Dağ (2012)


"Bildiğiniz bütün asker filmlerini unutun!" falan diye haberler yapılmış film hakkında internette.. İnternet böyle, istediğin şeyi istediğin kadar övüp, istediğin kadar yerebiliyosun.. Moralsizin biri "..bir enterla her şey bitmiyor." diye atarlanmıştı bana bi ara mesela.. Ben de bazen gereksiz abartabiliyorum. Ama izledim yine de. Çok da abartı gelmedi sonra.. Baya iyi film yani..


Komik videolar montajlayarak meşhur olan ama aslen davulcu olan ve remiksler yapan educatedear lakaplı Boğaç Soydemir'in bir röportajında bahsi geçmesi üzerine izledim filmi. Edu, filmin efektlerinde çalışmış.. Dağ (2012)'ı yazan-yöneten Alper Çağlar, daha önce Bahadır Boysal'ın çizgi romanından Büşra (2010)'yı uyarlamış. ÇağlarArts Entertainment diye bir şirket kurup, sıradışı uzun metraj filmler yapacaklarını müjdelediler kendileri.

Kısa film yapacaklarmış da uzun olmuş gibi duran, o rahatlıkta, o genişlikte film olmuş Dağ (2012). Kısa filmlerdeki özgürlüğü geçenlerde yazmıştım yine. Amatör ruhla profesyonel iş yapmak. Sanıldığının aksine çok iyi bir şey bu. Yani ben filmi izlerken, ilgiyle izledim. Sıkılmadım. Acaba nasıl anlatacak daha diye baktım ekrana boyuna. Sürprizli işler oluyo bunlar.


Film, bi kısa dönem çavuşla upuzun dönem bi erin başına gelenleri anlatıyor. Kısa dönem olan, İstanbul Çocuğu, zengin, ama bedelli yapmayı gururuna yedirememiş, körün taşı gibi terör bölgesi çıkmış şansına da. Uzun dönem olan, arıza, sevdiği kız buna yüz vermemiş bi Angara Bebesi.. Bitmeyen bi askerlik. Dağda telsiz vericisi bozulmuş, bi yüzbaşı, bi başçavuş, bi çavuş ve bi er görev için çıkıyolar yola. Teröristlerle karşılaşıyolar, destek istiyolar, destek de çatışmada, bi patırtı kopuyo, iki rütbeli şehit oluyo. Bizimkiler hayatta kalmak için hem teröristlere, hem birbirlerine direniyolar.


Güzel hikaye, güzel görsellerle çok tarz bi şekilde anlatılmış. Filmin dağda geçen kısımları çok iyiyken, geçmişe dönülen ve iki askerin, askere gelmeden önceki hayatlarından kesitler sunulan kısımlar kısa film izleniyor hissi yaratıyor. Ha, kötü müydü, hayır.. İyi miydi, o da hayır! Aynı mantıkla daha güzel görseller olsaydı belki o 'öncesi' görüntüler daha kaliteli halde servis edilseydi, tam olurdu zaten. Flashback demiycem diye ne kastım be. Neyse, güzel film işte baya, üstüne konuşup yazdık bi de..

Oyuncular: Çağlar Ertuğrul, Ufuk Bayraktar, Fırat Doğruoğlu, Mesut Akusta, Cengiz Coşkun ve Gözde Mutluer.. Yönetmen Alper Çağlar da yeni filmi Panzehir (2014) için çalışmalara başlamış. Merakla bekliyorum.

31.03.14
Oku..

Nebraska (2013)


Oscar adayları açıklandığında hiç merak etmediğim birkaç filmden biriydi: 2. Geleneksel Oscar Adayları ve Kehanetlerim..
6 dalda ödüle aday gösterildi. Ne anlattığı, kimin oynadığı, kimin çektiği hakkında en ufak bi fikrim olmaksızın ısınamadım filme. İçgüdü. Önyargı.. Ne dersen.. Sonra ne olduysa, bir grup film indirirken araya kaynadı, indirdim. Demin de -asıl izlemek istediğim film çalışmayınca- izlemek zorunda kalma fırsatı buldum.


Bi başladı siyah-beyaz.. İyice kıllandım.. Senaryo: Bob Nelson, Yönetmen: Alexander Payne.. (Yönetmenin adı tanıdık gibi, hemen baktım; The Descendants (2011)'ı yönetmiş.. Sevmiştim diye hatırlıyorum.) Biraz buhranlı bir hikaye, kadronun geneli yaşlı artı genç kızlar da şişman.. Film ilk yarısıyla seyircinin beklentilerini düşürerek, ikinci yarıda çok güzel bi şey izlettiğini sandırıyor. Ben yemedim; ancak sonlara doğru hikaye bir dikeliyor inceden, ben burdayım diyor..

Bir 'hayırlı evlat' hikayesi.. Karı dırdırından bıkmış, yılların alkolikliği, yaşlılığın da etkisiyle biraz saf hareket eden Woody, bi dergi aboneliğinden çekilişle 1 milyon dolar kazandığını sanıyor. Bi şekil Nebraska'ya gidip, parayı almayı kafaya koymuş. Karısı ve iki oğlu, adama gerçeği anlatmaya çalışıyorlar.. Adam inatçı. En sonunda oğlu "Tamam," diyor "ben götürecem ama seni, gözümün önünde olacaksın" diyor.. Bundan sonra işte güzel bi baba-oğul teması işleniyor.


