Pixar Short BoxSet


Lucasfilm'in Star Wars serisine başlamasıyla beraber geliştirmek zorunda kaldığı bilgisayar departmanında 79 yılında kuruldu Pixar stüdyosu. Animasyon işleriyle uğraşıyorlardı o bölümde. Daha yeni teknoloji tabii çok bir şey beklememek lazımdı. İlk filmleri The Adventures of Andre and Wally B. (1984) oldu.. Ben de bu başlık altında o günden bugüne gösterilen bu kısa filmleri listelemek istedim, bunu yaparken de belirli aralıklarla çıkardıkları Pixar Short Films Collection DVD'lerini referans aldım.

Ama öncesinde şu bilgiyi paylaşayım: Steve Jobs her zamanki gibi ışığı görüp henüz çok başlardayken satın almış şirketi, 1986 senesinde. Pixar stüdyolarında Toy Story (1995), A Bug's Life (1998), Toy Story 2 (1999), Monster, Inc. (2001), Finding Nemo (2003), The Incredibles (2004) ve Cars (2006) gibi sinemalarda çok izlenen, uzun animasyonlar yapılırken; gerek sinemada filmden önce göstermelik gerekse de DVD ekstrası olarak koymalık bir çok kısa film yapılmış. (Youtube'daki bu videolar kaldırılmadığı sürece kısa filmleri üzerilerindeki linklerden izleyebilirsiniz.) 90'larda yavaş yavaş yükselen animasyon sektörü milenyumla beraber artık ciddi ciddi konuşulmaya başlanmış ve Oscar'da zaten yer alan En İyi Kısa Animasyon kategorisine ek olarak 2002'de En İyi Animasyon Film başlığı da eklenmiş...


2006 senesinde Jobs, Pixar'ı Disney şirketine satıyor. Ratatouille (2007), WALL-E (2008), Up (2009), Toy Story 3 (2010), Cars 2 (2011), Brave (2012), Monster University (2013), Inside Out (2015), The Good Dinosaur (2015), Finding Dory (2016), Cars 3 (2017), Coco (2017), Incredibles 2 (2018), Toy Story 4 (2019), Onward (2020) ve en son da dün izlediğim Soul (2020) gibi efsane filmler de bu Disney döneminde geliyor. Gerçi yaratıcı ve teknik ekipte çok büyük değişimler olmamış, aynı insanlar bildikleri işi yaparken sadece patron değişmiş gibi görünüyor. Bir sürü güzel dokunaklı animasyon filmle beraber kısa filmler yapmaya da devam ediyorlar. Uzun hikayelerle bağlantısı olan kısa filmlerin yanında uzun filmin ismini de görebilirsiniz.

DVD 1 -2007
Mike's New Car [2002] -Monster, Inc. (2001)
Jack-Jack Attack [2005] -The Incredibles (2004)


DVD 2 -2012
Your Friend the Rat [2007] -Ratatouille (2007)
BURN-E [2008] -WALL-E (2008)
Hawaiian Vacation [2011] -Toy Story 3 (2010)
Air Mater [2011] -
Small Fry [2011] -Toy Story 3 (2010)
Time Travel Mater [2012]

DVD 3 -2018
Partysaurus Rex [2012] -Toy Story 3 (2010)
Party Central [2013] -Monster University (2013)
The Radiator Springs 500½ [2014] -Cars 2 (2011)
Lava  [2014]
Sanjay's Super Team [2015]
Riley's First Date? [2015] -Inside Out (2015)
Piper [2016]
Marine Life Interviews [2016] -Finding Dory (2016)
Lou [2017]
Miss Fritter's Racing Skoool (2017] -Cars 3 (2017)
Bao [2018]

Bu üç DVD derlemesine giremeyen başka çalışmaları da var. Tamamını izlemek için yeni nesil yayın portalı Disney+ kullanılabilir, meraklıları oradan bakabilir, şu an YouTube'ta bulunanların da kaldırılması yakındır. E tabii Pixar'ı aldığından beri Disney Channel da epey faydalanıyor bu hikayelerdeki karakterlerden: Çizgi diziler, oyunlar, oyuncaklar, reklamlar falan. Hatta Arabalar serisini alıp Uçaklar diye genişletmek falan da Disney'in inisiyatifinde şeyler hep.. 

Toparlayacak olursam, Pixar'ın kısa filmlere verdiği değeri, gösterdiği özeni takdir etmemek elde değil. Genel olarak kısa filmler hakkında yazıp paylaştığım bu ayda bunlardan bahsetmesem olmazdı. Çok severim çünkü Pixar'ın işlerini. Tabii ki sadece çocuklara hitap etmiyor bu filmler. Bu konuda çok basit olmakla beraber niyeyse aklımda yer etmiş bir Cem Yılmaz sözü var "Görsel olarak çocukların sıkılmayacağı aksiyonu verirken, konu olarak büyükleri de ilgilendiriyorlar." 

