Decostructing Harry (1997)


Bir yazar tıkanması hikayesi. Woody Allen yazıp yönetip oynuyor..

Harry, zaman zaman her yazarda görülebilecek bir depresyon sebebiyle karşı karşıyadır. Zaten eski karısı bi yandan üvey ablası bi yandan darlayıp durur, çünkü son kitabında karakterleri onların özellikleriyle donatmıştır ve bu hiç hoşlarına gitmemiştir, çnkü herkes kendilerinden bahsettiğini anlamıştır. Harry'nin, doğumunda ölen annesini bahane edip oğluna kötü davranan bi babası vardır. Haftada bir gördüğü velayeti eski karısında olan oğlu, bir de eski en yakın arkadaşına kaptırdığı sevgilisi vardır.. Anlayacağınız Harry tam bi bitiktir.


Sonra sağda solda bi aralar yazdığı karakterle karşılaşır. Ne bileyim, üç sene önce bi öyküsünde yazdığı karakter çıkar yolda karşısına, akıl verir.. "Şunu şöyle yapman lazım" falan der mesela, Harry de "Sen nerden biliyosun o durumu?" der. "Ben değil sen biliyosun, beni sen yarattın.." diye kendine itiraf edemediği ama hissettiği konuları konuşurlar.. Bir nevi iç ses olur karakterler Harry'ye. Bir de zamanında kovulduğu üniversitesi, şimdinin popüler yazarı Harry'ye ödül vermek ister.. Kimsesiz Harry'nin törende yalnız kalmamak için kendine yol arkadaşları bulmasıyla macera devam eder.


Harry'nin hikayesini izlerken bir yandan da karakterlerinin öykülerini izleriz. 98'de En İyi Senaryo Oscar'ına aday gösterilmiş ama kazanamamıştır Woody. Ama bu filmiyle gönülleri kazanmıştır. En sevilen filmlerinden olan Decostructing Harry (1997)'de küçük küçük rollerle çok kaliteli isimler yer alıyor: Judy Davis, Julia Louis-Dreyfus, Tobey Maguire, Billy Crystal, Robin Williams, Kirstie Alley, Mariel Hemingway, Demi Moore, Stanley Tucci, Bob Balaban, Elisabeth Shue ve asansördeki kız rolüyle ilerde patlayacak olan Jennifer Garner..


Filmin efsanesi, odağı kaybolan aktör hikayesi.. Yine Harry'nin yazdığı öykülerden biri bu, bi aktör var, çekimdeyken birden bulanıklaşıyor ve öyle kalıyor, ne yapsa çözülmüyor.. Robin Williams oynuyor bu rolü de, koskoca Robin Williams filmde ama net değil.. Bu rolü kabul etmeyecek adamlar vardır, kibirden. Seni seviyoduk Robin Williams.. (11 Ağustos 2014) Filme puanım 8..


Hiç bir filme şimdiye kadar 1 vermedim, çünkü ortada bir film varsa, emek vardır ve en az 2 alır benden. 4-5 verdiğim filmler sıkıcı filmlerdir. 6 fena değil, 7 iyidir. Puanı 7 ise bir filmin oturup izlenir; 6 alan filmin yoklukta gideri vardır yani. Eğer bir film 8 puan almışsa o film kesin izlenmelidir. 9 puan almış bir film muhteşem filmdir ve sizin bi şey yapmanıza gerek yoktur o film bir şekilde kendini izletir size. Şimdiye kadar hiçbir film 10 alamadı benden, çünkü ben henüz bir film çekmedim..

Evet, bu son cümlemden sonra hala yazıyı okumaya devam edenler için ödül gelsin: Oviedo, İspanya'da 2002'de dikilen heykelinin yanında çektirdiği fotoğraf..


