Life as a House (2001)


Hayallerimizi yeteri kadar ertelediğimizi ne zaman fark ederiz? Ne olur da artık hayallerimizi gerçekleştirme zamanı geldiğini fark ederiz?

George Monroe, yirmi yıldan fazla bir süre aynı şirkette onlarca proje çizmiş bir mimardır. Şirket yetkilileri bu yetenekli mimarın teknolojiye yenildiği görüşündedirler, yüklü bir tazminatla işine son verilir. Başta hoş karşılamasa da bu George için bir fırsat olur; yıllardır ertelediği hayallerine kavuşması için bir fırsat. Yaşadığı evi değiştirecektir.


Eski eşine, yıllardır doğru dürüst iletişim kuramadığı ergenlik çağındaki oğluna ve özlediği eski hayatına dokunabilmek için eline kocaman bir fırsat geçmiştir George'un. Yaşadığı okyanus manzaralı, yamaç dibindeki baraka evi yıkıp yerine çok güzel bir ev yapacağını söylediğinde eski eşi inanmaz, yıllardır bunu tekrarlayıp durduğunu söyler. Ama George bu sefer kararlıdır. Oğlu Sam'i bu projeye dahil etmek çok kolay olmaz ama bir süre sonra o da babasıyla bir şeyler yapmanın tadını çıkarmaya başlar.

Su tesisatı bile olmayan ama muhteşem bir okyanus manzarasına sahip eski evi yıkmak, oturduğu yerden izleyen seyirciyi bile heyecanlandırır nitelikte. Bir şeyi yıkmak çoğu zaman yerine daha güzel yeni bir şey inşa etmek anlamına geldiği için heyecan vericidir. Paramparça edilen tahta parçalar ortadan kaldırıldığında artık elimizde boş bir tuval vardır. Aslında o kadar da boş değil; fonda okyanus manzarası olan bir tuval.


Yeni evin ilk ayağa kalkan parçası giriş kirişi oluyor. Ve sonra büyük bir hızla tamamlanmaya başlıyor ev. Tamamen ahşap iskelet ve çelik bağlantılarla kuruluyor iki katlı villa. Elektirk ve su tesisatı tamamlanıyor. Artık George'tan çok oğlu Sam ilerletiyor işi. Bir babanın en büyük hayali olabiliyor bazen, oğluna bir ev bırakmak. Üstelik beraber yaptıkları bir evse bu. Gerçi Sam, çok daha ulvi bir noktaya taşıyor olayı ama o da filmi izlemek isteyene güzel bir sürpriz olacaktır.

Tür: Dram Süre: 2 sa. 5 dk. Dil: İngilizce imdb: 7,5/10
Yönetmen: Irwin Winker Senarist: Mark Andrus
Oyuncular: Kevin Kline, Hayden Christensen, Kristin Scott Thomas, Jena Malone

26.06.2018
Oku..

Şahsiyet (2018)


Türkiye'nin ilk internet dizisi platformu Doğan Holding'in paralı blutv'sinin Masum (2017)'u, Dudullu Postası (2018) var; Türkiye'nin ikinci internet dizisi platformu Doğuş Holding'in ücretsiz puhutv'sinin Fi Çi (2017-18)'si, Dip (2018)'i, Şahsiyet (2018)'i var.. Bence puhutv rulez..

İki üç hafta önce tamama eren dizi üçer bölüm olmak üzere ve yaklaşık ayda bir yayınlandı. 12. bölümle final yapan dizinin bölüm süreleri bir saat civarında.. Yaratıcı ekip ve oyuncu kadrosunun şahaneliği mükemmel.. Harişahaşem..


Oyuncu Onur Saylak'ın sene başında vizyona giren -ilk uzun metraj yönetmenliği yaptığı- Daha (2017), Hakan Günday'ın aynı adlı romanından uyarlanmıştı. Efsane görüntü yönetmeni Feza Çaldıran'la çalışmışlardı. Film, mütevazı vizyon başarısının yanında uluslararası festivallerde de dikkat çekmeyi başarmıştı. Bu filmden hemen sonra puhutv devreye girdi ve muhtemelen şöyle dedi: "Romanların çok güzel Hakan, çok satıyor, çok okunuyor. İyisi mi sen bize bir dizi yaz, yeni olsun, Onur da yönetsin?! Ve tabii dop yine Feza Çaldıran olacak.." Uff çok feci attım, kesin böyle olmamıştır da neyse.. Teklif kabul edildi, kadro için kesenin ağzı açıldı.