Pixar'ın çoğu işi için geçerli bu cümle bence. Bunu kimse inkar etmeyecektir, hatta sinema endüstrisi için önemi büyük olan Oscar törenlerinde animasyon ve kısa animasyon kategorilerini diri tutan, bu kategorilerin varlığını sürdürmesinde büyük etken olan bir konumdadır. Şu an Pixar'lı Disney zaten sektörün lideri konumundadır.

30.07.2013, güncelleme Ocak 2021
Oku..

Mud (2012)


Küçük adamdan insanlık dersleri almaya hazır mıyız? Aşka olan inancını yitirmemiş -daha yaşı kaç zaten ne yitirecek- daha doğrusu sevenler kavuşsun diye elinden geleni yapan, cesareti ve dürüstlüğüyle dikkat çeken bir çocuk, ergen, delikanlı, Ellis. Bunun bi de kankisi var Neckbone, ikisi beraber ufak tefek işlerde; inci toplayan Neckbone'ın amcasına ve balık tutup satan Ellis'in babasına yardım ederek zaman geçiriyorlar.


Bir nehir kent, -öyle mi deniyor onlara bilmiyorum da- ben sıkılırım mesela öyle yerlerde. Çocuklar da sıkılıyorlar tabii arada ve aksiyon arayıp bulmuşlar kendilerine. Ufak bir ada var yakınlarında, tekne mesafesi, oraya gidiyorlar. Bir doğal afet sonucu o adada bir ağacın üstüne tekne düşmüş, kasırgaydı galiba. Ağacın dallarına tutunup kalmış bir gezinti teknesi, yat. Ağaç ev gibi duruyor tepede. Ama o tekneyi onlardan önce keşfeden biri olmuş.

Mud, sevdiği kızın çapkın olmasından dolayı çok acılar çekmiş. Tamam sevmişler birbirlerini ama kızın bu halleri büyük sıkıntı. Mud da dayanamamış, başını belaya sokmuş. Ve bizim çocuklarla arkadaş olup çok yardımlarını görüyor.


Mud karakteri Matthew McConaughey tarafından canlandırılırken; Ellis,Tye Sheridan; Mud'un Juniper'i, Reese Witherspoon ve her Jeff Nichols filminde olduğu gibi bu filmde de yer alan Michael Shannon, Neckbone'un amcası Galen'i oynuyor. Jeff Nichols da filmin yazan ve yöneteni, Take Shelter (2011)'ını çok beğenmiştim bu da ondan geri kalmaz yani, çok başarılı film bence.

Michael Shannon ve yönetmen Jeff Nichols

Bu arada çok ekstra bir bilgi olarak hatta şu an kafama takıldığı için paylaşmak istedim: daha dün John Steinbeck'in İnci romanını okudum, orada inci toplama işiyle uğraşıyorlardı ve akarsu yatağının da bulunduğu dağlık bölgeye Galen Kayaları demişti. Hemen jeoloji bilgim flaş patlattı tanıdık terim görünce; galen (veya galenit), kurşun sülfür içerikli bir mineral. Neckbone'un inci toplama işi yapan amcasının adı da Galen'di. Var mı acaba bağlantı?

Ya Nichols karaktere isim verirken o kitap aklına geldi ufak bir saygı duruşu yaptı ya da galenitin inci oluşumuyla bir alakası var da; inci varsa ortamda galen de bulunmalı diye bir inanç mı var, bilemiyorum. Gelmişken söyledim, şimdi siz düşünün.

Bu arada film tavsiye edilir, kaliteli vakit geçirtir. Ayrıca Steinbeck'in 'İnci'si de tavsiye edilir. MEB ilköğretim 100 temel eserden biridir.. Ben yeni okudum, kesin okumayanlarınız da vardır ama di mi, yalnız değilimdir geç okuma konusunda.

28.07.13
Oku..

The Short Films of David Lynch (2002)


Bu biraz egonun dibi olarak görülen ama bence çok mantıklı bir proje. David Lynch abimiz bildiğiniz üzere kafa silen, beyin avcıklatan, sonra da geçip karşınıza gülen bir adam. Aynı zamanda ressam ve mobilya tasarımcısı. Deneysel filmler yapan değişik bir kafası var.

"Sanatçının boku daha önce bulunmuş olmasaydı kesin Lynch bulurdu." / Ruhi Tecavüz

Kısa film ayı geçmeden araya sıkıştırmak istedim aslında bunu, çünkü kısa film sevenlerin kesin görmek isteyeceği işleri içeren bir proje. Sizde de oluyor mu o; yani ustanın çıraklık işlerini görme hevesi. Ben hep çok merak ederim öğrenciyken n'apıyordu bu beyinler acaba diye. Lynch'i çok sevdiğimden değil ama seveni çok adamın, haliyle onu da izleyip, saygı duyup sevmemek lazım.


