Now is Good (2012)


Sabah sabah böyle filtreli dertlere gark ettim kendimi, eski oyuncu yeni romancı Jenny Downham'ın 'Before I Die' isimli kitabının sinema uyarlaması bu filmin senaristi ve yönetmeni Ol Parker diye bi eleman. İngiliz filmi. Birçok İngiliz Hollywood'ta film çektiğinden, hangi film nerenin belli olmuyor bazen. Yani ben ayıramıyorum en azından.


Lösemi olan genç bir kız, Tessa, kemoterapi istemiyor, zaten ölücem niye bu çaba diyerekten. Anne baba ayrı, babayla kalıyor. İlgili baba, annesi yapısı gereği ilgisiz kalmış. Bir arkadaşı var, Zoey. Tessa, ölmeden önce yapmak istediklerinin bir listesini yapmış. İşte sex, uyuşturucu falan.. Gencecik kız daha, merak ediyor.

Bi çocukla tanışıyor, aşık oluyorlar. Zor tabii, son zamanlarında seni böyle seveni bulunca ayrılmak da istemiyorsun. Baba bunu biliyor, istemiyor önce falan.. Abi çok dram ya.. Ağladım yeminle, ne yalan söyliyim.


Peki bu filmi nerden buldum? Game of Thrones'taki PKK'lı Ygritte'i oynayan Rose Leslie'nin oynadığı filmlere bakmıştım bi ara, o ara eklemişim işte izleneceklere. O da, azıcık oynuyormuş, bir sahnede. Ama üzülmedim, kadro hala sevimliydi: Tessa'yı, daha 20'sine gelmeden filmografisine 50 film yazdırmış Dakota Fanning oynuyor; Zoey'yi, Kaya Scodelario; Tessa'nın annesini, Postman (1997) filmiyle ergenliğimi bir süre meşgul eden Olivia Williams... Bu kadını ne zaman görsem içim bir tuhaf oluyor. Çok bahsetmek istemiyorum ama Tessa'nın aşık olduğu çocuk da yakışıklı, babası da yakışıklı. Bunları tanımıyorum, ilgi alanı meselesi..


İzlerseniz ağlarsınız, ağlamak isterseniz izleyiniz, ben söylemiş olayım da..

23.11.13
Oku..

Eski Hikaye (2013-14)


Aşırı popüler 'Kuzey Güney' dizisi biter bitmez, oranın Güney'i rolündeki Buğra Gülsoy'un yeni dizisinin tanıtımları başlamıştı. İllüstrasyon karelerden oluşan bir tanıtım filmiydi, işte 'yakında!' falan diye.. Önceydi ama baya.
Sonra.. Sonrası yok. Televizyon yok bende, izlemiyorum. Şaka tabii, bak n'oldu sonra..