31.05.12
Oku..

We Bought a Zoo (2011)


İlginç bir şey deneyelim mi? Bir film seçtim We Bought a Zoo (2011)... Film hakkında bildiklerim Matt Damon ve Scarlett Johansson'ın oynuyor olduğu, türünün aile komedisi-macera olduğu ve filmin adı. (Tamam kabul, Scarlett'in oynadığı filmlere bakarken denk geldim bu filme ki sabahleyin de yine Scarlett'in oynadığı The Horse Whisperer (1997)'ı izlemiştim; o filmde 14 yaşındaki Scarlett'in bir de büyümüş halini izleyeyim bakalım dedim. Neden bu film? diye soran olursa diye kısaca açıkladım.) Şimdi yapacağım şey filmi izlerken bir yandan da ufak ufak notlar almak olacak. Bakalım nasıl olacak..


*film 2 saatmiş :) sıçtık..
*matt damon'ın oğlu dış sesle babasını anlatıyor.. maceraperest bir yazar olan babasının görüntüleri, tehlikeli röportajlar, eğlenceli geziler..
*evde koşturmaca.. 2 çocuk.. okula hazırlanmaları gerekiyor.. anne yok.. süper baba yani..
*oğlan biraz sorunlu 'ergen', kızın yaşı küçük daha..


*çocukları okula getiriyor, diğer çocukların anneleri adama asılıyo lan baya.. kadının biri lazanya getirmiş..
*baba, abisiyle dertleşiyor..
*galiba karısı ölmüş lan.. "Katherine'le burda tanışmıştık" dedi..
*işe geldi, bi hikaye anlattı yaziyim mi dedi, yok dedi o da.. aaa istifa etti lan durduk yere.. gazete de çalışıyomuş bu arada, patron "evden yaz, sana kolaylık olur, eşini kaybettin, çocuklar falan" dedi elemanda bana acımanı istemiyorum dedi istifa.. mal..
*oha patron "bari ben seni kovayım tazminat al" dedi, "bu bana daha fazla acımak olur" dedi yaa..
*oğlan okuldan kovuldu :) müdür çocuğun yaptığı bir resmi gösterdi 'kafası kopmuş bir adam' ama komik yani dil dışarda falan.. ama hırsızlıktan kovuldu..
*lazanyayı dolaba koydu "always lazanya" dedi dolap lazanya dolu :)
*oha lan ufak kız çok tatlı, kendine beslenme hazırlıyo..
*oops galiba çocuğun günlüğünü okuyacak.. yazı yok, gayet karamsar çizimler varmış..
*karşı terasta gençler yine parti yapıyor, kız uyuyamadı..
*yeni ev bakıyor, arkadaşıyla konuşuyor yani.. arkadaşı falan değil emlakçıymış..
*kız bir ev seçti.. gittiler, çok beğendiler..
*ev, hayvanat bahçesi çıktı lan :) çok iyi..
*bahçede aslan.. kafeste tabii..
*kız tavus kuşlarıyla muhabbete girişti bile..
*iki yıl önce kapanmış, emlakçı da ayar çekiyo kimse almazsa hayvanlar ölecek falan diye..
*abisini ikna etmeye çalışıyor, o da niye karşı çıkıyorsa.. çok eğlenceli oğlum..
*7'si tehlikeli 47 tür hayvan varmış..
*oğlan yine isyanlarda.. evi taşıyolar..
*o kız kim lan.. a-ha oğlana ilgilenecek bi şeyler çıktı :)
*oo hayvan bakıcılarının şefi Scarlett, demin ki kız da bakıcılardanmış..