Bu projesinde öğrencilik ve acemilik yıllarında yaptığı filmleri gösterirken bir yandan da nasıl yaptığını anlatıyor seyirciye, röportaj tadında.

Six Figures Getting Sick (1966)
The Alphabet (1968)
The Grandmother (1970)
The Amphute (1974)

Bu dört kısadan sonra yaptığı ilk uzun metrajı Eraserhead (1977) ile eleştirmenlerin yarısının saygısını yarısının nefretini kazanıyor. Tartışmalardan sonra film estetik açıdan önemli bir eser kabul edilip ABD Kongre Kütüphanesi'ne arşivleniyor. Artık ses getirmiş, tanınmış bir yönetmen oluyor ve sinemada izlemelik filmler yapmaya başlıyor kendi tarzında.


Neyse efendim konuyu dağıtmayalım, ara sıra yine kısa filmler de çekiyor bazı projelerle beraber yayınlanması için. 'Les Français Vus Par' isimli televizyon belgesel dizisi için The Cowboy and the Frenchman (1988)'ı ve Lumiere te Compagnie ile yayınlanan Premonition Following and Evel Deed (1995) kısalarını da gösteriyor bu projesinde.

Uzunlarından izlediğim Mulholland Dr. (2001)'ı da görün bi ara bence, fena değil..

26.07.2013
Oku..

Sıfır Dediğimde (2007)


Başrolünde Oktay Kaynarca'nın olduğu sanılan ama aslında Hazım Körmükçü'nün kötü oyunculuğuyla asıl rolü üstlendiği film. Oyunculuktan dolayı kötü olan film. Yoksa hikayesi biraz daha üstünde durulsa harika bir yerlere gidebilirmiş.

Bir kız çantasını kaybediyor. Çantada bir hocasından aldığı değerli bir kitap var. Bir hafta aranıyor, bulamıyor çantayı. Hatırlamıyor ki, "Okuldan çıktım, taksiye bindim, sonrası yok bende" diyor. Unutkanlık var hafiften heralde deniyor. Sonra psikoloji okuyan kankisi bunu hocasına götürüyor, o da hipnoz yöntemiyle hatırlayabileceğini falan söylüyor. Film bi taraftan bu hikayeyi işlerken diğer tarafta bir anne çocuğuna masal okuyor. Bu iki hikaye an geliyor kesişiyor.


Bence bi izleyin filmi, değişik çünkü çok yapılan bi şey değil Türk sinemasında. Film hakkındaki olumsuz yorumlar hep sonu üzerineydi. Bence de çok iyi değildi sonu ama bu genel olarak -millet olarak- özelliğimiz değil mi? Sonunu getiremiyoruz abi bi işin. Ön sevişme, sevişme.. final fiyasko. Bu film için böyle gereksiz bir gerilim yaratılacağına tatlı bir sonla bitebilirdi. Tamam yine Oktay Kaynarca'nın dramı olsun, o tadındaydı ama ne biliyim farklı bi final işte.

Ayrıca oyunculuklar da Oktay Kaynarca hariç -çünkü daha çok dış sesti kendisi- epey kötüydü. Gökhan Yorgancıgil'in yazıp yönettiği film WorldFest Houston Uluslararası Film Festivali'nde 2 dalda 'jüri özel ödülü'ne layık görülüyor. Yorgancıgil'in kısa filmler hakkında şöyle de bir yazısına denk geldim; malum kısa film ayındayız.

Filmi ilginç kılan ise hikayenin internet üzerinden, seyircinin yönlendirmeleriyle şekillenmiş olması imiş. Öyle okudum. kaynak Bu da "Final kötü mü, e seyirci öyle istedi valla.." kaçışı.. Hayır, yazan-yöneten Gökhan Yorgancıgil yazmayı biliyosun..

24.07.13
Oku..

Yönetmenler: Baturay Tavkul..


Kısa film Ayı kabul ettiğimiz şu mübarek Temmuz ayında, bol bol kısa film tanıtımı girmeye çalıştık. E bir de kısa film yönetmeni tanıtalım di mi..

Ahmet Baturay Tavkul, babası çizgi filmci annesi yazar, sinema eğitimini Kültür Üniversitesi'nde almış, okul için çektikleri dahil -benim sayabildiğim- 9 tane kısa filmi olan 1987 Şişli doğumlu bir delikanlı. Filmlerinden son dördünü izleyebildim (vimeo hesabından) ve gözlemleyebildiğim kadarıyla bu adamın görüntüleri bir harika.