Bence karakterler gayet başarılı çizilmiş, oyuncular baya iyi, tekniği de başarılı ama işte 'en iyi film'lik bi şey yok tabii ki.. Babayı Bruce Dern oynarken, oğlu rolünde ise Will Forte'yi izliyoruz.. Önyargılarımı güzelce kaldıran bu filme 7/10 verdim. İzlenecekler listenize ekleyebilirsiniz yani.. Gerçi altı adaylığın biri bile heykel kazananlar arasında değil ama olsun..

Sıralı Tam Liste: Oscar 2014

30.03.2014
Oku..

Soon You'll Be Free [2014]


Tarz bi eleman.. Yine gayet tarz bi kız..

Biraz bohem yaşıyolar sanki.. Cool gibi..

Birlikte oldukları üstü kapalı veriliyor bilinçlere. Üstü kapalı verilen diğer durumlar da, kızın inceden saplantılı karakteri, elemanın sıkıntılı halleri.. Sanki seviyolar birbirlerini ama bi sıkıntı var, tam onlar da bilmiyor gibi..
Bu ilginç hikayeli insanların hayatlarından yaklaşık bi üç dakikalık kesitlere tanık oluyoruz.
Oyuncular: Mert Bereket, Claire Crowley ve Seda Güzel..


Evet bu aslında bir müzik klibi.. Miss Crowley grubunun ilk video klibi.. Yönetmeni Saygın Han.. Çok yabancı değiller, arkadaşlarım kendileri.. Ama arkadaşlarım diye söylemiyorum, tarz bi iş koydular ortaya.. Klipte ne biri şarkı söyledi kurguda senkron tutturulmaya çalışıldı, ne de takım elbiseli bir deha piyano başında poz verdi. Şarkının bir hikaye anlattığının bilinciyle hazırlanan video da, şarkı sözlerini senaryo kabul eden bir kısa film oldu. Miss Crowley - Soon You'll Be Free


Grubu da tanıtmak lazım da nasıl tanıtayım.. Hah.. 10 Nisan'daki Bronx etkinliğindeki tanıtım yazıları şu şekil:

"İrlandalı vokal Claire Crowley, romantik ve klasik enstrümanist Mert Bereket ve yetenekli davulcu Sinan Erdin'den oluşan minimalist müzik projesi Miss Crowley 10 Nisan'da Bronx'ta."

Bi yandan etkinliği de haber vermiş oldum işte..


Ancak asıl yazılısinema'nın ilgilendiği nokta, grubun video editörü Saygın Han'ın, zaman zaman grubun da ruhuyla örtüşecek konular seçerek, kısa kısa hikayeler anlatması.. Resmen ilgiyle takip edilesi..

27.03.2014
Oku..

Sadece Sen (2014)


Sinemada dikkat etmedim, şimdi inrenetten öğrendiğime göre yapımcısı Mahsun Kırmızıgül imiş... Ceren Aslan ve Aslı Zengin'in Kore yapımı O-jik Geu-dae-man (2011)'dan uyarladıkları filmin yönetmeni Hakan Yonat. "Fragman yapmayı öğrenmişiz." demiştim metroda ilk gördüğümde.. Baya çatır çatır planlar, müzik falan.. Fetih 1453 (2012)'ün Ulubatlı'sı İbrahim Çelikkol ile Kelebeğin Rüyası (2013)'nın Suzan'ı Belçim Bilgin başrollerde.

Çelikkol, Yonat ve Bilgin..

Yönetmenin ilk filmi; başarılı bir ilk film. Gerçi daha güzel işlenebilirmiş. Özellikle zaman geçişleri biraz basit kalmış. Oyuncular gayet başarılı, iyi çalışmışlar.
Yalnız bilseydim uyarlama film olduğunu izlemezdim.. Filmin sonuna yazmışlar, şu filmden uyarlanmıştır diye. "O zaman," dedim "tebriklerin bir kısmını," dedim "Kore'ye, Il-gon Song'a yöneltelim." dedim.

Depresyonda bir sucu, damacana taşıyor, güçlü kuvvetli böyle.. Öğreniyoruz ki, eski boksör. Bu eleman geceleri bir otoparkta çalışıyor.. Bir kızla tanışıyor, görmüyor kız. Trafik kazası geçirmiş. Öğreniyoruz ki ailesini de gözlerini kaybettiği kazada kaybetmiş. Eleman da depresyona girmeden önce, kas kuvvetini kullanarak tahsilat yapıyormuş.. Yanlışlıkla birini öldürmüş, hapse girmiş. Ancak hayatlar bir noktada kesişiyor. Eleman kızın engelinden kendini sorumlu hissetmeye başlıyor bu noktadan sonra. Kızın ameliyatı için gereken parayı -yasadışı bahisli dövüşten- buluyor, ancak kendini kaybediyor.


Normalde burada biter normal bi hikaye. Kore hikayesi olduğunu öğrendiğim an çaktı şimşek.. Koreliler seviyor böyle alengirli sonları, bitirmiyor ve adamla kızı büyük bir tesadüfle tekrar karşılaştırıyorlar. Kız görüyor artık ama elemanı tanımıyor tabii. Eleman ölümden dönmüş, kahrolmuş bir yandan. Bu noktada daralan seyirci nidaları duydum salonda, "Off tanımadı yaa" falan diye.. Gerilim olduk çünkü, bi şey olsa ağlıycaz, olmuyor.. Neyse sonra bi şey oluyor, ağlamaya gidiyor iş. Ben tuttum kendimi biraz, arkada kızlar vardı çünkü..


