Amerikalı bir öğrenci olan Billy Hayes, üzerinde bir miktar uyuşturucu maddeyle Türk Polisi'ne yakalanır. Bizdeki hapishane sistemini ve Amerikalı gencin çektiklerini anlatan film böyle gider. Eski film zaten, teknik açıdan mükemmel bi iş değil. Hayes'in anılarını yazdığı kitabından Oliver Stone'un uyarladığı senaryoyu Alan Parker filme almış. Ben bu filmi izlemişim aslında ama bahsi geçtiğinde fark etmedim bile, anca kadroyu görünce bi flaş çaktı, ama yine hatırlayamadım mesela.. Onun için zamanında En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Film Müzikleri Oscarı kazanmış, En İyi Film'e de aday olmuş bu filmi benden değil de yakın zamanda izleyen güzel bir kızdan dinleyelim:
-Film çok tuhaftı. Yorum falan okumadım öncesinde, hoşuma gitmiyor öyle. Başladı işte. Bu arada izlemeyeceğini düşündüğümden, detaylı anlatabilirim değil mi?
-Evet evet, lütfen!
-Temem. 70 senesinde İstanbul’da başlıyor. Çoçuk uyuşturucu sarıyor üzerine, Amerika’ya götürecek ama kaçakçı değil, arkadaşlarına satıp para kazanacak; tek seferlik bir şey. Havaalanında yakalanıyor, İstanbul’da bir ceza evine konuluyor. Orada kendi uyruğunda bi kaç hippi tipli oğlan var, diyorlar buradan çıkamazsın, burası öyle böyle şöyle… Hapishane için… Çoçuğun babası geliyor, seni çıkartcam, bak avukat var, en iyisi buymuş, diye Türk bir avukat getiriyor. İlk mahkeme günü oluyor, savcı var, ömür boyu hapis istiyor, memleketimizin adını, şanını bu şekilde lekeleyemezler diye..
Sonra ilk duruşmada 4 yıl bilmem kaç gün alıyor. Babası tembihliyor, aklına mukayyet ol, seni çıkartcam. Neyse çoçuk 4 yılı dolduruyor, 52 gün kala duruşması oluyor. Duruşmada diyorlar ki senin davan yeniden görüldü, savcı itiraz etti, Ankara’daki heyetten 36 jüriden 28’i ömür boyu hapis istedi, ibretlik olsun diye. Çoçuk yine taşkınlık yapmıyor, sonrasında olaylar olaylar. Deliler koğuşuna gönderiyolar, çünkü birisinin dilini koparttı, sonra burada kaldı, 1 yıl gibi bi şey… Sonra sevdiği kız vardı, o geldi; para getirdi, burada öleceksin, paranı kullan da çık buradan falan diye. Çoçuk bi gardiyana ben deli değilim, beni senatoya götür iyiyim anlasınlar, param var bak dedi. Adam elinden tuttu, hamam gibi bir yere getirdi, tam fermuarını açarken oğlan bunu itti, öldürdü. Sonrası final sahnesi, kıyafetlerini aldı, kapıları açtı ve memleketine döndü.
-Mutlu son yani, iyi..
-Şimdi geriye dönersek, 2 saatti film, 2 saat boyunca Türkler öyle Türkler böyle, işte bilmem ne… Gardiyanlar Türk ve o kadar pislik yapıyorlar ki, hippi adamın kedisini astılar mesela. Deliler tarafında bi taş var, etrafında dönüyorlar, çocuk tersine dönmek istiyor, adam diyor ki Müslümanlar bu tarafa dönenleri sevmezler, böyle yapma… Herhalde Kabe’de dönme işi gibi… Tüm sahnelerde hep biz, itin götüne sokmaktan beter etmişler. Ama olmayacak iş değil bence, çok detaylı sahneleri vardı, adamlara yaptıkları eziyetler, hiçbi şey yokken falan… Şeyi hissediyorsun, filmin içinde gibisin, daralıyorsun… Bir ara bi erkek yakınlaşmak istedi bizim oğlanla, oğlan istemedi. Çok güzel çekmişler sahneyi…
-Oha! Ben de istemem ki.
-Kızı seviyor çünkü; kız 5 yıl sonra İstanbul’a geldi -oğlan deliler koğuşundaydı o sıra- sora kız geldi işte. Çoçuk dedi ki memeleri aç, çok garipti yani çok hissettirmişler. O hapishanenin leşliği, pislik insanlar, karanlık… Ama bizi yeterince boklamışlar, abarttılar mı bilmiyorum ama yapıyolar bazen çünkü.
-Galiba ben de izliycem merak ettim.
-Ohaa, ciddi misin, anlatmasaydım keşke…
-Olur mu ya, sen anlatınca merak ettim zaten... Yoksa niye izliyim..
-Peki son olarak, benim kendime çıkarttığım pay: dünya hiç adil değil ve pisipisine yaşıyoruz. Yarın başımıza bi şey gelse, adaleti nerede arayacağız. Allah korusun, iğrenç. Tek güzel olan şey, işte sevgiyi biliyorsan güzel, kardeş ne demek biliyorsan, hayvan sevgisi, vicdan ya da doğanın nimetleri. Yani bakmayı bilirsen, evet, aşk var, sevgi var, sevişmek var, içmek var, sen varsın, bunlar güzel…
06.08.2017 08:53
Sevcan Özbek'ten bana, WhatsApp üzerinden..