Confessions of a Shopaholic (2009)


Film çıktığı zamanlar, öğrenci yurdunda kalıyorum, her akşam bir film açılıyor odada belli bir saatte, izleyeceksen o saatte odada olacaksın, böyle bir etkinlik. O dönem bunu ve bunun gibi çok film izledik yani. Filmler internet kafeden bir harddisk dolusu gelmişti, alfabetik sırayla izliyorduk. Tarz, tür yok; ne açılsa onu izliyorsun. Bu etkinlik, bana film izleme ve film üzerine konuşma alışkanlığı kazandırdı işte. Bir süre sonra kendi bilgisayarımı aldığımda, biraz daha kendi tercihim olan filmler izlemeye başladım. Bu blog da o zamanlar ortaya çıktı zaten. Artık kendi başıma izlediğim için odadakilerle konuşamıyordum film hakkında, böylece yazmaya başladım. Bilinçli izlenen filmle rastgele izlenen film arasındaki farkı da gördüm sonradan. İnsan sürekli olarak -gelişim olmasa da- değişim halindedir.. Her şey değişir.. Zaman zaman bakıyorum eski yazdıklarıma, geliştik elhamdülillah diyebiliyorum..


O zamanlar izlediğimizde, eğlenmişizdir muhtemelen.. İkinci sınıf bir film, sağda solda önerebileceğim türden değil ama herkesin dikkatini çekebilecek bir konusu var. Çünkü bu 'alışverişkoliklik' gerçekten var ve ciddi bir şekilde de işlenmesi gerekiyor. Bu film ise, mizahi yaklaşımlarla, abartılı bir anlatım sunuyor. Sophie Kinsella'nın romanından uyarlanan filmin yönetmeni Paul Hogan.

Rebecca, çocukluğundan beri bastırılmış olan alışveriş tutkusunu, reşit bir insan olunca salmış ve tabii ki sıvamış. Genç bir kız olup, New York'a yerleşmiş; ev arkadaşlı bir evde kalıyor ve hiç sevmediği bir bahçe tasarım dergisinde çalışıyor. Ama o New York caddelerinde dolaşmayı, mağaza vitrinlerine bakmayı, sürekli alışveriş yapmayı ve hayali olan moda dergisi Alette'de çalışmayı istiyor. Daha şimdiden bütün kredi kartlarının limiti dolmuş, boğazına kadar borca batmış Rebecca'nın çalıştığı dergi kapanınca ortalık karışıyor. Kabul edilmek için Alette dergisine yazdığı alışveriş tutkusu üzerine mektubu, yanlışlıkla bir ekonomi dergisine gönderince bir anda başka bir alanda kariyer yapmaya başlıyor. Ve 'yeşil fularlı kız' böyle ikon oluyor..


Biraz zorlasan 'sadeliktir asıl güzellik, fazlasına ihtiyacın yok, at-sat-ver rahatla' felsefesine açıkça hizmet ettiği bile söylenebilecek bir film. Aslında böyle yazınca daha iyi bir film olabileceğini, özünde o mükemmel hamuru taşıdığını düşündüm şimdi. Absürt mizah değil de daha oturaklı bir iş yapsalarmış çok daha şık dururmuş bu hikaye için. Mesela yine moda dergiciliği temalı ilerleyen The Devil Wears Prada (2006) çok daha akıllı bir yapım, çok kaliteli duruyor. Hem hikaye hem anlatım üslubu olarak. Kıyaslamak hoş değil tabii ama öyle aklıma geldi işte. Hele ki 1 Mayıs'ta emeği hiçe saymak gibi olmasın.. Daha iyi olsun diye, yapıcı bunlar hep, yapıcı eleştiri..

Filmin en dikkat çekici tarafı, kadrosu: Isla Fisher, Krysten Ritter, Leslie Bibb.. Bu kızlar dışında bir de usta isimler var: Joan Cusack, John Goodman, Kristin Scott Thomas.. Esas oğlan da Hugh Dancy..

1 Mayıs 2018