The Man From U.N.C.L.E. (2015)


Arkadaşlarım yeni eve taşındı da, gece öyle uğradım; sağda solda birkaç sandalye ve bir sürü döküntüyle beraber salonun orta yerinde -şöminenin hemen önünde- yerde bir yatak duruyor. Etrafa rastgele oturulan salonda, televizyona takılı samsung marka harddisc görülünce dendi ki "Film izleyelim, ne var Erol?", dedim böyle böyle, Guy Ritchie'nin son filmi var. Abareyler havada uçuştu. Ses seviyesi gece şartlarına ve tarihi bina standartlarına uyduruldu ve film herhangi bi şeye yaslanma suretiyle yerde oturarak izlendi.


Guy Ritchie filmi denince neden coşkulu nidalar duyuldu anlamayanlar için hatırlatalım, İngiliz yönetmenin çok beğenilen filmleri RocknRolla (2008) veya Snatch. (2000)'i duymuşsunuzdur, en olmadı Lock, Stock and Two Smoking Barrels (1998)'ı görmüşsünüzdür. Çok keskin bi tarzı vardır, filminin birkaç sahnesini izlediğinizde belli eder kendini; özellikle kurgudaki hatta sahne geçişlerindeki çatır çatırlıkla tanınır. Son dönem Robert Downey Jr.'lı Sherlock Holmes filmlerini yapmıştır. Şu sıralar da Knights of the Roundtable: King Arthur (2016)'la uğraşmaktadır.


The Man From U.N.C.L.E. (2015) filminin hikayesi, 64-68 seneleri arası İngiliz televizyonlarında oynayan -ki o dönem bizde daha televizyon yok- aynı isimli diziden alınmıştır. Bi dakka ya öyle bi cümlecikle geçiştirmemem lazım bizim hikayeyi, aslında bizde ilk yayın 52'de İTÜ'den yapılmış, kapalı devre deneme yayını ama prosedürler, izinler, devlet kanalı falan derken anca 68'de ilk açık yayın yapılmış. Konuyu da çok dağıtmadan, eski bi televizyon dizisi hikayesini tekrar canlandırmışlar yani..


Şık bi Amerikan ajanı, başarılı ama ailevi sorunları olan bi Rus ajanı.. Birbirlerini öldürmeye çalışırlarken yeni bi görev geliyo, beraber başka bi maceraya atılmak icabediyo. Bi tatlı bi tamirci kız buluyolar, o kızın yıllardır görüşmediği babası önemli bi adammış da onla ilgili bi şeymiş.. Aksiyon aksiyon, eğlence macera derken bir İngiliz ajan çıkıyor ve sürpriz.. Falan filan, öyle çok ahım şahım bir hikaye değil, eğlenceli ama, karakterler çok tatlı, her Guy Ritchie filmindeki gibi..

Amerikalı ajanı -tutmayan Superman- Henry Cavill oynuyor, gerçi düşününce yeni dönemde tutan Superman buydu galiba ya.. Rus ajanı Armie Hammer oynuyor, The Lone Ranger (2013)'da eş başroldü, Lone Ranger'dı. Tamirci kızımızı Alicia Vikander, kötü kadınımızı da Elizabeth Debicki oynuyor.


Film, Ritchie'nin ne en iyi, ne de en kötü filmi bence, normaldi, eğlenceliydi.. Ama Lock, Stock and Two Smoking Barrels (1998) hastası arkadaşım "Adamın en kötü filmi!" dedi hemen. Yakıverdi gemileri. Ertesi gece de aynı harddisc'ten dizi izledim ve işe gittim, o, o harddisc'ten son bi şey izleyişim oldu, akşamına eve geldiğimde çalınmıştı..