Portre [2007]
Uykusuz [2008]
İstanbul Skinheads [2008]
Adem 1930 [2009]
Beduh 2468 [2010]
ID [2011]
Alala [2011]
Canım Benim [2012]
Kadife Çoraplar [2012]

Özellikle Alala [2011] filmiyle biliniyor kısa film çevresinde. Senaryosunu kendi yazmadığı tek filmi bu bu arada. Pek çok festivalde gösterilmiş filmleri ve ödülleri falan da var baya.

Filmlerinde Başak Daşman, Damla Sönmez ve Gonca Vuslateri gibi isimlerle çalışmış. Bu iyi bi şey. İyi oyuncuyla çalışmak önemli, özellikle kısa filmlere destek olan oyunculara ayrı bir sevgi besliyor piyasa.. Benden söylemesi..

23.07.2013 güncelleme Eylül 2015
Oku..

Alala [2011]


01:53'teki geçiş, 07:33'te aynadaki görüntünün gerçek görüntüyle uyumsuzluğu ve 09:30'daki final sahnesi filmde en beğendiğim teknik detaylar. Ancak hikaye ve oyunculuk da başka bir güzel. Başak Daşman'a selamlar, saygılar..

Damla Sönmez filmografisinde denk geldiğim filmi, Korkuluk (2011)'tan sonra izledim. İster istemez karşılaştırma telaşına girdim ve bu film onu epey ezdi. Tamam klasman falan farklı olabilir, "Ne diye karşılaştırıyosun be adam" da denebilir ama ben ettim siz etmeyin en iyisi.


Psikolojik sıkıntıları olan, hadi daha açık konuşalım bildiğin deli olan bir abla, kardeşiyle beraber yaşıyor - yaşamak denirse buna. Bence denmez, onca da denmez, çünkü 'farkında olan' normal bir insana bile hayat bu kadar zorken 'farkında olan' bir deli..

Filmin adı Alala'yı ben 'Allah Allah' ikilemesinin kısaltması olarak kabul ediyorum ve bu buluşumla çok eğleniyorum. Filmi izlemek ve yönetmen Baturay Tavkul'un diğer işlerine göz atmak isterseniz vimeo hesabına bakabilirsiniz..

Jenerik de çok güzel duruyor bakınız..


22.07.13
Oku..

Korkuluk [2011]


yönetmen: adem demirci - senaryo: adem demirci, serhat orhan - süre: 11 dakika

Genç kızın tarladaki korkuluğa ölen kocasının kıyafetlerini giydirip, sonra da dizinin dibinde uyuya kalmasını anlatıyor. Kız kocasını seviyor mu? Yoksa nefret mi ediyor? Kocasının adını biliyor mu? Hiçbir şey anlatmadan ne düşündüğünü anlamamız bekleniyor filmden. Haliyle kötü film.


Damla Sönmez oynuyor kızı, azıcık görünüp ölen kocasını da Öner Ateş. Resmen hatır için çiğ tavuk yemiş gibi duruyor oyuncular, ancak böyle açıklanır bu hikayede oynamaları. Trailer gibi film..

Ama tabii şey de olabilir, görüntü ödevidir.. Adem Demirci sinema öğrencisidir de sadece görüntü teknikleri için çektiği bir filmdir.. Ama ben olsam ödevimi film diye yayınlamam..

22.07.13
Oku..

Oldeuboi (2003)


imdb.com'da top250 #84 olan ve pek sevgili bir arkadaşımın her aklına geldiğinde 'izle izle' diye tutturduğu, benim de baya eski yapım bir film sanıp izlemeyi ertelediğim bir Güney Kore filmi. Yönetmen Chan-wook Park. Hikaye çizgi roman uyarlaması ve şu sıralar Spike Lee tarafından Hollywood uyarlaması da çekiliyor.



Oldeuboi (2003), geçmişte yapılan hataların cezasının  bir şekilde çekileceğini konu alıyor. 15 sene boyunca bir odada kapalı tutulan Dae-su Oh, neden orada tutuldu? İntikam duyguları ile beslenen, hipnoz yöntemiyle yön verilen bir acının hikayesi. Hye-jeong Kang, Ji-tae Yu falan diye oyuncu isimleri yazsam kimseye bir anlam ifade etmeyeceği için boşuna girmeyeyim kadroya.

Bu filmi çok beğenen arkadaşıma bir de muhalif arkadaşım var, o da dövüş sahneleri için "Cüneyt Arkın filmlerindeki dövüş sahnelerinden daha iyi değil." falan dedi. Katılmıyorum. Çok iyi değillerdi tamam ama o kadar da ezmeye gerek yok.

Genel olarak çok abartılacak bir film değil açıkçası, ama güzel film işte..

13.07.13
yazan: Garon Tsuchiya / çizen: Nobuaki Minegishi
Oku..