*bizimkilerin bi köpeği vardı şimdi hayvanat bahçeleri oldu yihu..
*bakıcıların şefiyle hayvanat bahçesi sahibinin gerginliği.. aşk olur..
*ergenler kendi aralarında ufak oyunlara başladı..
*hayvanat bahçesinin giderleri bütçeyi zorluyor sanki biraz..
*çocuklar yemek yapacakmış, baba geliyor akşam ''tereyağı almayı unuttum, şimdi bir oylama yapıcaz, market burdan 9 mil, bu yemek için tereyağı ne kadar önemli, unutmayın 9 gidiş 9 dönüş, tereyağı için babayı 18 mil uzaktaki markete gönderecek misiniz, oylama yapacaz'' sonraki sahne baba arabadan iniyor elinde tereyağı, çocuklar yemeği hazırlamış..
*Scarlett sürekli yapılacak işler sıralıyor adama..
*Scarlett'in dudakları..
*offfff geri zekalı ergen yılanların olduğu kutuyu açık bıraktı..
*bahçeden yılanları topladılar..
*müfettiş geldi teftişe, kıl bi tip, masraf çıkardı tabii..
*oha ayı kaçmış.
*ayıya karşı kahramanlığından dolayı Benjamin'e kadeh kaldırdılar..
*bu arada ergenlerin keyfi yerinde.
*Scarlett'dan Benjamin çözümlemesi: oğlun sana benziyor kızın da muhtemelen annesine, oğlanla anlaşamaman bu yüzden.. hmm bunların da ergenlerden farkı yok..
*oha tam maddi çöküntüdeyken, mısırdaki amcasından miras kaldı (!) :)
*paranın bittiğini millete yayıyor muhasebecisi..
*ergen kız oğlana durumu anlatıyor, gidebilirmişsiniz diyor.. oğlan seviniyor. kız fitil oluyor..
*çalışanlara duygusal bir konuşmayla "para çok, maceraya devam, haftaya hayvanat bahçesi açılıyor" mesajı verildi..
*hasta bir kaplan vardı, onu hayata döndürmeye çalışıyorlar..
*herkes hasta kaplanın öldürülmesi gerektiğini düşünürken, Benjamin kafayı yiyor.
*Benjamin'in bunalımında Scarlett çocuklara yemek yapıyor..
*akşam oldu, Benjamin eve döndü, veranda da Scarlett tek başına..
*klasik veranda dertleşmesi.. eskiden şöyleydi böyleydi..
*demin oğlunun kendini çok zorladığını da anlatmıştı Scarlett'e, çocuk duymuş bunları içeriden.. bağrıştılar birbirlerine..
*sabah oldu, hasta kaplanın yanındaki babasının yanına geldi ergen çocuk, öpüşüp barıştılar..
*Scarlett'e vur emri verildi..
*Matt Damon'ın burnu..
*babası oğlanın çizimlerini karıştırıyor.. hep hayvan falan çizmiş çocuk güzel güzel..
*ve hasta kaplan Spar öldürülmüş..
*tavus kuşlarının yumurtadan çıkışı..
*yeni logoda çocuğun kaplan çizimi kullanıldı..


*açılıştan önceki son teftiş.. Scarlett aslanın kapısının kilidini sıkıştırıyor, gerilim gerilim.. teftişten olumlu sonuç çıkıyor..
*ergenler barışıyor..
*yalnız son günlerde yağmur kıyamet.. allahtan açılışta hava düzeliyor.
*07.07 de yani temmuzun 7'si oluyor, açılış yapıyorlar.. ama kimse yok ortalıkta..
*ergen çocuk diyor ki "bi şeyler olmuştur yoksa niye kimse gelmesin.."
*ve sonra geliyor herkes tabii ki..
*beklenen öpücük 112. dakika geliyor.. <3 Scarlett'in dudakları iş başında <3


*sonra baba, çocuklarıyla çok güzel fotoğraflar çekiliyor..
*sadece 20 saniyelik deli cesaretiyle insanın hayatının değişebileceğini anlatıyor çocuklarına.. anneleriyle tanışmasını..
*dünyalar güzeli diye anlattığı kadın da on üzerinden beş ha..
*filme konu olan hayvanat bahçesi gerçekten varmış lan.. Benjamin Mee de çocuklarıyla beraber hala orda oturmaktaymış. filmin yönetmeni Cameron Crowe, Benjamin Mee'nin biyografik kitabını senaryolaştırmış.. Hatta Mee de, filmde ufacık rol almış..

Benjamin Mee şu şapkalı olan.. muhtemelen filmdeki ergen çocuk da bu kıvırcık..

İlginç bir yazı oldu :)

20.05.12
Oku..

Schindler's List (1993)


Bir film düşün 3 saat ve sıkılmaktan değil dramdan bunalıyosun artık.. Ne güzel film yapmış adam.. İzlemeyen çok azdır tahminimce, kısaca özet geçmek gerekirse.. Polonya'ya saldıran Hitler Almanyası, bütün ülkede Yahudi kim varsa büyük şehirlere toplanmasını istiyor. Toplarken de insanlıktan nasibini almamış -özellikle üst rütbeli- askerleriyle tarih yazıyor Hitler. Klasik hikayeler işte, bilirsiniz, sırf Yahudi olması bile sebepsiz ölmesine yeterken, itiraz eden, taşkınlık yapan, kafası çalışanlar önce olmak üzere pek çok insan öldürülüyor.