Dizi izliyolar beraber, kız soruyo "Dizideki çocuk yakışıklı mı?" diyo.. "Yakışıklı oldukları için oyuncular zaten" diyor.. "Sen yakışıklı mısın?" diyor kız, "Bilmem" diyor. İbne ya.. Kendi de geçen ay final yapan Merhamet dizisinde oynuyordu Özgü Namal'la beraber, popüler diziydi.. Kız da "Bana gerçeği söyleyebilirsin," diyor "nasıl olsa görmüyorum."

Bi de şeyi not almışım, kör kız elindeki feneri gözüne tutuyor çok yakından.. Yapılabilir bi şey mi diye bi düşündüm, o kadar yakından çok ışığa bakmak zararlı olmasın sağlıklı bir göze.. Ben denemem, daha önceden denemiş olan anlatsın..


25.03.14
Oku..

Nymphomaniac (2013)


Tabii ki Vol. 1 ve Vol. 2 diye ayrılıyor..
Millet sıkılmasın diye ikiye bölmüş işte.. Yoksa 4 saate yakın film yani.. Yasaklandı ya hani, iki ayrı film olarak izleniyor sonuçta; deselerdi ya, "İkinci de çok açık sahne yok, o girebilir vizyona!" diye.. Akıllar giderdi o vakit. Nasıl ki tivitır kapandı, Cumhurbaşkanı tivit attı, beyinler yandı, öyle..

Filmin vizyon yasağına da katılıyorum ayrıca, yanlış anlaşılmasın.. Öyle bir film yapmış ki Trier, ne normal sinemada gösterebiliyon, ne porno sinemada.. Anca festivalde işte.. Zaten herkes internetten izliyo, vizyona girse n'olcak girmese n'olcak.. Misal biz, internete düşer düşmez indirdik hemen, merak ediyoruz ama altyazı yok piyasada.. Anlamaya anlamaya sırf meraktan izledik ilk filmi.. Sonra altyazı geldi, biri bi daha, ikinciyi de ilk kez olacak şekilde izledim..


Hastalık yani sonuçta, eli hep oraya gidiyo.. Boş duramıyo, aklı fikri sevişmeye kayıyo Joe'nun (Stacy Martin).. Yazık bi yandan, çünkü çok zevk alıyo gibi de değil, uyuşturucu gibi; sevişene kadar fena, sevişip rahatlıyo sonra.. Çocukken sağa sola sürterek başlayan bu dürtü, genç kızlık evresinde Jerome'la (Shia LaBeouf) açılışı yapmasıyla beraber kopuyor.
Önceleri, çocukluktan beri arkadaşı olan B. (Sophie Kennedy Clark) ile yarışıyor, sonra kendiyle.. Hayatının ilerki aşamalarında Jerome ile tekrar karşılaşıyor ve ilk aşkıyla beraberliği sürüyor. Ve tabii daha onlarca adamla da.. Sevgili gibi oldukları var, sadece seviştikleri var.. Sonunda n'oluyo biliyo musun? Çok dramatik bi şekilde, hissedemiyo..
Zevk almayı geç, hissetmek için zorluyo kendini.. Bunlar da ikinci filmde anlatılıyor. Jerome, yetersiz kaldığını düşünüyo, o da üzülüyo bi yandan.. Sonra, sado-mazo tedaviye başlıyo.. Terapi aslında, tedavilik bi durum yok.. İlerleyen zamanlarda bütün bu cinsellik bilgisi birikimini kullanabileceği bir iş kuruyor. Hiç bir şekilde zevk alamayan adamların ne istediklerini tespit edip, topluma kazandırıyo. Pek çok aseksüel, cinsel kimlik kazanıyor bu sayede. Falan diye bir hikaye..


Hikayeyi, Joe'nun olgun kadın halinden (Charlotte Gainsbourg) dinliyoruz. Çocukluğundan bugününe başından geçenleri anlatıyor. Kime? Dayak yemiş halde sokakta yatar halde Joe'yu bulup evine alan Seligman'a (Stellan Skarsgard). Seligman anlatılan hikayeleri büyük bir bilgelikle dinleyip, müzik, matematik ve genel olarak bilinçaltınca olan açıklamalarıyla anlam yüklüyor. Yani bir yandan çok sert hikaye anlatılırken bi yandan çok sakin dinleniyor..


Fazıl Say, filmi izledikten sonra "Lars Von Trier büyük bir yönetmen, gerçek bir sanatçı" falan gibi bi tivit atmıştı. "İyi yağlamış ha" dediydim. İzledim filmi, evet adam gerçekten iyi yönetmen, büyük sanatçı ama bu filmi için değil.. Dogville (2003)'i var, Dancer in the Dark (2000)'ı var. Bu film, olay yaratacağı çok belli olan, biraz tribüne oynanmış bir film. Güzel ama çok abartmaya gerek yok.

Görseli abartmamış, olması gerektiği kadar sevişme var mesela, ama karakter bu kadar uç olmak zorunda değilmiş.
Mesela La vie d'Adele (2013) filmindeki sevişmeler biraz uzun, gereksiz bulunabilir, anlarım, ama bundakiler gereksiz değildi; onu diyorum. Gerçi o filmde de baya uzundu sahneler ama fena değildi yine..


