Cem Yılmaz ve Filmleri


Cem Yılmaz bi gösterisinde, pasaportunda meslek kısmında 'Aktör' yazdığından bahsediyordu. Birçok şey yapan biri olarak en genel ve şık mesleği seçmiş kendine. Yoksa kariyerine karikatürleriyle Leman'da başlamış, yine Leman Kafe'nin üst katında sahneye çıkıp komedyenlik yapmış ve devamında meşhur olup, şovmen, oyuncu, yazar, yönetmen ve yapımcı falan diyerek almış yürümüş bi abimiz, saygı duymayan yoktur herhalde, başarılı ve paralı bi kişi neticede. Lüks spor araba ve uzun boylu güzel manken hobilerini herkes bilirken, çaptan düşmüş Yeşilçam oyuncularına ve bir kısım durumsuz öğrenciye desteğini çok kimse bilmez.

Leman'ın sahnesinde çıktığı dönemler Ömer Vargı ile tanışır. Hakan Haksun'un bi hikayesi vardır, Vargı, ilk sinema filmini bu hikayeye çekmek istiyordur, Yılmaz'dan da oynamasını ister. Bu üçlü oturup senaryoyu yazar, çok güzel film olur, Mazhar Alanson'la başroldür Cem Yılmaz. Her Şey Çok Güzel Olacak (1998) filminde, abi kardeş vardır, ufak olan fırlamanın teki, serseri, abi ise dingin hayatı tercih eden ilaç deposu çalışanı.. Küçük kardeşin abisine "Ya biraz hayattan zevk almaya baksana" çıkışları hep karşılıksız kalır, sonra abisinin hayalini kurduğu spor arabayı çalar getirir bi gün kardeş. "Bi tur atıp bırakırız" der, olanlar olur. Çok güzel filmdir, 8/10 puan vermişim.


Bu güzel deneyimden sonra asıl işine döner Cem Yılmaz, Milenyum ve -sonra bunun genişletilmiş hali- Bir Tat Bir Doku gösterisini sahneler. Bir Tat Bir Doku ile çok meşhur olur, herkes sağda solda Cem Yılmaz esprisi yapar birbirine. Bu gösterinin DVD'si için CMYLMZ [2001] diye bi kısa film hazırlar; hatta CD idi galiba, altı CD'lik bi şey vardı bende, DVD var mıydı o zaman emin değilim.. Ömer Faruk Sorak'tı bunun yönetmeni.

Başka bir komedyen olan Yılmaz Erdoğan, Vizontele (2001)'yi yazmış ve Sorak'a "Beraber yönetelim bunu, işi öğreneyim" demiş olacak.. Bu filmde Cem Yılmaz'a da küçük ve çok tatlı bi rol verilmiş.. Köyün zenginini oynuyor, "Kim? Karı benle konuştu!" repliğiyle marka oluyor Fikri.. Hatta bu film 'Cem Yılmaz Filmi' diye akıllarda kalınca Yılmaz Erdoğan bi kıllanmış diye duyduk.. Devam filminde yoktu çünkü Fikri.

Ama bu 'Cem Yılmaz Filmi' gazıyla, kendi sinemasını yaratmaya başlıyor sayın Yılmaz.. G.O.R.A. (2004)'yı yazıyor; yönetmen, Ömer Faruk Sorak.. Kapalıçarşı'da turistik halı-kilim işi yapan Arif, uzaylılar tarafından kaçırılır. Uzaylılar Arif'i kaçırdıklarına pişman olacaklardır. G.O.R.A. gezegeninin askeri gücünün başında olan Komutan Logar, kralın kızının ve komple gezegenin hakimi olmak istemektedir. Esir Arif, bu oyunu bozacak ve kahraman olacaktır. Devam filmi A.R.O.G. (2008) ise, intikam için dünyaya gelen Logar'ın, zaman makinesiyle Arif'i Taş Devri'ne göndermesi ve Arif'in de o zamandakilere yeni şeyler öğretip hemen günümüze gelmeye çalışmasını anlatıyor.. Bu filmin yönetmeni ise Ali Taner Baltacı ve Cem Yılmaz. İlk filme puanım 8/10 iken ikinciye 6/10 oldu.. Bu arada, A.R.O.G. (2008)'a yapımcılık da yaptı Yılmaz, gösteriden kazandığını sinemaya yatırdı, en fazla hasılat yapan filmi de bu olacak, konulular arasında..


Ali Taner Baltacı'yla ilk kez çalışmıyor ama Cem Yılmaz, arada Hokkabaz (2006) var, onu da beraber yönettiler. Baltacı da Vizontele (2001)'nin falan reji asistanlarından.. Cem Yılmaz da sinema tekniğini böyle geliştiriyor demek ki.. Hokkabaz (2006) duygusal tarafı biraz daha ağır basan, yine komedi ama daha duygulu, daha etkileyici -bence- bi tık daha kaliteli bi komedi.. Puanım 7/10.. Sihirbazlık yaparak hayatını sürdürmeye çalışan, ailesi tarafından kendisine doğru düzgün bi iş bulması tavsiye edilen İskender'in hikayesi.. Ölmek üzere olan babasının Çanakkale'yi ziyaret edip şehitleri anmak istemesi üzerine, çıkacakları turneye babasını da götüren İskender odağında bir macera filmi.. Bu arada bundan da önce yine bir Yılmaz Erdoğan filmi olan Organize İşler (2005)'de Müslüm'ü oynadı, "Bir, dayak nedir? İki, niye atılır?"la çok taklidi yapıldı..

2007'de CMYLMZ gösterisini yaptı bu arada, A.R.O.G. (2008)'dan hemen önce. Şimdiye kadarki en iyi gösterisi idi bence.. Teknik anlamda en başarılı filmi Yahşi Batı (2009)'yı yazıp Ömer Faruk Sorak'a emanet etti, yönetime karışmadı, sanat yönetimiyle, kostüm ve dekorla öne çıktı film.. İki Osmanlı gizli polisi, Padişah'ın, Amerikan Başkanı'na hediyesini iletmek üzere yola çıkar.. Ve bir western macera başlar.. Trenler, atlar, dabancalar ve Demet Evgar..

Bu arada filmlerinde beraber rol almaktan keyif aldığı bir arkadaş grubu var belli ki: Ozan Güven (4), Özkan Uğur (4), Zafer Algöz (4) başı çeken isimler.. Her filmde esas kız mutlakiyetine de şöyle oyuncular bulunmuş: Özge Özberk, Özlem Tekin, Demet Evgar..

Bu dönemden sonra ise yapımcılığını yaparak destek olduğu Selçuk Aydemir filmi Çalgı Çengi (2011) ve Karadenizli psikopat polisi oynadığı Yavuz Turgul yönetimindeki Av Mevsimi (2010) var.. Sonrasında da Magnifica Presenza (2012)'da rol aldı, Türk asıllı İtalyan sinemacı Ferzan Özpetek'in filminde hayaleti oynuyorlardı, spoiler bu.. Yine bu dönemler, üniversitelerde yaptığı söyleşilerden derlediği CMYLMZ Soru & Cevap'ın ardından, CM101MMXI Fundamentals sahnelendi ve sonra sinemalarda gösterildi.. İlginç olan, bu stand-up kaydının, diğer filmlerinden çok daha fazla para kazanması oldu.. Ayrıca bi ilginç bilgi daha, görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki idi..


