Adore (2013)


Ensest desen ensest değil, normal desen hiç dilin varmaz, karmaşık bir takım aşk ilişkisi.. Bodoslama giriyorum mevzuya..
Sessiz sakin, okyanus kıyısı bir yaşam biçimi hayal edin. Evler çok yakın değil, yamacın dibinde, yeşilin içinde 'cool' bir hayat.. Neredeyse ıssız ada yani.. İki komşu kadın.. Çocukluktan beri oranın yerlisi olan insanlar, kardeş gibi olmuşlar artık. Büyümüşler, evlenmişler, birer yakışıklı çocukları olmuş, çocuklar da onlar gibi okyanus insanı olarak büyümüş. Lil ve Roz anneler, sırasıyla Ian ve Tom da sörfçü yakışıklı çocukları.


Lil'in kocası vefat eder ve film başlar. Roz, Lil'le zaten çok vakit geçirirken iyice ayrılamaz olurlar. Roz'un kocası, kıskanır, arkadaşlığınıza saygı duyuyorum ama saatlerce berabersiniz ve bize zaman kalmıyo falan kafasında. Efendi bir adam ama. Üç beş saatlik bir mesafede bir üniversitede hocalık yapmaya başlar, karısını oraya taşınmaya ikna edemez. Artık haftada, iki haftada falan eve gelmek mecburiyetiyle işe gider.


Bu iki aile, sık sık yaptıkları gibi bi akşam yemeğinde daha buluşurlar. Olaylar gelişir ve yanlız kaldıkları bir anda Ian, Roz'a "Seni seviyorum!" der, Roz da "Ah, ben de seni tatlım, bebekliğinden beri.." der. "Yok, öyle değil.." deyip dudaklara yapışır genç adam. Roz, başta karşı koysa da sonra -kocasının yokluğunu da fırsat bilip- çıtır delikanlının kollarına bırakır kendini. Film kopar.


Tom, annesiyle yakın arkadaşının münasebetine şahit olduğu günün ertesi, Ian'ın anasını sikmeye gider, çok ağır oldu, misilleme yapıp o da onun annesiyle yatacak işte..
Lil buna izin vermez, feci haşlar çocuğu. O da hemen anlatır, "Seninki benim annemle yatıyo ama" diye.. Vay efendim sen misin bunu öğrenen, Roz'un iş yerini basmalar, cıngara ramak kalmalar.. Ama Roz çok soğukkanlı, "Evet ben de sana söyleyecektim, böyle bi durum var, yaptım ama aşırı pişmanım, al şu azgın oğlunu üstümden.." gibisinden bi şeyler der.. Velhasılı kelam, konu orada kapanır..


Ama Tom, annesini öyle düşündükçe rahatsız olur, gider Lil'e "Ya, bu gece sizde kalabilir miyim, annemle bir süre aynı evde yaşayamam" der. Olur teyzecim, gel tabii tribindeki Lil, Tom'u içeri alır. Misafir odasını hazırlar. Ama Tom yaramaz bir çocuktur ve kocası öldüğünden beri yanan Lil, bu çocuğa bir seferlik karşı koymamaya karar verir. "Aman tanrım, bunca zaman niye engel oldum buna" diye düşünür.


Ertesi gün Roz, Lil'in iş yerini basar. Aman ne cırlama, kurul toplanır.. "Bakın olan oldu.. Şimdi her şeyi unutup elit yaşamımıza geri dönmeliyiz." Ian araya girer "Siz neden bahsediyorsunuz, oyun mu oynuyoruz burda, aşığım ben sana Roz."

Böyle başlayan film elbette ki merak ediliyor, nereye varacak bu durum diye.. Roz'un kocası ne olacak? Çocuklar, seksi ama çıtır olmayan bu kadınlarla nereye kadar devem edebilecekler? Teyzesinin gülü tam ne demek? Hadi çocuklar ergen, kadınlara ne oluyor? Asıl soru, bu kadınlar ilerde torun sevebilecekler mi? Hepsi ve inanın daha fazlası var filmde..


Daha fazlası derken ne kastettim; bkz kadro: Naomi Watts (Mulholland Dr. (2001)), Robin Wright (House of Cards).. Xavier Samuel, James Frecheville.. Jessica Tovey, Sophie Lowe.. Film sadece Avustralya'daki festivallere katılmış ve Naomi Watts en iyi kadın oyuncu ödülünü almış tabii ki.


Geçen sene 94 yaşında ölen İngiliz yazar Doris Lessing'in 'The Grandmother' romanından uyarlanan filmin yönetmeni, çarpıcı kadın hikayelerini perdeye taşıyan Brükselli hanımefendi Anne Fontaine.. Ben onu, Audrey Tautou'nun oynadığı Coco Avant Chanel (2009) filmiyle tanımıştım, yine bir roman uyarlamasıydı..

29.11.2014
Oku..

Sivas (2014)


Türk sinemasının 100. yılı büyük bir coşkuyla yurdun dört bir yanında kutlanırken, ben bu durumu bir süre kenardan izledim. Peki kim nerede nasıl kutladı, ben tam nereden izledim, anlatayım..

