Sıralı Tam Liste: Oscar 2016


Adaylar açıklanınca, "Aman da hiç siyahi aday yok, akademi ırkçılık yapıyor" diyen işgüzarlar oldu. Hatta işi ileri götürüp sunuculuk yapacak siyahi Chris Rock'a da protesto amaçlı sunuculuktan çekilmesi falan tavsiye edildi.. Öyle boş adamlar da değil ha, önemli isimlerdi bu saçmalığı yapanlar.. Allah'tan çok ciddiye alınmadı da rezillik çıkmadı ekstradan.. Derken, tören boyunca, ergen gibi, laf sokarak falan takılan tipler gördük; Chris başı çekti.. İşin ilginç tarafı, sanki Akademi kendi istiyordu siyah-beyaz tartışması çıkmasını ve şovlara bile gömmüştü ırk esprilerini.. Neyse oyuna gelmeden; sözkonusu beyaz adayları bilmeyenler için 4. Geleneksel: Oscar Adayları ve Kehanetlerim'i yazmıştım, bakılabilir..

88. Oscar'lar dağıtılmış oldu geceleyin.. Son dört senedir adı Dolby Theatre olan Tarihi Kodak Düğün Salonu'nda düzenlendi gece, klasikleştiği üzere.. Kazanan tipler şöyle oldu.. (Yanında tik olanlar benim tahmin edebildiklerim..) Önce sürprizlerle dolu 'Big Five':

En İyi Film: Spotlight (2015)

En İyi Yönetmen: Alejandro Inarritu, The Revenant (2015) ✔

En İyi Özgün Senaryo: Josh Singer & Tom McCarthy, Spotlight (2015)

En İyi Kadın Oyuncu: Brie Larson, Room (2015) ✔

En İyi Erkek Oyuncu: Leonardo DiCaprioThe Revenant (2015)


En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Alicia Vikander, The Danish Girl (2015) ✔

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Mark Rylance, Bridge of Spies (2015)

En İyi Uyarlama Senaryo: Charles Randolph & Adam McKay, The Big Short (2015) ✔

En İyi Görüntü: Emmanuel Lubezki, The Revenant (2015) ✔

En İyi Görsel Efekt: Ex Machina (2015)

Tahminlerim gayet iyi geçmiş gibi di mi.. Yok, asıl burayı görün.. Benim hiç ciddiye alamadığım Mad Max: Fury Road (2015), nedense aşırı büyütülerek bir sürü dalda aday gösterilmişti, ve iyice abartılarak çoğu adaylığından ödül kazandı.. Bu bi tek bana sürpriz olmadı herhalde.. Ayrıca teknik ekip ödül almaya sahneye çıktıkça, gayet yaşlı tipler olduklarını gördük.. Böylesi bir fantastik kurgu filmin yapımında daha genç kadro olacağını tahmin ederdim, belki de etmezdim. Hiç üstüne düşünülecek şey değil gibi..

En İyi Kurgu: Mad Max: Fury Road (2015)

En İyi Prodüksiyon Tasarımı: Mad Max: Fury Road (2015)

En İyi Kostüm Tasarımı: Mad Max: Fury Road (2015)

En İyi Saç & Makyaj: Mad Max: Fury Road (2015)

En İyi Ses Kurgusu: Mad Max: Fury Road (2015)

En İyi Ses Miksajı: Mad Max: Fury Road (2015)


En İyi Şarkı: Spectre (2015)

En İyi Film Müzikleri: The Hateful Eight (2015) ✔

En İyi Yabancı Dilde Film: Saul Fia (2015) ✔

En Kısa Film: Stutterer [2015]

En İyi Animasyon Film: Inside Out (2015) ✔

En İyi Kısa Animasyon Film: Historia de un Oso [2014]

En İyi Belgesel Film: Amy (2015)

En İyi Kısa Belgesel Film: A Girl in the River: The Price of Forgiveness [2015]


Liste uzasın da uzasın, vur davullara..

Gecenin En Tatlışı: Room (2015)'un küçük kahramanı Jacob Tremblay, Darth Vader'lı çorabını göstermeye çalışmasıyla ve sahneye robotlar çıkınca heyecanlanmasıyla bu ödülü kazandı benden..

Gecenin En Karizmatiği: Ödül de kazanan İsveçli Alicia Vikander sarı elbisesiyle aşırı karizmatikti.. Ödül alacağını zaten bilircesine sahneye çıkarken düşmemeyi diledi kırmızı halı röportajında..

Gecenin En Olayı: Sağ olsun 'sempatik ırkçılık' yeterince olay yarattı bence ama bu ara Amerika'da iyice artan taciz/tecavüz vakalarına karşı yapılan küçük etkinlik, Lady Gaga performansı da çok 'olay'dı yani.. Üstüne bi de geylik muhabbeti döndü.. Sosyal sorumluluk gecesi oldu..


Gecenin Sürprizi: Ali G.. Buyakaşa.. Sacha Baron Cohen, Olivia Wilde'la sunuculuk dersi verdi zenci kardeşine.. Ali G. kendini siyah sanan bir zenci..

6 teknik ödülle Mad Max: Fury Road (2015) en çok ödül alan film oldu; takipçileri, 3 önemli ödülle The Revenant (2015) ve 2 en önemli ödülle Spotlight (2015).. Bu arada mahsus DiCaprio'yla ilgili bi şey yazmadım bak..

290215.. ulan.. 29 çekmek..
Oku..

Ben de Özledim (2013-14)


Leyla ile Mecnun dizisi, oyuncuları falan Gezi Eylemleri'ne katıldıkları için yayından kaldırılmış bir dizidir. Tabii ki yekten böyle söylenmedi de, çat diye bitiverdi Gezi zamanı.. Ki yayınlandığı süre boyunca zaten elektrik faturalarındaki saçma vergilere, kendi kanalları TRT'ye, başka bir takım şeylere giydirmişlerdi, tarzları oydu ve evin yaramaz çocuğu olarak görülüp, öyle sevilmişlerdi. Gezi olayında da her zamanki gibi, sosyal sorumluluk addedip birkaç cümle etmişlerdi. Ama işte, kapıya konuverdiler.


O dönem bir de İşler Güçler diye bi dizi vardı, oyuncular kendilerini oynuyolardı güya.. Ekip de toplanıp biz de öyle bi şey yapalım madem, hem yumuşak iniş yapmış oluruz demişler ki Ben de Özledim yapılmış. Leyla ile Mecnun'un reytingleri zaten hiçbir zaman iyi olmamış, internetten yürüyen bir dizi.. Bunun da öyle olacağını tahmin etmediler mi, etmişlerdir bence. Star TV, rakiplerini geçip zaten en başarılı televizyon olduğu dönemde, böyle de bir güzellik yapmış işte.. Güzellik çünkü 70 dakika diziye normalde izin vermiyor kanallar. Hatta bence mini dizi olarak görülmüş, 13 bölüm ömür biçilmiş bile olabilir baştan.. Bir nevi jübileydi işte.. Yoksa, tarz İşler Güçler çakması, olaylar Leyla ile Mecnun çakması.. Orijinal olmayan bir iş zaten ne kadar yürüsün..