Sonra sosyal medya vesilesiyle yeni bir filme başlayacağını duyduk ve nerdeyse her aşamasında bilgilendirildik takipçileri olarak.. Pek Yakında (2014), hep hayalini kurduğu, yazıp yönettiği bir film.. Güzel film esasında, korsan DVD'ci Zafer'i oynuyor, Zafer, korsana tövbe edip film sektörüne legal giriyor.. Puanım 7/10, Cem Yılmaz'ın ilk yönetmenliği diyemiyoruz, öncesinde de çok içindeydi zaten işlerin ama ilk defa tek başına patronluk yapıyor ekibe.. Bu açıdan değerli..

Sonra Russell Crowe geliyor, Çanakkale Savaşı'ndan bi hikaye anlatmaya, Türk askerler olarak Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz büyük rollerde.. The Water Diviner (2014), Türkleri yermeyen bir film olduğu için çok tutmuyor gavur memleketlerde, "Olsun," diyor Russell "ben pişman değilim!" Yine de bizim Yılmaz'ların popisi artıyor tabii bi tık daha, bu gazla Cem Yılmaz yeni gösterisini İngilizce hazırlayıp Amerika turnesi yapıyor.. Kesin güzeldir, ama anlamıyos ki, ingiliççe..

Kazandığı paraları bu sefer Ali Baba ve 7 Cüceler (2015) filmine yatırıyor.. Bence ve herkesçe en kötü filmi oluyor, teknik anlamda sıkıntısı olmayan ama hikayesi pek sarmayan filmde, o efsane oyuncu kadrosundan sadece Zafer Algöz var.. G.O.R.A. (2004) ve A.R.O.G. (2008)'ta olduğu gibi bunda da kötü adamı da kahramanı da kendisi oynuyor.. Bahçe cücesi işinde olan Ali, Sofya'ya fuara geldiğinde yanlışlıkla kötü adam Boris'in eline düşer, sonra ordan kurtulma hikayesi, bu.. 3/10 vermişim bak, nasıl sevmediysem..

Son olarak da Yüksel Aksu filmi olan İftarlık Gazoz (2016)'da bi Ege köylüsünü oynayan Cem Yılmaz'ın Okuyan Us tarafından yayımlanan dört senaryo kitabı bulunmakta.. G.O.R.A. (2004), Hokkabaz (2006), A.R.O.G. (2008) ve Yahşi Batı (2009)'nın senaryoları.. Meraklısı, okumak isteyeni varsa haberi olsun..

240316


YazılıSinema olarak Mağara Dergi'si için Cem Yılmaz'la bir röportaj yaptık!.. bkz. Mağara Sayı: 1

4-10-2016
Oku..

Stutterer [2015]


Filmin adı 'kekeme' anlamına geliyor, film tam da onu anlatıyor, daha da basitleştirilemezdi galiba. (İyi anlamda demedim bunu.) Bu senenin Oscar'ı kazanan kısası, hatırlarsanız adaylar açıklanınca "Bayadır kısa film izlemiyorum, çok boşladım, bütün adayları bi izliyim" demiştim. (4. Geleneksel: Oscar Adayları ve Kehanetlerim) İzleyemedim, çünkü internete koymazsanız nerden izliycez biz bunları.. Neyse ki bu ödül aldı diye bi hayırsever yüklemiş de izledik.. Haliyle diğer adayları bilmiyorum ama bu filme Oscar vermek bana biraz enayilik gibi geldi, hikayesi için diyorum, yoksa teknik mükemmel, görüntü yönetimi, renkler, müzik, sanat yönetimi, oyunculuklar çok güzel çalışılmış, bi tek hikayesi zayıf, zayıf da değil, yok gibi..

Kekeme bi çocuk var, baya kötü durumda ama çok zor konuşuyo.. Çalışıyo mu, nasıl zaman geçiriyo tam belli değil, babasıyla go oynarken görüyoruz bi. Sadece çok okuyup yazdığı anlaşılıyor dekordan. İnternette bi kızla yazışıyo ama; konuşamasa da yazarken baya sempatik, çapkın, zaten yakışıklı da çocuk. Neyse, kız diyo ki buna "Önümüzdeki günlerde Londra'ya gelcem, görüşelim istersen." Alıyo bizimkini bi telaş, kekeme olduğumu öğrenip soğuyacak benden diye korkuyor..


Sonra da büyük final işte, sizce n'oluyo, yapılabilecek en kötü final yapılıyo. Keşke başka herhangi bi final olsaydı da bu olmasaydı ya.. 12 dakikalık filme baştan itibaren duyduğum saygı finalde sıfırlanıyor.. Şimdi bu yazıda, harika oyunculuklardan, muhteşem renk çalışmasından falan bahsedecekken bak neler yazdım..

Bare Golly Films imkanlarıyla çekilen filmin yazıp yöneteni ve kurgulayanı İrlandalı Benjamin Cleary. Esas oğlanı oynayan Matthew Needham. Kısa filmde kısacık rol alan esas kız ise Chloe Pirrie; Chloe'yi Black Mirror dizisinin Waldo'lu bölümünde izlemiştim ilk. Daha da izleyemedim, mesela Shell (2012) epeydir listemde bekleyen filmlerinden.


Filmde çok ciddi örnek alınacak hareketler bulunmakta, onun için komple çöp bi film diyemiyorum.. Farklı finaller hayal edip izleyebilirsiniz mesela filmi, yani finali siz halledin kafada; filmdeki hariç ne olursa..

200316
Oku..

Women in Trouble (2009)


Sebastian Gutierrez'in yazıp yönettiği film, hayatları ufak ufak kesişen sekiz dokuz başka kadının başlarına gelen ilginç olayları anlatıyor. Çeşit çeşit kadın ama, ikisi eskort, biri masöz, biri psikolog, biri hostes, biri pornstar, biri beyaz yakalı, biri büyümüş de küçülmüş çocuk falan.. Unuttuğum var mı acaba, şimdilik bu kadar hatırladım..

Misal, eskort kızlar zengin bi adamın evindeler, banyoda hazırlık yaparken bunlar, adamın düşmanları geliyo, olay çıkınca kızlar vın.. O sırada yan evdeki çift de kavga etmiş kadın apar topar arabasına binerken bizim kızlar da arabaya atlıyor.. O evden çıkan kadın, psikolog, çapkın kocasına suçüstü yapıyor.. Aldattığı kadının kızı da, pornocu Elektra'nın asansörde mahsur kalıp arkadaş olduğu kadının söyleyemediği kızı..


Bu şekil hikaye işte, o ona bağlanıyo, bu buna bağlanıyo.. Sürekli bi olaylar var başlarında, hep bi aksiyon hali.. Karakterlerin güzel kadınlar olması ve mesleki flaşör durumu eğlenceli film olmasına yetmiş. Filmde dikkat çeken tipler şöyle: Carla Gugino, Adrianne Palicki, Emmanuelle Chriqui, Marley Shelton, Cameron Richardson, Connie Britton ve Simon Baker ile Josh Brolin..