Rina (2010)


Gökçeada, geçen yaz kamp stajı için gittiğimiz, 2 hafta boyunca bazen ağzımızdan burnumuzdan gelen, bazen çok eğlendiğimiz bir Çanakkale ilçesi. Tabii oraya çalışmak için gitmiştik, tatil için gitsek çok daha güzel anılarımız da olurdu ama şunu söyleyebilirim; tatil için gitseydik adanın bu kadar güzel yerlerinden haberimiz olamazdı. Nerelere girdik çıktık, hep hatıra bunlar.


Yönetmen Şenol Sönmez, 2006'da Doktorlar dizisinde başlayan yönetmenlik kariyerine günümüze kadar pek çok diziyle devam etmiş. Malum diziler başlar biter başlar biter, acımasızdır televizyon. Ama sinema öyle mi? Çekersin filmini gişe yapmadı mı, olsun, atarsın denize elbet biri izler beğenir filmini. Mutlu olursun yıllar sonra falan. Sönmez de kariyerine bir sinema filmi sıkıştırmak istemiş. Toplamış milleti Gökçeada'ya getirmiş. Filmde Gökçeada ismi hiç geçmiyor, 'ada' diyorlar sadece. Yerlisi öyledir zaten, Kuşadası sakini de ada der, Burgazada sakini de.. Hatta Karşıya Karşı diyen Karşılı yok.. Onlara göre de bu yaka Karşı..

ahanda iklimler (2006)'deki sahneyi çakmışlar :p

Kadrosu şahane, Paşhan Yılmazel, Çağlar Çorumlu ve Merve Sevi gibi popüler isimlerin yanı sıra Cezmi Baskın, Cüneyt Türel, Ayten Uncuoğlu ve Erdal Tosun gibi usta isimler de var. Bir de Burcu Altın diye tatlı bir kız var, sanırım dizilerde falan oynuyor genelde. Şenol Sönmez, Levent Pala ve Erkan Ersezer beraber yazmış senaryoyu. Yapımcı da Bülent Korkmaz.


Ömer, Umut ve Ali adalı gençler. Onların çocukluğuyla açılıyor zaten film. Ömer, arkadaşlarının da yardımlarıyla güzel bir şarap tarifinin peşinde. Umut, Zehra'sının; Ali, Gökçe'sinin. Yani hepsinin peşinde olduğu bir şey var. Ada ortamında hoş sohbet eşliğinde eğlenceli vakit geçiriyorlar. Derken fırsat Ömer'in ayağına geliyor. Onu ailesinden, dostlarından, büyüdüğü adadan ayırmak isteyen bir fırsat. Hikaye bu.


O ortamda şarap üstüne dönmese hikaye zaten haksızlık edilmiş olur. Ada şarabı diye bir şey var, gidenin içmeden dönmemesi gerekir. Ayrıca bir de güzel garson kız vardı, Pembe Kaval'da.. Param olsaydı gelirken de şarap getirmeyi planlıyordum stoklu, kısmet değilmiş. Adadan giderken, "Olum arada gelelim lan, çok güzel buralar." falan vardı dillerde. Belki de çoğu Adalının bile görmediği Mutludere'den mi geçmedik, kocaman koyu kırmızı dutlara mı düşmedik, yaban arazide adaya özgü 'geven'ler mi girip çıkmadı bir taraflarımıza. Güzeldi yani, kesin gidin görün. Olmadı bu filmi bir görün en azından. Ahanda, arazi dönüşü soluklandığımız, Fruko'nun dibine vurduğumuz Tepeköy'deki Rum kahvesi.

Denizi de güzeldi insanı da. 
Yalnız yerlisi güzeldi insanın da. 
Yazlıkçısı yine aynı, hep aynı.


Filmin adı neden Rina, şöyle açıklıyor film, sitesinde:

"Rina bir balık türü… Denizin onlarca metre derininde, çamura saplanmış öylece avını bekleyen bir balık türü… ve beyaz perdede can bulan şekliyle Rina, insan türünün derinlerinden çıkan en karmaşık, yüzeyinde kol gezen en basit halleri gibi…"

Tadını çıkarın, keyfinize bakın. Sonu tabii biraz şey ama neyse artık. Saygılar.

19.07.2013
Oku..

Sessiz Gece [2010]


Vimeo'da filmi izlemek için girdiğim sayfada '+18' ve 'ağır küfür içerir' gibi teşvik edici uyarılar karşılıyor önce. Yazan yöneten Erkan Uzdur; baktım bir kaç kısa filmi daha var. Sessiz Gece [2010], görüntüler itibariyle kötü ama senaryosunu beğendiğim bir film oldu. Tavsiye eder miyim? Ederim herhalde.