İlk bölümler, Ali Atay, Serkan Keskin ve Osman Sonant'ın dizinin bitmesinden sonra birbirlerinden ayrılamamalarını anlatıyor. Cihan Ercan ve Ahmet Mümtaz Taylan da tabii.. Yine bi işler yapalım, beraber çalışalım istiyorlar. Dizinin bütün oyuncuları az çok giriyorlar aralara.. Çeşit yapımcı saçma iş teklifleri ediyorlar, bi acayiplik olacak ya, en saçmasını seçmek mecburiyeti oluyo hep.. Sonra Ali, bi kıza çarpıyo arabayla, kızın hafızası gidiyo.. Kızın kendini arama aşamasında kötü adamımız Troll'le tanışıyoruz. Sonra işte Leyla ile Mecnun kafası ilerliyor olaylar..

Başlar iyice komik zaten de, sonlara doğru hikaye sünüyo gibi, 13 bölüm değil de bu hikayeyi 10 bölüm yapsalar güzel iş olurmuş.. Bu haliyle 6'dan 7'den sonra tekrara giriyo dizi.. Teknik kalite açısından da en baştan beri bi özensizlik var, özensizlik demiyim de rahatlamışlık gibi daha çok..


Leyla ile Mecnun ekibine ek olarak, Onur Ünlü ve Burak Aksak kadroda.. Onları kamera önü görmek ayrı zevkli tabii.. Yine bunun da yönetmeni ve yazarı oluyorlar.. Dışardan gelenler de: Gazeteci kız Melodi, Gülce Oral; hafızası yitik kız Sera Tokdemir; denizkızı Ezgi Çelik; yapımcı Şenol, Çağlar Yiğitoğulları ve kötü adam Troll, Nadir Sarıbacak.. Baştaki iki kıza geri dönmek istiyorum, Sera Tokdemir, baya güzel kız, burda sarışın ama orijinali kumral, çok daha güzel ve magazinel de bi tipmiş zaten.. Bir de Gülce Oral var, ekşide hakkında şöyle bi cümle var, "agzina findik doldurmus sincap sevimliligi vardir kendisinde." gülmelik tanım.. Kendisi 2012'de oynadığı Kebap isimli tiyatro oyunuyla meşhurdu, izlememiştim, pişmandım.. Şu ara da Kabileler oyunu varmış, kısmet..

Bir Leyla ile Mecnun değil ama İşler Güçler'le kapışsa kapışır.. Çakma fikir olmasının karşısına süresinin daha makul ve oyuncuların daha ünlü olmaları koyulabilir.. Bu arada finalsiz kalan Leyla ile Mecnun için final fikrini de anlatıyor ilk bölümde Burak Aksak..

250216
Oku..

Saul Fia (2015)

Konuk Yazar // Kadir Akbulut


Bir olayı anlamak, bir karakterle bütünleşmek, kısaca dünyanın gelmiş geçmiş en zorlayıcı olaylarından birini bu denli içeriden gözleyebilmek. Saul'un Oğlu, Yahudi imha kampında Sonderkommando olarak görevlendirilmiş bir adamın kendine amaç edindiği üzere bir çocuğu usulüyle toprağa verme savaşımının hikayesi.

Bir çocuk -hunharca öldürülen milyonların içinde bir tanesi- insan vücutlarının telef edildiği, hiçleştirildiği, onursuzlaştırıldığı bir atmosferin içerisinde yaşamının baharında ölmüş. Şimdi de bedeni katledilmek için sırasını bekleyen bir çocuk.
Ve bir adam. Belki de olaylara müdahale edebilme, bir şeyleri değiştirebilme, makus talihe bir nebze de olsa müdahale edebilme gücüne sahip nadide kişilerden biri. O ve diğer görevlilerin de bir gün sırası gelecek. İşte o vakit onlar da diğerleri gibi katledilecekler. Ama yaptıkları işin vahametinden olsa gerek duygusuzlaşmış haldeler. Bütün bu yoksunluğun arasında bir nevi kahraman rolünü üstleniyor bu adam.


Çocuğu kendi oğluymuşçasına sahipleniyor. Hem karısının hem de diğer kişilerin, çocuğun onun olmadığını iddia etmeleri de bir şeyi değiştirmiyor. Yaşamının son anlarında insanca bir görevin peşine düşüyor. Dinsel ve tinsel olarak ideal bir 'ölüm sonrası' verebilmek istiyor bu çocuğa. Ve bütün riskleri alıp uygun şekilde gömülmesi için ne varsa yapmaya koyuluyor. Bedeni toprağa gömebilirse, bunu bir hahamın eşliğinde uygun bir ritüelle yapabilirse, vicdanen arınabilmesinin de yolunu açacakmışçasına.

Kendinden olanları ölüme götürürken, gözü açık, ağzı burnu kapalı olsa da can vermemiş çocuğun canı gittiğinde gözü gerçek anlamda açılıyor. Ne olduğunu ne yaptığını algılayamamış, görevini ifa ederken yitip giden canların kıymetini fark edememiş, robotlaşmış bir canlı iken yeni amacına yöneldiğinde insanca emareler göstermeye başlayan hırslı, gözü kara bir isyancıya dönüşüyor.
Adamın, birinin elinde bulduğu fotoğraf makinesini saklayarak tarihe bir kanıt bırakmak istemesi de en az çocuğu gömerek başarmayı arzuladığı görev kadar manidar.

Oğul, bir nesli sürdürebilmek için gerekli oluşun göstergesi olarak filmin anlam bütünlüğünde gitgide büyürken; baba, insan için en zorlayıcı olabilecek görevini gerçekleştirmek adına büyük bir risk ve tehlikeyi göze alarak cedelleşiyor.

(Bu yazı ilk olarak 19 Şubat 2016 tarihinde Movee'de yayımlanmıştır. Kadir Akbulut, paylaşıma izin vererek de yazılısinema'ya renk ve değer katmıştır, teşekkür..)

Golden Globe'u avuçlayan Macar filmi, üç gün sonra da Oscar için yarışacaktır; 4. Geleneksel: Oscar Adayları ve Kehanetlerim..

250216
Oku..

RocknRolla (2008)


"Nedir bu RocknRolla?" diye açılıyo film. Peki nedir hakikaten; Rock and Roll kökünden gelen bi kalıp, ya n'olacaktı.. RocknRolla, esasen, krallar gibi takılan demek, o an kafasına ne esiyosa onu yapan demek.. Ama karizmayı çizdirmeden, o önemli..