30.11.15
Oku..

Ant-Man (2015)


Çok geç izledim ben, yani izlemek istediğim bi şey olduğu halde geç izledim; denk gelemedik de diyebiliriz, çok aşırı istememişim demek ki de diyebiliriz, yoruma açık bi mevzu.. Neticede izledim, başlarda pek ısınamasam da ortalardan itibaren toparladı hikaye, güzel bi şekilde bitti ve olumlu duygularla anıldı.. Bi kere Paul Rudd çok doğru tercih.. Ama bi dakka, önce konusunu şöyle bi aktarayım:


Böyle çok saçma sapan bi olayla hapse girivermiş iyi niyetli bi adam Scott, mühendis normalde, ufak bi kızı ve başkasıyla evlenmek üzere olan bi eski karısı var. Hapse de girince iyice bitik adam olmuş. Öte tarafta bilimadamları yeni bi teknoloji için çalışıyolar, karınca kadar küçülebilen bi kostüm tasarlanmış, Dr. Pym gençliğinden beri çalışıyo bu konuda, ta zamanında yöneticisi bu fikri askeri amaçlı, silah olarak kullanmak isteyince vazgeçmiş doktor. Projeyi de o zamanlar asistanı olan şimdi şirketin başındaki Darren yürütüyor.. Yalnız Darren artık sonuna geldiği çalışmasında kostümle beraber küçülecek bir canlı keşfedememiş. Pym ise yöntemi bulmuş ama kimseye söylemiyo, kendi küçülürmüş eskiden yani eski bi süper kahramanmış Dr. Pym. Kostüme girip harikalar yaratacak yaşta değil artık, Scott'ı da o yüzden buluyor..


Olay bu, Darren de sonunda tabii çözecek olayı ve Yellow Jacket adıyla düşman safında yer alacak.. Dr. Pym'in kızı ve aynı zamanda Darren'ın asistanı olan Hope, ajanlık yapıyor ve Scott'ı adam etmeye çalışıyor işte.. Scott karakteri Marvel Studios filmleri için çok ideal bi tip zaten.. Yani Robert Downey Jr.'ın yaşlanma problemiyle yeni bi Iron Man filmi çekilememe olasılığı doğunca benzer karakterde -tabii ki o kadar zengin değil- birini ayarladılar işte.. Güzel oldu yani, o piçlik kaybolmayacak seride.. Ki Paul Rudd'u da en az Robert Downey Jr. kadar severim zaten. Yetenek yaklaşamaz yanına gerçi, Robert Downey Jr.'ın oyunculuğuna kıyas bulunmaz.. Zamanında eski balet olmanın avantajıyla Chaplin (1992) filminde harikalar yarattığında kendi dahil herkes Oscar'ı kesin alacağı gözüyle bakarken, Scent of a Woman (1992)'la Al Pacino'ya kaptırmış ödülü ve bir süre sektöre küfür etmiş.. Ayrıca daha çocuk yaşta babasıyla beraber ot içtikleri de anlatılır.. Uzun süre uyuşturucu tedavisi görüp çok da iyi olmayan birçok projede yer almıştır.. Ama Robert Downey Jr. iyidir. Paul Rudd ise Downey Jr.'dan 4 yaş küçük olup 24 yaş küçük göstermektedir..


Neyse, film güzel denebilir.. Başlarda biraz dandiklik hissi yayıyor ama sonra toparlıyor. Oyuncular çok tatlı ama, Rudd'u dedim zaten; Dr. Pym, Michael Douglas (Film hakkında bi konuşmasına denk gelmiştim, "Yıllardır oyunculuk yapıyorum ama bu filmle beraber ilk defa çocuklarımın gözünde 'havalı' bir baba oldum" demişti, sevimliydi.. Çocuklar Catherine Zeta-Jones'tan..); kötü adam Darren Cross'u Midnight in Paris (2011)'in Hemingway'i Corey Stoll oynuyor, Pym'in kızı Hope'u da Evangeline Lilly.. Lilly'yi Lost izleyen ordan tanır ama ben izlemiyordum, ben Hobbit'teki Tauriel (cüceye vurgun elf hani) olarak tanıyorum..


Kadrodaki diğer isimler olarak Judy Greer, Michael Pena ve küçük bir rolle 'Falcon' Anthony Mackie, daha da küçük bir rolle 'Peggy Carter' Hayley Atwell var.. Filmin yönetmeni Peyton Reed daha önce Jim Carrey'li Yes Man (2008)'i yönetmiş, onla biliniyor.. Bu arada Ant-Man karakteri sıradaki Marvel filmi Captain America: Civil War (2016)'a adını yazdırmış, hikayede Iron Man de var..