Kesenin ağzını açmak demek, Haluk Bilginer'le anlaşmak demek. Tahmin tabii , yine atıyorum.. Ama belli ki çok fazla teklif gidiyor kendisine.. E artık piyasa standartları çok yükseldi, büyük şirketlerde kötü senaryo diye bir şey yok neredeyse.. Seçerken de doğal olarak en kısa sürede en çok parayı kazanabileceği işleri kabul eder bu noktadaki bir oyuncu. Bu sebeple, kesenin ağzını açmak demek, Haluk Bilginer'le anlaşmak demek diye düşünüyorum.. Dur daha bitmedi, kadrodaki diğer isimler: Cansu Dere, Metin Akdülger, İbrahim Selim, Hüseyin Avni Danyal, Şebnem Bozoklu, Şenay Gürler, Hümeyra ve Müjde Ar.. Bir de Rabia Soytürk.. Neden bir de, çünkü bu kız ilk defa oyunculuk yapıyor; 22 yaşında, güzel ve rolü gereği hiç konuşmuyor.. Hiç konuşmaması tamamdır, bir kız güzelse ve konuşmuyorsa tamamdır.. Yazının sonunda bu cümleyi hatırlayacağız!.. Bu arada "Hatırla!" dizinin mottosu..


İlerleyen yaşının getirdiği unutkanlık illetine tutulan -daha doğrusu Alzaymır başlangıcı teşhisi konan- Agah Beyoğlu, eski İstanbul Beyfendilerinden.. Bir dönem tayin sebebiyle Kambura'da, adliyede katip olarak görev yapmış.. O zamanlarda başından geçen, önüne çıkan, içine oturan bir olay olmuş.. Bir işler dönmüş o küçük ilçe Kambura'da, örtbas edilmiş.. Unutamamış yıllarca Agah Bey.. Şimdi hastalığı dolayısıyla eline unutma fırsatı geçiyor ama bu sefer de 'Unutmadan bu işi çözmem lazım' diye düşünüyor.. Ama bir yandan da unutmaya başlıyor.. Hay Allah, acele etmesi lazım, unutmadan onları öldürmesi lazım..

O kadar naif, o kadar beyfendi fakat bazen 'Nah', 'Bok!' gibi küfürler edebilen Agah Beyoğlu, bir anda ülkenin ilk seri katili oluveriyor. Cesetlere bıraktığı notlar ise Cinayet Masası'nın tek kadın polisi Nevra Elmas hakkında.. Peki, Agah Bey bu notlarla Nevra'ya ne hatırlatmaya çalışıyor? E umalım da kendisi unutmadan Nevra hatırlasın!..


Baş karakter sebebiyle muhteşem sempatik bir polisiye.. Kambura kurgu bir ilçe, plakası 96.. İstanbul'a yakın herhangi bir Anadolu kasabası diyelim.. Cinayetler İstanbul'da işlenmeye başlıyor ama bütün ipuçları Kambura'yla ilgili.. Zamanında bir olay yaşanmış burada, ihtimal aslında çok da yabancısı olmadığımız bir iğrençlik.. Agah Bey, Kambura'nın sırtındaki bu kamburu yok etmek için istemeden ülke çapında büyük bir popülariteye kavuşunca, kullandığı kedi kostümü hiç farkında olmadan gençleri farklı şekillerde etkiliyor, fan kulübü kuruluyor..


İzlemeyip izlemeyip hepsini bir Cumartesi gününe sıkıştırdığım dizinin yazarı Hakan Günday'ın kaleminin sağlamlığı, dizinin tutmasıyla zaman içinde duvar yazılarına evrilmiş:
"Ne güzel olurdu, değil mi? Yanlış bildiğimiz her şeyi unutsak, sadece doğrular kalsa."
"Türkiye'de insanlar seri katil olmaz, Türkiye'de insanlar cinnet geçirir."
"Bomba patlıyor elli kişi ölüyor panik olmuyorsunuz, teker teker ölünce mi panik oluyorsunuz?"