Archy'den dinliyoruz hikayeyi. Londra'nın imarını kontrolü altında tutan Lenny Cole'un sağ kolu. One Two, Mumbles ve Handsome Bob varoşun delikanlıları, Lenny, bunlara bi oyun oynayıp kendine borçlu ediyo.. Ekibimiz de Lenny'ye borcunu ödeyebilmek için şehre büyük bir inşaat yapmaya gelen Rus müteahhitin parasını çalıyor. Rus müteahhit Uri de inşaat için zaten Lenny ile çalışmaktadır ve para zaten ona gidecektir. Bu paranın çalınmasına yardım ve yataklık eden de Uri'nin aşırı güzel muhasebecisi Stella'dır. Bir de Uri'nin Lenny'ye ödünç verdiği tablosu çalınmıştır. Herkes birbirinin peşindedir. Herkes birilerinin arkasından iş çevirir. Bazıları parayı sever, bazıları uyuşturucuyu, bazıları seks yapmayı; RocknRolla hepsini sever.


Bu filmi izleyip de, şimdiye kadar izlediği en iyi elli film arasına sokmayan görmedim. Aşırı tempolu, cayır cayır; kurgu harikası, hikaye şamatası, karakter efsanesi, yönetim becerisi bi film. Yazan yöneten, aynı kalitede başka filmleri de olan, İngiliz Guy Ritchie. Yani şans eseri yapılmış, denk gelinmiş bir film değil. Alanında efsane bi film. Ritchie'yle beraber ekibi de saymam lazım, isimlerini anmalıyız:
Müzik: Steve Isles / Sinematografi: David Higgs / Kurgu: James Herbert

Kurgucusu Herbert zaten daha nice filminde beraber çalıştığı bi isim. Oyuncu kadrosu efsane, ki Ritchie seviyo böyle bol bol meşhurla çalışmayı, her filmi böyle.. Kimler o ünlüler, varoş delikanlılardan başlayalım: Gerard Butler, Idris Elba ve Tom Hardy.. Lenny ve Archy: Tom Wilkinson ve Mark Strong.. Diğerleri: Thandie Newton, Karel Roden, Toby Kebbel ve azıcık da daha meşhur olmamış Gemma Arterton var.. Hayır oldukları yetmezmiş gibi bir de çok iyi oynuyolar.. Efsaneler resmen..


Filmi tabii ki yıllar önce izlemiştim, tekrar tekrar izlenecekler listeme koymuştum. Size de gönül rahatlığıyla aynısını yapmayı tavsiye ederim. 8/10.. Sinema tarihinin görüp görebileceği belki de en görüntü kurgusu odaklı film. Bi sevişme sahnesi var ki dillere destan, iki saniye.. Bi kovalama sahnesi var ki benzeri yok belki.. Bi şarkılar var ki kıpır kıpır eder içi, soundtrack albüm hemen insin!..

240216
Oku..

Birleşen Gönüller (2014)


Baştan söylemek lazım, kolpa bi yönetimin esiri olmuş, parayı nereye harcayacağını bilememiş, resmen havada kalmış bi film.. 1940'lar Kafkasya'sı.. Nazi bok yemesi.. Rusya dolaylarında olaylar.. 1990'lar Kazakistan'ı.. Hareketler bu minval.. Hikaye nerdeyse güzel, senaryo nerdeyse rezalet..

40'lar.. Bir Kafkas köyü.. Cennet ve Niyaz büyük aşka düşmüş, evlenmiş.. Ama Niyaz askere alınmış, yıllar olmuş haber çıkmamıştır.. Ufak bir Rus kızı Nazilerden kaçmış, köye sığınır.. Cennet kızı saklar, sakladı diye de tüm köyü cezalandırır Nazi kumandan, herkes toplama kampına.. Niyaz askerden kaçmış, o da kampa alınacaktır.. Tam durduk yerde kavuştuk derken tekrar ayrıl..


90'lar.. Kazakistan'da bir Türk okulu yapmaya çalışan idealist Yunus Öğretmen ve çilekeş karısı Dilek.. Komşuları da Cennet Teyze.. Alakasız bir sırada, anlatır Cennet Teyze aşkını, Dilek'e.. Sabır nedir, aşk nedir onu anlatır aslında.. Öldü mü, kaldı mı bilmediği Niyaz'ı 50 yıl bekleyerek geçen ömrünü anlatır.. Öte yanda Yunus Öğretmen, yeri gelir karısını, çocuklarını ikinci plana atar, okulu için, idealleri için çalışır; bütün derdi kahramanlıktır.. Ha kahraman da olur, ayrı mesele ama çoluğu çocuğu niye o kadar boşluyo, ayıptır.. Neyse, Cennet Teyze yine tesadüfün ekmeğini yer..


Filmde Nazi askerlerine Türkçe dublaj yapılmıştır, üstelik piyasadaki en alışıldık yabancı film seslendirmecileriyle.. Yani o sahnelerde Hollywood efekti yaratmak için tırto bi taktik izlenmiş.. Nazi Almanyası temalı bi sokak dizayn edilmiş ancak hiç gerçeklik verilememiş.. Şöyle genelleyeyim, görüntü yönetimi güzel fekat sanat, kurgu, ve oyuncu yönetimi çirkin.. Güzel Hande Soral bile olmamış yani.. Yine güzel de, çok kötü be oyunu; kullanamamışlar resmen kızı.. Bu arada nişanlandı galiba Hande, ya da ciddi bi ilişki içerisinde falan gibi - derin sessizlik..


Kadroda, efsane çiftin genç hallerini Hande Soral ve Serkan Şenalp; yaşlı hallerini Sema Çeyrekbaşı ve Fikret Hakan oynuyor.. Yunus'u, senaryo mağduru Atılgan Gümüş; Dilek'i isteksiz aktris Yağmur Kaşifoğlu; Nazi kumandanı da Dimiter Banenkin canlandırıyor.. Bu Nazi kumandanı, Kırımlı (2014) filmindeki başarılı Nazi kumandan Baki Davrak'la kıyaslayıp durdum istemeden, benziyolar da.. Ama açık ara Davrak silker yani.. 'Şans, hayatın ta kendisidir' temalı filmin yönetmeni, ilk filmi olan Hasan Kıraç..

Filmin imdb.com puanı 8.4, baya yüksek, yaklaşık dört bin kişi falan oylamış da ondan yüksek.. Yani şöyle hesabedebilirsin, sadece film ekibi yüz kişi falan oluyor, en az; gerçi yüz tane fgr var kafadan.. İzlenmemiş yani film aslında.. Puanım 3/10

240216
Oku..

Anomalisa (2015)


3 yılda yapıldığını okumuştum galiba bi yerde, büyük emek, bilgisayarda değil de baya elle yapılan, oyuncak gibi, küçük modellerle çekilmiş film. Yani bi çalışma masasının üstüne kurulmuş mukavva duvarlarla otel yapmak, küçük kumaş parçalarıyla minik elbiseler dikmek falan.. Güzel uğraş ama deli işi biraz.