Kurban Bayramı iki gün sonra.. Evdekilere dedim ki "Bu bayram gelmiycem ya, işim gücüm var, bi dahakine artık.." işim gücüm yok, yol uzak geliyor, artı cebimde yola gidecek para yok.. "İyi peki, bu seferlik öyle olsun" dediler ama bozuk atıyolar baya.. Ertesi gün, arefe.. Daha önce yaptığım bi işin parası geldi. Bi de İstanbul bi boşaldı ki, yolda yere düşsem bayılsam bi hafta yatarım, bomboş mahalle.. Nasıl moralim bozuldu, dedim bi gideyim otogara, hani yoktur da, belki şansa bala bi bilet bulurum ek sefer mek sefer ayağına.. Uçak zaten aşırı pahalı. Sırt çantamda bi gömlek bi pantolon gittim otogara. "Nereye abi? Nereye abi?"cilerden normalde uzak dururum, hep önceden alırım biletimi. Bu sefer ilk sorana söyledim "İskenderun". "Gel abi" dedi götürdü beni "Şimdi kalkıyo" diyerekten..
Yalandan bi bilet kesip verdi, en arkanın bi önündeki koltuk, koridor tarafı. Bakıyorum peronda yok bu otobüs, sordum nerde diye, arkada bi yeri gösterdi servis otobüslerinin yanında, beyaz, 403, eski araba yani.. Firma adı falan yok. Dedim bu mu, "Geç abi geç abi şimdi kalkıyo" Böyle bir koku yok. İçerde konuşulan dili anlamıyorum, bi en önde bi kız var sevgilisine sinmiş, başka da dişi görmedim yerime geçerken.
Neredeyse dolu otobüs. Oturacağım yere geldim, yanımdaki koltukta bi yarma uyuyo, yan ikili boş, oraya geçtim, gelen olursa kalkarım diye. Arka dörtlüye bi aile geldi, bi kadın, bi çocuk, iki adam. Kadın mı bilmiyorum gerçi. Normalde gözler açık olur ya çarşafta, bu kocaman siyah gözlük takmış bi de.. Çocuk rahat durmuyo zaten, bi de herkes konuşuyo ama hiç anlamayınca dili, iyice baş ağrısı oluyo. Ulan evdekilere de sürpriz yapacam diye söylemedim de.. Yolda bi şey olsa kimsenin haberi yok, bi ara düşündüm söylesem mi diye ama telaş yapmasınlar dedim. Bildiğin kaçak yolculuk yapıyoruz ya, otogardan nasıl çıktık bilmiyorum, vergi veriyolar mı sanmıyorum, eve gidebilecek miyim 'inşallah' diyorum. Yol boyunca, yol kenarında çiş molası mı verilmedi, saçma sapan yerlerde yemek mi yenmedi.. Neyse az çok uyumaya çalışıyorum ki, yol çabuk bitsin..
İki ön koltukta bi tane temiz bi çocuk var, sarışın. Ben dahil kapkara otobüste bi o sarı. Oyunculuk yapıyomuş, öyle bi şeyler duydum, yanındaki elemana anlatıyo. Baya Türkçe konuşmalar da var yani içerde, şaşırıyorum. Bu arada kimse gelmedi oturduğum yere, yanım boş gidiyorum. Adana dolaylarında verilen bi molada konuşuyoruz, sohbet edecek ortamı bulup tanışmış oluyoruz Mehmet Aykaç'la. Konservatuvar okuyomuş, şan bölümü. Kesin ortak arkadaş vardır memleketten deyip facebook'ta ekleşiyoruz, 2 ortak arkadaş, ama İstanbul'dan. Neyse..
Mehmet, birkaç bölüm konuk oyuncu olarak bu Eski Hikaye'de rol almış. "Biliyo musun?" dedi, "Yok" dedim, "Bu hafta 3. bölüm oynayacak" dedi, "sahnem var" dedi.
Yani böyle saçma bi yolculukta böyle bi arkadaşım oldu..

Mehmet Aykaç, Bahadır İnce ve Buğra Gülsoy

Bir ay önceymiş bak, zira dizi 7 bölüm oldu bu haftakiyle beraber. Görüşürüz dedik görüşemedik daha, ama umarım görüşürüz. İzledim sonra ben bu diziyi, 1, 2, 3 yapıştırdım arka arkaya.. İyi değil pek. Fakat sardı, izlerken krize giriyorum ama bırakamıyorum niyeyse.


Mesela bak, Buğra Gülsoy hiç star tipinde biri değil bence. Kafadan kaybediyor dizi. Ama kötü adamlar gayet iyi tipler: Murat Daltaban, Sermet Yeşil, Ali Barkın..

Hikaye de şu, Mete daha çocukken babası öldürülür. Babasının meslektaşı ve arkadaşı eski istihbaratçı Berkes amcası himayesinde babannesiyle büyür. Sonra intikam duygusuyla, babasının katilini ve o cinayete sebep olan herkesi cezalandıracaktır. Kötü adamların arasına sızıp ajancılık oynar Mete. Komşuları var diziye renk katsın diye, bi de kötü adamın bacısı ve kızı işte..


Mehmet de dizide kötü adamın kızının sevgilisi olan zengin pijini oynuyor. Tamam oyunculuğun daha başında ama kameraya gayet yakışan biri. Ayrıca dizinin bütün kadrosu kötü oynuyor gibi. Demek ki neymiş oyuncular kötü değil, yönetim kötüymüş. Hemen bakıyoruz yönetmene Bahadır İnce. E, sen yönetmensin, kimseye suç atamazsın, kurgun da kötüyse senden bilirim, oyuncun da kötüyse senden bilirim. Yoksa oyuncuları daha önce de izledik hep, başarılı tipler. Kırılmaca gücenmece yok.