Savaşın yarattığı ekonomik açıktan yararlanmak isteyen Çekoslavakya vatandaşı Oskar Schindler, Polonya'ya gelip hoş sohbet becerisiyle Alman safında kendine çok güzel izlenimler bırakıyor ve bir Yahudinin terk etmek zorunda bırakıldığı fabrikasına çöküp Alman Emaye Fabrikası'nı faaliyete geçirmek istiyor. Ancak yeterli parası yok, zaten emayeden de anlamaz ama pazarlama onun işi. Çok başarılı olduğunu duyduğu Yahudi muhasebeci Itzhak Stern'i yanına alıyor.


Diyor ki böyle böyle "Ben sizle iş yapacam, parası olan tanıdığın varsa bana destek olsun, ben de sizi fabrikamda çalışıyolar diye yanıma aliyim, hem şimdikinden daha rahat yaşarsınız hem de iş yapmış oluruz" Macera böyle başlıyor. Zaman içinde "Onlar bana lazım, vurmayın" diyerek çok kez hayatlarını kurtardığı bir kısım Yahudinin sevgisini kazanıyor Schindler. Asıl amaç tabii ki o değil, adam para peşinde ama hikayedeki diğer Yahudi olmayanlar o kadar gaddar ki bu adam peygamber gibi dolaşıyor.


Hele bi de Alman subay Amon Goeth var ki, kötü adamlıkta çığır açıyor piç. Bunların yanında vicdan adamı Schindler, dayanamıyor ve zaten koruması altında olan Yahudilerin sayısını gün geçtikçe artırıyor ve bir süre sonra bu iş, paradan daha önemli bir hal alıyor. O meşhur liste de bu amaçla hazırlanıyor. Schindler, Goeth'e adam başı rüşvet veriyor ve servet harcayıp kamptan çıkardığı Yahudileri kuracağı silah fabrikasında çalıştıracağını söylüyor. Ve çalışanlarına diyor ki "Bu fabrikada gerçekten ateşlenebilecek bir silah üretilirse üzülürüm."


Film, Thomas Keneally'nin gerçek bir hikayeyi anlattığı romanından Steven Zaillian tarafından senaryolaşmış ve Steven Spielberg yönetiminde çekilmiş. imdb top#250'de 6. sırada olan siyah-beyaz filmde, Liam Neeson, Ben Kingsley, Ralph Fiennes başroldeler. Caroline Goodall ve Embeth Davidtz de kadrodaki güzel hanımlar.. 12 dalda Oscar adaylığı olan film, en iyi film, yönetmen, uyarlama senaryo, sinematografi, sanat yönetimi, kurgu ve müzik kategorilerinde 7 ödül kazanmış.


Yalnız bu Schindler's List (1993) filminin bir sahnesi bana çok tanıdık geldi. Geçen ay yayınlanan Game of Thrones s02e03'te, Arya'nın bir sahnesi vardı, çok güzeldi.. Hani kötü adamlar geliyordu önce bir ortalığı yakıp yıkıp sonra milleti tek sıra dizip "Bilmem kimi arıyoruz, kimse çıksın ortaya" falan gibi şeyler söylüyorlardı. Arkadaşını ele vermek istemeyen Arya da daha fazla kimsenin canını yakmasınlar diye "Aradığınız adamı demin öldürdünüz zaten" gibi bi şey söyleyip yerde yatan adamı gösteriyordu ve halkın sevgisini kazanıyordu. Akıllı hareketti.


Bundan yaklaşık 20 sene önce çekilen Schindler's List (1993)'in bir sahnesinde de, toplama kampında, hırsızlık yapan birini arıyorlar. Korkutmak için içlerinden birini öldürüp "Hırsız ortaya çıkmazsa daha çok adam ölür ha" diyor Amon. Çocuğun biri de ortaya çıkıp, öldürülen adamı gösterip "Aradığınız adam buydu" diyor.


