Önde top oynayan çocuklar, arkada infilak eden araba. İstanbul şehri, güne suikastla uyanır, bir aydın daha öldürülmüştür.
Metrodaki ayaküstü istihbaratı takiben, camide vaaz verip, ölen mazlumlara ağlayan bir imam görürüz. Bu imam aslen Ali Sürmeli’dir ve aslında mağdura, mazluma değil, New York’lu filmde sadece İstanbul sahnesinde oynamasına ağlamaktadır.
Öte yanda, Arka Sokaklar dizisindeki komiserlik başarısından dolayı bu filmde Emniyet Müdürlüğü’ne terfi ettirilen Zafer Ergin, yeni mezun polislere yemin ettirmektedir. Sakallı Fırat’ı (M. Kırmızıgül), bir ayini izleyen müritler arasında görürüz. Beri yanda, Acar (M. Sandal), bir hücre evine operasyon yapan polislerden biridir.
Operasyon, “Kuş kafeste, operasyon başlasın” gibi aşırı sıradışı bir parolayla start alır, kadın dizayn polislerin siyah çarşafı atıp ateş etmesi gibi daha da marjinal bir numarayla sürer. Ergenin bilgisayar oyunu gibi bitmek de bilmez. O esnada New York’ta Hacı Gümüş adlı kanaat önderi, tam da namaz kılarken FBI tarafından yakalanır.
Aynı saatte, İstanbul’da milliyetçi müminler “Yılmicaz, yıkılmicaz, ayaktayız, dertlerimizle baş başayız” andıyla, toplu halde kitap, bayrak ve yerli malı Casper bilgisayar üzerine yemin ederler. Fırat polistir ve Acar’la beraber iki günlüğüne New York’a gönderilir. Misyonları, Deccal adlı terör liderini Amerikan polisinden teslim alıp Türkiye’ye getirmektir.
Deccal, Hacı Gümüş’tür, yani Haluk Bilginer’dir, “Neyle suçlanirem, avukatımı istirem” şivesiyle konuşan bir tiptir. Sorguda FBI şefi David Becker “Daha dün Atatürk’tün, hem yobaz olmuşsun, hem şiven bozulmuş, n’aptın sen abi” der.
Bu esnada Engin Altan’ı görürüz, Hacı Gümüş’ün adamıdır ama için için “Ulan bunlar yakmışlar beni, canlı bomba olacağıma canlı paraya koşarım daha iyi” diye düşünmektedir. Bu arada New York’taki Fırat, Bitlis’teki dedesiyle (Eşref Kolçak) konuşur. Elinde telefonuyla dede, her an “Türksel’in çekim gücü” diyerek zıplayacak gibidir.
Acar, Fırat’a “Ne günlerim geçti şu Amerika’da” der. Oysa bu, ancak Türkiye’de denecek şeydir. New York’ta insan New York der. David Becker, Türk polislere Hacı’nın Interpol tarafından kırmızı bültenle, ara ara da pembe panterle aranan bir suçlu olduğunu söyleyip teslim eder. Fakat adamları yolda operasyon yapıp Hacı’yı kaçırırlar. Buraya bir kelime bile eklemeden aktarıyorum.
David Becker: Siz ikiniz ortalıkta görünmeyin!
Acar: Soruşturmaya sizle gelsek olur mu?
David Becker: Tamam, yolumuza çıkmayın yeter!..
Yoluna çıkmasını istemediğin adamı niye yanında götürürsün be adam yaa?!
Bu arada FBI ve Interpol tarafından aranan Hacı, Yaz Ramazan’ın esnafı gibi, deniz kıyısında, açık havada, cemaatle beraber kabak gibi namaz kılar, çay içer, volta atar. Fırat’la Acar, Engin Altan’ı takip edip evine girerler, yakalarlar. Fırat, Altan’ı suya basıp geceden ıslatır ve Hacı’nın yerini bulmak için Fight Club zincirinin şubelerinden birine giderler. İki polis tuzağa düşürülüp yakalanır.
Bu arada New York’ta hiç çan çalmayıp hep ezan okunmaktadır.