Artık çok tuttu da mı yoksa zaten planlanmış bir şekil miydi bilemiyorum ama sonraki sene, önceki filmde diğer tiplerden sadece biraz ön planda olan pornocu Elektra karakteri merkez alınarak ve yine arada diğer hatunların da başına gelenleri göstererek devam filmi Elektra Luxx (2010) yapılmış. İlk filmden Carla Gugino, Adrianne Palicki, Emmanuelle Chriqui ve Marley Shelton korunmuş ve ekstra olarak küçük rollerle Malin Akerman, Julianne Moore, Joseph Gordon-Levitt ve Timothy Olyphant girmiş..


Bu devam filmi de Elektra Luxx'un hamile kalması ve sektörden emekliye ayrılmasıyla yaşadığı buhranı anlatıyor. Eskort kızlardan Holly, Bambi'ye aşkını itiraf ediyor.. Konusu gereği ilk filmden daha çok 'olumsuz örnek içerebilecek davranış' bulunmakta.. Adrianne'la Emmanuelle öpüşüyo falan.. Bir Adrianne Palicki hastası olarak böyle şeyler görmek hoş hisler.. Ama filmlerin -özellikle ikincisinin- teknik anlamda vasata tekabül eden sahneleri can sıkıcı şeyler..

200316
Oku..

Blindspot (2015- )


Geçen hafta yazacaktım da zaman bulamadım, hatta bunu ilk çıktığı zaman da yazmak istemiştim yine araya bi şeyler karışmıştı, kısmet bugüneymiş. Geçen hafta gaza gelmemin sebebi, o bölüm macera gereği Türkiye'ye gelmiş olmalarıydı. Jane'in dövmelerinde bir koordinat bulmuşlar, o da Karadeniz'e denk düşmüştü. Uçak indiğinde, kenarda "Ankara - Türkiye" yazdı. Astım bayrağı hemen.. Yalnız ada deniz falan diyolardı ora için, Ankara lan..

Blindspot bir FBI dizisi, yaratıcısı Martin Gero. Vasat dizi, yalan yok. Jaimie'nin hatrına izliyom işte.. Dizi bu hafta 13. bölümü oynadı, ilk sezon 23 bölüm planlanmış, ikinci sezon kısmet..


İlk bölümde, bi çantanın içinden çıplak bi kız çıkar Times Meydanı'nda, her yerinde dövme vardır, uzaylı gibi bakınır etrafa, tabii olağanüstü durum, polis, itfaiye.. Ama hiçbiri bi işe yaramaz; kızın üstündeki dövmelerde, en görünür şekilde "Kurt Weller FBI" yazıyordur.. Kız bi şey hatırlamıyor tabii.. Vücudundaki bütün dövmeler analiz edilmek üzere kaydediliyor; başta suçlu gibi davranılan kızın bi suçu olmadığı belli olunca bari FBI ajanı yapalım diyorlar.. Sonra sonra araştırdıkça görülüyor ki, Jane önceden özel askermiş, n'olmuş da dövmeli seksi bi hatun olmuş onu araştırıyolar..


Jane'in milyon dövmesinden her biri bir vakaya deva olacak şekilde.. Kim yapıp yolladıysa bu dövmeleri FBI'a, aslında yardım etmeye çalışıyo gibi, her şeyi önceden bilen biri, olaylar kolay çözülsün diye ipucu yollamış yani.. Misal, zamanında öldü sanılan bi asker, meğer ölmemiş ve pis işlerde kullanılmak üzere ilaçlanmış diyelim.. Bu anlaşılınca bi bakılıyo, askerin sicil numarası var mesela Jane'in dövmelerinde; yanında da başka numaralar var, onlarda bu işi yapanların laboratuvarının koordinatlarıymış meğer.. Gibi..

Tabii, direkt Weller'a gönderilme sebebi de var, Jane'le Weller çocukluktan tanışıyormuş.. Diğer ajanların da kendi dertleri ve çevirdikleri işler var.. Böyle bi dizi işte.. Çok bi numarası yok, tek güzel numara Jane ve vuslata erecek dövme çeşitlemesi.. Olaylar da öyle çok kurgu harikasıdeğil, muhteşem diyaloglar falan yok.. Ya bi de galiba dövmelerde devamlılık tutturamıyolar, inceleyip hata bulup moralimi bozmak istemedim, ama incelemez halim bile sıçıyolar diyo..


Başroller Sullivan Stapleton, -300: Rise of an Empire (2014)'ın Themistokles'i- ve Thor serisinin Lady Sif'i olarak aşık olduğumuz Jaimie Alexander..
Ekipteki diğer isimler: Audrey Esparza, Ashley Johnson, Rob Brown ve yenilerde girip rolünü büyütecek olan güzellik Trieste Kelly Dunn (hemen üstümüzde).. Ha bi de patroniçe var, FBI Şube Müdürü Mayfair, Marianne Jean-Baptiste.. Bi bölümde de tatlı bi konuk oyuncumuz var, Sandrine Holt, takipçisiyim..

170316

2. sezon için kısmet demişim yukarıda, bu eki de 2. sezonun finali ardından yazıyorum. O kadar çok -bi kere başladık artık- diye izliyorum ki; bazen bölüm bitince sevmediğim bi dersin ödevini yapıp kurtulmuşum gibi hissediyorum. Yazıyı yazdığım günden sonra izlediğim bölümlerde o dövmelerin kim tarafından yapıldığı ortaya çıktı, Jane'in aslında kim olduğu öğrenildi, dövmeleri yapan grup terörist ilan edildi ve 2. sezon sonunda artık etkisiz hale getirildiler. Fakat son anda gördük ki henüz bitmemiş dövmelerin gizemi.. İzliycez artık 3. sezonu da n'apalım, başladık bi kere..

250517
Oku..

Ex Machina (2015)


Machine doğrusu, makine.. Ya, millet çok etkilenmiş, öyle anlatıyo ama beni çok şe' yapmadı valla.. Eyvallah güzel film, teknik açıdan bi sıkıntısı yok, hikayesini güzel anlatıyo ama o kadar yani.. Hikaye beni vuramadı.. Şey anlatıyo işte.. Yapay zeka mevzusu var.. Dur baştan anlatayım..

Caleb, sıkıcı bi işi olan yazılımcı galiba, mesleğini tam hatırlamıyorum, bilgisayarla ilgili durumlar.. Çok önemli değil.. Çalıştığı yerde, bi yarışma düzenleniyo, şirket içi.. Genel böyle, performans değerlendirmesi mi, genel kültür mü neyse, o da çok önemli değil.. Yani seçilmiş kişi olarak patronla tanışma, çalışma imkanı.. Patronun fikirlere ihtiyacı varmış.. Çok heyecanla biniyor helikoptere, devasa arazideki mütevazı malikaneye geliyor.. Gencecik bir adammış patron..


İşte, tanışma, kaynaşma, birer içki falan derken arkadaş olup, asıl mevzuya giriyorlar.. Ama önce gizlilik sözleşmeleri imzalaması gerekiyor Caleb'ın.. Artık ne görecekse.. Merak edip imzalıyor.. Tamam, sıkı durun, bomba geliyor.. Yapay zeka.. Robot insan üretmiş patron.. Ee, n'olmuş.. Ama baya duygular muygular.. Her şeyiyle insan gibi, ama robot, yüzü müzü var mimik yapsın diye, o kadar.. Gerisi de kıyafetle toparlıyo.. Caleb, Nathan'a diyo ki, Nathan patron bu arada, "Benlik bi durum yok ki, üretmişin sen zaten" Ama test aşaması varmış, onun için çağrılmış asıl.. "Yani ürettik ama, beni zaten bildiği için tam olmuyo, yabancıya verdiği duygusal tepkiler önemli" diyo.. Diyo ki "Her sabah laboratuvara gidip, Ava'yla muhabbet edip, notlar alacan, olay bu.."