Bununla beraber Game of Thrones'un diğer filmlerden kopyalanan -benim sayabildiğim- 3. sahnesi oluyor. İlki sarhoş bir askere yapılan işkenceydi, hani Caligula (1979) filminden araklanılan; ikincisi, esirleri sorgularken kullanılan 'kovada sıçan' işkencesiydi 2 Fast 2 Furious (2003) filminden..


Game of Thrones dizisinin bir edebiyat uyarlaması olduğunu ve yazarı George R.R. Martin'in 7 bölüm olarak planladığı ve henüz beşini yazdığı Buz ve Ateşin Şarkısı serinin ilk kitabı Taht Oyunları'nın 1996 yılında yayımlandığını da biliyoruz.. Yine yemiyor.. Kitapta da var mı acaba bu sahneler hakkaten.. Ayrıca bu sahneler kitapta olsa da senaristlerden biri çıkıp "Yahu bu sahne şu filmde var, değiştirmesek mi biraz?" demiyor mu?

19.05.12 güncelleme Eylül 2015
Oku..

Superman BoxSet


Jerry Siegel ve Joe Shuster'in ortak çalışması olan Süpermen ilk kez 1933 yılında kel olarak çizilmiş. Kripton gezegeninden gelen ve çeşitli güçleri olan bu süper kahraman ilk zamanlar pek ilgi çekmez. Ne zaman ki DC Comics'te çizilmeye başlamış (1938) o zaman hayran kitlesi oluşmuş. Kostümünde Amerikan bayrağının renklerini taşıyan Süpermen, kaslı vücudunu ortaya çıkarmak için çizeri tarafından tayt giymeye mecbur bırakılmıştır; yetmezmiş gibi taytın üstüne de külot giyer, sırtında da pelerin taşır. Atletik vücut yapısının yanı sıra yaralanmama, gözlerinden ışın çıkarma, uçabilme/konabilme, aşırı yük kaldırabilme gibi bir takım özelliklere sahiptir.

Hikayesi ise şöyledir: Kripton gezegeni yok olmak üzeredir, annesi bu çocuğu kurtarmak amaçlı Dünya'ya postalar; çocuk, Kent çiftinin çiftliğine düşer ve bu çift çocuğun adını Clark koyup kendi çocukları gibi büyütür. Sosyal hayatında muhabirlik yapan Clark, birinin başı derde girdiğinde gömleğini çıkarıp Süpermen kostümüyle yardım amaçlı oradan oraya uçar. Süpermen'in zayıf noktası, kriptonit mineralidir; bu minerale yaklaştığında güçleri kaybolur hatta ölebilir. Bazı maceralara Batman, Wonder Woman, Supergirl gibi diğer süper kahramanlarla da atılır. Süper kahramanlar arasında en tanınanı, en meşhur olanıdır.

Çizgi romanı dışında çizgi filmleri, dizisi ve sinema filmleri de vardır. Hatta Smallville dizisi 10 senedir devam edip geçen sene finalini yapmıştır; dizinin adı Kent çiftinin çiftliklerinin bulunduğu kasabanın adıdır.


İlk sinema filmi Superman (1978)'in devam filmleri ise Superman II (1980), Superman III (1983) ve Superman IV: The Quest for Peace (1987) şeklindedir. Bu 4 filmde de Clark Kent'i, Christopher Reeve oynuyor. Seride Lois Lane'i de Margot Kidder oynamış..


Yakın dönem sinema filmi Superman Returns (2006), devam filmi niteliğinde olmuş, yani köken filmi değil; Bryan Singer yönetiminde bir filmdir. Clark Kent'i Brandon Routh oynuyor. Kötü adam Lex Luthor'u Kevin Spacey, Clark'ın aşkı Lois Lane'i de Kate Bosworth oynuyor.. Tek kötü yanı devam filmi gibi olup, önceki filmlerin epey önce çekilmiş olması sebebiyle hikayenin bazı kısımlarının havada kalması diyebilirim. Ama işte bu hikayesi tam oturmayan film DC Comics'i de takipçilerini de ufak bir hayal kırıklığına uğratıyor.