Oyunculara da ne diyim. Danimarkalı Trier'le çalıştıklarının bilincinde adamlar işte. Shia LaBeouf hayranları, ağızları açık izlesinler mesela. İngiliz Charlotte Gainsbourg ise, yine bir Trier filmi olan Melancholia (2011) ile tanıdığım oyuncu. Çok beğenmem ama iyi oyuncudur, bu tarz rollerde kullanılır işte.
Joe'nun çıtır zamanlarını oynayan kız Stacy Martin de baya tatlı.. Bi film için beş altı adamla gerçekten sevişmiş; öyle diyolar.. Bi de şu oyuncular var: Willem Dafoe, Jamie Bell, Uma Thurman ve Mia Goth..

İlginç bi film ama çok güzel değil bence. İlkine 7/10, ikincisine 6/10 verdim. Toplamına 6,5'tan 6,5 veriyorum. Ya uzun olmasa izlenir aslında ama o kadar zaman ayrılacak film değil..

24.03.14


Yeni yazıları anında takip edebileceğiniz facebook sayfasını beğenmek için tıklayın!..


Oku..

Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? (2006)


Modern Türk Sineması'nın, -yani şu, senede 600 film yazan senaristlerin döneminin bitip daha kaliteli işler yapılmaya başlandığı zamanların- en iyi filmlerinden biri. Geçen gün, filmin yönetmeni, muhteşem yetenek Ezel Akay'la tokalaşınca aklıma geldi, koydum bi daha izledim, izleyince yine çok beğendim. Levent Kazak'la beraber yazdıkları senaryo, efsane komedyenler Hacivat ve Karagöz'ü anlatıyor. Neden öldürüldüklerini anlatıyor. Zamanında Ezop'un anlattığı, bu iki adamın konuşmaları gerek kulaktan kulağa, gerek kitaptan manaya, gerek ise de Ramazan'larda gölgeden gönüle dolaşan sohbetlerdir. Herkes bilir tipleri. Ama herkesin bilmediği bu filmdeki hikayedir.


Yörük Karagöz ile Elçi Hacivat'ın yolları Bursa'da kesişir; sene 1330'dur. Kaderlerinin bir olduğu şaman cinlerince müjdelenir önce. Bunlar kendi aralarında atışır; halk, oyun sanar. Yönetime laf sokarak da dikkatleri üstlerine çekerler. Bi iki sene öncesinde Vedat Özdemiroğlu'nun yazdığı şu cümle ne güzeldir:

"<Orhan Bey, Hacivat-Karagöz zamanı yaşadı> dedi biri geçen masada. Otoriteyi gölgesine alan mizahçılarla kıvanç duydum."


Haluk Bilginer ve Beyazıt Öztürk'ün başrolleri paylaştığı filmin kadrosunu saymaya kalksam.. hadi kalkayım: Şebnem Dönmez, Güven Kıraç, Levent Kazak, Ayşe Tolga, Ayşen Gruda, Tansu Biçer, Mete Horozoğlu, Ragıp Savaş, Ezel Akay.. Ayrıca bu filmde figüran görünüp, sonrasında oyunculukta yol alan Selen Seyven de var. Haluk Bilginer zaten efsane de, Beyaz'dan Hacivat çıkarmak gerçekten yetenek işi, yetenek de Ezel Akay işi. Ya da şöyle, Beyaz'ın oyunculuğu malum, oynayabileceği tek bi karakter varmış, o da Hacivat'mış resmen. Bilmiyorum bi büyü var orada..

Film, sanat yönetimi, müzik kullanımı, oyuncuları, kurgusu, hikayesi falan derken her şeyiyle çok iyi oluveriyor. Filmin vikipedia'ki başlığına göre, Ezel Akay'ın Anadolu Ortaçağ Üçlemesi projesi kapsamında değerlendirilebilecek ilk filmi imiş. İkincisi de Yedi Kocalı Hürmüz (2009) oluyorsa demek ki. Üçüncüyü bekleriz. Efsaneyle nerede denk gelip tokalaştığımı da anlatırım elbet bi ara, güzel hikayedir.. Güven Kıraç'la da toklaşmıştım onu da anlatırım ama bu başkaydı be abi..

24.03.14
Oku..

Liberal Arts (2012)


'Liberal Arts' bir eğitim sistemi; yani üniversiteye/'kolıc'a ne okuyacağınıza karar vermeden başlayabileceğiniz, istediğiniz derslere girip ilgi alanlarınızı belirleyip uzmanlaşabileceğiniz bir eğitim sistemi. Türkiye'de yok değil, var, ama az var.. Ben bi Sabancı'yı biliyorum, kuzenimden.. Liberal, zaten bireyin ön planda tutulduğu anlamına geliyor ya, giriyorsun bir sürü derse, "Hmm, edebiyat medebiyat olaylarını sevdim ben" deyip ona göre dersler seçip o konuda uzmanlaşabiliyorsunuz..


Filmdeki karakterimiz Jesse de edebiyata ilgi duymuş zamanında, üniversite bitince de New York City'ye yerleşmiş.. Yüksek binalar arasında yaşamaktan çok sıkılmış, kendini kitaba vermiş, eski zamanlarını çok özleyen bir adam.. Gelmiş yolun yarısına, 35'ine.. Bir telefon geliyor, eski hocasından.. Emekli oluyormuş, veda gecesi düzenleniyormuş, eski öğrencilerinden birini de konuşmacı olması için çağırması icap etmiş.. Eski günlerine döndüğüne çok sevinir Jesse.. Kampüsünü çok özlemiştir.. Çimlere uzanıp kitap okur falan, eski günlerdeki gibi.. Bir kızla tanışır, iyi anlaşırlar, tatlı kızdır Zibby ama 19'undadır.. Zibby, olduğundan biraz olgun davranırken, Jesse ise biraz çocuk kalmıştır.. Kız, yaş mevzusunu çok takmaz ama Jesse çok takar..