Yazar Charlie Kaufman, senaryoyu hazırlayıp Duke Johnson'a gidiyor, senin filmler gibi yapalım şunu diyor, beraber yönetiyorlar. Ha bu arada Kaufman baya meşhur, Being John Malkovich (1999) ve Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)'ın falan yazarı.. Neyse kuruyorlar seti işte çok uzun süreler çalışıyorlar..


Mutsuz bir evliliği olan Michael Stone, müşteri hizmetleri konusunda uzmanlaşmış biridir, kitabı falan vardır, konferans için eskiden yaşadığı Cincinnati'ye gelmiştir. Uçakta başlar film, taksiyle otele gelir, otelde olaylar yaşar ve evine döner. Dört farklı mekanda görülecektir yani Stone.

Film ayrıca, sevişme sahneleriyle de akılda kalacaktır..


Otele geldiğinde yolculuğunun iyi geçtiğini bildirmek için karısını arar; Michael için herhangi biridir aslında karısı.. Ve eskiden yaşadığı şehre dönmesi, eski sevgiliye olta atma güdüsü doğurur. Sonra koridorda bi ses duyar Michael, farklı bir ses.

Yani o an aslında tarz sayılan şeyin hikaye olduğu anlaşılır. Şöyle ki, Michael'ın etrafındaki herkesin sesi aynıdır, etrafında olmasa da, televizyondaki birinin falan da.. Tom Noonan seslendiriyor herkesi; Michael'ı da David Thewlis.. Bu şey işte, herkes aynı, gözümde kimsenin bi değeri yok kafası.. Neyse, koridordan farklı bir ses geliyor işte, o da The Hateful Eight (2015)'te harikalar yaratan Jennifer Jason Leigh'in sesi, Lisa..


Ufak bir umutsuzlukta doğan aşk ve umut ve hüsranla minik minik insanların, çenesi çıkan oyuncakların hikayesi.. Zaten Kaufman hikayesi olduğu için alt metin kaynar kazan, olaylar çetrefil tarlası.. Nerdeyse Being John Malkovich (1999) havası var filmde diyecem yani, onu da kesin izleyin..

Stop-Motion alt başlığındaki animasyon film, kazanamadığı Golden Globe'da olduğu gibi Oscar'da da yarışacak, ve bu sefer bence şansı var, diğer adaylar burada 4. Geleneksel: Oscar Adayları ve Kehanetlerim.. Tören de çok yakında, az kaldı resmen..

230216
Oku..

Niyazi Gül Dörtnala (2015)


Çok iyi film değil, hatta senaryosunu okuduğum için, kötü yönetilmiş diyebileceğim bi film. Yönetmen Hakan Algül, kapağı bi atmış BKM'ye, Eyvah Eyvah üçlemesi, Berlin Kaplanı (2012), falan derken, hem Ata Demirer'i yakıp yandırmakta, hem kendini bitirmektedir. Oysa televizyona Avrupa Yakası'nı çekmiş bi adamdır. Hayır, böyle adamlara neden müdahale edilmez onu da anlamam. BKM ki nerdeyse piyasayı tekeline almak üzere olan şirket..

Senaryo ise, Vedat Özdemiroğlu kaptanlığında toplanan Öğünç Ersöz ve Cihan Ceylan'dan oluşan mizahçı kadro tarafından yazıldı. Ayrıca Vedat Abi'nin de dün babası vefat etti, taziyeleri, duaları buradan da sunalım. Allah rahmet eylesin Ruhi Amca'ya.

Niyazi Gül karakteri Korsan TV zamanlarında zaten Vedat Abi tarafından yazılmış bi tipleme. Hatırlarsanız, böyle tipten tipe giriyordu Ata Demirer, taklitler falan yapıyordu. Hayvan tedavilerinde, saçma hastalıklara saçma çözümler öneren bi tipti Veteriner Hekim Niyazi Gül.
Yıllar sonra da bu tipi film yapma fikri gelmiş Ata Demirer'e. Kim yazar diye çok düşünülmemiş. Böylece gelişmiş olaylar.


Niyazi Gül, bir üniversite profesörüdür. Dede mesleği olan baytarlığı yapıp, dedesinin her derde deva dediği bitkisel ilacı yapmaya çalışmasıyla geçer yılları. Bütün formül tamamdır, son bi bitki eksiktir. Ev işlerine yardımcı olan Hediye, profesöre, bilimsel çalışmalarında da yardım eder. Öte yanda, kötüler kendi içinde verdikleri güç savaşında, atlarını yarıştıracakları koşu için "Senin atın kazanırsa bütün malım mülküm senindir, benim atım kazanırsa evlenirsin benimle" gibi iddialara girerler. E, tabii bu iddianın ucu Niyazi Bey'e ve henüz denenme aşamasında olan ilacına dokunur.

Kadroda, Ata Demirer, Demet Akbağ, Levent Ülgen ve Şebnem Bozoklu yer alıyor. Oyuncu yönetiminin zayıf olduğunu belirtmekte fayda var, üstelik görüntü yönetimi de acemiliklerle dolu.. Ki görüntü yönetmeni Gökhan Atılmış; filmografisine Ara (2008), Gölgesizler (2009) ve Yaşamın Kıyısında (2007) gibi işleri de yazmış bir adam.. Nasıl oluyor anlamıyorum, parayı mı beğenmiyolar artık.. Komedi film diye ciddiye mi almıyolar..


Filmin bütçesini öğrenemedim ama hasılat 10 milyon tl civarında. İyi bir rakam değil, planlanandan düşük, Berlin Kaplanı (2012) misal, 18 milyon kazanmış bi film.. Ama zaten efektlerde falan da çok ucuza kaçılmış, dandik olmuş biraz. Filme puanım 4/10..

180216
Oku..

Neden Tarkovski Olamıyorum... (2014)


Ben sana söyliyim, Tarkovski o üç noktayı koymazdı film adına.. Şaka şaka.. Rus sinemacı Tarkovski'nin hiç bi filmini izlemedim, gıcıklık değil denk gelmedi.. Arkadaşım da bu filmi önerince "Lan oğlum bir sürü Tarkovski göndermesi vardır şimdi, anlamayız" dedim. Nitekim, önce biraz Tarkovski kimdir diye baktık, ne yapmış, niye yapmış, okuduk.. Bi ön bilgi sahibi olup öyle izledik filmi..

Murat Düzgünoğlu'nun filmini yazması yedi sekiz sene öncesine dayanıyormuş, yani hakikaten dandik tv filmleri, dizileri yaptığı zamanlara.. Senaryoya destek Şebnem Vitrinel'den gelmiş, beraber yazmışlar.. Ama senaryo tamam olduğu anda filme başlanamamış işte, para lazım falan, geçen sene bakanlık desteğiyle yapılmış sonunda film.