Neyse çok biliyo gibi yazdım böyle ama asıl uzmanlık alanıma gelelim. Dizideki kadınlara bi göz atalım. Favorim, üst komşunun küçük kızını oynayan, Tuğçe Kumral; 30 yaşında ama hiç göstermiyor. Avukat ablasını Funda Eryiğit oynuyor. Güzel kız bu da. Bi tane de sarışın bi tatlış var işte kötü adamın kızı, Damla Debre. Ve kötü adamın iki bölüm önce diziye katılan kız kardeşini oynayan Ayçe Abana..

Bu arada demin tam rahatlayamadım biraz da senariste giydirmek isterim. Senaristi Levent Cantek. Kendisi İletişim'in yazar ve editörlerinden, üç dört tane kitabı var, daha çok inceleme. Daha önce de senaryo yazmışlığı var. Peki diyaloglardaki bu oturmamışlık neden?
Zeynep'in duvarındaki poster de çok reklam kokuyo, gerçi onu az adam anlar..

Ha bunları söylüyorum da hiç mi haberim yok piyasadan, kolay mı her hafta 90 dakika dizi çekmek, yazmak, kurgulamak.. Bunların da işi çok kolay, yata yata dizi çekiyolar demiyorum zaten. Ha izlenmiyo mu, izleniyo. En azından ben izliyorum.


Dizi 17. bölümle final yaptı, "Bitti de kurtulduk be!" dedim yani. Yapabilecekleri en saçma finali yaptılar ayrıca.. Bir yandan başladığım işi bitireyim mantığıyla izlemem gerektiği hissine kapılıyorum, bir yandan harcadığım zamana yazık diyorum. Bitti de kurtulduk yani.

Tamam dizi bitiyo falan diye triplerdesiniz anlarım ama, o final bölümü neydi ya..

Geçen gece de Funda Eryiğit'le tanıştım. Baştan bi söyliyim, çok tatlı, sesi zaten.. Önce bi nabız yokladım, "Dizi bitti, ne hissediyosun" diyerek.. E haliyle benim kadar negatif değil dizi hakkındaki görüşleri ama ben yine de içten içe sevindim bitmesine, yalan yok.. Geçen sene Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri'nden 'En İyi Kadın Oyuncu' heykeli var, daha n'olsun..

Bu arada evet, heykeli gördüm, elime de aldım, baya ağır.. Gerçekten iyi olunmasa kimse kimseye vermez yani.. Bu demek oluyor ki DT Üsküdar Sahnesi'nde oynayan 'Sessizlik' adlı tiyatro oyunu izlensin.. Ertelenmesin.. Hatta ayarlayın beraber gidelim..

22.11.13 güncelleme 16.02.2014
Oku..

Viva Maria! (1965)


İlk defa bir Brigitte Bardot filmi izledim. Adını ilk duyduğumda küçüktüm daha, Şener Şen'in üçkağıtçı Ziya rolüyle oynadığı bir sahne vardır: bkz. Fransız olduğunu da filmi izlerken öğrendim. İlginçtir. Marilyn'i bu kadar bilip de, aynı döneme denk gelip en az onun kadar meşhur olan birini çok az bilmem bir nedir?! Galiba hala yaşıyor diye. Neyse tanıdım artık. Birkaç filmini de izleneceklere ekledim.


Fransız filmi. Yönetmen, Louis Malle. Bardot'ya başrolde Jeanne Moreau eşlik ediyor. Olay şu: Bardot'un oynadığı karakter olan Maria, çocukluğundan beri babasıyla beraber İngilizlerin götüne bomba koyup patlatmayı görev edinen İrlandalılar. Artık genç kız olup, ele gelmeye başladığı yaşlarda, bir operasyon sırasında babasını kendi elleriyle havaya uçurmak zorunda kalıyor. Ondan sonra bir başına hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Sahne şovları yapan bir kafileye denk gelip sızıyor karavana. O sırada Jeanne Mareau'nun oynadığı sahne kızı Maria'nin ekürisi intihar ediyor ve onun yerine de bizim Maria geçiyor. Maria & Maria gösteri dünyasına çabuk ısınıyorlar ve seksi şovlarla milleti büyülüyorlar. Derken durduk yere filmin gidişatı değişiyor ve birden özgürlük mücadelesi, devrim mevrim derken Viva Maria! oluyor.