Caleb, daha teknolojik işler yapacağını beklerken, robotla muhabbet edip duruyor.. Yalnız robot da güzel kız.. Gündüzleri Ava'yla, akşamları Nathan'la muhabbet sohbet.. Belli bi takvim var tabii.. Ava'yla iyi anlaşıyor bu süreçte, hatta Ava, Nathan'ın dedikodusunu bile yapıyor, hatta ve hatta yoksa Ava, Caleb'a mı yazıyor.. Ulan..


Burdan sonrası Terminator, makineler yükselir hacı.. Kadroda, yeni dönem Brooklyn (2015) ve The Revenant (2015)'ta oynayan Domhnall Gleeson, en son Two Faces of January (2014)'de Türkçe konuşmasını izlediğim Oscar Isaac ve bu sene The Danish Girl (2015) ile Oscar kazanan İsveçli tatlı kız Alicia Vikander ve biraz da Sonoya Mizuno yer alıyor.. Alex Garland'ın yazıp yönettiği film En İyi Görsel Efekt Oscar'ını kazandı, En İyi Senaryo için de adaydı.. Zaten Garland öncesinde senaristlikle geçimini sürdürürdü.. Bu ilk yönetmenliği.. Puanım 5/10..
Oku..

The Hunger Games BoxSet


Suzanne Collins'in çoksatan roman üçlemesinden uyarlanan dörtleme film. İlk kim başlattı ya bu son hikayeyi iki parça yapmayı; tamamen ticari kaygı, başka bi şey değil. Harry Potter, Twilight falan hep yaptı.. Bu arada, dikkatinizi çekeyim popüler kültürün kilit taşı olan, bahsettiğim bu filmlerin ortak noktası hanım yazar orijini. J.K. Rowling, Stephenie Meyer ve Suzanne Collins; bu vesileyle beş gün gecikmeli olarak Kadınlar Günü'nü kutlamış olayım. Zaten öyle tam zamanında kutlamayı sevmiyom ben, duyarlı gibi görünmemek için, daha sonra içimden gelince kutlarım; özel günlere tavrım budur.. Hatta şimdi aklıma geldi, Divergent seirisi var, yine üçleme dörtlendi bak; ve yine hatun kişi, Veronica Roth yazmış..


Hunger Games, başka bir dünya yaratmış olduğu kabul edilen ama insansı sorunların yine var olduğu bir sistemi anlatıyor. Dünya dediğimiz aslında büyüklüğü hakkında bir fikir verilmeyen yaşam alanı, kolonilere ayrılmış, merkez Capitol'den askeri baskıyla yönetilen halk anlatılıyor. Capitol'de ekmek elden su gölden yaşayan sosyeteyi eğlendirmek ve kolonilere hükmetmek için her sene oyunlar düzenleniyor: Açlık Oyunları. 12 Bölge var işte, her bölgeden bi kız bi erkek oyuncu ya gönüllü oluyor, ya zorla alınıyor. Oyun alanına bırakılıyor ve bir kişinin hayatta kalması amaçlanan oyun başlıyor. Capitol de izleyip eğleniyor bununla.


The Hunger Games (2012) / yönetmen: Gary Ross
The Hunger Games: Catching Fire (2013) / yönetmen: Francis Lawrence

Esas kızımız Katniss, kurada çıkan kardeşinin yerine gönüllü oluyor. Katniss, erkek Fatma tabir edilen kızlardan, avcı, güzel ok atıyor falan.. Duygusal, kavga dövüşle hiç işi olmaz Peeta ile beraber bölgesini temsil edecek oyunlarda. Delikanlı kızımız oyunlar sırasında sisteme kafa tutmayı ihmal etmiyor. Mecbur kalmadıkça öldürmüyo kimseyi, en son Peeta'yla kalıyor, öldürmüyor, aşık oldum diye yalan söylüyor. Capitol'ün diktatörü Başkan Snow, sevimli görünmek için tamam diyor. Ama sinir oluyor Katniss'e. Sonraki sene oyunlardan normalde muaf olması gereken Katniss, yeni düzenlemeyle, şimdiye kadarki şampiyonların kapışacağı oyunda yine sahnede. Yok, ölmüyor yine, yetmezmiş gibi sistemi bozup, mavi ekran verdiriyor, kaçıyor, ayaklanma başlıyor.


The Hunger Games: Mockingjay Part 1 (2014) / yönetmen: Francis Lawrence
The Hunger Games: Mockingjay Part 2 (2015) / yönetmen: Francis Lawrence

İkiye bölünen final hikayesi de, bundan sonraki ayaklanma ve devrim sürecini anlatıyor. Şimdiye kadar gizli çalışan 13. Bölge ortaya çıkıyor, meğer devrim zaten planlanmış, Katniss itici güç oluyor ama. Ayaklanmaya destek bulmak için Katniss devrimin reklam yüzü oluyor. Baştan beri sembol edindiği Alaycı Kuş, devrimin de işareti oluyor.


Gary Ross'un açtığı yolda gösterdiği hedefe durmadan ilerleyen Francis Lawrence, şarkıcılara klip işiyle başlayıp, Constantine (2005) ve I Am Legend (2007)'ı yöneterek kariyerini şekillendirmiş. Film, Capitol'deki yaşam tarzıyla, kostüm ve makyajlarla hikayeyi gerçekten ayırır, yoksa kavga dövüş, diktatörya normalde olan şeyler yani, gerçi o kostümler falan da nerdeyse normal di mi bazen.. Şu alevli kostümleri de çözersek aşırı şekilli dolaşırız sokakta..


Devrim ve devrimcilik anlayışına, kendi fikir ve yorumlarıyla yaklaşan hikaye, gayet de izlenesi bi macera olup çıkıveriyor. İlk iki film gayet güzel bir tempodayken, son iki filmin tek film olmamasına üzüldüm. Ne de güzel olurmuş, çok sünmüş bu haliyle, başta bahsettiğim diğer seri filmler onu ayarlamışlardı en azından. Filmlere puanım sırayla, 7-7-5-4.. Kadrosu da hikayesi kadar ilginç ve çekici olan filmde: Jennifer Lawrence, Stanley Tucci, Elizabeth Banks, Woody Harrelson, Donald Sutherland, Willow Shields ve Thor'un kardeşi Liam Hemsworth.. Hadi bunları geçtim, Philip Seymour Hoffman (rahmetli), Julianne Moore; hele hele Jena Malone ve Natalie Dormer..

Ha, Dormer demişken, şunu da şöyle koyim de meraklısı arasın bulsun öncesini :)


130316

Bu da yazının video hali: Film Şeysi / Hunger Games..
Oku..