Tabii anlaşamadıkları falan da oldu filmde. Jesse, çok kitap okuyan, entelektüel bir tip olduğu için, samimi olunan ortamlarda sevdiği/sevmediği şeyleri biraz abartarak ve aşırı hevesle dile getiriyor. İnsanlar ilgilendiği konular denk gelince sohbete heveslenir, çok normal. Kız vampir kitapları okuyo tamam mı, eleman çok bozuluyo, kız diyo ki "Okumadan nasıl nefret edebiliyosun bu kitaplardan" diyo, eleman "Tamam" diyo, okuyo ve nefret ediyo. Kız diyo ki "Bi şeylerden nefret etmenin havalı bi şey olduğunu düşünüyosun ama değil" diyo. "Sevdiğin şeyleri abartarak anlat ama sevmediysen konuşma" diyor. Eleman da "İnsanlar çok kötü şeylerin etkisinde kalıyor ama" diyor, kız da "Sana göre kötü onlar" diyor.. Sonra da "Ya ne saçma sapan bi şey tartışıyoruz" deyip konuyu değiştiriyolar..

Çeşitli kurumlarca yılın yazarı seçilen Stephenie Meyer hanımefendi, Josh Radnor bir filminde vampir kitaplarını aşağıladı diye olay çıkarmadı, çıkarmaz, ne gerek var. Hatta anlayana, bulunmaz nimet. Negatif geri dönüş kadar geliştirici bi şey olabilir mi yahu.. Bi ürüne "Çok iyi, çok güzel, muhteşem" dersen daha iyisinin önünü kaparsın inceden.. Güzellikleri zaten -görebilen- insan kendi görür. Birbirimizi yanlışlara karşı uyarmalıyız.. Yani ben Jesse'yi tutuyorum. Sonuçta bir sanat eseri ve sanat eleştiriye açık bir alandır, öyle öyle gelişir.


Filmin yazanı yöneteni başrolü, HIMYM Ted, Josh Radnor. Zibby'yi ise daha önce hiçbir filmini izlemediğim halde çok tanıdık gelen Elizabeth Olsen oynuyor. Ot kafası gençlik rolüyle de Zack Efron, eski hocaları olarak da Richard Jenkins, Allison Janney kadroya renk katmış.. Bu film, Radnor'ın Happythankyoumoreplease (2010)'den sonraki ikinci filmi.. Oyunculuktaki başarısını yönetmenliktede göstermeye devam ediyor. Tatlı hikayeler bulup tatlı tatlı filmler yapıyor. 8/10

19.03.2014
Oku..

Behzat Ç. BoxSet


Emrah Serbes'in ilk romanı olan Behzat Ç. - Her Temas İz Bırakır, 2006'da İletişim Yayınları'ndan çıkıyor. İki sene sonra da Behzat Ç. - Son Hafriyat.. Bu iki roman, Cinayet Büro'da görevli bir grup Angaralı polisin maceralarını konu alan, polisiye türünde. Başkomiser Behzat ve ekibindeki komiserler falan.. Cinayetler çözüp, pavyondan gidiyolar.. Karakterler böyle takılıyo hep, hepsi ayrı bi tip tabii..

2010'da bunu biz dizi yapalım diyolar.. Behzat Ç. - Bir Ankara Polisiyesi.. Doğan Ümit Karaca ve Serdar Akar'ın yönetimi paslaştığı dizinin senaryosunu Ercan Mehmet Erdem yazdı. Her on bölümde bir de Emrah Serbes el attı. Dizi ilk bölümünden itibaren çok ses getirdi. Karakterler gibi çekim teknikleri de çok bizdendi, Mark III'le dizi çektiler, fotoğraf makinesi yani.. Yani piyasada kullanılan makinelerden çok küçük makineyle. Prodüksiyonu da keza öyleydi.. 2. sezonu Karaca tek başına, 3. sezonu da Sadullah Şentürk yönetti. 17 Mayıs 2013'te de dizi son bölümünü yayınladı. Mine Tugay, Güven Kıraç, Yasemin Öztürk, Ege Aydan, Nejat İşler gibi isimlerin de konuk oyuncu olarak rol aldıkları dizide, başrolde Erdal Beşikçioğlu yer alıyor; dizi ilerlerken, ilk sezon bitince bi sinema filmi yapıyolar. Baya bölüm gibi, dizinin devamı olan bir film.


Behzat Ç. - Seni Kalbime Gömdüm (2011), Emrah Serbes'in senaryosunu yazdığı Serdar Akar'ın yönettiği sinema filminde Red Kit lakaplı bir seri katil, emekli polislerin yakınlarını öldürdüğü bir zincirleme eylem planlar. Behzat Ç. de seri katili yakalamk için -üst düzey yetkililerle de karşı karşıya gelerek- çalışmasını sürdürür. Bu hikayeye bir de Behzat'ın dizinin konusu gereği psikolojisi hırpalanmış ve kızının halüsinasyonlarını görmesi eklenince olaylar gelişir. Kötü adamımızı Tardu Flordun oynuyor bu filmde. Kadrodaki güzellikler ise: Cansu Dere, Hazal Kaya ve nodüllü sesiyle Seda Bakan şeklinde..