Şöyle bir baktığımda, "Ne farkı var lan Yeşilçam'dan?!" dedim. Hatta bizim hikayeler daha etkileyici oluyor bazen. Hani gülüyoruz ya, kurşun yiyince yere düşmelere, tokat atma-yemelere, öpüşmelere..

Hakkaten o var bi de, eskiden öpüşme yokmuş bence, sadece dudakları dudaklara sürtme, biraz sert sevenler için bastırma şeklinde bir ön sevişme modeli varmış. Dil kullanmaya hangi tarihte geçildi merak içindeyim. Zira günümüzde küçük dille yapılıyor bu işlem.


Tutup da bu filmi size tavsiye edemem. Ama Fransa'nın Marilyn Monroe'sunu görmek sizin de hakkınız tabii. O zaman şöyle yapalım, ben birkaç filmini daha izliycem zaten, en güzelini söylerim onu izlersiniz.

19.11.2013
Oku..

Bir Aylak Adam (2012)


Geçen senenin beğenilen festival filmlerinden. 2005'te hayatını kaybeden Ömer Kavur anısına ithaf edilen, Özgür Şeyben'in yazıp yönettiği Bir Aylak Adam (2012), vurucu, çok vurucu da demek istemiyorum ama etkili bir film olmuş. Dünyada yeni yeni yayılan bir tarz bu, mockumentary yani sahte belgesel deniyor. Karakterimizin hayatı belgesel yapılıyormuş gibi aktarılıyor, acayip bir adam bu adam. Dışardan bakıldığında bildiğin aylak, tanımaya başladığında bambaşka..


Bence çok tatlı bir mevzunun üstüne gidilmiş. Başlarda, kötü bir öğrenci filmi gibi başlıyor; sonra sonra alışınca tarza, ayıktırıyor adamı.

Bu sene birkaç salonda da olsa vizyona girmesi bekleniyormuş ama ondan da vazgeçilmiş ve internete yüklenmiş film. Bence buyrun izleyin. https://vimeo.com/47245911

19.11.2013
Oku..

Wolverine Logan


Wolverine karakteri ilk kez, 75 Mayısında Len Wein, John Romita ve Herb Trimpe tarafından Marvel için tasarlanıp çizilip yazılmıştır. Vietnam Savaşı sırasında başlar hikayesi, yaşlanmadığı için, daha çok savaş görecektir.
X-Men serisi, çeşitli özellikleri olan, mutant insanları bulup, kötü yola sapmalarını engelleyip, güçlerini iyi amaçla kullanmalarını öğreten bir özel eğitim kurumunun hikayesini anlatır. Buranın patronu da Profesör Charles Xavier'dir. X-Men'in X'i oradan..
İlk çizildiğinde, diğer mutantlarla takılan bir karaktermiş Logan. Sonra başlarım yapacağınız işe deyip kafasına göre yaşamış ama yine de her zaman, X-Men dedin mi Wolverine'dir yani olay..

Wolverine karakterini sinema filmlerinde Hugh Jackman canlandırıyor. Sinema filmleri dışında pek çok mecrada da aktif bir karakter bu: animasyon dizileri, diğer kahramanlarla ortak macera çizgi romanları, bilgisayar oyunları falan.


Çocukken bir sinir harbi sırasında pençeleri çıkan küçük James Howlett (Logan), hücre yenilenmesi yöntemiyle yaralarını iyileştirebilen ve bu sayede erişkinliğe eriştikten sonra yaşlanmayan bir mutanttır. Üvey abisi Viktor'da da benzer bir özellik vardır, tırnakları yırtıcı bir hayvanınkiler gibi sağlamdır ve o da aynı hücre yenilenmesi özelliğine sahiptir. Ailede sorunlar bitmez, babayı öldüren anne, sonra intihar edince çocuklar kimsesiz kalır ve belli bir yaşa geldiklerinde devletin gizli bir biriminde, tıpkı kendileri gibi olan bir takım özellikli insanla görev almaya başlarlar. Ekip görevden göreve koşarken, Logan'ın üstünde bir şey denemek isterler. Zaten halihazırda ölümsüz olan Logan'a Adamantium enjekte edilerek, kemiklerinin çok daha sağlam olan bir çeşit metale dönüşmesi sağlanır. Tabii pençelerinin de.. Bu işlem sırasında hafızasını kaybeden Logan, araştırmacıların elinden kaçar. Üvey abisiyle fikir ayrılığına düşer, düşman olur.