Kiss Kiss Bang Bang (2005)


Ya şu Oscar'lık filmler bitince arşivdekilerden izlemeye başladım, eskiden izleyip de çok sevdiğim, silmeye kıyamadığım ve tekrar tekrar izlediğim filmler işte.. Ya o kadar tatlı bi film ki şu, bu kadar olur yani.. Brett Halliday diye bir yazar amcamızın bi romanının bir kısmından uyarlanmış, Shane Black uyarlamış sonra da yönetmiş zaten. Bu film Shane Black'in ilk yönetmenliği. Bu filmden önce senarist olarak bilinirmiş. Mel Gibson'lı Lethal Weapon (87, 89, 92 ve 98) serisinin yaratıcısı; 26 yaşında yazdığı ilk senaryosuna sonra üç devam yazılmış.. Ama tabii ki Shane Black asıl Iron Man Three (2013)'nin yönetmenliğiyle biliniyor.


Esas çocuğumuz Harry Lockhart, filmin anlatıcılığını da üstleniyor. Bir New Yorklu olarak Los Angeles'ta ne işi olduğunu anlatarak başlıyor. Yanlışlıkla oyuncu olma ihtimali üzerine katıldığı bir partide esas kız Harmony ile tanışıyoruz. Harry aslında onu çok önceden tanıyor. Harry, alacağı dedektif rolü için bir özel dedektif olan gey Perry'den ders alacakmış, yapımcısı hiçbir masraftan kaçmamış.

Perry ile göreve çıktığı bir gece hiç beklenmedik bir olayın içine giriyor. Yapmaya çalıştıkları ufak bir casusluk işiyken, durduk yerde gölde genç kız cesetleri, cesedin kafasına yanlışlıkla sıkılan kurşunlar, onları uzaktan izleyen maskeli adamlar. Yalandan dedektiflik öğrenmeye çalışan Harry, dedektif olup çıkar sonunda. Ya da etkilemeye çalıştığı çocukluk aşkı Harmony'ye öyle söyler.


Çok samimi, çok kaliteli bir macera. Çok eğlenceli, çok ince hareketler. Oyuncular zaten efsaneler, Robert Downey Jr. başrol.. Kariyerini toparlamaya çalıştığı dönemler işte; işe yaramaz bir şımarık mı, gerçekten iyi oyuncu mu onu anlamaya çalışıyor piyasa.. Genel bir kanıya göre, Chaplin (1992)'deki muhteşem performansının takdir edilmemesiyle, sektöre küsmüş ve bu işi sadece para için yapmaya başlamış ve boş zamanlarında -başta Akademi olmak üzere- bütün camiaya küfürler etmiş. Üstelik meşhur babayla büyümenin yan etkilerinden olan canki çocukluğu da nüksetmiş. (Bir rivayete göre, on yaşında ot içip, grup seks yapıyormuş, oha lan!) Neyse işte, bu filmi yaptığı dönem, bi silkelenip kendine gelmeye başladığı dönem. Daha kaliteli işler seçmeye başladığı dönem. Ki gerek Marvel için gerek Robert için kumar olan Iron Man girişimi de bu dönemin mutlu sonu, paçayı kurtardığının resmi.


Diğer oyuncular ise, -nedense benim için hep çakma John Travolta olacak- Val Kilmer, bu filmde dünyalar güzeli ama harici projelerde normal olan Michelle Monaghan ve küçücük bir rolle hikayeye inanılmaz bir tat veren Shannyn Sossamon ve model asıllı Angela Lindvall. Shannyn Sossamon, bir filminde, çamaşırhanede, üzerinde Türk bayrağı olan ve Türkiye yazan bir tişört giyiyordu; nasıl sevmiyimdi. Ayrıca bu filmde de çok kısa görünüp pembe saçlarıyla çok tatlı olması iyice efsane.. Filme puanım 9/10 bu arada..

080316
Oku..

Limonata (2015)


Geçen hafta yedi bölüm yayınlanıp kaldırılan Mutlu Ol Yeter'i yazmıştım. O dizinin temelleri burda atılmış işte. Film Nisan 2015'te vizyona girmişti, dizi de o tarihlerde yeni yayınlanmaya başlamıştı.. Hangisi önce lan acaba derken aklıma geldi, filmde konuk oyuncu olan Ciguli 2014 Ekim'de öldü, bi kafalar karışmıştı öldü mü ölmedi mi diye ama öldü yani, Allah rahmet eylesin.

Ali Atay'ın, 'madem Mecnun olmaktan kurtulamıyorum oyunculuğu bırakırım' demesiyle kamera arkasına geçmesi bir olmuş. Öncesinde Ertan Saban'la bi senaryo yazmışlar. Sonra demiş ki 'ben çekeyim'. Yapımcı da, 'olur' demiş hemen, ne desin.. Ertan durur mu, çakmış lafı, 'o zaman ben de oynarım. Yanıma da senin neydi o pullu kankin, onu yaz..'


Ertan Saban ve Serkan Keskin'in başrolleri paylaştığı filmde, yardımcı rollerle Funda Eryiğit, Luran Ahmeti ve Ciguli var. Funda Eryiğit'in Sadri Alışık Tiyatro Ödülü var, Sessizlik oyunuyla aldığı, yine konusu açıldı, yine bahsettim.

Sakip'in babası ölüm döşeğinde, Makedonya'da.. Adam diyor ki "Ben böyle ölemem, benim gayrimeşru bi oğlum var İstanbul'da, onu buraya getirin helallik alayım.." Sakip'e veriliyor görev, düşüyor yola.. Koskoca İstanbul'da saçma ipuçlarıyla buluyor Selim'i.. "Gelmem" diyor Selim, sonra içmeye gidiyolar, Selim sızınca Sakip onu atıyo arabaya.. Bi uyanıyo, Balkanlara hoş geldiniz.. Kavga dövüş yol macerası, olaylar olaylar..


Gayet hoş yol filmi, ilk film avantajıyla fazla gömemediğim Ali Atay'a bu yolda başarılar diliyorum. Kötü değil yani, kamera arkasında da vizyon sahibi olduğunu gösterdi, sonraki filmleri daha güzel olacak inanıyorum.. Tabii negatif eleştiriler olsaydı teknik yönden olurdu, yoksa espriler güzel, çok güldüğüm bir sürü yer var.. Puanım 6/10..

070316
Oku..

Juno (2007)


Ben üniversiteye diye İstanbul'a yeni gelmişim, benden iki yaş büyük Ellen Page 20 yaşında işte o zamanlar. Belki daha kendinin de bilmediği bir lezbiyenlik varmış içinde, iki sene önce falan duyuldu bu haber. Çok sevdiğim bir Kanadalıydı, iyice sevdim o haberden sonra. Neden, çünkü zaten benimle bi kontağı yok bari elin adamlarına gitmedi..

Senarist hanım Diablo Cody'nin ilk, yönetmen Jason Reitman'ın ikinci uzun metraj filmi. Sonrasında Diablo bozdu ama Jason, Up in the Air (2009)'ı yaptı. Yıllar sonra tekrar beraber çalıştıkları Young Adult (2012) ise fiyasko oldu benim için..


Ellen Page'in harikalar yarattığı, rolün cuk oturduğu ve o dönem nerdeyse bütün festivallerde -Oscar dahil- 'En İyi Kadın Oyuncu' ödülüne aday gösterildiği film. Ama işin cort tarafı, o sene La Mome (2007)'la Marion Cotillard aldı bütün ödülleri.. Biraz da şansın olacak aga.. Aynen Jason Reitman'ın durumu da öyle, Coen Biraderler'in kariyerlerindeki en iyi filmine denk geldi, No Country for Old Man (2007).. Ama Akademi filme En İyi Senaryo Oscarı'nı verdi Allah'tan.. Aday olduğu En İyi Film, Yönetmen, Senaryo ve Kadın Oyuncu ödüllerinden sadece birini kazandı yani..