Tam da bunları anlatan bi film işte.. Yönetmen Bahadır, tv filmleri yapıyo, bütçesiz bütçesiz işlerde 'hocam' çekiyolar buna, eve geliyo doğalgazı kesmişler falan.. Asistanı Ceyda var, kız da piyasada reji asistanı zaten, Bahadır'ın yazdığı senaryoyu okumuş, tanıdığı birkaç yapımcıya ulaştırmaya çalışıyo.. Bahadır'ın ailesi, mahallesi ve ev arkadaşlarıyla ilişkisi görülmeye değer detaylar içeriyo yalnız.. Doğallıktan titriyo film, izlerken bol bol 'hasiktir' içerliyosunuz..

Bahadır, haliyle Tarkovski'yi, Bergman'ı sonradan görmüş ve idol etmiş bunları kendine.. Arkadaşları var, piyasadaki çakal filmciler, yalapşap işlerle dünya para indiren tipler.. Bahadır'a da öneriyolar ama yapamaz ki böyle adamlar.. Al, daha dün ya, iki gün önce filmi izledik, dün de benim başıma geldi.. Piyasada sayılabilecek bi sinemacı tanıdıkla muhabbet ediyorum, "Ama işte, istediğin filmi yapmak istiyosan önce vizyona bi şey yapcan, parayı kırcan, sonra ne istiyosan onu yaz.." dedi özet olarak.. Kötü niyetle demiyo kimse, olanı söylüyo ama..

Bahadır'ın yazdığı senaryo, karanlık bulunuyor, kimse para yatırmak istemiyor.. Hatta Avrupa'da olsan kolay yaparsın böyle şeyleri diyor.. Ne alakası var, bence Türkiye'de Avrupa'dan daha çok sanat filmi (vizyona kasmayan) yapılıyor.. Ha zor, ama yapılıyor, inatçıyız çok isteyince.. Hele bi de güncelde, bunu yapan o kadar çok insan var ki.. Yapamayan da çok, o ayrı.. Zaten her isteyen yapsa o da saçma olurdu, bilmiyom tam.. Ayrıca Avrupa Avrupa da tam nere yani, Fransa'dan sonra en çok biz film üretiyo olabiliriz, bi bakmak lazım..


Filmdeki o ev hali, çok alakasız arkadaş grubu, bira-çekirdek.. Sevgilisi kafayı yiyecek, diyo ki "Senin kariyerini çevrendekiler belirler, kimlerle takıldığına bak" Evde Erasmus'lu falan var, öğrenci evi gibi takılıyo koca adamlar.. Baba ocağına gidiyo arada, gelir seviyesi düşük aile, kendi evinin daha temizi sadece.. Abi desen iyice bitik durumda, yazık.. Yalnız, o kadar da kötü durumda değiller, kafadan iki entelektüel çıkarmış mahalle, yazar abi var, aramıza Asmalı Konak'tan katılıyor..

İnsan üzülüyo be filmi izleyince, çok gerçek şeyler var çünkü.. Ne bileyim.. Baya beğendim filmi bu arada, müdahale hakkım olsa çok ufak şeylere dokunurdum.. Kriterim budur benim, filmi bitirip, gösterimden önce izletip düzeltme isteseler ne yapardım diye düşünürüm.. Buna çok ufak dokunurum.. Puan vereceksem de 7,5'dan 8 alır..

Ha, oyuncuları demedim; Tansu Biçer başrolde, biraz mesafeliyim bu adama çünkü çok seçmeden oynuyo gibi geliyo bana, bu film için demiyorum, burda iyiydi, geneline diyorum.. Sonra, asistanı Vuslat Saraçoğlu oynuyor; sevgilisini de Esra Kızıldoğan, Leyla ile Mecnun'daki Uzaylı Zekiye.. Menderes Samancılar ve Beyti Engin de kadrodaki diğer isimler..

180216
Oku..

The Two Faces of January (2014)


Bizde vizyona girip girmediğini bile bilemiyorum, o kadar silik bi film. Zamanında duymuştum, İstanbul sahneleri var falan diye. Merak da etmiştim hani, sonuçta Spider-Man'in MJ'i Kirsten Dunst var kadroda. Diğer iki başrol de, en son geçen gün Ex Machina (2015)'da izlediğim Oscar Isaac ve bayadır izlemediğim Aragorn, Viggo Mortensen. Filmin yönetmeni, 89'da yaptığı kısa filmden beri Hollywood'un yazarlarından olan İranlı sinemacı Hossein Amini. Amini, senaryoyu Patricia Highsmith'in romanından uyarlamış. Ki romancının bu tek sinemaya uyarlanan kitabı değil, Carol (2015)'da ondandı..


Rydal, Yunanistan'da rehberlik yapan bir Amerikalı genç. Arada ufak çakallıklar yaparak, milletin dolarını Yunan parasına çeviriyo ayağına üç beş kesik de atıyor.. (Yunan parası euro değil o zamanlar, geçmiş zaman anlatılıyor) Sevimli çocuk, kızlar hoşlanıyo bundan, güven veriyo, o da alıyo ince ince dolarları..
Karısı Colette ile tatil yapan Chester, bakışlarını yakaladığı Rydal için "Bu çocuk sabah da bi yerde beni izliyodu, ne ayak bu" diyo.. Karısı, sempatik hallerle tanışıyo çocukla.. Karısı dediğim de adamdan baya genç tabii, zengin adam çıtır kız ilişkisi güya; ama Kirsten de artık o kadar çıtır değil be, 82'li sonuçta.. Neyse, Rydal'ın adamı kesmesinin sebebi, yakın zamanda ölen babasını andırması imiş.. Bu şekil tanışıyolar..


Olay da şöyle başlıyor: Bu Chester, borsacı ama dolandırmış milleti kaçmış meğer. Peşinde bi özel dedektif var, olaylar oluyo, sonucunda Rydal bu çifte yardımcı olmak istiyo ama çok sonra öğreniyo adamın ne ayak olduğunu.. Yalnız Rydal'ın, Colette'e bakışları da bakış değil, söyliyim.. Bir de Rydal'ın tavladığı turist kız var, güzel Lauren.. Onu da Daisy Bevan oynuyor.


Filmde İstanbul sahnesi var, evet, yok değil, ama sonda, en sonlarda.. Kapalı Çarşı, Eminönü Meydan falan.. Bi de akşam sahnesi yazmışlar, etraf belli değil, bina detayları gözükmüyo, belli ki prodüksiyon yırtmaya çalışmış 1960'lar İstanbul'unu yapmaktan.. (Gerçi -üstteki plan- Haliç manzarası çekmişler, yaşlandırma tekniğiyle eskitmişler, köprüdeki direklere dikkat!!) Ama yine de gölgeli gölgeli kemerlerle çok şık Eminönü mimarisi.. Türk polisler devreye giriyo sonda, Mehmet Esen ve Okan Avcı oynuyor burda.