Bir arkadaşım önerdi filmi, Oğuzhan Uğur ünlü olmadan önce oynamış dedi. Oğuzhan Uğur'u tanımıyorum ama ses etmedim. İzledim. Ama artık Erkan Uzdur'u tanıyorum, diyaloglarını beğendiğim, filminde oyuncuya -istemeden de olsa- memelerini gösterten, filminde Sinan Pekinton'un oynadığı kısa filmci bir arkadaş. İsmail Demirci ve Enver Akoğlu da filmde yer alan isimlerden. Belli ki güzel bir oyuncu çevresi var arkadaşın. Bunlar güzel şeyler hep.


21 dakikalık filmde, üç arkadaş, harabe bir yerde, arkadaşlarından birinin ölmesi üzerine ne yapacaklarını bilemezler, başka bir arkadaşlarını ararlar, o da başka bir arkadaşını. Sonra biri dayısını arar bu durumdan kurtulabilmek için.

Filmin en sevdiğim detaylarından biri de jeneriğin kırmızı zemin üzerinden akması. Müthiş yenilik bence, çok hoşuma gitti.
Otelde iken de dayı gittikten sonra hatunun gelip kamerayı kapatması bence kötü detay olmuş. Hikayeyi kötü etkiliyor..


http://vimeo.com/13978421 ahanda film. yalnız dikkat, harbi aşırı küfür içeriyor hikaye gereği.

18.07.13
Oku..

The Road Home [2013]


Hani olur ya böyle, karakter saçma sapan davranır gibi durur ama aslında onun o bilinçaltı süreçleri falan işlenir. Anlam vermek için yer ararsın bir süre, acaba orada ne demek istiyordu falan diye. Ben çok sevmem bu tarz hikayeleri ama seven çok adam var, David Lynch'in dünyanın parasını kazandığı bir dünyada yaşıyoruz. Gerçi bu filmde sonunda toparlıyor, haa aslında çok da karışık değilmiş falan diyorsun.

Filmde biri tatlı olmak üzere beş hatun var oynayan, bir de yönetmen güzel hatun işte. Başrol, -o tatlı olan- Elizabeth Blackmore. Yazan yöneten Dennie Pentecost'un bu ikinci kısası, ilki Sexy Thing [2006].

Bu filmde de yine kocaman bir set ekibi çalışmış ve kurgu aşamasında da çok çalışılmış belli ki. Makyajlar başarılı, görüntü falan da fena değil, ilk filmde de kadrajları sevmiştim. Hikayeye çok girmek istemiyorum, bu tarz filmler biraz düşününce yoruyor beni ve çok saçma diyip bırakıyorum bir yerden sonra. Film 14 dakika falan. http://vimeo.com/51645087

16.07.13
Oku..

Sexy Thing [2006]


Ergenliğin henüz başlarında, cinsel dürtülerine nasıl tepki vereceğini bile bilemeyen bir kız çocuğu ve ailesindeki sıkıntılı durumlara bir göz atılmış. Yaklaşık 14 dakikalık filmin yazan-yöneteni, Avustralya güzeli Denie Pentecost bundan önce pek çok filmde sanat ekibinde çalışmış. İlk kısa filmi Sexy Thing (2006), idare eder ölçülerde ilerliyor; iyi bir öğrenci filmi gibi düşünün.


Teknik anlamda hikaye kurgusunu ve görüntüleri beğendiğimi söyleyebilirim. Filmi asıl izleme sebebime gelirsek; Spartacus dizisinde Seppia rolüyle adını dünyaya duyuran 91'li güzel Hanna Mangan Lawrence'in ilk oyunculuğu bu. Daha çocuk tabii bu filmde ve oyunculuğu da hiç fena değil. Ama daha bu filmde bozmuşlar kızın psikolojisini.

Bu arada Sexy Thing (2006) izlemek isteyenler için vimeoda.. http://vimeo.com/28597734

Hanna Mangan Lawrence 2013

16.07.13
Oku..

Gizli Oturum [2012]


Kendine özgü varoluşçu felsefe altyapılı romanlarıyla bilinen Fransız yazar Jean-Paul Sartre'ın 'Huis Clos' isimli oyunundan uyarlanmış 21 dakikalık bir kısa film.

Bir yere getirilen üç kişi, nereye geldiklerini, neden geldiklerini, nasıl gideceklerini düşünürler. Aslında her şeyin farkındadırlar ama anlam vermekte biraz zorlanırlar. Çünkü cehennem tahmin ettikleri gibi bir yer değildir. Geçmişteki hatalarına ufak ufak ışık tutarak ne yapmaları gerektiğini düşünürler, konuşurlar, takılırlar öyle.


Hande Soral, Can Yılmaz ve Nur Tüzün'ün (Nerden tanıyorum diyen varsa, Yabancı Damat, Nazlı'nın arkadaşıydı) ana karakterler olduğu filmin yazanı yöneteni Merve Hüriyet. Marmara Üniversitesi Sinema mezunu Merve'nin bitirme projesi olarak hazırladığı bu film gayet başarılı.
Sevişme sahnesiyle de epey dikkat çekti film. Oyunculuklar kötü değiller. Özellikle Bursalı Hande Soral'ın performansı beklentilerin üzerindeydi.