DC de son zamanlarda çok tutan Christopher Nolan'ın Batman'lerinin ardından, Süpermen'in yeni hikayesini yazma görevini de onlara (Nolan ve Goyer) veriyor. Man of Steel (2013)'in yönetmen sandalyesinde de Zack Snyder oturuyor.

Man of Steel (2013)'de Clark'ı Henry Cavill oynarken Lois Lane rolünde Amy Adams'ı izliyoruz..

17.05.2012
Oku..

Yönetmenler: Charlie Chaplin..


Charlie Chaplin (1889-1977)'in filmografisine şöyle bir baktığımızda; ilk yazıp yönetip oynadığı film Twenty Minutes of Love (1914)..
1914 senesinde yayınlanan 18 kısa (yani 10-20 dk'lık) film görüyoruz. 1915'te 13, 1916'da 10 ve takip eden yıllardan 1920'ye kadar da 13 film daha çekmiş. Müthiş bir üretkenlik bu, dile kolay. İlk filminden beri çok beğenilen komedyen döneme damgasını vurmuş Şarlo karakterini de kariyerinin başlarında yaratmıştır.
1920'ye kadar sadece 3 tane orta metraj (yani 40-50 dk'lık) film yapmış onun dışında hep kısa filmler çekmiştir. Benim favorim olan komedi-dram türündeki The Kid (1921) baş yapıtlarındandır. Bundan sonraki 3 filmini de kısa tutup daha sonra uzun metraj işine girişmiş.


Sinemada sesli film teknolojisi 1910'larda falan icat edilmiş yani aslında Edison, daha önceden böyle bir şeyi zaten bulduğunu, yeni bir icat sayılamayacağını söylemiş ama sinemada ilk defa bu dönemde kullanmayı denemişler. Önceleri sadece, sesin kayıtlı olduğu bir kaset çalınıyordu ve oynayan filmdeki adamın dudak hareketleriyle o kadar uyumluydu ki izleyenler şok olmuşlardı. Ama işte alışkanlıkları vardı insanların, canlı orkestra eşliğinde sessiz filmleri geri istediler. Ancak Warner Bros. şirketi, sesli film teknolojisindeki geleceği gördü ve bu konu üzerine çalıştı. İlk uzun metrajlı sesli film, Bryan Foy'un Lights of New York (1928)'u gösterime girdi, tabii ki meraktan gişe rekorları kırıp dünyanın parasını kazandırdı. Chaplin başta olmak üzere bir çok sinemacı sesli filmlerin geleceği olmadığını düşündü çünkü konuşulanları sadece İngilizce bilenler anlıyordu.


Chaplin 1923-38 yılları arasında The Gold Rush (1925), City Lights (1931) ve Modern Times (1936) gibi kariyerinde önemli bir yere sahip filmlerinde bulunduğu 9 film daha çekti. 1930'ların sonlarına gelindiğinde artık gelişen teknolojiye karşı koyamayıp ilk sesli filmi olan The Great Dictator (1940)'ü çekti. En son filmi A Countess From Hong Kong (1967)'a kadar 5 film daha çekerek kariyerini noktaladı. Oturdu, 'My Autobiography' isimli kitabı, kendi hayatını yazdı. Ve bu kitaptan yararlanılarak Chaplin (1992) filmi çekildi Richard Attenborough yönetiminde. Filmde Chaplin'i, Robert Downey Jr. oynuyor. Kesinlikle, 'kesinlikle izlenmesi gereken filmler'den, yazın bir köşeye..


Hadi size Chaplin hakkında enteresan şeyler anlatayım..


Yarattığı Şarlo karakteri ile dünya üzerinde filmlerinin gösterildiği her ülkede insanların hayranlığını toplamasına rağmen, Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığını reddetmesi sebebiyle bu ülkede kendisine yönelik olarak başlatılan karalama kampanyası; kendisinden bir hayli genç olan kadınlarla yaptığı dört ayrı evlilik (detayları alttaki resimde), bir dönem kendisine açılan babalık davası, The Immigrant (1917) filminde bir Amerikalı memuru tekmelediği sahne ve son olarak The Gold Rush (1925) filmindeki bazı sahnelerin komünizm propagandası olarak yorumlanması gibi olayların etkisiyle Chaplin'in Amerika'ya girmesi yasaklandı.