17.11.15
Oku..

American Ultra (2015)


Senenin en beklenen filmlerindendi. The Social Network (2010)'le popüler kadroya giren Jesse Eisenberg ve Twilight (2008)'tan beri en tatlışlar arasında gösterilen Kristen Stewart'ın başrolünü paylaştıkları filmin yönetmeni piyasanın yenilerinden Nima Nourizadeh. Başrol çiftimizi daha önce de başrol çift olarak görmüştük, Greg Mottola'nın Adventureland (2009) filminde, eğlenceli filmdi.. Hatta bundan daha bile iyiydi diyebilirim ya.. Bu da iyi, güzel film olmuş ama basit tarafı da çok var, hani bir olur iki olur da çok fazla basit espri, sahne, biraz kolpaya kaçmış..


Kafası dumanlı Mike ve uzatmalı sevgilisi Phoebe, sürekli böyle ot içip takılıyolar.. Mike bi markette, Phoebe bi kefaletçi servisinde çalışıyo (bizde yok bu işler, kefaletle ilgili ıvır gıvırı hallediyo herhalde). Mike bi işi becerememesiyle nam salmış bi yeteneksiz, tam güzel bi şey yapacak mesela Phoebe ile Hawaii'ye gidecekler, biletler alınmış falan ama panik atak geçiriyo tuvaletten çıkamıyo.. Bunla başlıyo film, sonra çat, CIA ofisi.. Yeter artık, zırt pırt kasabadan çıkmaya çalışıyolar, öldürün artık bu ajanı.. Ana!.. Ajan ne alaka falan derken olay şöyle aydınlanıyor: Mike zamanında CIA'in deneylerinden birine katılmış; hep uyuşturucudan hapse girdiği için seçenek sunmuşlar kabul etmiş aslında.. Mike'la beraber bir düzine sabıkalıya deli savaş eğitimi vermişler, ajan etmişler yani ama aşırı yükleme olunca hep akıl sağlığı gitmiş milletin, program durdurulmuş.. Yürütücü ajanlardan biri Mike'a sahip çıkmış, hafızasını temizleyip, yanına koruyucu melek verip küçük bi kasabaya yerleştirmiş zamanında.. İşte şimdi de bu ölüm emri gelince, programdaki diğer bütün psikopatları salıyolar Mike'ın üstüne..


Sonuç, güzel bi aksiyonla eğlenceli, saldırı ve savunma hamleleri; kasabanın ağzına sıçıyolar yani.. Mike'ın torbacısı Rose rolüyle Moulin Rouge! (2001)'dan hatırlayacağınız John Leguizamo ve CIA'in dandik yöneticisi Yates rolüyle de Spider-Man 3 (2007)'teki Venom Topher Grace'i izliyoruz.. Çok itici karakter Yates, daha değişik olsaydı filmi çok daha güzel bi yere götürürdü..


Beklentilerimin altında çıkan bi film, daha klas bi şey bekliyodum yani ama çok da kötü film değil, izlenebilir.. Eğlenceli vakit geçirmek isteyene tavsiye bile edilir aslında.. Puanım 7.. Bu arada şu iki nokta olayı var ya bende.. Ne düşünüyosunuz ya o konuda, geçen bi arkadaşım mesajdaki iki nokta için "Kızgın mısın, trip mi atıyon, yapma gözünü seveyim geriliyom" falan dedi de.. Var mı hakkaten öyle bi etkisi genelde.. İlginç..

14.11.15
Oku..

Kırımlı (2014)


Keşke önyargılarımızı kırıp sinemada Türk filmleri de izleyebilsek rahatlıkla ama her zaman olmuyo işte, televizyondan izleniyor genelde, bazen de hiç izlenmiyor güzelim filmler. Dün TRT’de izledim ve baya beğendim. Görüntü yönetmeni Feza Çaldıran’la daha önce tanışmıştım, geçen sene Erden Kıral’ın Gece (2014)’sinde konuşturmuştu yeteneğini, tebrik etmiştim, yine aynı dönem çalıştığı bu filmi de bilsem daha coşkulu kutlardım..


