puanım da 7/10.

170317
Oku..

Ana Yurdu (2015)


Geçen senenin çok konuşulan yerli filmlerinden olan ama ne kadar çok konuşulsa da dağıtımda sıkıntı çektikleri için doğru düzgün izlenmeyen işlerden olduğu için henüz görebildim Ana Yurdu (2015)'nu. Henüz kelimesi de bir acayip, başta 'henüz izlemedim'deki gibi negatif duygu veriyor, oysa henüz=demin değil midir?! Hadi biriniz de 'demin izlemedim' deyin, diyemezsiniz. Bu da 'henüz'ü çift anlamlı yapar; 'henüz görmedim' ile 'henüz gördüm'deki 'henüz'ler başka 'henüz'ler.. Türkçeyi seviyorum, böyle şeyler keşfedip mutlu olmamı sağlıyor.. Açıp baksan sözlükte var bu ama kendin fark edince bir başka güzel.

Geçen hafta tatil için memlekete gittim. Anne baba istiyor ki geri dönme İstanbul'a falan, neredeysen geldiysen işte, dönme oraya. E okuyayım diye siz destekleyip gönderdiniz, n'oldu, işler değişti di mi? Önce büyük fedakarlıkla kendi yolunu çizsin diye gaz verilir çocuğa, sonra vazgeçtim gel, olmaz. Ha mesele büyükşehrin hastası olma meselesi de değil, yaptığın işin kıymetini bulma meselesi. Ben istemez miyim yıllarca edindiğim entelektüel birikimi taşraya yayayım. Ben çok mu seviyorum bi saat metrobüs yolculuğunu. Ama gittiğimde iki laf edecek ortak nokta da bulamıyorum, ortam da bulamıyorum. Orada çalışsam, bi şeyler üretsem karşılığını bulamayacak muhtemelen. Tepeden bakma değil bu, biri Woody Allen komedisiyken diğeri Şahan Gökbakar fantezisi. Ayrıca metropol diye burada da herkes kıymet biliyo değil ha. Ama çevremde en az bir Fitzgerald ya da Tanpınar okuyan daha olmalı ki emeklere yazık olmasın?!


Nesrin, yazar, romanını bitirmesi gerekiyor, çok da vakti kalmamış belli ki, yetiştirmek üzere hikayesini köye götürüyor. Ailesi şehre göçmüş ama köyde ev var, temiz plan. Sakin kafayla oturacak bilgisayarın başına. Ama annesi duyuyor köye geldiğini, kızını görmeye geliyor. Nesrin geriliyor. Anne "Tamam hadi sen çalış, rahatsız etmiyim" dese de her şeyine karışıyor. Dert üstüne dert anlatıyor. Zaten yazarlık yapmasını da istemiyor; köylü laf ediyor, kız kısmı falan diye, yazarlık neymiş filan diye. Adap bilmiyo diye işi iyice ileri götürüyolar. Ama anne mahalle baskısının ötesine geçmiş, üç harfliler bana fısıldadı, şöyle yap böyle yap, hadi iki rekat namaz, hadi bi abdest.

Kızın derdi ne, milletin derdi ne bi baksana şuna. Ondan sonra delirir tabii. Durgun hikaye, etkili anlatım, Senem Tüzen hanımefendinin ilk filmi, yazdığını yönetiyor kendileri. Başrolde Esra Bezen Bilgin var, Silsile (2014)'de izlemiştim de beğenmiştim oyunculuğunu, burada da başarılı baya. (Ama çok tipsiz be, o köye geldim diye altına hemen şalvarı çekmek ne, çirkin çirkin dolaşıyo köyde. Bak ondan saydırıyo köylü bunun arkasından bence.) Anneyi de Nihal Koldaş oynuyor. Film, Adana Altın Koza'da birkaç ödül almıştı geçen sene. 6/10 puan aldı benden de.

160317
Oku..

Christine (2016)


70'lerde, renkli yayın hayatına yeni geçilen zamanda, yerel kanallardan birinin küçük çalışan kadrosunda, detaycılığıyla, özverisiyle, iş azmiyle dikkat çeken spiker bir hanım var. Christine Chubbuck, her zaman patronunun istediğinden fazlasını veren, hatta çoğu zaman patronunun istemediği şeyleri veren bir çalışan. Hep daha iyi bir yerde olması gerektiğini düşünüyor, kendinin ve yapabileceklerinin farkında bir kadın. Sadece iletişimde biraz zayıf.

Hayat dolu annesinin yanında fazla pesimist olabiliyor. Annesi Christine'in evinde kalıyor. Christine'in erkek arkadaşı yok, aslında biri olsun istiyor ama bunun için fazla ketum, fazla işkolik. Christine'in normal arkadaşı da çok yok. Ara ara karnına giren sancılar var bir tek. Stres kaynaklı olduğunu düşünüyor, her işkolik gibi iş stresinden kurtulmayı aklından bile geçiremiyor. Galiba biraz içine kapanık bir karakter Christine, hayatında bi şeylerin değişmesini istiyor ama tam da istemiyor gibi. Hep daha çok dikkat çeken, daha renkli, daha kanlı, daha sert işler isteyen patronuna ısrarla karşı çıkıyor. Ama bi yere kadar.


Çok sıkıcı film! Çok güzel karakter ama çok sıkıcı bir hayatı olduğu için çok sıkıcı bir film izliyoruz. Filmin, Rebecca Hall izleme keyfi dışında hiçbir numarası yok neredeyse. Gerçek bir hikayeden uyarlanan film, tam da film yapılacak bir hikayeden uyarlanmış. Neden tam film yapılacak hikaye peki, çünkü muhteşem finali var. Şehir efsanesi gibi final. Kimse tribe girmesin sonunu söylemem gerek.