Dizi bittikten sonra bir tane daha sinema filmi yapan ekip bundan böyle her sene bir film yapabileceklerini duyurmuşlardır. Çünkü doğası gereği tiviye uymayan konu ve konuşmalar içermektedir. Son filmleri Behzat Ç. - Ankara Yanıyor (2013)'da, gezi olaylarının yaşandığı sıralarda yine bir seri katil durumunu çözmeye çalışıyorlar. Bir yandan uyuşturucu ticareti falan da söz konusu. Kemik kadro haricinde ekibe Nejat İşler, Sanem Çelik, Serenay Sarıkaya ("Elini sıkmazsanız kendini orospu gibi hissediyor"), Aslı Tandoğan ve Sadi Celil Cengiz eklenmiş. Bu filmin senaryosunu ise Ercan Mehmet Erdem yazmış, Serdar Akar yönetmiş. Bu da dizinin devamı olma durumunu taşıyor, Behzat teşkilattan çıkmış falan ama yine rahat duramıyor, çözüyor cinayeti.


Filmlerin diziden pek farkı yok, yani "Aman da sinemaya çekiyoruz, daha dikkatli olalım" falan dememişler bence.. Sabit kalitede -ama tabii Mark III değildir artık-, klasik Behzat Ç.'ler ortaya konmuş. Mesela örnek vermek gerekirse, Kurtlar Vadisi, sinema filmlerine biraz daha fazla çalışıyo gibi, dizide olmayan teknikler görebiliyoruz filmlerinde.. Ama bunlarda yok o. İyi veya kötü demiyorum. Gideri var, tarzı bu.


Bu arada Behzat Ç.'nin soyadı bilinemez durumda. Yani masasındaki isimlikte Ç'den sonrası okunmuyor, Gençler Birliği logosu gelmiş üstüne.. Bi yerlere yazacağı sırada da bi aksilik oluyor, kalem malem bitiyor yine soyadı yok.. Lafı da geçmiyor hiç.. Yok yani.. Güzel detay.

Bi de dizi sanırım yine gezi olayları etkisiyle de sonlandırılmış olabilir, emin değilim ama..
Çünkü Erdal Beşikçioğlu Ankara'daki direnişte epey aktif bir rol üstlenmişti. Son filmlerinde de teşkilata tepkisini görebiliyoruz. Rolüyle girift bir oyuncu yani son dönemde. Ama iyi oyuncudur yani, laf yok!.. Delinin teki..


15.03.14
Oku..

Helium [2014]


Evet Oscar'lı kısa.. 23 dakika süresi, harika görselleri ve baya iyi oyuncularıyla her saniyesinden ustalık akan bir film. 35 yaşındaki Danimarkalı kısa filmci Anders Walter'ın bu 3. filmi..


Yaşamının son zamanlarındaki hasta bir çocuk ve hastanedeki işine yeni başlamış bir temizlik görevlisi.. Eleman çocuğun odasını temizlerken tanışıyorlar ve zamanla dostlukları gelişiyor. Uçan balonlara, zeplinlere falan meraklı çocuk, ölenlerin cennete gittiğini duymuş anne-babasından. Cennetin sıkıcı bir yer olduğunu kurmuş kafasında, ölüler gidiyo falan.. Temizlikçi eleman, cennetin sıkıcı bir yer olmadığını, orada şu an hayatta olmayan herkesin onu beklediğini ve çok güzel evlerde yaşandığını falan anlatıyor. O evlere de içinde helyum olan zeplinlerle gidileceğini anlatıyor. Yani son zamanlarında çocuğa umut enjekte ediyor, rahat uyusun diye.. Hikayeler anlatıyor, çocuğun durumu ciddileşip yoğun bakıma alınınca, hikaye yarım kalıyor. Eleman koymuş kafasına hikayenin sonunu öğrenmeli diye yırtınıyor. Bi hemşire yardım ediyor ona ve çocuk rahat uyuyor.

Yapımcı Kim Magnusson ve yönetmen Anders Walter; Oscar alır iken..

Efekt konusunda bir kısa film için bu kadar uğraşılmasına tabii ki şaşırdım ama sonuca bakınca, adam baya baya Oscar aldı lan.. Demek ki uğraşacan, umudunu esirgemeyecen aga.. Muhteşem görsellerle, sağlam teknik donanım ve güzel bir altyapıyla 10 üzerinden 8'lik bir film olmuş.. Belki süresi biraz uzun kaçmış ama güzel olmuş..

Oyuncular: Casper Crump, Pelle Falk Krusbaek, Marijana Jankovic..

Sıralı Tam Liste: Oscar 2014

14.03.2014
Oku..

Benim İçin Sadece Sen [2013]


Senaryosuna çok başarılı diyemeyeceğim bu öğrenci filmi/okul projesi, beraberlikleri kopma noktasına gelmiş bir çiftin, birinin birine diğerinden daha çok değer vermesi hikayesi. Kız, -suç işlemişçesine- ilgili davranarak, ilgisiz çocuğu iyice uzaklaştırıyor falan.. Ekip, GS Lisesi'nden Tophane'ye inerken sağda bulunan TÜRVAK'ın yani Türker İnanoğlu Vakfı'nın, görsel sanatlar alanında verdiği eğitim programından. Yani orada Sinema Müzesi falan var, başka bir binada da eğitim kurumu olmuşlar, oranın öğrencileriymişler, mezun olmuşlar..