Bi üniversite (ya Boğaziçi ya Mimar Sinan'dı) Sinema Genel Müdürlüğü ile birlikte sene başından duyurduğu "100. yılda 100 kısa filme destek" sloganlı projesini yürütürken ben sadece o haberi okumakla yetindim.. Geçen gün gittiğim Tüyap'taki Kitap Fuarı, 'sinemamızın 100. yılı' temalıymış ve onur konuğu olarak bugün Atilla Dorsay konuşmacı olmuş, arkadaşımdan duydum.. Zaten geçen gittiğimde de kitaplara ulaşmaya çalışırken yanlışlıkla yerli film afişleri sergisinin içinden geçtim..


Yurdun dört bir yanı olmasa da metropolümüz İstanbul elinden geleni yapmış. Hele bazı sinemalar neredeyse tamamı yerli film oynatan salonlarıyla dikkat çekiyordu. Çok film üretildi, maşallah.. Kaliteli işlerle beraber tabii.. Ve bu senenin en dikkat çeken yerli filmlerinden biri de Sivas (2014)'tı.. Festival filmi dendi, düşük bütçeli dendi, çocuk-köpek-ödüller derken patladı gitti film.. Bugün de ne yapsak ne etsek derken, "Hadi Sivas (2014)'a gidek lan" dendi..
Berk Hakman'la beraber oturduk izledik, denk geldik yani salonda.. Saygın, Berk, ben baya beğendik filmi..

Filmde, köylük yerde yaşayan insanların, hayvanlara bağlılığını temel alarak; ilkokul çağındaki Aslan'ın, yaralıyken sahiplendiği dövüş hayvanı Sivas Kangal cinsi köpeği iyileştirmesi ve onla ilgilenmesi anlatılıyor.


Filme gitmeden önce okuduğum/duyduğum kadarıyla, hayvanseverler ayaklanmış bu filme, hayvanlara işkence varmış.. Bi de Altın Ayı adaylığı falan oldu.. Vurucu film belli ki diye gittik.. Öngörümüz bu şekildeydi. E bana sorarsan hayvanseverler sussun bi zahmet, avantaja bırakılacak pozisyon valla, bu atağı kesmek işgüzarlık olur.

Hayvanlar dövüşürken bile hakem var, diyo ki, "Çok kan akarsa bitiririm, hayvan ağlarsa bitiririm, hayvan dövüşten kaçarsa bitiririm.." Net.. Ha legal mi, değil, e o kadar kafes dövüşleri var illegal, adamların anası skiliyo üç kuruş için ona bi şey demiyon.. Sadece Sen (2014) var en yakın örnek, adam kafeste dövüştü para için, kimse ayaklanmadı.. Ha savunduğumdan da değil ha.. Tabii ki yapılmasın hayvan dövüşleri.. Ama birileri bu işi yapıyo ve sinemacı da hayata ayna tutup bunu perdeye taşıyo diye adama yüklenilmemeli..

Bu arada tekniğe girmedim ha, yoksa insanın dövüş sahnesi nasıl çekiliyosa bunun da öyle çekildiğine inanıyorum. Hayvanlar zarar görmemiştir bence çekimde, yapımdan gelen açıklama da o yönde zaten.. Ayrıca köpek dövüşünden çok, beni asıl etkileyen, yılkıya atılan taştı.. Tok diye.. Yılkı dediğim, artık işe yaramayan at, salıyolar çayıra gitsin ölsün diye.. Yılmaktan geliyo, yılkı..


Filmin yazan-yöneteni Kaan Müjdeci.. İlk filminde şahane iş çıkarmış tebrik ediyorum.. Yönetmenin en zor olduğu oyuncular çocuk ve hayvan oyunculardır.. (Hayvan oyuncular derken kedi-köpek falan yani :) Adam hem çocuğu hem köpeği çok güzel yönetmiş.. Doğan İzci, Aslan'ı oynuyor ve kendi küçüklüğüme benzettiğim tipsizi (saçlar falan benim de böyleydi) çok tebrik ediyorum.. Dev köpek Sivas rolündeki Çakır da iyi oynamış.. Bunların yanında Ozan Çelik, Okan Avcı ve Muttalip Müjdeci isimleri yer alıyor.. Ve oyuncu seçimi muhteşem..

Film izlerken düşük bütçeli sanılsa da koca bi ekip çalışmış arkada.. Yozgat'ta çekilen ve 3 senede tamamlanan film için devlet desteği 200.000 tl imiş ama toplam bütçe bilgisine ulaşamadım.

Venedik'te Jüri Özel Ödülü'nü kazanan Alman-Türk ortak yapımı filmin görüntü yönetmenleri Armin Dierolf ve Martin Solvang'ın focuscusuz çalıştıklarını düşünürken Frederik Tegethoff adını okudum jenerikte :) Tam ne iş yapmışsa artık.. Bu arada jeneriğe Neşet Ertaş koyarak bütün ekibi okuttu bize film, teşekkürler..

12.11.14
Oku..