Aynı anlarda, David Becker, Müslüman gettoda gördüğü her sakallıya kartını verip Hacı’yı sorar, namaz kılınan camiye ayakkabılarıyla girip itlik eder. Yanındaki polisle konuşmasından David’in kardeşi Brian’ın İkiz Kuleler saldırısında öldüğünü, bu yüzden Müslümanlardan nefret ettiğini öğreniriz. FBI ortamında ailece görüşmek şart olduğu için ikinci polis “Brian’ı hepimiz severdik ama unut artık” der.
Hacı, üstü lokumlu, altı bademli mevlit şekerlerini çok özlediği için ani bir kararla Türkiye’ye dönmek ister. Zaten dönmek isteyen adamı FBI yakalar ve iki polise teslim eder. Şimdi sıra Türkiye’de Hacı Gümüş’ü sorgulamaya ve konuşturmaya gelmiştir. Aynı anda, dünya alemin aradığı liderin sağ kolu, elini kolunu sallayarak ülkemize gelmiş, cami gezmektedir.
Hacı’yı sorgulayan polisin “Sen, Allah’a bağlısın da biz Devlet Su İşlerine mi bağlıyız?” şeklinde sorusuna, Hacı “Dogrisini Allah biliyur” cevabını verir. (Bunlar da aynen)
Fırat, Hacı’nın sorgusuna taliptir ve yalnız kalınca ona “1973’te adam vurdun, 1974’te Ecevit affıyla çıktın, 1975’te Semiha Yankı sonuncu oldu, yalan mı bunlar?!” diye çıkışır. Hacı “Katil değilim” der.
Bu arada, Humeyni’ye benzeyen gerçek Deccal’i ve Heidi’nin büyükbabası Alf Dede’yi andıran Fırat’ın dedesini kısaca görürüz.
Hacı’nın suçsuzluğu kanıtlanır ve gerçek Deccal yakalanır. Gerçek Deccal, bir yandan da profilden NetWork markasının bir zamanki Hintli mankeninin dedesi gibi bi adamdır. Emniyet müdürü, Deccal’in adamları için “Bu pislikleri namuslu savcılara teslim edelim” diyerek ülkede namussuz savcıların da olduğunun altını çizer.
Hacı tahliye olmuştur. Acar Musti, koca filmde durmadan tekrarladığı tek repliği olan “Başından beri bu adamın suçsuz olduğunu biliyordun, niye uğraştın?” sorusunu sorar, Mahsun Fırat “Hayat bazan insanlara yanlış işler yaptırıyor” diyerek hem ona cevap verir, hem de inceden sinema anlayışını özetler.
Globalleşmek isteyen her yerli filmde olması gereken Ayasofya’da Hıristiyan ve Müslümanın beraber dua etmesi gibi, Mevlevi semahı gibi, Boğaz’ı tepeden görmek gibi zorunlu sahneleri takiben iki polis, Hacı ve karısı Bitlis’e doğru yola çıkarlar. Bir mola yerinde, dereye bakan Mahsun Fırat, aniden “Bebeeeegiiim” diye şarkıya girecek izlenimi verir ama girmez. Mahsun Fırat, İstanbul’da oturmasına rağmen, cipinin plakası 13’tür çünkü o Bitlis’lidir. Zaten dünyada Bitlis sigarayı içmeyi sürdüren tek insan da odur.
Kör bir kadının evine gidip, otel sorarlar. Kadın “Burda kime otel sorarsanız, onda kalırsınız” diyerek bir korku filmi etkisi yakalar ve o haliyle dört misafiri buyur eder. Mahsun Fırat, dedesine gider; dedesi “Ben sana hem analık hem babalık ettim” der, tokadı basar, eski meseleler hortlamıştır. Nihayetinde Hacı, dede olur, dede hacı olur! Finalde bayrak yanar, film ateş görüntüleriyle kapanır ama asıl yanan seyircinin ta kendisidir!
Finali takiben Beşir Atalay, Ertuğrul Günay, Emniyet Genel Müdürlüğü, İstanbul Müftülüğü ve Doğuş Holding’e teşekkür edilir, çünkü filmin sanatla değil bunlarla ilgisi vardır...
(Bu yazı ilk olarak Kasım 2010'da Uykusuz'da yayımlanmıştır. VÖ'nün özel izniyle blogu şenlendirmiştir.. Blogtaki diğer yazıları: Issız Adam (2008) ve Güneşi Gördüm (2008))
11.10.15