Yönetmeni Devrimcan Kapdan, senaristi Gökçe Kavaklı, görüntücüsü ve kurgucusu M. Zeki Görgü.. Diyalogları çok zayıf, hikaye güzel işlenememiş; oyuncu yönetimi de zayıftı ki bence başrolde izlediğimiz Aylin Engör, epey istekli -nefes alış verişinden anladım-, sadece altyapısı olmayan bir karakter oynadığı için yeterince içselleştirememiş..

Yalnız benim asıl değinmek istediğim, kamera kullanımındaki rahatlık, özgüven.. Kurgu için aynı şeyi söyleyemem ama görüntü yönetimi cillop..


Geçen, yeni bir ofis tutmuş sinemacı bi abimize ziyarete gittim, orda otururken bir hanımefendiyle tanıştım.. Elimde de birkaç kitap vardı, fuara uğramıştım o gün, o kitaplardan yola çıkarak İtalyan Sineması konuştuk biraz, kısa film projemi konuştuk.. Sonra bana bi kitap önerdi, "Kısa film falan deyince şimdi aklıma geldi," dedi, "Jim Piper'ın Say Yayınları'ndan çıkan bi kitabı var, öğrencilerine verdiği derslerden notlar ve öğrencilerin yaptığı filmleri anlatıyor. Kısa filmlerdeki, amatör ruhtaki o özgürlüğü, güzelliği anlatıyor. Biz şimdi piyasadan çok etkileniyoruz ama onlar çok saf, çok güzel. Tavsiye ederim." dedi. Yazdım ben aklıma.. Şimdi de buraya yazdım tam oldu.


İşte bu filmde de, normalde "Aman hata yaparız, kur tripodu dursun" kafasından uzaklaşıp, bazı sahnelerde görüntüleme anlamında, yakalanan kadrajlarla çok güzel etkiler yaratılmış. Bazının altını çizdim, anladınız siz onu.

Yönetmen Devrimcan, 91'li, daha genç.. Yıllardır Beyoğlu Atlas Sineması'nın müdürü olan Cevdet Pişkin'in de torunu.. Ve bence heyecanını kaybetmeden daha sağlam bir hikaye ile ve bilgisayar tekniği/kurgu aşamasında da daha özverili çalışarak, hatta o oyuncu kızla da kopmadan, çalışmalarını sürdürmesini isterim.. Naçizane tavsiye işte..

Youtube'da filmin altındaki yorumları da okursanız göreceksiniz, tutturmuşlar 1.30'daki görüntü diye, ışık falan beğenilmiş.. Baktım ben de baya, buzdolabında yansıma falan mı var, onla mı dalga geçiyolar acaba dedim.. Yok.. Sonra anladım.. Kızın poposuna ışık vuruyo, kıvrımlar ayyuka çıkıyo.. Ulan ona nasıl dikkat ettiniz.. Sakın filmin izlenme sayısının kızın tatlılığıyla bir bağı olmasın..


Filmin en büyük eksiği müzik olmaması.. Sondaki şarkı da olmasaymış bari bi tarz olurmuş ama müziksiz eksik olmuş.. Bi de filmin izlenme sebebi kızın güzelliği falan olmasın sakın dedim ya, o sakın o anlamda değil, o yüzden de izlenecek tabii.. Güzel kız yakışıklı çocuk oynayacak.. Sonuçta estetik bir iş koymaya çalışıyosun ortaya.. O önemli!..

14.03.2014
Oku..

Frozen (2013)


En İyi Animasyon Film Oscar'ını alan film, 'Andersen'den Masallar' diye duymuş olabileceğiniz Danimarkalı masalcı Hans Christian Andersen'in 'The Snow Queen'inden esinlenerek yazılmış.
Jennifer Lee ve Chris Buck'ın ortak üretimi olan animasyon filmde Prenses Anna'nın özel güçleri konu ediliyor.

Doğuştan gelen bir özellik olarak, soğuk havayı kontrol edebilen bir yapısı olan Anna, çocukken bu özelliğinden faydalanarak kardeşi Elsa ile oyunlar oynuyor. İşte kar yağdırma olsun, efendime söyleyeyim buzdan şekiller yapmalar olsun. Ama anne babasının yönlendirmesi üzerine, bu güçlerini kontrol edebilmeyi öğrenmesi gerektiğine karar veriliyor ve kimseye zarar vermemesi için sürekli bir odada tutuluyor prenses.


Kardeşinden ayrı düşüyor bir süre ve sonra bi taç takma töreni için odasından çıkıp, insan yüzü görüyor. Ama olan oluyor tabii, etraf kar kış kıyamet. Kaçıyor sonra o diyarlardan. Elsa, Anna'yı bulmak için yollara düşüyor, başına çok şey geliyor. Kardeş sevgisi ile finalleniyor hikaye.
Anna'yı Kristen Bell, Elsa'yı Idina Menzel seslendiriyor.

Filmin olayı, müzikal olması. Müziklerinin iyi çalışılmış olması ve 'En İyi Orijinal Şarkı' Oscar'ını da alıp götürmesi: Let It Go. Açıkçası şarkılar dışında pek beğenmedim, rakiplerini de izlemediğim için Oscar'ına yorum yapamayacağım ama imdb.com'daki 8.0/10 olan puanına rağmen ben 6 verdim.