Bunun üzerine karısı ve çocuklarıyla birlikte hayatının sonuna kadar yaşayacağı İsviçre'ye yerleşen İngiliz Chaplin, ancak 1972 yılında Oscar Ödülü'nü almak için yıllar sonra ABD'ye geri döndü. Takip eden yılda City Lights (1931) adlı filmle bir kez daha Oscar kazandı.

1975 yılında 86 yaşında iken İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından şövalye unvanına layık görülmüştür.

15.05.2012 güncelleme Ağustos 2015
Oku..

Christopher Nolan Sineması


Amcası oyunculukla uğraşan Christopher, küçük yaştan beri bu film işlerini çok ilgi çekici bulmuş ve daha 7 yaşındayken babasının kamerasıyla kısa filmler çekmeye başlamış. Okumayı öğrenir öğrenmez çizgi romanlara dadanan ve bir Batman hayranı olan bu çocuğun kısa filmleri de böyle gerçeküstücü türde olmuş. 

Yıllar geçiyor, Nolan'ın Londra'daki evine hırsız giriyor ve Nolan hırsızların hayatlarını düşünmeye başlıyor. Bu konuyla ilgili bir hikaye yazıp filme çekmeye karar veriyor. Gayet başarılı bir ilk film olan orta metraj klasmanındaki Following (1998), hikayeyi anlatış tarzıyla dikkat çekiyor. Nitekim bundan sonra çektiği ilk uzun metrajlı filmi Memento (2000) da kurgusuyla ön plana çıkan aksiyon-gerilim türünde bir film oluyor. Yani ilk filmlerinden itibaren elindeki hikayeyi farklı bir yolla anlatmayı becerebiliyor. Memento'nun senaryosu, kardeşi Jonathan Nolan'ın hikayesinden uyarlanıyor, sinema tarihi için de önemli bir yerde duran filmlerden oluyor.

Insomnia (2002), Nolan'ın, Al Pacino ve Robin Williams gibi isimlerle çalıştığı bir Norveç filminin yeniden çekilmiş hali, gerilimi güzel bir polisiye ama insan soruyor tabii, aynı film 97'de çekilmiş zaten çok eski de değil neden bir daha çektin? Aynı soruyu The Girl With The Dragon Tattoo (2012) ile aynı işi yapan Fincher'a da sordum; ikisi de cevap vermedi.

İngiliz yönetmenin Batman sevdasını herkes bilir, ilk filmi Following (1998)'in bir sahnesinde yakaladım ama tabii benden önce bunu fark edenler de olmuş; bir sonraki filmi Memento (2000)'da da varmış Batman logolu bir sahne, onu da bir yerde okuyunca fark ettim:

Following (1998)

Memento (2000)

Yaptığı bu iki üç film ona kariyeri için kolay kolay kapanmayacak kapılar açıyor. Çok büyük bütçeli filmler dönemi başlıyor ve Nolan bu eğlenceli dönemin keyfini sürüyor. Çocukluğundan beri hayranı olduğu Batman'in filmini çekecek olgunluğa eriştiği bu zamanlar, tam da Batman'in sinemada karizma çizdirdiği döneme denk geliyor. Hikayeyi en baştan anlatarak, adeta hayallerini gerçekleştiriyor. Christian Bale'li Batman Begins (2005) çok beğeniliyor, işte biz bu karakteri böyle izlemek istiyoruz deniyor. Chris, varını yoğunu bütün hayatını veriyor bu filme, efekt kullanımını minimumda tutup filmdeki bütün fantastik dekor ve araçları gerçekten yaptırıyor ve haliyle çok daha öz güvenli bir film ortaya çıkıyor. Kendini tatmin ettiği çok açık olan bu filme harcanan bütçenin, şimdiye kadarki bütün Batman filmlerinin toplamından fazla olduğu düşünülüyor. Filmin görüntü yönetmeni Wally Pfister, o seneki Oscar'da En İyi Sinematografi ödülüne aday gösteriliyor. 