Bu sonradan anlatılan bir başlangıç hikayesidir. X-Men Origins: Wolverine (2009)'de anlatılır bu kısım. Bunun dışında daha çok mutant tipleri kontrol altında tutmaya çalışan bir takım güçlere karşı savaş verilir. Bütün X-Men ekibinin savaşı budur genelde..


İlk çizildiği zamanlar maskeli, kostümlü falan bir tip olan Logan, sonra sonra kendine geliyor, maske çıkıyor. Zaten bu karakter seneler sonra anca temele oturtulmuş, öyle okumuştum bi yerde. En başta bir buz porsuğunun (Wolverine adı burdan geliyor) mutant hali olarak çizilmiş sonra insandan türeyen bir mutant olmasına karar verilmiş.

X-Men (2000), X2 (2003),  X-Men: The Last Stand (2006) ve X-Men Origins: Wolverine (2009)..
Bu filmlerde Wolverine'in ve diğer mutantların nasıl eğitildiği anlatılıyor, güçlerini nasıl kontrol edebilecekleri okul müdürü Charles tarafından öğretiliyor.. Ve tabii kötü niyetli insanlarla mücadele ediliyor.

Bundan sonra çekilen serinin diğer filminde, mutantların ilk nasıl tespit edilip, nasıl eğitilmesi gerektiğini anlatan, -komple serinin ilk filmi niteliğindeki- beşinci film X-Men: First Class (2011)'ta, en sonda küçük bir sahnede görünüyor Wolverine. Bu filmde baş karakterler Charles Xavier ve Erik Lensherr.. Bu mutant kankiler güç yönetimi konusunda kutuplaşıyo, sonra da işte mutant ekip arkadaşı bulup, eğitip, kendi safına katmaya çalışıyorlar.. Yani asıl kavganın niye başladığı ve X-Men projesinin nasıl ortaya çıktığı anlatılıyor.. James McAvoy ve Michael Fassbender başrollerde..


Altıncı film The Wolverine (2013) ile Logan'ın bireysel macerasına dönülüyor. Kötü adamlarla kovalaşma işi Japonya'ya sıçrıyor.. Burada kendi ölümsüzlüğüyle savaşı hız kazanıyor.

Önümüzdeki zamanlarda çıkacak olan yedinci film X-Men: Days of the Future Past (2014) ise, 2011'deki filmin devamı olacak.. Yani yine ekip çalışması göreceğiz. Wolverine bu filmde dahil olacak X-Men grubuna.. Dördüncü filminde gördüğümüz Wade Wilson (Deadpool) karakteri de çok sevilen bi tip, onun da bireysel filmi gelecek: Deadpool (2016)..

Yedi filmlik seride dikkat çeken kadın tipler şöyle sıralanabilir:

Jean Grey: Famke Janssen (1-2-3-6) / Sophie Turner (8)
Storm: Halle Berry (1-2-3-7) / Alexandra Shipp (8)
Rogue: Anna Paquin (1-2-3-7)
Mystique: Rebecca Romijn (1-2-3) / Jennifer Lawrence (5-7-8)
Lady Deathstrike: Kelly Hu (2)
Shadowcat: Sumela Kay (1) / Katie Stuart (2) / Ellen Page (3-7)
Psylocke: Mei Melançon (3) / Olivia Munn (8)
Kayla Silverfox: Lynn Collins (4)
MacTaggert: Rose Byrne (5-8)
Mariko: Tao Okamoto (6)
Viper: Svetlana Khodchenkova (6)
Jubilee: Lana Condor (8)
Laura: Dafne Keen (9)

10.11.13


Tekrar merhaba herkese. 2013'ün sonlarında yazdığım bu yazıya ek birkaç şey yazmak istedim. En son yedinci filmin geleceği haberini vermişim. Bunun üzerine iki film daha ilerledi seri, X-Men: Apocalypse (2016) ve Logan (2017)..