Sıralı Tam Liste: Oscar 2014

07.03.14
Oku..

Viva Zapata! (1952)


Meksikalı devrimci Emiliano Zapata'nın hikayesini kaleme alan Amerikalı romancı John Steinbeck'in yazdığı senaryoyu filme alan Elia Kazan, Osmanlı'nın çöküş döneminde Kayseri'de dünyaya gelmiş bir Yunan'dır. Tam soyadı, Kazanjoglous ancak Cumhuriyetten sonra Elias Kazancıoğlu oluyor, sonra Amerika'ya yerleşince de son hali olan Elia Kazan'ı kullanıyor. Kariyeri boyunca çok yetenekli adamlarla çalışma fırsatı bulan Elias, Marlon Brando ile Viva Zapata! (1952) ve On the Waterfront (1954)'ta, James Dean ile de East of Eden (1955) filminde çalışıyor. 52'de senaryosunu çektiği Steinbeck'in 55'te de Cennetin Doğusu romanını uyarlıyor. Yani efsanelerle çalışan efsane yönetmen, onu diyorum..


Zapata, bi toprak meselesi yüzünden, parası olan bir adamdan zorbalıkla sahip olduğu topraklarını geri alamayınca üst mercilere şikayette bulunuyor. Ama 'bugün git yarın gel'ci zihniyet, canını sıkıyor, atar yapıyor ve göze batıyor Zapata. Yapma Zapata.. Zor zamanlar geçiriyor, dağa çıkıp eşkiyalık yapıyor. Hakkını kendi yöntemiyle aramaya kalkıyor. Derken büyük bir devrimin lideri oluveriyor. Devrim sonuç veriyor, General Zapata göreve başlıyor. Millet derdini açıyor, Zapata yardım yolu düşünüyor. Gün geliyor, zamanında kendine yapılan 'bugün git yarın gel'i yaparken buluyor kendini.. Hemen kendine geliyor.


Marlon Brando'nun hayat verdiği Zapata.. Zapata'nın aşkını Jean Peters, abisini Anthony Quinn oynuyor.. Oyunculuklar çok iyi değil diyecem de şimdi, "Ulan o zamanlar ne bu kadar tekrar var, ne bi oyuncu koçu" diye düşününce ortadaki malzemeye saygı duymamak elde değil. Hikaye zaten muhteşem.. Film siyah-beyaz.. imdb.com puanı da 7.6; ben de 6 verdim..

Ayrıca, Steinbeck'in klasikler arasında gösterilen Fareler ve İnsanlar'ını okumadıysanız okuyun ha. Hatta bi de İnci var, onu da okuyun bence.. Geçen fuardan aldığım Tutku Otobüsü'nü ise daha elime almak nasip olmadı..

Alın size detay!
Film daha yeni çıkmış.. Türkiye'ye gelmiş.. Yalnız, üç hafta önceden biletler alınırmış! Zaten az sinema var, bir de Marlon Brando filmi olunca tabii.. Eskiden böyleymiş.. Nerden bildim, şurdan bildim; Seyfi Dursunoğlu anlattı.. "O dönem ne oynuyodu sinemada, en aklınızda kalan film nedir?" diye sordum, bunu anlattı.. E, ben de size anlattım, böyle böyle öğrenecez her şeyi, hayırlısı..

05.03.14
Oku..

Enough Said (2013)


Geçen Haziran kaybettiğimiz James Gandolfini'nin ruhu şad olsun diyerek başlayalım. İtalya'daki evinde kalp krizi sonucu ölü bulunduğu haberleri, sadece hayranları için değil, en az bi filmini izlemiş herhangi bir izleyici için bile yeterince üzücü gelmiştir. Geçen de bi torrent sitesinde dolaşırken denk geldim bu filme, duygulandım, indirdim hemen. Julia Louis-Dreyfus ile beraber başrolü paylaştıkları bu filmi Nicole Holofcener hanımefendi yazıp yönetmiş.


Bir partide tanışan çift, eski evliliklerinden, yaşıt birer kız çocuğa ve birer eski eşe sahiptirler. Ekstrem bir hayatları olmayan bu orta yaş çiftimiz işi ilerletirler. Bu arada masör olan kadın (Julia), adamla (James) tanıştıkları partide kartını verdiği bir kadına (Catherina) da masaja gitmeye ve bir süre sonra arkadaş olmaya başlar. Yalnız bu kadının, artık sevgili oldukları adamın, eski karısı olması ortalığı biraz karıştıracaktır.


Komedisi de dramı da romantizmi de tam bir kadın yönetmen inceliğinde ayarlanmış. İzlerken, bir kadının gözünden, kaleminden olduğunu hissediyorsunuz. Adamın eski karısını Catherine Keener, adamın kızını Eve Hewson; kadının kızını Tracey Fairaway oynuyor. Bu çıtır İrlandalı Eve Hewson kim biliyonuz mu, U2'nun Bono'sunun kızı, oyunculuğa iki sene önce heves etmiş bakalım devamı nasıl gelecek. Bu filmde, büyük bir yetenek gerektirmeyen rolünde başarılıydı. Gerçi diğer kızlarda başarılıydı, madem girdim hepsinin hakkını verelim.

imdb.com puanı 7.2 olan filme ben 7 verdim. Bu arada son 71. Golden Globe'da Julia Louis-Dreyfus, 'komedi dalında en iyi kadın performans' adayı imiş, Amy Adams'a kaptırdı onu da..

4.3.2014
Oku..