Ve nice güzel şiirlere, şarkı sözlerine yer veriliyor.. Çalan şarkılar gibi sahne müzikleri de çok başarılı, hikayeyi bir yerlere getirmede büyük etkileri var. E tabii bir de kostümler, Agah Beyoğlu'nu giydirmek çok keyifli olsa gerek; stilist başlığı altında Deniz Marşan'la beraber Başak Dizer Tatlıtuğ isimleri var kadroda.. Işık kullanımı, renk ve sinematografi zaten dizinin üst sınıf olma sebeplerinden en kuvvetlileri..


Hikaye derinliği ile ilgili çok yazıp puan kırmak istemiyorum aslında ama Süveyda diye güzel bir kız yaratılmış. Konuşmaktan vazgeçmiş deniliyor. Hep mi böyleydi o kız acaba, orası çok boş kalmış hikayede? Yazmadan edemedim.. Çünkü, ne kadar güzel konuşmak istememesi falan diye düşünmüştüm ama bi şeye tepki olarak mı konuşmuyor, hasta da onun için mi konuşamıyor bilinmiyordu.. Sonda patlaması bana çok anlamsız geldi mesela.. Bir kız güzelse ve konuşmuyorsa tamamdır dedim ya; yanıldım..

24.06.2018
Oku..

Unleashed (2016)


Komşudayken denk gelmiştik, zaplarken Digiturk film kanallarından birinde.. Shameless (2011- )'ın iki tatlı çocuğu Steve Howey ve Justin Chatwin'i kedi köpek rolünde gördük.. Biri şaşkın şaşkın etrafa sırıtıyor, her fırsatta koşuyor; diğeri ağır hareketlerle, kibirli ürkek salınıyor.. Hoşuma gitti onları kedi köpek tavırlarında görmek, unutmayayım da baştan izleyeyim, neymiş bakalım bu film dedim.. Çok zor olmadı bulmam ama izlemek için 3 hafta falan bekledik sanırım.. 3 hafta da çok değil düşününce, 3 yıl önce watchlist'e eklediğim film var; ve şu an watchlist'imde 73 film var.. Bi ara işi gücü bırakıp film izlemem lazım galiba..


Steve ve Justin'in sevimli hareketleri dışında çok da bi numarası yok filmin.. O zap esnasında gördüğümüz kadarı yetermiş yani aslında.. Emma yazılımcı bir kız, çok hayvansever bir tip hem de ama sevgilisinin evcil hayvan alerjisi yüzünden evde besleyemiyor. Sevgilisi oğlan bir gün kızın çalışmalarını çalıp evi terk edince, Emma yalnız kalmak istemiyor ve bir kedi bir de köpek sahipleniyor. Bir gece, astroloji, psikoloji, yıldızlar ve biraz da sihirle, bir süreliğine kedisi ve köpeği insan vücuduna bürünüyor. Evden kaçtılar sanıyor Emma, her yerde onları arıyor. Bu insankedi ve insanköpek de -bu halleriyle de- Emma'nın sevgisini kazanmak için, onu tavlamak için birbirleriyle yarışıyorlar.


Eğlenceli gibi ama çok değil de gibi.. Emma'yı oynayan Kate Micucci'nin sinir bozucu derece güzel olmayışı gerçekten sinir bozuyor. Tip komikliği filmi de değil ki tipine gülelim.. Hele bir de aşırı hayvansever biriyle izlerseniz filmi ortam geriliveriyor.. Reha Erdem'in asistanlarından biriyle Recep İvedik izliyor gibi oluyorsunuz.. Çünkü kız kedi beslediği için bir arkadaşı tarafından hor görülüyor, eziliyor falan.. Köpekler salak, kediler nankör gibi klişeler çok vurgulanıyor ayrıca.. Öyle işte..