Logan, son filmde 2024 model bir Chrysler kullanıyo ve görece yaşlanmış diyebiliriz.. Yine mutantları kontrol altında tutmak isteyen bir ekiple uğraşıyor. Fakat bu ekip, aynı zamanda eline geçirdiği DNA'larla gizlice kendi mutantlarını yaratmış. Ve o mutantlar şu an 7-10 yaşlarında, savaş için yetiştirilen çocuklar. İçlerinden bir kız kaçak. Tıpkı Logan gibi metal pençeleri olan Laura, Logan'ın biyolojik kızı.. Ve aşırı tatlı bi kız..

Bu arada Deadpool 2 (2018) de geliyor!!!

28.05.2017
Oku..

Hulk BoxSet


Stan Lee ve Jack Kirby tarafından 62'de yaratılmış bir Marvel karakteridir. Büyük yeşil canavar, duygularını kontrol edemez haldedir, herkes için tehlikedir. Bu yüzden, kalabalıktan uzak, sakin hayatlar sürmeyi tercih eder. Hücre yenilenmesi üst düzey bir yaratık olduğu için öldürülemezdir. İntihar için ağzına kurşunu sıktığında birden büyüyüp, mermiyi tükürdüğünü anlatmıştır bir filminde. Büyünce 'Smash' diye böğürür, kırar, döker.

Bruce, çılgın profesör olan babasının gazabına daha doğmadan uğruyor. Hücre yenilenmesi alanında pek çok denek üzerinde çalışan baba Banner, resmi izin olmamasına rağmen insan denek üzerinde de çalışmak istiyor. Laboratuvarı kapatılmak istenince de kendi üstünde deniyor bileşimi. Hiçbir şey olmuyor. Normal hayatına devam eden Banner, karısıyla birlikte oluyor ve Bruce’un tohumları atılıyor. Tabii babasının çalışması da Bruce’a geçiyor. Bruce bebekken anlıyor anne-babası acayipliği. Babası oğlunu kurtarmak için çalışmaya devam ederken kovuluyor şirketten, laboratuvarına el konuyor. Sinirleniyor bu da giderayak bütün mekanı havaya uçuruyor.

Baba Banner, hengame sırasında karısını bıçaklıyor. Derken aranıyor ilanı çıkıveriyor adama. Bruce anne babadan yoksun büyüyüp kimyacı oluyor babası gibi, gamalar üstüne çalışıyor, bilmiyor ama hikayesini. Bir gün bir karmaşa oluyor laboratuvarda, arkadaşını kurtarayım derken kendini atıyor yeşil yeşil ışınların önüne. Normalde ölmesi gerekirken zamanında babasının genleriyle aktardığı bir özellik olan hücre yenilenmesi bu gamayla birleşmesin mi? Birleşiyor. Herhangi bir duygusal tepkime sırasında -sinir, heyecan, hoplama zıplama gibi- gamanın da etkisiyle hücreler büyüyüp yeşeriyor. Kocaman dev yeşil bir adama dönüşüyor.

Televizyon filmi olarak çekilen ilk filmi The Death of the Incredible Hulk (1990)'ta Lou Ferrigno Bruce'u oynuyor.. Bill Bixby'nin yönettiği filmde Betty'yi Chilton Crane oynuyor..
Film ve dizi işlerinin yanı sıra pek çok da animasyon filmi-dizisi yapılmış bir karakter Hulk. Bilgisayar oyunu falan her şeyi var...


İlk sinema filmi Hulk (2003), Ang Lee yönetimindedir. Köken hikayesi bu filmde anlatılıyor.. Bruce, Eric Bana tarafından canlandırılırken, sevdiği ve aynı zamanda hiç anlaşamadıkları komutan Ross'un kızı Betty'yi, Jennifer Connelly oynuyor. Hikayenin en başı anlatılıyor filmde, Bruce'un küçüklüğünden, babasının kendini bilmezliğine kadar her şeyi görüyoruz.


Sonraki film The Incredible Hulk (2008)'ta, Bruce'u Edward Norton, Betty'yi Liv Tyler oynuyor. Hiç sevmediğim şeydir devamlı filmlerde kadronun değişmesi. Bu sefer yönetmen Louis Leterrier. Artık kendini bilen Bruce, her türlü sinirden stresten uzak durmak adına, alakasız bi yerde bi fabrikada elektrikçi olarak çalışıyor. Bir yandan da bi üniversiteden genetikçi bi araştırmacıyla mesajlaşıyor. Derdine derman arıyor. Gönderdiği kan örneklerine kötü niyet karışmaz mı, bence karışır, kötü adamımızı Tim Roth oynuyor.