Bu sahnelerle Türkiye'deki Hollywood inceleme yazısına giren film, Oscar Isaac'ın Sultan Kafe'de Türkçe çay istemesiyle Hollywood'daki Türkçe başlığına da giriyor.. İlginç derlemeler bunlar, bi göz atınız..

Filme puanım 5/10..

170216
Oku..

Mavi Gece (2015)


Adanalı sinemacı Ahmet Hoşsöyler'in yazıp yönettiği film, kötü. Ama çok güldüğüm, epey beğendiğim birkaç detay hatırına adını anmak istediğim bi film. İzlemem de durduk yerde oldu, youtube'da öylesine dolanırken, birkaç ilginç video izlerken, sıradaki klip olarak açıldı film ve kapatmadım, izledim.

Hikayesi pek orijinal değil. Lüks bir hayatı olan doktor kadın, varoşluğuyla memnun taksici bir adam. Doktor hanım eşiyle beraber taksidedir, taksi kaza yapar, taksici bayılır. Gittikleri hastane -nedense- doktor hanımın zaten kendi hastanesi imiş ve yetmezmiş gibi taksicinin doktoru da o imiş.. Yani sen doktorsun, bi taksidesin ve taksi kaza yapıyor, o adamı tutup kendi hastanene götürüyosun ve ilk müdahaleyi yine sen yapıyosun. Manyaksın çünkü. Neyse.. Tam serumla falan oynarken doktor, hop bi şimşek çakıyor ve doktor da bayılıyor. Ondan sonra o o oluyor, bu bu. Yani taksici adam aslında kadın, doktor kadın da aslında taksici oluyor. Dışardan bakınca kimse bi şey anlamıyor ama ruhlar yer değiştirmiş işte..


Güzel detaylar şunlar.. Bazen oyunculuğun zirvelerine çıkan Fırat Tanış ve Ayça Varlıer, karşı cinsten o kadar güzel hareketler yapıyorlar ki, takdir tebrik az kalır. Ama yeri geliyor, sıçışlardan sıçış beğen. Yıllardır piyasada yönetmen olan Hoşsöyler beyefendinin rolü bu iyiyi kötüyü ayıklamak değil mi, ben mi anlamıyorum bu işten.. Belli ki yapabiliyor oyuncun, kullansana.. (Tabii ki benden iyi biliyodur da, ben şu an artistlik yapıyorum, blog benim, klavye benim sonuçta..) Fırat Tanış iç sesiyle, Ayça Varlıer tepkisi "Lan, meme mi lan bu?!", güzel hareketti, aynada kendini süzmesi falan..

Eğlendim eğlenmesine ama bazı hareketler insanı hayal kırıklığına uğratıyor işte.. Ayrıca, 'mavi gece' ney ya?!. Filme puanım 4/10..

170216
Oku..

Kilometre Zero (2005)


Geçen gün My Sweet Pepper Land (2013) filmini izlediğim yönetmen Hiner Saleem'in filmografisinden devam ediyorum. Onu izledikten sonra, meğer Kürt sinemasıyla ilgili hiçbir şey bilmediğimi fark edip, dost meclisinde dillendirdiğimde, Dema Hespen Zerxweş (2000) yani 'Sarhoş Atlar Zamanı' filmini izlenecekler listeme eklemem önerildi. Kürt sineması derken, Kürtçe filmlerden bahsediyorum; Yılmaz Güney'inkiler falan Kürt hikayesi anlatan Türk Sineması örnekleri, bu böyle..

Kilometre Zero (2005) da My Sweet Pepper Land (2013) gibi Avrupa desteğiyle yapılmış, ve nedense jeneriği Kürtçe olmayan filmler. Kilometre Zero (2005)'da mesela, Fransızca yazılar, un film de Hiner Saleem falan.. Film, Cannes'a katılan ilk Irak filmi unvanına sahip, Irak Kürdü diye geçiyor resmiyette Saleem.


Ako, güzel karısı Selma ve oğluyla beraber uzak bir köyde sakin sakin yaşamaktadır. Selma'nın yatalak bi babası vardır, ona bakar bi yandan. Saddam'ı indirme savaşı hararetlenir. -Filmde gösterilen- Irak Kürtleri ile Irak Araplarının geçinememesi, Saddam'ın Kürtleri darlaması ve Kürtlerin de Saddam'ı indirmek istemesi.. Ama Kürt Ako savaşmak istemiyor, dağa çağırıyolar, davaya destek ol diye, "Yok" diyor. Selma'ya "Kaçalım burdan" diyor, "Babam var, onu götüremeyiz, onsuz da hiç gidemeyiz" diyor. O zaman da Irak, Ako'yu askere alıyor..

Saçmasapan bi askeri yönetim gösteriliyor, kara mizah yapılıyor. Bir grup askere, şehit cesetleri ailelerine teslim etme görevi veriliyor. Ako'ya bi şehit zimmetleniyor, Arap bi şoförle yola düşüyor.. Uzunca bi yol macerası başlıyor. Filmin vermek istediği şu "-İyi insansın ama, seni boğmak istiyorum, Kürt! -İyi insansın ama, seni boğmak istiyorum, Arap!" Hepimiz, kardeşiz, bu kavga ne diye temalı film..


Başrol Nazmi Kırık, hani Organize İşler (2005)'de Cem Yılmaz'ın sağ kolu, "Agu diyor, gubuş diyor.." diye kızını anlatıyordu.. Selma'yı, Belçim Bilgin oynuyor, ve bu ilk oyunculuğu imiş; sonra Hiner'in bi filminde daha oynayıp Türkiye'ye zıplıyor ve diziler falan derken şu an aldı başını gitti. Film teknik açıdan pek kötü ama hikayesi güzel. Oyunculuklar çok iyi değil ama yeterli.. Yani estetik bi durum olmadan, düz hikaye anlatmış.. Filme puanım 4/10..

150216
Oku..

(500) Days of Summer (2009)


Filmin adı "Beş Yüz Deys of Sammır" diye telafuz edilir, aksi hoş değildir. Adında rakam olan her proje, rakam Türkçe olacak şekilde okunur. Bu böyledir. (Film adında parantez beni çok korkutuyor ya) Çok önce izlediğim bi film, açtım tekrar izledim. Tam da Sevgililer Günü'nde platonik aşk anlatan bi hikaye seçtim sap başıma, ya n'olacaktı di mi..

Summer, Tom'un çalıştığı şirkette işe başlar. Aslen mimar olan Tom, tebrik kartlarına güzel cümleler bulan bir metin yazarıdır burda. Summer'ı gördüğü gün hikaye başlar. (1) Çalışma ortamı gereği birbirlerini tanırlar, iyi vakit geçirmeye başlarlar beraber. Duygusal Tom, ilk görüşte aşka, hayatının kadınına, kadere falan aşırı inanan bi tiptir. Summer tam tersi, ilişki insanları üzüyor zamanla, aşk diye bir şey yok kafasındadır. (38) Şirketçe gidilen bi partide bi şekil yakınlaşılır. (127) Beraber filme gitmeler, yemek yemeler başlar. IKEA ziyaretleri çok eğlenceli olur. (279) Sevişirler falan. Ama Summer ilişkiye isim koymaktan hep kaçar. Konuyu değiştirir hep. (309) Summer, işten de ayrılır Tom'dan da; Tom biter.. (380) Bol bol Summer'ı unutmaya çalışır, sonunda unutur. (500) Beş yüz günlük bi aşk..