Finn Taylor'ın yazıp yönettiği filmin imdb.com puanı 6,5 benim puanım 3..

22.06.2018
Oku..

The Addams Family (1991)


Affına sığınarak canım!.. İnsan sevgilisiyle film izleyemez mi ya?! Ne film açsam olmuyor, beğendiremiyorum. Sanki filmi ben çekmişim gibi davranıyor bir de. Garanti olsun diye daha önce izlediğim, beğendiğim filmleri açıyorum, "Yok ya, senin açtığın filmler hep şey!.." Ney acaba benim açtığım filmler?! Dünyanın en iyi filmi Oscar'ını bile alsa açtığım film, yine ben açtım diye beğenilmeyecek! Tabii ki abartıyorum ama buna yakın şeyler yaşıyoruz; yine de bi şey diil! Geçen gün Instagram'da görmüş, Wednesday Addams açıklamasıyla paylaşılan -siyah beyaz bir filmden- küçük bir kızla zombi gibi bi tipin dans sahnesi.. "İzleyelim mi bunu?" dedi, "Oluur!" dedim dışımdan, "Hay hay, yeter ki sen seç.." dedim içimden.


Wednesday Addams ailenin küçük kızıymış.. Addams Ailesi de, kocaman, görkemli, zombi stili dizayn edilmiş muhteşem malikanelerinde, bambaşka tarzlarıyla normal insanlara kıyasla sıra dışı bir yaşam süren değişik bir aileymiş. Şöyle örnek verirsem hemen anlarsınız. Wednesday sofrada birinden tuzu uzatmasını istiyor: "Tuzu uzatır mısın?" Annesi hemen cümledeki eksikliği tamamlaması için uyarıyor kızını: "Wednesday, ne diyorduk?!" Hatırlayan tatlı kız tamamlıyor cümlesini: "Hemen!" Hani normalde anne 'lütfen' desin diye uyarır ya çocuğunu.. Öyle işte..

Karun kadar zengin bu ailenin muhasebecisi gibi biri olan Tully, eşiyle beraber hem ziyarete gelmiş aileye hem de iş konuşuyorlar babayla. Muhabbeti açılıyor da öğreniyoruz: Yıllar önce ortadan kaybolan bu fantastik ailenin -en zombi kılıklı üyesi- Amca Fester Addams'ın geri gelmesi en çok istedikleri şeymiş. Baba Gomez Addams, darıldıkları bir dönem evi terk eden kardeşinin geri gelmesini her şeyden çok istiyormuş.

Muhasebeci Tully'nin başka bir müşterisi de olaya dahil oluyor. Bayan Craven, oğlunun Amca Addams'a benzerliğinden faydalanıp bu değişik aileyi soymayı planlıyor.
Bakalım Addams Ailesi bu numarayı yiyecek mi? Gordon Craven, Fester Addams rolünü sevecek mi? Mr. Tully ve Mrs. Craven'ın başına neler gelecek? Addams Ailesi paralarını kaptıracak mı?


O sene En İyi Kostüm Tasarımı Oscar'ına aday gösterilen filmin kadrosunda Anjelika Huston, Raul Julia, Christopher Lloyd ve Wednesday rolüyle minik Christina Ricci yer alıyor. Film aslında hiç fena değil, sevdim, sevdik.. Aslında Sevcan çocukken izlemiş bu filmi, El'i görünce hatırladı hemen.. Ben de El'i çok sevdim.. Kendi başına bir karakter olarak El!.. Gogol'ün Burun gibi, hatta Palto gibi..

Charles Addams, 1964-66 yılları arasında yayınlanan 64 bölümlük aynı isimli tv dizisinin yaratıcısı ve yazarıymış. Sevcan'ın Instagram'da gördüğü video da bu eski diziden bir sahneymiş aslında. Biz internete yazınca karşımıza ilk çıkanı izledik tabii. Çok sevilen aile, zaman içerinde başka projeler halinde de ekrana taşınmış. Men in Black üçlemesiyle tanınan yönetmen Barry Sonnenfeld'in filmleri olan bu The Addams Family (1991) ve ikinci filmi Addams Family Values (1993) karakterlerin en bilinen sinema serisi.. Şu sıralar yapım aşamasında gözüken, seslendirme kadrosunda yıldız isimler olan bir de yeni nesil animasyonu geliyor; Corpse Bride (2005) tadında..