İlkine göre daha kaliteli olmuş ikinci. İlk film, hikayenin en civcivli kısmını kapmasına rağmen becerememiş görünüyor. İlkin tek güzel tarafı Connelly..


Sonra üçüncü bir Bruce seçiliyor. The Avengers (2012)'ta oynamak üzere. Komedisi daha bol olan filmde, Hulk da kendine geliyor. En başından beri aradığı tarz buymuş, yeşil dev komedi seviyomuş demek. Joss Whedon'ın yönettiği bu film, diğer süperlerle Hulk'ı buluşturuyor. Büyük dünya istilasında çok işe yarıyor Hulk.


Bu sefer Mark Ruffalo oynuyor Bruce'u. Yeni seride oyuncuların devamlılığında bir sıkıntı olmaması güzel.. Bi tek Iron Man serisinde Yarbay Rhodey değişti..

08.11.13
Oku..

The Fall (2006)


Bir tavsiye üzerine izlenecekler listeme giren, nerden baksan 2 aydır da o listede duran bir film. Sonunda izledim ve buyrun sizde izleyin diyebiliyorum.

İşin içinde iyi oynayan çocuk varsa zaten dramkare bir film oluyor, dram kere dram manasında. Doğallıktan mıdır nedir, gülüyolarsa çok gülüyolar, ağlayınca aşırı ağlıyolar ya.


Meyve bahçelerinde portakal toplarken ağaçtan düşüp kolunu kırdığı için iyileşene kadar hastanede yatması istenen bir kız çocuğu; Alexandria ve hastanede tanıştığı bir başka hasta olan, kalbi kırık Roy Walker.
Roy, filmlerde aktörlerin beceremediği atlama-zıplama-dövüşme-düşme gibi pek çok işi halleden bir dublör. Son işinde yediği bir kazıktan mütevellit hastanenin kalbi kırılanlar koğuşunda gözetim altında tutuluyor. Roy, Alexandria'yla bi anlaşma yapıp, Roy'a uyumasına yardım edecek ilaçları getirirse Alexanria'ya hikayeyi anlatmaya devam edeceğini söylüyor. Ne hikayesi? Bir kahramanlık hikayesi... Kötü adamdan intikam almak için kaderin bir araya getirdiği beş adamın hikayesi...


Yönetmenliğini İndiyın Tarsem Singh'in yaptığı filmin senaryosu, Bulgar şair-yazar Valery Petrov'un 81'de yazdığı 'Yo Ho Ho' isimli tiyatro metninden uyarlanmış. Rolün küçüğü büyüğü olmaz ama çok gözüken oyuncular: Catinca Untaru, Lee Pace ve Justine Waddell... Tarsem Singh, yeni Superman Henry Cavill'li Immortals (2011)'ın yönetmeni; Lee Pace ise Hobbit serisinde Elf Kral Thranduil rolüyle bilinir meraklısına; Hemşire Evelyn rolüyle izlediğimiz Justine Waddell ise güzel bir kadın olmakla beraber çok popüler bir işi yoktur, sadece bilen bilir.


Yer yer duygusal ama zekice işlenmiş bir hikaye. Normalde duygular karışınca işin içine zeka arka planda kalır ya, bunda olmamış. E tabii zeka işi olunca, mizah kaçınılmaz oluyor. En sevdiğim sahne ise: Havuzda epey yumruktan sonra 'Red Bandit' kontrolü ele geçirip bi tane vuruyor sonra kızın isteğiyle kavga bitiyor da kötü adam sadece bir yumruk yediğiyle kalıyor sanıyorsunuz da tam o nokta da kader işe karışıyor ve mükemmel düşüş. Çok tatlı intikam.

Filmi tavsiye eden değerli arkadaşım Sinemcim'in de doğum günü bugün, burdan da kutladım gitti. Tıpkı filmdeki kız gibi Sinem de kolunu bacağını kırma konusunda uzman sayılır. Ayrıca böyle acayip şeylere bayılır. Ondan bana benden size tavsiye..


07.11.2013
Oku..