Kadrosu da çok çok tatlı olan film, oyuncuların kariyerlerinde önemli yeri olan bir iş, hepsi için, bence.. Yani ben hepsini önce burdan biliyorum.. Michael Cera, Jason Bateman, Jennifer Garner, J.K. Simmons ve Olivia Thirlby.. Bi tek Jennifer'ı sevemiyorum bu isimlerden, gerçi o da Dallas Buyers Club (2013)'la sevdirdi biraz kendini..

Peki bu efsane filmin hikayesi ne, neyine Oscar aldı?

16 yaşındaki değişik kız Juno, okul takımındaki karizmatik atlet Paulie'den hoşlanıyor. Kendince çok olgun olan Juno, sevişme vaktinin geldiğini ve bunu dramatik bir hale sokmadan halletmesi gerektiğini düşünüyor.
Sonra film, Juno'nun koca koca şişelerden meyve suyu içmesiyle başlıyor. Hamilelik testi için çiş gerekiyor sonuçta. Ve üçüncü kez görüyor pembe şirin artıyı.. Önce Paulie'ye, sonra kankisi Leah'ya sonra da babası ve üvey annesine söylüyor. Aldırmak içinden gelmiyor, anne olmak için de çok küçük, öyleyse bi aile bulup onlara verebilir.


Tam da böyle bir aile buluyor gazete ilanından. Çocuğu olmayan Vanessa ve Mark çifti, Juno'yla tanışıyor ve birbirlerini çok seviyorlar. Vanessa biraz takıntılı bir kadın ama Mark tam Juno'nun kafa dengi. Vanessa anne olmak için sabırsızlanıyor ama Mark sorun çıkaracak gibi.. Stres Juno'ya yaramayabilir.

Harika bir karakter Juno, o bilmişliği, mantıklı gibi ama tam da değil gibi halleri.. Muhteşem sevimli bi tip yani.
August Rush (2007)'la beraber doğum günlerinde hediye diye götürebileceğiniz filmlerden, ben çok yaptım. Gerçi artık dvd falan da kalmadı di mi; torrent linki hediye edin arkadaşlarınıza, aman ha sinemaya götürmeyin..

060316
Oku..

El Cadaver de Anna Fritz (2015)


İki üç ay önce izledim ama yeni vizyona girmiş. Konusu ilginç diye izlemiştim ilk çıktığında, aman boşa zaman kaybetmeyin siz. Leş gibi film. Yani olay ilginç, sırf o olayı görebileceğimiz bi hikaye yazılmış, oyuncular leş.. Öğrenci filmi gibi olmuş, bütçesiz gibi, tek mekan ya.. Oyuncular -haliyle- tanıdık değil, İspanyol tipler. Ölüm ve Ötesi yapmışlar bizde adını, orijinali 'Anna Fritz'in cesedi' manasında..

Ünlü oyuncu Anna Fritz aniden ölmüş, bi film çekiyomuş, yarım kalmış iş. Haberler ondan bahsediyor. Gencecik de kadın, henüz ölüm sebebi belirlenememiş, incelenecekmiş. Morgta bekliyor güzel oyuncunun cansız bedeni. Hastanede hasta bakıcı gibi çalışan bi elemanın arkadaşları geyiğe geliyor. Kafalar güzel, mesaisi bitsin de arkadaşlarını alıp gitsinler diye takılıyolar hastanede. Muhabbeti açılıyo, Anna Fritz sizin morgtaymış lan diye. He gösteriyim, gelin memişlere bakalım diyor.. Obaaa.. Ortalık karışıyor, o kafayla, bi tur binerim ben buna ölü mölü deniyor. Yapma etme derken sırayla.. İşin acayibi, belki de kadın gerçekten ölmemiştir, gözü niye açıldı, refleks mi?


Biraz liseli filmi gibi, fantezi kokusu aldım ama ilginç olay neticede.. Hikaye iyice ergen olmuş zaten.. Korku gerilim erotik kategorilerine soksam sokarım.. Yönetmen Hector Hernandez Vicens, Anna Fritz'i Alba Ribas, üç serseriyi Bernat Saumell, Albert Carmo ve Cristian Valencia oynuyor, küçük bir hemşire rolüyle de Belen Fabra var.. Hiçbir şey ifade etmeyen isimler di mi..

Filme ben o sinirle 2/10 vermiştim, sinirimin arkasında duruyorum. Yalnız herifler bize satmış filmi bak, vizyona girdiğine göre, demek ki bi başarı var ortada, tee İspanya'da dandik film yap, gel yiğidin harman olduğu canım yurduma sat, e helal bi yerde..

060316
Oku..

Mutlu Ol Yeter (2015)


2015 Nisan-Mayıs, iki ay toplamda 7 bölüm oynadı ve yayından kaldırıldı. Çok acımasız bir sistem değil mi ya?! ATV dizisiydi, NTC Medya tarafından yapıldı, final bile yapmasına izin verilmedi. Ayıptır ya, nerdeyse bir sene olmuş bak, benim daha yeni haberim oldu, sonra izlenmedi diye kaldır. Niye izlenmedi acaba, kimin haberi vardı da izlemedi.. Gayet tatlı kadro, gayet şeker hikaye, fena da değil işçilik ama reklam nasıl zayıfsa demek ki daha yeni izledim. Millete de soruyorum konusu açıldıkça, kimse duymamış lan..

Keşke yayınlandığı dönemde yazabilseydim de bu yazıyı bi faydamız olsaydı. Olsun, görevim işi onurlandırmak olsun. Güzel iş yapıldığını, üç beş kişiye de olsa duyurmak olsun.. Hemen isimler gelsin, yönetmen Başak Soysal; senaristler, Ali, Barış, Volkan ve Yiğit.. Ali, Barış ve Volkan üçlüsü zaten sektördeler, sinema olsun televizyon olsun ha bire yazıyolar.. Yiğit ise bildiğin Yiğit Özgür.. Senaryoya katkısı nedir bilmem ama adı bile yeter diyerek alınmış olabilir kadroya, ki yeterdi de aslında.. (Tee ne zaman çizdiğim şeyleri Uykusuz'a götürdüydüm, eski yerindeydi daha, ince uzun bi ofisleri vardı.. Ben Yiğit Özgür'e denk gelmiştim, sırayla alıyolardı işte, dedim ulan tam adamına denk geldim, hayatta beğenmez şimdi bunları.. Efsane komik çünkü kendisi.. Beğenmedi de hakikaten ama çok kibar postalamıştı.. Ney gidi günler..)


Yedi bölümlük hikaye şunu anlatıyor: Can'ın babası mahallenin en sevdiği adamlarındanmış, köfteciymiş.. Küçüklükten beri Can, Zeynep'i seviyomuş.. Zeynep çok akıllı kızmış, okumuş etmiş avukat olmuş, Can aylaklık etmiş, babasından sonra köfteci dükkanını bile açmaya üşenmiş.. Bir de Güneş varmış, çocukken bile Can'a karşı pislik diğer bütün mahalleliye kahraman imajı çizermiş, Zeynep'e de yanıkmış.. Gün gelmiş, Güneş, mahallenin en zengini ve kötü adamı olmuş, Can Zeynep'e hala açılamamış..