21.06.18
Oku..

Cingöz Recai: Bir Efsanenin Dönüşü (2017)

Konuk Yazar // Alper Kaya


Türkiye’de ilk polisiye seri olma özelliği taşıyan, Peyami Safa’nın annesinin adından devşirerek kendisine mahlas ürettiği Server Bedi adıyla yazdığı Cingöz Recai serisini bilir misiniz? Ben bundan yıllar yıllar önce, henüz ortaokula giderken yaşadığım küçük Karadeniz kasabasındaki izbe bir kitapçıda tüm kitaplarını bulduğum için kendisiyle tanışmıştım.

Tabii, daha evvel sinemaya uyarlanan iki filmini de -ama en çok da Ayhan Işık'lı versiyonunu* büyük keyifle- izlemiştim. [Cingöz Recai: Beyaz Cehennem (1954) ve Cingöz Recai (1969)*] Haliyle, Cingöz Recai: Bir Efsanenin Dönüşü (2017) filmini de vizyona girer girmez izledim. Peşinen iki noktayı vurgulayıp, yazıya öyle geçmek istiyorum. Bir polisiye yazarı olarak, Türkiye’de polisiye namına kim bir tuğla koyarsa duvara, desteklerim. Hem de gönülden. En iyiye ulaşan yolların hep kötü girişimlere gebe olduğunu daha önce farklı alanlarda da gördük. Bu yüzden, bu filmin başarılı olmasını istiyorum.


Onur Ünlü’yü severim ancak yönetmenlik konusunda artık ne kadar kredisi kalmıştır, bu bir soru işareti. Hem devasa bütçeli bir prodüksiyonu, bir ikisi hariç hakikaten çok iyi oyuncuları size verecekler; hem de sizin ortaya çıkardığınız işin, iki saatlik bir seyir sonrası izleyicinin aklında kalacak pek bir sahnesi olmayacak. Güzel bir başarısızlık.

Cingöz Recai döndü, ama dönen şey bir 'efsane' değil. Başta Stephen King’in Hayvan Mezarlığı romanı, geçtiğimiz haftalarda seyrettiğim Wake Wood (2009) filmi olmak üzere çoğu yerde işlenen bir tema vardır: Ölen ve gömülen birisinin geri gelmesi. Geri geldiğinde, vücut olarak aynı kişi olsa da aslında 'o' olmaması... Cingöz Recai: Bir Efsanenin Dönüşü (2017) de o filmlerden fırlamış gibi. Evet, sahnede bir Cingöz var; bir yerlerden tanıdık geliyor. Hatta bu görüşümüzü pekiştirsin diye eski filmlerden, efsane birkaç cümleyi de söyletiyorlar Kenan İmirzalıoğlu’na ama olmuyor. Aşı tutmuyor. Kendi deyimiyle, -hücum edilmez bir vücut içinde, ölmez bir ruhu olan- Cingöz Recai’ye hem vücut olarak hücum ediyorlar, hem de ruhunu öldürmek için ardı ardına darbeleri hiç sıkılmadan indiriyorlar. Neden?

İnsanların emek vererek ürettiği herhangi bir şeyi kötülemek, kimsenin haddi değil. Ama 'kötülemek', haddi değil, beğenmeyebiliriz, sevmeyebiliriz, eğreti durduğunu düşünebiliriz... Ben de kötülüyormuş gibi olmamak adına, biraz daha açacağım şimdi beğenmediğim noktaları.


Aşk: Bilirsiniz işte, Cingöz, çapkın bir adamdır. Aşık olduğu falan pek vaki değildir. Filmde Cingöz Recai’yi bir kadına karşı haddinden fazla tutuk göstermişler. Oysa Cingöz’ün bu bağlamda 'eril tavır' olarak eleştirilecek bir yapısı dahi vardır. Bu golü atmayı es geçip, seyirciyi, 'ha kavuştular, ha kavuşacaklar' izlemine sokmak tipik bir reyting hamlesi değil de nedir?