Öyle bir güruh var ki, spoiler gelince bilgisayarı kıracak sinire ulaşıyo.. Bence rahat olmakta fayda var, ben mesela birinden bi filmin sonunu duysam -veya herhangi bir sahnesini-, n'olacak ki, görmekle bir mi?! Ayrıca görüyoruz da fragmanda, sırf o sahne için mi izlenir bi film, total değil midir mesele? Bu üstteki paragraf için demiyorum, genel bi dert bu.. Bu film kurgu gereği zaten karışık izleniyo.. Yani 254. gün anlatılıyo, sonra 3. gün, sonra tanışmaları, sonra ayrılmaları, sonra ilk sinemaya gidiş falan şeklinde..


Güzel film, iyi yani, idare eder işte. (Her virgülde bi tık düşen kalite..) Başroller Joseph Gordon-Levitt ve Zooey Deschanel'in kariyerlerindeki önemli işlerden biri, ikisi içinde önemli bi film.. Kadroda, Chloe Grace Moretz ve Clark Gregg de var. Çok kısa bir parçada da Minka Kelly diye tatlı bi kız, anmadan edemedim.. Yönetmen Marc Webb'in zaten ilk sinema filmi, iyi referans olmuş ki devamında The Amazing Spider-Man (2012) ve The Amazing Spider-Man 2 (2014)'yi çekti..


Filme puanım 7/10.. Teknik kurgu açısından da birkaç söyleyeceğim var: Açılış sahnesinde ve içeride bi yerlerde ekranı ikiye bölüp, iki hikaye anlatma fikri, birkaç farkı sahnede farklı amaçlarla uygulanıyor ve sadece bir tanesi bence doğru hareket; Hayaller vs Gerçekler sahnesi.. Şirin Soysal'ın üçüncü albümü için ilk klibi ben çektim, Son Gün [2016]. Klibin hikayesi -şarkıyla paralel- Şirin Soysal'dan geldi, yani şarkı için bi kısa film çektik aslında. O klip filmde de bu ikili ekran tekniğini kullandım. Klibe renk-efekt yapan arkadaşım, "Aa, şu filmde de benzer sahne tasarımı var" demişti, o geldi aklıma, öyle..

140216
Oku..

Deadpool (2016)


Son dönemin en beklenen filmiydi sanırım, o kadar çok tanıtımı yapıldı ki, sona yaklaştıkça her hafta bi fragman, her hafta bi poster.. Efsaneleşti tabii.. İlk gün ilk seans aktım sinemaya, sabahın körü seansı olmasına rağmen ben gibi bi dolu insan..
Dersi kırıp gelen kalabalık üniversiteli erkek grubu da aramıza katıldığına göre film başlasın..

Galiba şimdiye kadar gördüğüm en eğlenceli açılış jeneriğiydi.. Tabii karakterin ve hikayenin de etkisi var bunda.. Marvel artık sistemi çözdü, 'mizah her şeydir' mottosu tuttu.. (Buraya hemen düzeltme: Film, Marvel filmi değil esasen, sonradan ayıktım; Marvel ürünü yine ama X-Men karakterlerinin hakları 20th Century Fox'a verilmişti zamanında, Marvel Studios kurulmadan.. Yani belki de, süper kahraman işlerinde Marvel gibi davranmaya karar vermiş olabilirler..)


Deadpool'un maskesiz hali Wade Wilson. Wade'le, X-Men Origins: Wolverine (2009) filminde tanışmıştık. Yine Ryan Reynolds oynuyordu. Reynolds öncesinde sonrasında pek çok süper kahramanı oynadı ama en en yakışanı da buydu, onun da kendi filmini yaptılar işte.. Yönetmen, Tim Miller'ın ilk filmi.. Şaşıracaksınız izlemediyseniz, ilk filme göre baya başarılı..

Üstelik öyle abartılan bir bütçeyle de değil, 58 milyon dolarla yapılmış film.. The Avengers (2012), 220 milyona çekilmişti mesela, tamam, çok fazla ünlü vardı orda ama fikir versin diye işte.. (Yukardaki düzeltmeden sonra burası da anlaşılır oldu galiba.. Marvel Studios işi olsa belli ki daha cesur davranılabilirmiş..)

Film, mizahı iyi kullanmış değil, komple mizah. Karakterin özelliği zaten kaçık olması, deliye güç verirsen böyle olur işte. Ama iyi çocuk ya, o kadar da şey değil. Filmin ilk yarısı, geçmişe dönmelerle Wade'in nasıl Deadpool olduğunu anlatıyor. İşte kendi gibi deli bi sevgilisi var; özel bi asker aslında, süper kılıç kullanıyo, fena adam dövüyo falan.. Sonra hasta oluyo, ölümcül, iyileştircez diye alıyolar bunu laboratuvara.. Kötü adamımız Francis, sinir oluyo bizim deliye, pislik yapıyo.. Bizimki de intikam için peşine düşüyo.. İntikam filmi yani, yok aşk filmi, yok yok korku filmi..


O kadar rahatlamış bi film ki, kendi prodüksiyonuna laf sokuyo.. Yetmiyo diğer filmlere giydiriyo, Taken serisinden X-Men'lere kadar. Hele 127 Hours (2010)'dan spoiler vermek ne ya.. Filmdeki tek ünlü Ryan Reynolds işte -kendine de laf sokuyo-, sevgilisini oynayan kız da biraz ünlüymüş, ben tanımıyorum ama: Morena Baccarin.. Kötü adam, Ed Skrein; stajyer kahraman Brianna Hildebrand, yeni bu kız piyasada ama sevimli tip, neden sonraki X-Men'lerde görmeyelim.. Filme puanım 8/10..

Marvel fanları bekler sondaki jenerik bitene kadar. Neden, çünkü bi kısa film çakarlar en dibe.. Salonda herkes bekledi haliyle.. "Ulan, bu filme koymadılar mı yoksa" diye geçiyo içimden.. Neyse, kurguyu Adobe Premier Pro'yla yaptıkları bilgisini takiben başladı kısa filmimiz.. Bekleyin yani, film var sonda..

120216, edit 210216
Oku..

My Sweet Pepper Land (2013)


Filmin orijinal adını bu kabul ediyorum, çünkü baya dili Kürtçe olan filme İngilizce isim yerleştirilmiş.. Filmde de 'Pepper Land' diye bi mekan var, tam belli olmuyo neresi olduğu, kahve falan herhalde.. Hadi diyelim o oradan geldi, "A Film by Hiner Saleem" ne peki?! Filmde Amerikancı hava hakim, tamam da, içine işlemesi ilginç..