Yönetmen Burak Cem Arlıel’in daha önce yaptığı bir de Türk Pasaportu (2011) filmi var. En kısa zamanda izlemek üzere listeme eklendi. Kırımlı (2014)’nın hikayesi Kırımlı romancı Cengiz Dağcı’nın 1956 tarihli ilk romanı ‘Korkunç Yıllar’dan esinle ortaya çıkmış. Cengiz Dağcı, Kırım hastası olduğunu söyleyip Londra’da yaşayıp ölen bir lokanta işletmecisi romancı.. 1941’de 22 yaşında Almanlara esir düşüp, savaş sonrası İngiltere’ye sığınıp, orayı sevip yerleşip, Türkçe romanlar yazdı..


Film, Kırımlı bir çocuk olan Sadık’ın küçük yaşta Ruslarla savaşın ortasında kalmasının ardından başarılı bir Kırım teğmeni olup Almanlara esir düşmesini anlatıyor. Sadık’ın Rus çilesi bitiyor Alman çilesi başlıyor yani.. Adolf’un Ruslarla savaşacak bir Türkmen ordusu kurmasıyla, yani kendine yardım edecek bir -düşmanımın düşmanı mantığıyla kurulan- lejyona komutan olan Sadık, Kırım’a yardım sözü verildiği için Alman üniforması giyiyor. Polonya’ya giden bir trende Rus Maria’yla karşılaşıyor, hoşlaşıp hikayeleşiyorlar, gerçi Maria başta söylemiyo ama Sadık ikinci kez hayatını kurtarınca ortaya çıkıyo sırrı. Sadık esirken de, yardımcı komutan olduğunda da bela bi Alman komutan var etrafında: Bauer.. Savaşın ortasında tatlı bi aşk filmi.. Bauer’le değil, Maria’yla Sadık’ın aşkı..


Peki bu filmi diğerlerinden ayıran ne? Muhteşem kalitede doğru kompozisyonla ve gereken sanat yönetimiyle (kostüm, dekor, dil..) harika bir iş; yönetimin yanında başarılı oyunculuklar.. Rusça’ysa Rusça, Almanca’ysa Almanca bi de zaten Türkçe var filmde ve ilk defa kolpa değil.. Fatih Akın filmlerinde görülebilecek bi dil kullanım kalitesi.. Yönetmeni tebrik eder, bu tarz hareketlerin devamı isterim.. Sıradaki filmine sinemada izleme sözü veririm..


imdb puanı 8 olan filme ben de 8 verdim, kadroyu da şöyle saydım: Fırtına Murat Yıldırım, Oğlandou Selma Ergeç, Eski Hikaye Ali Barkın, Sarı pipi Baki Davrak ve Burç Kümbetlioğlu.. Bu filmde sadece ‘cast’ saymak olmaz ‘crew’ de gelsin: Sanat Vahit Yazıcı, kostüm Fadim Üçbaş, müzik Tuna Hizmetli, TFT Yapım.. Bilmiyorum, başka çok emektar ama adı geçmeyen varsa, ona da tebrikler..

01.11.15
Oku..

Law Abiding Citizen (2009)


Bu dönem Baba Arşiv'den izlenilen son film budur, bundan sonra uzun bi süre Türkçe dublaj film izlemek istemiyorum, mümkün olsa hiç izlemek istemiyorum.. Ne diyo bu diyenlere özetliyeyim, tatilde olduğum süre boyunca babamın Türkçe dublaj film arşivinden seçkiler yaptım: State of Play (2009), The Day the Earth Stood Still (2008), Deep Impact (1998), Public Enemies (2009) ve The Fifth Element (1997).. İzlemeyi geçtim anlaması da zor oluyo dublaj filmi, gerçi çeviri kitaplar okuyan adamlarız çok da takılmamak gerek ama..


Equilibrium (2002)'un yazarı Kurt Wimmer'ın yazdığı, The Italian Job (2003)'un yönetmeni Gary Gray'in yönettiği Law Abiding Citizen (2009)'da başrolleri Jamie Foxx ve Gerard Butler paylaşıyor, bu iki çılgına Iron Man filmlerindeki gazeteci kız Leslie Bibb eşlik ediyor.. Küçük bir rolle de House of Cards'ın Doug'ı Michael Kelly yer alıyor..