Teknoloji: Evet, Cingöz Recai yurt dışındaki teknolojiyi takip eden bir adamdı. Evet, lüks yaşamayı seven bir adamdı. Evet, ilgisi alakası hep bu tarz 'oyuncaklar' üzerindeydi. Ama bu kadar da değildi. Vestel’den reklam almak için filmi tamamen teknoloji alt yapısına sokmak niye? (Ve evet, cevabın içinde gizli olduğu soruları seviyorum) Eleştirdiğim nokta veya gözüme iyi gelmeyen nokta şu: Bu haliyle ne bir dönem filmi, ne de modern bir yapım. Cingöz Recai dendiğinde kafada canlanan o eski İstanbul’dan eser yok filmde. İstanbul kavramını pek tabii sadece coğrafi bir konum olarak anmadım.

Polisiye: Cingöz Recai serisi, bir polisiyedir. Cingöz bir hırsızdır ama insan öldürmez. Fakat bir hırsızlık yaptığı sırada, eğer kriminal bir vaka ile karşılaşırsa Başkomiser Mehmet Rıza’yı sinir etmek için o vakayı çözmeye çalışır. Ki, seriyi okuduğunuzda görürsünüz; dönemine göre hayli iyi bir polisiye yazarıdır Peyami Safa. Fakat bu filmde polisiyenin p’si dahi yok neredeyse; ortalıkta gezinen polisler haricinde... Öyle ki, filmin oyuncularından Boran Kuzum bile nasıl bir film çektiklerini anlamamış olacak ki verdiği röportajda “Çok güzel bir aksiyon filmi çektik” ifadesini kullanmış. Ya onunki doğru, ya bizimki. Bildiğim tek bir şey var ki; bir kez üstünkörü Cingöz Recai serisini okuyan, bu filmi yazardı da çekerdi de. Fakat böyle bir efsaneyi sırtlamak için, o seriyi birden çok kez okumak gerekiyordu.


Filmin, benim gözümde tek iyi yanı; ilk sahnelerinden birisinde Mehmet Rıza’nın okuduğu Ateş Etme İstanbul kitabını ekranda uzun uzun tutmaları oldu. Celil Oker ile bu film vasıtasıyla tanışacak olanları uyarayım: Romanları ateş eder Celil Üstadın. Sarsılmaya hazır olun.

(Yazıyı 15 Ekim 2017'de alperkaya.org'ta yayımlayan Alper'den rica ettim, yazılısinema'ya taşıdım. Bir polisiye filmin dramını, polisiye yazarından bir de bu sayfada okuyun istedim. Onur Ünlü'ye yakıştıramadığım bu filmin, sıkışık bir programın kurbanı olduğunu düşünüyorum ben.
Aynı dönem içinde, Şekspir uyarlaması Kırık Kalpler Bankası (2017), internet dizisi Görünen Adam (2017), çok uğraşıldığını duyduğum Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yoktur (2017), bu arada işte sadece yönetmenliğini üstlendiği yüksek bütçeli Cingöz Recai (2017), bir yandan devam eden Put Şeylere (2017) ve senenin sonuna doğru da Manyak (2018)'la uğraştı.
Yoğun ve üretken bir dönemdi, gelen teklifleri de geri çevirmedi, kendi işlerini de ertelemedi. Ama demek ki öyle yapmamak gerekiyormuş. Tam bir özensizlik harikası Cingöz Recai filmi izledik bu yüzden.. Ellerine sağlık Alper Kaya, seviyoruz ama yetmez Onur Ünlü.. Saygılar..)

Yönetmen: Onur Ünlü Senaristler: Pınar Bulut, Kerem Deren Yapımcılar: Ali Akdeniz, Hayri Aslan
Kadro: Kenan İmirzalıoğlu, Haluk Bilginer, Meryem Uzerli, Fatih Artman, Serkan Keskin, Boran Kuzum, Meriç Aral, Ushan Çakır ve Algı Eke..

1 Haziran 2018
Oku..