Epey oldu ben bu filmi izleyeli, konusu açılınca da açıp izletirim arkadaşlarıma. Beğendim Sartre'ın metninin işleniş biçimini.
Yanılmıyorsam, Merve ile aynı dönem, yine aynı bölümden arkadaşı Salim Güven de, Sartre'ın Le Mur (Duvar) isimli hikayesini uyarlamıştı. Bu uyarlama metni beğenmemiştim mesela, hikayeyi doğru anlatmıyordu bence..


Film hakkında değinilmesi gerekenler şunlar, Hande Soral'ı -beğenmeyen var mıdır bilmiyorum ama- beğenen biriyseniz, bir kızla öpüşürken görebileceğiniz film, bu film. Denk gelmiştik, konusu açılmıştı da "Daha n'apiyim, kızla öpüştüm.." demişti.. Kız da Dicle Alkan, Acemi Cadı'dan bilirsiniz onu da. Ayrıca bir de sevişme sahnesi var, ama sevişen Hande Soral değil heyecanlanmayın..

Görüntü yönetmeni Emre Pekçakır'a da ayrıca tebrik.. Bu tarz güzel uyarlamalar görünce insanın hoşuna gidiyor tabii. Filmi izlemek için Merve'nin şahsi dailymotion hesabı burada.. Bi kısası daha var, onu da izleyin bence..

16.07.13 güncelleme Eylül 2015


Yeni yazıları anında takip edebileceğiniz facebook sayfasını beğenmek için tıklayın!..


Oku..

Hotel Chevalier [2007]


Bir Wes Anderson kısası. Aslında The Darjeeling Limited (2007) kısası. Anderson'ın, o filmden sonra çektiği bir öncesi filmi.

Çok tatlı, küçük bir hikaye işte. Filmde, Peter Sarstedt'ın 'Where do you go to' isimli şaheser soundtrack'i, Jason Schwartzman ve Natalie Portman var.
Darjeeling'teki kardeşlerden Jack ve Jack'in uzun süredir kaldığı Paris manzaralı otel odasına gelen ilginç sevgilisinin cool aşk hikayesi. Gerçi Jack daha ilginç Darjeeling izleyenler bilir. Geliyor kız, sevişiyorlar sonra. O kadar. İzlemek istediniz di mi hemen, çakallar.

evet natalie'nin poposu o!

Ekstra merak eden varsa diye filmin çekildiği otel: Hotel Raphael, Paris'te. Film de internette çok rahat bulunabilir, youtube'ta bile var sanırım..


Wes Anderson, kariyerine kısa Bottle Rocket [1994]'le başlayıp sonra onu uzun yapan, geçen seneki filmi Moonrise Kingdom (2012) için de sonradan bir kısa tanıtım tadında bir şeyler çeken bir adam. Yakın zamanda da Prada için çektiği reklam serisiyle adından söz ettirdi. O reklamlarda da Midnight in Paris (2011)'deki sahaf kız Lea Seydoux oynuyor.

15.07.13
Oku..

Eski Koltuklar [2011]

yalnız afişte set fotoğrafı kullanmak da ayrı bi kafaymış. kamerayı göze sokmak.

Uykusuz çizerlerinden Ersin Karabulut'un bir zamanlar 'Yeraltı Öyküleri' diye köşesi vardı. Fantastik, absürt, korku falan takılıyordu. Ama o uzun zamandır 'Sandık İçi' ile kendi hikayelerini anlatmasıyla tanındı bence. Bence çünkü ben, Uykusuz okumaya başladığım sıralar daha çok Sandık İçi çiziyordu. Yeraltı Öyküleri'nden de on tane falan okumuşumdur. Kah beğendim kah beğenmedim. Ama beğendiğim öyküler de hep film yapılası diye beğenmişimdir. Hep çizgi roman uyarlaması film çekmek istemişimdir, 'hazır storyboard var hacı' kafası..

Yönetmen Tanju Berk, tabii ki Müjdat Gezen'de eğitim almış, 84'lü, Tokatlı bir sinemacı. Epey kalabalık bir set olmuş belli ki, buna rağmen kamera arkasında 5 kişinin olduğu bir kısa filmden çok farklı değil açıkcası. Kadrajları da çok beğenmedim, annenin oyunculuğunu da. Hikaye zaten güzel ama uyarlarken biraz sıkıntı çekmiş herhalde. Ayrıca planların azlığı da filmi basit öğrenci filmi havasına sokuyor.