Clyde Shelton sevimli bir aile babası mühendisken, eve ne için girdikleri belli olmayan psikopat ikili, kızını ve karısını gözünün önünde öldürür. Yakalanan piçlerin biri hapis yatarken diğer asıl psikopat yasaların açığını kullanıp, avukatla kefalette anlaşıp serbest kalır.. Bu duruma çok sinirlenen Shelton'ı, avukatı Nick Rice, yeterli delil yok, kefalette anlaşma sağlanması en iyisi olacak diye sakinleştirmeye çalışır ama aslında o da hukukta devrim yapmaya, davaları anlaşma yoluyla çözmenin toplumsal faydasına odaklanmıştır.. Yani kısaca idealist bir avukat refah seviyesini artırmak için verilen tavizlerle Shelton'ı üzmüş, suçluya kıyak yapmıştır..


Shelton'a çok koyar bu durum.. Zekası ve mühendislik yeteneğiyle on yıl boyunca planlar yapar ve sonunda uygulamaya geçme zamanıdır.. Rice ise ideallerinin peşinden gitmiş ve savcı olmuştur. İlk suçunu işleyip hapse giren Shelton, kurduğu oyunları içerden yönetir.. Bu haklı öfkeden kimler payını alacaktır acaba.. İzleyin görün.. Bence fena film değil, 7 puanla uğurluyorum..

04.11.15
Oku..

The Fifth Element (1997)


Babamın Türkçe dublaj film arşivinde klasik buldum millet.. Çok zamandır bi yerde denk gelsem de izlesem dediğim, Cem Yılmaz'ın G.O.R.A. (2004)'sından beri merak ettiğim, hep televizyonda falan yarım yamalak denk geldiğim bi filmdi.. Görünce çok hevesle oturdum izledim Luc Besson'un Leon (1994)'dan bile meşhur filmini.. Film, döneminde en iyi ses efekti Oscar'ına aday gösterilmiş ama o sene herkes gibi Titanic (1997)'e yenilmiş..


Günümüzde başlıyor film.. Zamanında uzaylıların dünyaya gizli bi silah sakladıklarını ama artık alınması gerektiğini, 300 yıl sonra büyük savaş çıkacağını ve silahı dünyaya geri getirip yardım edecekleri vaadiyle başlıyor.. 300 yıl sonra.. Artık uzaylı diye bi şey yok çünkü herkes uzaylı.. Dünyaya tanımlanamayan bi cisim saldırıyor, tam "Amanda ne yapacaz" derken sözünü tutuyor acayipler, yardıma geliyorlar ama düşman bunlara da saldırıyor ve yardım için gelen gemiden geriye parçalar kalıyor.. İleri teknoloji sayesinde o parçalardan alınan DNA kodlarla güzel bi vücutta şekilleniyor yardımsever acayip.. Yardıma getirilen söz konusu dört elementin sihirli taşları: Ateş, Su, Toprak, Tahta.. Tahta mı? Hava'dır o Hava..


Dünyadan bir kötü adam, dünyanın yok olmasını umursamayıp sadece o dört sihirli taşın peşinde.. Dünya hükümeti vatandaşlarını kurtarmak için haliyle o taşların peşinde.. Bir de 300 yıl önceden kendine bilgi ve görev verilen bir rahip dünyayı kurtarma peşinde.. Kötü adamla arası bozulan ve zaten dünyaya saldıran düşman yaratıklar da ortalığı şenlendirme peşinde.. Yani çok cephede savaş var, sonlara doğru aşk var..


Eski kahraman özel askerlerden Korben Dallas'a (Bruce Willis) hükümet tarafından veriliyor görev. O görevi almadan önce taksisine acil iniş yapan -yardıma gelen uzaylı- Leeloo (Milla Jovovich) ile zaten tanışmış ve rahip Cornelius'a (Ian Holm) gitmiştir.. Kötü adam Zorg (Gary Oldman) ve radyocu Ruby Rhod (Chris Tucker) da hikayedeki renkli karakterler..