Sonra Can'ın babasının kankası güya Can'ın babası yüzünden ölmüş, ölen adamın oğlu da kalkmış kendi memleketinden Can'ı öldürmeye gelmiş; Babür. Nereli olduğu belli olmayan ama Makedon falan tahmin edebileceğimiz Babür'ün görevi, Can'ı en mutlu olduğu anda öldürmekmiş.. İşin acayibi Can bi türlü mutlu olamıyormuş. Bundan sonra Babür, Can'la Zeynep'in sevgili olması için çalışır olmuş ki Can'ı öldürebilsin.. Çok güzel hikaye..


Kadroda Leyla ile Mecnun'un Mecnun'u, Ben de Özledim'in Ali'si Ali Atay var.. E, yine aylak, yine işsiz güçsüz, yine nerdeyse fantastik maceralar olunca nasıl çıksın bu adam Mecnun'dan..
Aslı Enver var, Kavak Yelleri hani.. Sinemada da Tamam Mıyız? (2013) ve Kardeşim Benim (2016)'de oynadı.. Tatlı kız, hatta karizmatik sayılabilir, Ali Atay'la gayet tutmuş enerji, tam Leyla..

Ertan Saban, Makedon zaten, dizilerde falan da nerde o taraflardan bi karakter var buna yazıyolar, iyi oyuncu, sinemada Gölgesizler (2008), Başka Semtin Çocukları (2008) falan en son Limonata (2015)..
Öner Erkan, 'adamım' derdim eskiden, çok beğenirim, çok başarılı, diziden çok sinemacı zaten: Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? (2005), Organize İşler (2005)'deki küçük rollerden sonra Bornova Bornova (2009), Yedi Kocalı Hürmüz (2009), İtirazım Var (2014)'da falan oynadı..


Bir de adını anmak gereken diğer tipler: Seda Türkmen, tatlı kız; Bülent Seyran, yancı model; asıl bir de Nil Günal var, (bi yerde konusu açılsa da övsem diye beklediğim kadın) Kavak Yelleri'nde oynuyordu, çok büyük olmayan devamlı rollerden (böyle geçti yalnız bütün kariyer), sinemada ise yakın zaman işler şöyle Uzun Yol (2013), Çalsın Sazlar (2014)..

Diyeceğim o ki, 7 bölümde dizi kaldırmak nedir, bu reyting ne menem bi şeydir?! Sevgiler..

050316
Oku..

Agent Carter (2015-16)


Marvel'ın Agents of SHIELD'dan sonra yaptığı ikinci dizi.. Sonrasında Netflix'ten başka diziler de yapılmaya başlandı ama bu ilk furyadan.. Ajan Peggy Carter'ı ekranda ilk olarak -çizgi romanda olduğu gibi- Captain America maceralarında gördük, o serinin karakterlerinden..

Captain America: The First Avenger (2011)'da Steve'in süper asker olmadan önceki halinden yani karakterinden etkilenen Peggy, bir de süper asker olmasıyla iyice hastası oluyor. Ama o da karizmatik bir asker ve kadın olduğu için aşkını çok açık etmiyor. Sonra sonra belli oluyor işte.. Askeri maceraların yanına sıkıştırılan bir aşk hikayesi.. Hikayelerinin ilginç kısmı, Steve, görevde öldü sanılınca (sanıyoruz ki) Peggy yas tutuyor, hayatı boyunca eline erkek eli değmiyor. Sonra Steve gömüldüğü buzuldan çıkarılınca dipdiri gencecik, Peggy yaşlanıp ölmüş oluyor.. Böyle hüzünlü bir aşk hikayesi var altta.. Ama Agent Carter karakterinin kendi maceraları, kendi hayatı anlatılmaya başlanınca kazın ayağının pek de öyle olmadığı görülüyor..


Peki Peggy'nin kendi maceralarına nasıl getirdik konuyu: Iron Man 3 (2013) dvd'siyle verilen Marvel One-Shot: Agent Carter [2013] kısa filmiyle.. Bu kısa filmde, Carter ordudan atanıyor gizli servis ajanı oluyor. Ancak gizli servisin yöneticisinden memuruna herkes, "Captain America'nın şeyisin diye torpillisin, kadın halinle karışma işimize" kafasındalar.. Sonra bir sürü ajanın çözemeyeceği işi Peggy kendi başına çözüyor ve dizisini yapıcaz, takipte kalın deniyor..

Herhangi bir süper gücü olmadan sadece iyi bir asker ve ajan olan Peggy karakterini, diğer Marvel işlerinde de eskiye dönüldükçe görüyoruz kısa kısa.. Misal, Captain America: The Winter Soldier (2014)Agents of SHIELD, Avengers: Age of Ultron (2015), Ant-Man (2015)..


Artık diziye gelebiliriz.. Bu arada Peggy Carter'ı bütün seri boyunca Hayley Atwell oynuyor, balık etli İngiliz'in her seferinde biraz biraz kilo alması da dikkatli gözlerden kaçmıyor.. Dizinin yaratıcıları ise yıllardır beraber çalışan yazar kankiler Christopher Markus ve Stephen McFeely.. Bu arada dizi bugün ikinci sezonunu bitirdi, o gazla yazıyorum.. 8 bölümlük ilk sezonun ardından 10 bölümlük bir ikinci sezon sunuldu.. Aslında çok da aman aman bi iş değil yani; sezon finalini yine ucu açık bıraktılar tabii ama 3. sezon olur mu olmaz mı bilinmez.. Bir Marvelist olarak takip etmek görevimiz sadece..


Hayley Atwell'in iyice ajan formundan çıkması biraz rahatsız edici, dönem filmi çektikleri için sanat yönetimi eksikliği hemen göze batıyor, kostümler gayet iyi tabii ama dekor hatta özellikle caddeler, binalar falan biraz sırıtıyo.. Efekt desen dizi olduğu için imkanlar kısıtlı.. Gerçi sinema filmi kadar uğraşacak zamanları var ama bütçe ayıramıyolar o kadar.. İlk sezonda farklı birkaç maceraya dalınan dizinin ikinci sezonu sıfır madde üzerine dönüyor..


Peki kadroda Atwell dışında kimler var? Mr. Stark'ın yardımcısı Jarvis rolünde James D'Arcy var, karısını Lotte Verbeek oynuyor; Howard da normalde tatilde falan oluyor ama oynadığı beş bölümde -sinema filmlerinde olduğu gibi- Dominic Cooper'ı izliyoruz.. Ofisin iyi ajanlarından -belki de tek- Sousa'yı, Enver Gjokaj oynuyor: Enver'in baba Arnavut anne çok karışık, ikizinin adı da Demir'miş, vardır bi Türklük derinde.. Kadrodaki tatlışlara geldi sıra: Wynn Everett, Bridget Regan ve Lyndsy Fonseca.. 18 bölümden ikisini yöneten Metin Hüseyin, İngiliz'miş, nasıl oluyosa..