Baran, Irak Kürtlerinden, eski peşmerge, terörist.. Irak hallolup, Kürdistan kurulunca rahatlamış bir sistem anlatılıyor. Kafasına göre kanun yapıyor sözde ileri gelenler, bi adamı asacaklar, beceremiyolar, bu trajikomik sahneyle başlıyo film. Baran, bu saçmalıktan çok rahatsız oluyo.. Ona teklif edilen -önce reddettiği- kumandan rütbesini kabul ediyor, polis olacak, "Ama," diyor, "en çok ihtiyaç nerdeyse orda görev verin, keyif yapmaya gelmedim bu dünyaya.." Öte tarafta da, Govend diye bi hanım kız, bi köyde öğretmenmiş, babası bi daha gitmesini istemiyor, ikna ediyor babasını, idealist öğretmen tekrar geliyor eski öğrencilerine.. Baran'la Govend burda tanışıyor.


Görevi kötüye kullanmak da denebilir. Sonuçta ikisinin de mesleği gayet karizmatik, seksi meslekler.. Köylük yerde hem de, birbirlerine vurulmayacak da bu iki idealist kime vurulacak.. Kötü adamımız köyün ağası, Aziz Ağa.. Baran, "Kanun benim, sen değilsin" dedikçe Aziz Ağa "La yörü!" diyor.. E tabii, önce iftira atılıyor, bu öğretmenle kumandan şe'ediyor diye.. Bu olay kızın babasının da kulağına gidiyor mu.. Ortalık sen karış, çok sakinmiş gibi..

Irak Kürtleri rahatlamış, hatta kendi aralarında bile savaşmaya başlamışlarken, Türkiye Kürtlerinin davası devam etmekte gösteriliyor. Yok, yiyecek kaçakçılığı; yok, ilaç kaçakçılığı.. Baran'ın eski terörist olduğunu unutmadan, Govend'in "Silahlı mücadeleye karşıyım ama neden yaptıklarını anlıyorum da.." diyor.. Bu şekil bir görüş belirtme de mevcut.. Güzel detaylar var, yönetmen tebriği hak ediyor ama töbe töbe o nasıl tipsiz bi adam ya.. Kendi de girmiş fotoğrafçı rolüyle filme..


Başroller, Golshifteh Farahani ve Korkmaz Arslan.. Adında 'shift' olan yıldızımızın güzelliği dillere destan yalnız. Birkaç Hollywood işinde de yer almış, onları da izleyip, kızı tanıyarak yazıcam.. Bu arada filme puanım 7/10.. Hikayesi çok orijinal olmamakla beraber güzel film.. Galiba izlediğim ilk Kürtçe film oldu.. Mahsun'unkileri saymazsak.. Hatta izlemeyi geçtim böyle bi Kürt Sineması oluşumunu bile bilmiyodum.. Bi bildiğim Kürt entelektüel yazar Yaşar Kemal vardı, o da Türkçe yazıyordu. Film, Fransız ve Alman yatırımcıların işbirliğiyle çekilmiş.

110216
Oku..

Wild Man Blues (1997)


Sevdim lan baya, epey güzel belgesel olmuş. Barbara Kopple diye belgeselci bi abla çekmiş. Nasıl çekmiş acaba. Çünkü, baya telefon kamerasıyla, gayet amatör çekilmiş bi iş hissi veriyo.. Çünkü öyle saçma sahneler var ki, koca kamerayla, ekiple o sahneyi çekmezsin yani, samimiyet tabii bi yerde.. Tamam, o dönem telefonların kamerası olmadığını düşünürsek, el kamerasıyla falan çekilmiş olabilir. Benim, Şirin'in albüm teaser'larını çekmem gibi.. Filmin adı da şu şarkıdan geliyor sanıyorum..

Woody Allen, sinemacı kimliğinin yanında, bir de müzisyen, caz klarnet çalıyo.. Filmden öğrendiğim kadarıyla New Orleans Cazı diyo yaptıkları müziğe.. Normalde grubuyla beraber, kendi mahallesinde, ufak bi barda sahne alıyolar; yanlış hatırlamıyosam her pazartesi.. Yalnız kimse, onun Woody olduğu için, filmlerini bildikleri için geldiklerini inkar etmiyor.. Yani öyle çok da müzik için gelmiyolar, sırf Woody'yi görmeye geliyolar. Şöyle ekliyo o da: "Ama sonra alışıyolar ortama, pek de özel olmadığımı anlıyolar ve müziği dinlemeye ve eğlenmeye başlıyolar"


Sonra gruptan bi arkadaşı, Avrupa turnesi organize ediyo.. Altı kişilik bi grup kuruluyo.. Başlıyolar işte, Paris'ten Viyana'ya, ordan buraya falan.. Belgesel de uçakta, Avrupa'ya seyahatle başlıyo.. Karısı Soon-Yi Previn ve kızkardeşi Letty Aronson'u da tanıma fırsatı buluyoruz böylece.. Woody'ye turne boyunca eşlik ediyolar, destek oluyolar. Hele karısı, çok şeker kadınmış, tanıdığıma çok memnun oldum. Sonra tabii, bol bol New Orleans Cazı da dinliyoruz, grubun hazırlanmasını, seyircinin ne hissettiklerini görüyoruz. Aslında herkes Woody Allen için orda.. Kazandıkları para da bi yerlere bağışlanmış galiba hep..


Asıl bomba da sonunda, turne dönüşü anne babasının yanına uğruyolar. Aman tanrım dedim, bunlar nasıl insanlar, bi anda ne hissedeceğimi şaşırdım. Hiç düşünmemiştim, Woody'nin annesini falan.. Evde Oscar'ların durduğu yeri göreceksiniz; üç Oscar var, dördüncüsü Brickman'da galiba.. Kızkardeşi mesela, Annie Hall (1977)'u izlememiş daha.. Çok güzel detayların olduğu bir iş, tabii ki özellikle hayranlık derecesinde Allen izleyicisi olan ben gibilerin ilgisini çekecek milyon anekdot..


Mesela biri.. Hani Woody Allen filmleri Amerika'dan çok Avrupa'da ilgi görüyo ya.. İstatiksel bi gerçek bu, yorum değil.. Onu soruyolar, sence niye diye.. "Ben şöyle düşünüyorum.. Steven Spielberg'e soruyolar, küçükken izlediğim, sevdiğim filmleri yapıyorum diyor.. Sydney Pollack'la konuştuğumda o da aynısını demişti.. E bakıyorum, ben de öyle yapıyorum.. Küçükken yani gençken böyle şeyler izlemeyi seviyordum.. Ve bunlar yabancı filmlerdi.."

110216
Oku..