Film zamanında ve günümüzde hala hikayesiyle, kostümleriyle ve mizah anlayışıyla sohbet konusu olmakta, tadından yenmemekte.. Bruce Willis'in saçları olan bu dönem, cool asker/polis tiplemesinin vazgeçilmez aktörü olarak ona iyi ekmek yedirmişti.. Milla Jovovich ise o dönem modellik piyasasından geçiş yaptığı oyunculuk dünyasında bu filmle zirve yapmış, sonrasında da -pek çok filmle beraber- şu an altıncısı çekilen Resident Evil serisi 2002'de başlamış zaten.. Filmde hiçbir şeye takılmadım da gittim Gary Oldman'ın kafasındaki plastiğe takıldım, zaten bi kısmı kazınmış saçın yanında duran plastik şey.. Yalnız elindeki silah tasarım bakımından Marvel'in uzaylı silahı dediği şeye çok benziyor..


imdb puanı 7,7 olan filme benim puanım 8.. Bu arada havaalanında görevli kızın güzelliği gözlerimden kaçmadı, kimdir nedir diye araştırdım: Sophia Goth.. Burdaki küçük rolünden başka oyunculukla bağı yok, 90'larda model olan Goth, Kundalini Yoga eğitmeni olmuş, şu an çıtır bi tarafı kalmamış ama zamanında tatlı kızmış, bilmeyeni bilgilendirmiş olayım..

03.11.15
Oku..

Scenes Intimes (2002)


Fransızca'dan 'yakınlaşma sahneleri' diye tercüme edilebilecek film dünya genelinde 'Sex is Comedy' adıyla gösterilmiş ve kitle kayması yaşamış, hakkettiği ilgiyi pek görememiş bir film bence.. Hele Türkçe çevirisi 'Ayıp Yatakta Olur' için diyebileceğim hiçbir şey kalmıyor, direkt olarak erotik film standındaki yerini alıyor film.. Erotik film diye izleyecek olan biraz hayal kırıklığına uğrayacaktır, çünkü herhangi bir Fransız festival filminde görebileceğinizden daha az meme ve kasık kılı görüyorsunuz.. Hatta bi iki sahnede falan var yani..


Şu sıralar yetmişine yaklaşan Fransız sinemacı ablamız Catherine Breillat, 24 yaşında aktris olarak girdiği sektörde kısa zamanda kamera arkasına geçmiş ve ilk filmini 1976'da festivallerde gösterdiğinden beri on dört sinema filminde yarattığı belli bir tarzla dikkatleri çekmeyi başarmış, filmleri gösterildiği festivallerin göz bebeği olmuş, takdirleri toplamış..


Otobiyografik kırıntılar olması kuvvetle muhtemel filmde, film çekmeye çalışan yönetmen Jeanne'nin, oyuncuları, hikayesi ve teknik ekibiyle çatışması; film çekerken karşılaştığı zorluklar ve tabii ki eğlenceli dakikalar anlatılıyor.. Sahilde genç bi çiftin kaçamak öpüşme sahnesi çekimiyle başlanıyor, fırtınalı bir havada günlük güneşlik bir atmosfer çekmeye ve gençlerin aşkını doğru bi şekilde yansıtmayı amaçlıyor Jeanne.. Aktör ve aktrisin uyumsuzluğu başta büyük sorun yaratırken ekibin ve oyuncuların motivasyona ihtiyacı oluyor.. Daha sonra, bakire olan karakterin sevişmek istemesi ama korkması, sevgilisiyle yakınlaşması sahnesi çekilecek..


Bir yönetmen sette neler çeker, oyuncular ne durumdadır, sinema hileleri nelerdir? Hepsinin cevabı çok net, çok içten, aşırı sevimli detaylarla verilmiş.. Yönetmenin, hikayesindeki boşlukları toparlamak için asistanıyla kendini sete kapatması, olayı çözdüğünde büyük bi hevesle sahneyi çekmesi ve oyuncuların performansları.. Hepsi çok şık.. Baya beğendim filmi, 8 puan verip filmi oylamak için imdb.com'a girdiğimde ne görsem, puanı 5,7.. Galiba bu erotik beklentiyle izlenip, 'bu ne bea' tepkisi olarak verilmiş puanlar.. Ben beğendim valla..


Filmde yönetmeni Luc Besson'un Nikita (1990)'sıyla tanıyacağınız Anne Parillaud, aktörü nerden tanıdığımı bir türlü hatırlayamadığım Gregoire Colin ve aktrisi ilk defa izlediğim Roxane Mesquida oynuyor..

02.11.15
Oku..