Christine Chubbuck, 29 yaşında, Florida'da küçük bir kanalda canlı yayınlanan ana haber bülteninde kendi kafasına sıkarak dikkat çeken bir habercilik örneği sergilemiş ve tarihe geçmiştir.

Rebecca Hall da bunu çok güzel oynamıştır. Craig Shilowich'in yazıp Antonio Campos'un yönettiği filme puanım 5/10. Rebecca Hall'a ise 9/10, kesinlikle çok değerli bir performans izliyoruz ama sadece Ohio ve Chicago'daki festivallerde ödüllendirilmiş. Hangi adalet?!

Adalet demişken.. Yeni tanıştığım bir arkadaşım, çalışıyor, liseyi dışarıdan bitirmeye gayret ediyor. En azından bitirmesi için ben de gaz veriyorum. Sonrasında ise nasıl bir meslek sahibi olması gerektiği üzerine konuşuyoruz. Bu filmi izledikten sonra gittim anlattım ona. Sonu benzemesin tabii de, Christine'le meslektaş olabilir, spikerlik tam da yapması gereken iş gibi. Bakalım n'olacak.. Ücretsiz ne kadar kurs varsa masrafları benden olmak üzere anlaştık.

040317
Oku..

I, Daniel Blake (2016)


BAFTA'da En İyi Film katgorisinde de yarışan ama sadece En İyi İngiliz Filmi ödülünü alan I, Daniel Blake (2016)'in Oscar'da hiç anılmamış olması biraz üzücü; çok başarılı film bence. Hatta Moonlight (2016)'ı siker atar ama işte, n'apacan..

Dan, yaşlı bir adam, karısı öldükten sonra yalnız kalmış ve marangozluk yaptığı bir işi var. Bir gün iş yerinde kalp krizi geçiriyor ve doktoru -en azından- bir süre çalışmaması gerektiğini söylüyor. Küçük bir dairesi var, çok gideri yok ama çalışmayacaksa ufak bir gelir lazım.
Devlete başvurup, durumunu anlatıp işsizlik maaşı gibi bi şey alacak. Çünkü sağlık hizmetleri uzmanının telefonda yaptığı test -doktorunun aksine- çalışabilir olduğunu söylüyor. Çalışabilir durumdaki birinin de ancak iş arayıp bulamadığı takdirde işsizlik maaşı alabileceği belirtiliyor. Trilyar tane prosedür çıkıyor yaşlı adamın önüne, yok bilgisayardan online başvuru, yok cv..

Kamu personeli tiplerin ellerindeki azıcık yetkiyle kralcılık oynadıkları günümüz şartlarında görüyoruz herkesin memleketinde var bu sorun. Dan de zaten sonunda isyan edip, 'başkanın anasını sikim'ci bir tavır takınıyor, serserilik yapıyor. Delirtiyorlar adamı. Oysa başta öyle miydi? Kendinden daha yardıma muhtaç Katie ve iki çocuğuyla tanıştığında onlara yardım etmedi mi bu adam?! Onlara kol kanat germedi mi, yoldaşlık etmedi mi?!


Hikayede fazlasıyla etkileyici onlarca sahne yer almakta. Gayet dramatik hatta bazen dramın içindeki komedik durumlar çıkartılıyor ortaya. Normalde İngilizlerden çok beklenmeyecek bir sistem eleştirisi var filmin her yerinde.

Yönetmen Ken Loach, senarist Paul Laverty, oyuncular Dave Johns ve Hayley Squires. Dave Johns 90'lardan beri aktif olarak komedyenlik ve yazarlık yapıyormuş, bu yer aldığı ilk sinema filmi. Hayley Squires ise 88'li bir esmer şeker, şimdiye kadar birkaç filmde küçük roller oynamış. Bu filmle beraber güzel bir çıkış yaptığı görülüyor; bu rolüyle BAFTA adaylığı ve birkaç Britiş festivalde ödül aldı. Yaşlı kurt Ken Loach ise zaten hep sistem eleştiriciymiş..

040317
Oku..

EŞKIYA BARAN ŞİMDİ N'APIYOR?


Çocuk soruyor, "Ekşıya nedir?"
Eşkıya Baran anlatıyor, "Yol kesen, haraç alan, yani senin benim gibi insan.."

Bundan 20 sene evvel 35 sene hapis yatıp çıkan Baran, yıllar sonra döndüğü memleketi Cudi'nin Fırat altında kaldığını görmüş; sevdiği Keje'yi kankası Berfo'nun kaçırdığını, İstanbul'a gittiklerini öğrenmişti.

"İstanbul ha, İstanbul ha!"

Gelmiş, görmüş, Keje'yi hayata küsmüş bulmuştu Baran.. Bu da böyle bir aşk hikayesiydi, vatanın bölünmez bütünlüğüne kasteden bir teröristin de aşk hikayesi olabileceğinin kanıtıydı.

Peki Baran şimdi n'apıyor? Baran mı, 20 sene evvel öldü o. Eşkıyaydı, katildi ama iyi adamdı. Bu nasıl iş, nasıl iyi adamlık derseniz, böyle işte, hayat.. Ne hayatlar var, anlatsam inanmazsın.

Mart 2017

Not: Poster, Orhun Türker'e aittir. kaynak: onedio.com
Oku..