İtalyan-Alman baba ve Alman-Rus annenin, 74 Hollywood doğumlu sarışın oğlu.. E sarışın mavi gözlü, şeker gibi çocuk, zaten Hollywood'ta yaşıyosun; yazdırmıycan mı ajansa, oyuncu olmasın mı çocuk?!. Ama yok, oğlumuz asi, "Bana ne, bana ne" diyerek her söylenene karşı geliyor, gıcıklık yapıyor..
Anca 17 yaşında falan, kızları etkilemeyi düşününce giriyor sektöre.. Önce ufak dizi oyunculukları.. Bi yerlerde görülünce seviliyor ve karakter kapıyor, bi dizide 12 bölüm, sonra başka dizide 24 bölüm oynuyor.. Kısa zamanda sinemaya da geçiyor: Critters 3 (1991), Poison Ivy (1992) derken başrolde oynadığı Robert De Niro'lu This Boy's Life (1993)'ta gösteriyor kendini..
Hemen sonra, Johnny Depp'li What's Eating Gilbert Grape (1993)'te rol alıyor ve o dönem bu performansı Oscar'a aday gösteriliyor.. Daha 19 yaşında En İyi Yardımcı Aktör adaylığı alıyor yani.. Ama kazanamıyor tabii; neden, çünkü öyle bir döneme denk gelmiş ki, rakipleri arasında Schindler's List (1993)'teki efsane rolüyle Ralph Fiennes var ve o bile alamıyor, Tommy Lee Jones'a gidiyor o sene bu ödül..
Sonrasında kariyeri şu şekil devam ediyor:
The Quick and the Dead (1995)
The Basketball Diaries (1995)
Total Eclipse (1995)
Romeo + Juliet (1996) / yönetmen Baz Luhrmann
Marvin's Room (1996)
Titanic (1997) / yönetmen James Cameron
The Man in the Iron Mask (1998) / yönetmen Randall Wallace
Celebrity (1998) / yönetmen Woody Allen
The Beach (2000) / yönetmen Danny Boyle
Don's Plum (2001)
Gangs of New York (2002) / yönetmen Martin Scorsese
Catch Me If You Can (2002) / yönetmen Steven Spielberg
Bu filmlerden Titanic (1997), 14 dalda Oscar'a aday gösterilip rekor kırarken, kadroda bi tek DiCaprio adaylık alamamıştı.. İlk dışlanma geyikleri böyle başladı.. Bi de o sene film, 11 Oscar kazanmasın mı?!. Bu durumun bi benzeri Gangs of New York (2002)'ta oluyor, 10 dalda aday gösterilen filmde Leo'nun performansını kimse sallamıyor.. Yahu bir de bakar mısın nasıl filmlerde, nasıl yönetmenlerle çalışmış, üstelik hiç de fena değil performanslar yani.. Gerçi bütün filmlerini izlemedim ama yönetmenini bildiklerimi gördüm en azından..
Titanic (1997) ve Catch Me If You Can (2002) ile Golden Globe'a aday gösteriliyor kazanamasa da.. Gerçi ödül kazanamaması işler kötü anlamına gelmiyor.. Gençliğinden beri bu işin içinde olan Leo, yapımcılığa girişiyor kazandığı paralarla.. Mesela, yine Martin Scorsese'nin yönettiği başrol oynadığı The Aviator (2004)'e ortak oluyor.. Ve bu filmle En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde Oscar'a ilk kez aday oluyor.. Kazanamıyor.. Film 11 adaylıktan 5 heykel çıkarıyor..
The Aviator (2004) / yönetmen Martin Scorsese
The Departed (2006) / yönetmen Martin Scorsese
Blood Diamond (2006) / yönetmen Edward Zwick
Body of Lies (2008) / yönetmen Ridley Scott
Revolutionary Road (2008) / yönetmen Sam Mendes
Shutter Island (2010) / yönetmen Martin Scorsese
Inception (2010) / yönetmen Christopher Nolan
J. Edgar (2011) / yönetmen Clint Eastwood
Django Unchained (2012) / yönetmen Quentin Tarantino
The Great Gatsby (2013) / yönetmen Baz Luhrmann
Bak bak, filmlere bak, yönetmenlere bak, hepsi en az üçer beşer Oscar'da adı geçen filmler, bütün ekip ayakta alkışlanıyor, DiCaprio hep bi kenara itiliyor.. Sadece Blood Diamond (2006)'daki performansı aday gösterildi ama alamadı tabii..
Şimdi anlaşıldı mı, neden DiCaprio'nun dışlandığını düşünüyor seyirci?! Hayır, kötü oyuncu ise yıllardır bu filmlerde nasıl oynadı.. Oynadığı filmlerde herkese adaylıklar/ödüller yağarken sadece DiCaprio'ya yüz verilmemesi ne kadar doğru.. Bu adam, arkadaşlarıyla vakit geçiremez oluyor yahu, kime gitse "İşte, ben de bilmem ne Oscar'ına aday gösterildim, kısmetse bekliyoruz sonuçları falan.."
Neyse Scorsese yeni film yapacak, Leo da varını yoğunu yatırıyor, "Gözünü seveyim şaşaalı film yapalım, ben de süper oyniim, n'olur bi şey olsun bu sene" diyor, The Wolf of Wall Street (2013) yapılıyor, tribüne oynanıyor ve film En İyi Film ve En İyi Erkek Oyuncu dahil 5 dalda Oscar'a aday gösteriliyor.. Leo durduk yerde -yapımcı ve oyuncu olarak- iki kategoride birden yarışan adını görüyor, bu bir işaret diyor, bu sefer kesin kazanıyorum.. Yok, kazanamıyor.. Daha iyi çekebilirdin diye kankim dediği koca Scorsese'yle arası açılıyor..
Sonra bakıyor, "En son kim kazandı lan bu Oscar'ı, bana en kolay kim kazandırır bu Oscar'ı?" diyor.. Türlü çeşit iletişimle Inarritu'ya ulaşıyor -ve rol arkadaşlarını da kendi seçerek- The Revenant (2015)'ı yapıyorlar.. Ve emeklerinin karşılığını alıyor Leonardo DiCaprio.. Dördüncü kez aday olduğu 'En İyi Erkek Oyuncu' Oscar'ını kazanıyor..
Oscar'ı avuçlamaya sahneye çıktığında, bütün kariyeri saniyede gözünün önünden akıyor.. Ama kendini kaybetmeyip aşırı cool, hiç de umrunda değilmiş hareketlerle teslim alıyor altın heykelciği.. Parmaklarının boğumlarında hissediyor ılıklığını metalin, içi kıpır kıpırken dışı dünyanın türlü badirelerine kafa tutulması gerektiğini, insanın insanlıktan çıkmadan yaşaması dileğini dillendiriyor.. Akademi'ye falan teşekkür ediyor çok istemeden.. Yıllarca beni bu duygudan mahrum bıraktığınız için çok sağ olun falan geçiyor içinden.. Ama bütün salon, ne salonu, bütün dünya anlıyor gerçek duygularını, ayakta alkışlanıyor uzun süre.. Bu sene de alamasa şu Oscar'ı, oyunculuğu bırakacağı konuşulurken, kazanmış olmanın rahatlığı var şu an üstünde.. Sahneye çıktığı cool'lukla iniyor, arkasından iki kadın geliyor.. Demin ödülü verenler, kimdi onlar, hatırlamıyor yüzlerini.. "Hassiktir be," diyor içinden, "aldım valla!"
010316