040316
Oku..

Leonardo DiCaprio ve Filmleri


İtalyan-Alman baba ve Alman-Rus annenin, 74 Hollywood doğumlu sarışın oğlu.. E sarışın mavi gözlü, şeker gibi çocuk, zaten Hollywood'ta yaşıyosun; yazdırmıycan mı ajansa, oyuncu olmasın mı çocuk?!. Ama yok, oğlumuz asi, "Bana ne, bana ne" diyerek her söylenene karşı geliyor, gıcıklık yapıyor..

Anca 17 yaşında falan, kızları etkilemeyi düşününce giriyor sektöre.. Önce ufak dizi oyunculukları.. Bi yerlerde görülünce seviliyor ve karakter kapıyor, bi dizide 12 bölüm, sonra başka dizide 24 bölüm oynuyor.. Kısa zamanda sinemaya da geçiyor: Critters 3 (1991), Poison Ivy (1992) derken başrolde oynadığı Robert De Niro'lu This Boy's Life (1993)'ta gösteriyor kendini..

Hemen sonra, Johnny Depp'li What's Eating Gilbert Grape (1993)'te rol alıyor ve o dönem bu performansı Oscar'a aday gösteriliyor.. Daha 19 yaşında En İyi Yardımcı Aktör adaylığı alıyor yani.. Ama kazanamıyor tabii; neden, çünkü öyle bir döneme denk gelmiş ki, rakipleri arasında Schindler's List (1993)'teki efsane rolüyle Ralph Fiennes var ve o bile alamıyor, Tommy Lee Jones'a gidiyor o sene bu ödül..


Sonrasında kariyeri şu şekil devam ediyor:
The Quick and the Dead (1995)
The Basketball Diaries (1995)
Total Eclipse (1995)
Romeo + Juliet (1996) / yönetmen Baz Luhrmann
Marvin's Room (1996)
Titanic (1997) / yönetmen James Cameron
The Man in the Iron Mask (1998) / yönetmen Randall Wallace
Celebrity (1998) / yönetmen Woody Allen
The Beach (2000) / yönetmen Danny Boyle
Don's Plum (2001)
Gangs of New York (2002) / yönetmen Martin Scorsese
Catch Me If You Can (2002) / yönetmen Steven Spielberg

Bu filmlerden Titanic (1997), 14 dalda Oscar'a aday gösterilip rekor kırarken, kadroda bi tek DiCaprio adaylık alamamıştı.. İlk dışlanma geyikleri böyle başladı.. Bi de o sene film, 11 Oscar kazanmasın mı?!. Bu durumun bi benzeri Gangs of New York (2002)'ta oluyor, 10 dalda aday gösterilen filmde Leo'nun performansını kimse sallamıyor.. Yahu bir de bakar mısın nasıl filmlerde, nasıl yönetmenlerle çalışmış, üstelik hiç de fena değil performanslar yani.. Gerçi bütün filmlerini izlemedim ama yönetmenini bildiklerimi gördüm en azından..


Titanic (1997) ve Catch Me If You Can (2002) ile Golden Globe'a aday gösteriliyor kazanamasa da.. Gerçi ödül kazanamaması işler kötü anlamına gelmiyor.. Gençliğinden beri bu işin içinde olan Leo, yapımcılığa girişiyor kazandığı paralarla.. Mesela, yine Martin Scorsese'nin yönettiği başrol oynadığı The Aviator (2004)'e ortak oluyor.. Ve bu filmle En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde Oscar'a ilk kez aday oluyor.. Kazanamıyor.. Film 11 adaylıktan 5 heykel çıkarıyor..

The Aviator (2004) / yönetmen Martin Scorsese
The Departed (2006) / yönetmen Martin Scorsese
Blood Diamond (2006) / yönetmen Edward Zwick
Body of Lies (2008) / yönetmen Ridley Scott
Revolutionary Road (2008) / yönetmen Sam Mendes
Shutter Island (2010) / yönetmen Martin Scorsese
Inception (2010) / yönetmen Christopher Nolan
J. Edgar (2011) / yönetmen Clint Eastwood
Django Unchained (2012) / yönetmen Quentin Tarantino
The Great Gatsby (2013) / yönetmen Baz Luhrmann

Bak bak, filmlere bak, yönetmenlere bak, hepsi en az üçer beşer Oscar'da adı geçen filmler, bütün ekip ayakta alkışlanıyor, DiCaprio hep bi kenara itiliyor.. Sadece Blood Diamond (2006)'daki performansı aday gösterildi ama alamadı tabii..

Şimdi anlaşıldı mı, neden DiCaprio'nun dışlandığını düşünüyor seyirci?! Hayır, kötü oyuncu ise yıllardır bu filmlerde nasıl oynadı.. Oynadığı filmlerde herkese adaylıklar/ödüller yağarken sadece DiCaprio'ya yüz verilmemesi ne kadar doğru.. Bu adam, arkadaşlarıyla vakit geçiremez oluyor yahu, kime gitse "İşte, ben de bilmem ne Oscar'ına aday gösterildim, kısmetse bekliyoruz sonuçları falan.."


Neyse Scorsese yeni film yapacak, Leo da varını yoğunu yatırıyor, "Gözünü seveyim şaşaalı film yapalım, ben de süper oyniim, n'olur bi şey olsun bu sene" diyor, The Wolf of Wall Street (2013) yapılıyor, tribüne oynanıyor ve film En İyi Film ve En İyi Erkek Oyuncu dahil 5 dalda Oscar'a aday gösteriliyor.. Leo durduk yerde -yapımcı ve oyuncu olarak- iki kategoride birden yarışan adını görüyor, bu bir işaret diyor, bu sefer kesin kazanıyorum.. Yok, kazanamıyor.. Daha iyi çekebilirdin diye kankim dediği koca Scorsese'yle arası açılıyor..

Sonra bakıyor, "En son kim kazandı lan bu Oscar'ı, bana en kolay kim kazandırır bu Oscar'ı?" diyor.. Türlü çeşit iletişimle Inarritu'ya ulaşıyor -ve rol arkadaşlarını da kendi seçerek- The Revenant (2015)'ı yapıyorlar.. Ve emeklerinin karşılığını alıyor Leonardo DiCaprio.. Dördüncü kez aday olduğu 'En İyi Erkek Oyuncu' Oscar'ını kazanıyor..

Oscar'ı avuçlamaya sahneye çıktığında, bütün kariyeri saniyede gözünün önünden akıyor.. Ama kendini kaybetmeyip aşırı cool, hiç de umrunda değilmiş hareketlerle teslim alıyor altın heykelciği.. Parmaklarının boğumlarında hissediyor ılıklığını metalin, içi kıpır kıpırken dışı dünyanın türlü badirelerine kafa tutulması gerektiğini, insanın insanlıktan çıkmadan yaşaması dileğini dillendiriyor.. Akademi'ye falan teşekkür ediyor çok istemeden.. Yıllarca beni bu duygudan mahrum bıraktığınız için çok sağ olun falan geçiyor içinden.. Ama bütün salon, ne salonu, bütün dünya anlıyor gerçek duygularını, ayakta alkışlanıyor uzun süre.. Bu sene de alamasa şu Oscar'ı, oyunculuğu bırakacağı konuşulurken, kazanmış olmanın rahatlığı var şu an üstünde.. Sahneye çıktığı cool'lukla iniyor, arkasından iki kadın geliyor.. Demin ödülü verenler, kimdi onlar, hatırlamıyor yüzlerini.. "Hassiktir be," diyor içinden, "aldım valla!"

010316
Oku..