Bir sahnede, çocuk babasıyla film izliyor "Baba büyüyünce ben de böyle araba kullanmak istiyorum, kimse beni yakalayamasın istiyorum." diyor. Bak şimdi bendeki dikkate bak, film, Back to the Future Part II (1989), tünelde, arabalı Griff'in kaykaylı Marty'yi kovaladığı sahne. Yani teknik olarak çocuk yakalanmak istemiyorsa kaykay kullanmayı istemesi daha mantıklı olur. Yani televizyonda oynayan film yanlış seçim olmuş.

Kurmaca kategorideki film, devletin vatandaşlarından hayatları üzerinden vergi alındığı bir ortamda işleniyor. Yani ne kadar yaşıyorsan parasını vereceksin, yoksa devlet hizmet vermiyor. Havadan sudan yararlanma diye de öldürüyorlar usulca. Böyle bir dünyaya çocuk getirmek istiyorsan, neyse parası vereceksin paşam. Bir çift, anne (Gökcan Gökmen) baba (Hakan Ka) olmak için gaza geliyorlar. Kampanyalar, taksitler denk getirip 10 yıllık çocuk (Bertan Ceylan) yapma izni alıyorlar. Hikaye kurgusu gereği zaten çocuğun öleceğini filmin başında gördüğünüz için bunu yazmakta sakınca görmüyorum: Çocuğun 10. doğum gününde infaz memuru (Beyti Engin) gelip alıyor çocuğun canını. Ama tabii herkes olayın bilincinde olduğu için ortalığı yıkıp dökme yok herkes görevini biliyor.

Benim yapmak istediğim bir şeyi yaptığı için yönetmeni biraz kıskandım, öte yandan etrafımdaki örnekleri çoğalttıkları için, hatalarından ders alabildiğim için biraz da şanslıyım. İzleyin bakalım siz beğenecek misiniz.. Filmi, sitesinde bulabilirsiniz. Yalnız sitedeki künyede Ersin Karabulut ismine rastlamamız ilginç.

Hatta öykünün orijinali de burada dursun, aklınızda bulunsun yani.



12.07.13
Oku..

Signs [2008]


Kısa film denilince bu klasiktir. Bir kısa film tavsiyesi istediğinde "Şunu izledin mi?" diye atlarım hemen. Yönetmen Patrick Hughes'un bundan önce iki kısası bundan sonra da iki uzunu var. Uzunlardan biri hali hazırda çekilmekte olan The Expendables 3 (2014).


Signs [2008], gayet sıkıcı bir yaşam süren Jason'ın, kalabalığın içinde yalnızlığını anlatıyor. Arkadaşı yok Jason'ın, sabah kalkıp işe gidiyor, sonra eve gelip yatıyor. Ama Jason, arkadaşsızlıktan ziyade direk sevgilisizliğine üzülüyor. Bir gün, çalıştığı binanın karşısındaki binada çalışan Stacey ile tanışıyor. Tanışma şekilleri çok ilginçtir.


Jason'ı Nick Russell oynarken Stacey rolünde Kestie Morassi'yi izliyoruz. Kestie'nin filmdeki sevimliliği dillere destan tabii. Film 12 dakika. Şimdi şurada durup, şehir yaşamının kaçınılmazı beton binaların insanların duygusunu sömürdüğü ortamlar olduğu, insanların buralarda yaşamaya bir şekilde mecbur bırakılarak falan diye sosyoekonomik açıdan filmi ele almaya hiç gerek yok bence. Tatlı filmdir, izleyin, kim ne mesaj istiyorsa da o mesajı çıkarsın kendine, sinemayı rahat bırakın :)


Kısa filmlerin değer görmeme olayını sorguladım geçen: Nasıl bir değer bekleniyor acaba? Kısa oldukları için vizyona giremeyip, salon seyircisini kaybediyorlar kafadan. Festivaller desen.. bak kaç senedir İstanbul'dayım bir kere festival filmi izleyemedim, yok dinine yandığımın bileti. Avrupa'da bir ara alakasız konseptli 8-10 kısa filmi arka arkaya makaralayıp gösteriyorlardı salonlarda diye biliyorum. Hala var mı onu bilmiyorum. Onun dışında bizde çeşitli topluluklar kafalarına göre konsept belirleyip kısa film izletmece yapıyorlar falan.

Bunların dışında internet var tabii, hak hukuk olaylarını bir tarafa bırakırsak seyirciyi en kolay yakalayabileceğin ama elinde tutamayacağın, yani filmi yapana geri dönüşü çok az olan bir ortam. Maddi olayları zaten geç, kaç kişi izlediği kısa film hakkında yönetmene yazara eleştiri maili atıyor, kaçı 'süper olmuş' ya da 'sk gibi olmuş' dışında yorum giriyor. Çok az bunlar. Bilmiyorum ya galiba sıkıntılar bunlar. Tabi sıkıntı mıdır bunlar onu da çok bilmiyorum. Benim için önemli şeyler demek ki.


08.07.13
Oku..