Filmin başarısı tabii ki devam filmleri için herkesin ağzını sulandırıyor. Ama bu arada, önceden üzerine çalışıldığı açık olan, Christopher Priest'in romanından abi-kardeş uyarladıkları senaryoyla The Prestige (2006)'i yönetiyor. Christian Bale, Hugh Jackman, Scarlett Johansson gibi isimlerin kadrolaştığı film, sihirbazlık dünyasından güzel bir drama sunuyor, çok beğeniliyor. 

Batman'le arayı soğutmadan, kardeşi Jonathan'la hemen devam filminin senaryosunu yazmaya başlıyorlar. The Dark Knight (2008), özellikle kötü karakteri Joker'i çok sevdirmesiyle dikkat çeken, sinema tarihinin en etkili çizgi roman uyarlaması oluyor. Çoğu teknik kategori olmak üzere 8 dalda Oscar'a aday olan bu film, En İyi Ses Kurgusu ve Joker rolüyle Heath Ledger, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü kazanıyor. Efsaneleşen performansının ardından gelen Ledger'ın vefatı, filmlerini izleyen herkesi etkilemişti, bu filmdeki başarısıyla kazandığı Oscar'ı sahnede ailesi almıştı.


Nolan'ın senaryosu üzerine uzun zamandır çalıştığını açıkladığı Inception (2010), rüyalarımızın aslında ne acayip şeyler olduğunu anlatıyor, muhteşem teknik beceri ve görseliyle izleyen herkesin beğenisini kazanan film, tabii ki ödüle boğuluyor. En İyi Film ve En İyi Senaryo dahil 8 dalda Oscar'a aday gösterilen bu film, 4 Oscar sahibi oluyor. Nolan da böyle bir adamım ben, ne yaparsam ağzınız açık kalır işte dercesine, sette savurduğu yüksek yapım bütçeleriyle şov yapıyor... Ama her filmiyle imdb top#250'ye üst sıralardan girdiği için hiç kimsenin sesi çıkmıyor...

Üçüncü devam olan The Dark Knight Rises (2012) ise tam bir seri kapanış filmi oluyor. Yapım anlamında ilk ikisinden aşağı kalır yanı olmadan, final hikayesi olmanın ağırlığıyla kendini sevdiriyor.  Artık Batman filmlerine çok farklı gözle bakıyoruz bu seri sayesinde. DC Comics, Nolan'ı bulmuşken bırakmıyor, bir diğer sinemada karizması çizik karakteri olan Superman'in yeni filmi, yönetmeni Zack Snyder olan Man of Steel (2013)'in yazarı olarak ekipte bulunmasını sağlıyor. DC tam toparlanıyor derken Man of Steel (2013)'in devam filmlerini yapmaya ve bir de bunlara Batman'i dahil etmeye karar verdikleri için Batman sonunda yine bozdu demeye başlıyoruz. İşin acayibi Nolan da hepsinde yapımcı, Batman'in çöküşüne yardım ediyor resmen...

Interstellar (2014) ise Nolan'ın Inception (2010)'dan sonra beynimizi yakmaya kast ettiği bir film oluyor, yine yapacağını yapıyor, o solucan deliği senin, bu paralel evren benim, akli dengemizle oynuyor. Film, Oscar'da 5 teknik adaylıktan birini ödüle çeviriyor, senenin En İyi Görsel Efektli filmi seçiliyor. Bundan sonraki yazıp yönettiği Dunkirk (2017) ise, kategori olarak bir savaş filmi... İngiliz milliyetçi damarı tutmuş, tarihe düşülen notları derleyip mükemmel sinematografiyle bizlere sunmaya karar vermiş. En İyi Film dahil 8 dalda Oscar adaylığı 3 teknik ödülle sonuçlandı. En iyi film seçilecek diye çok korktuğumu, çok sağlam aday olduğunu hatırlatmak isterim.

Memento (2000)'dan Dunkirk (2017)'e kadar 9 film saydım size, 10. filmi Tenet (2020)'e geldik, bakın ne oldu şimdi?! Sen böyle dillere destan bir kariyer yap, pandemi döneminde insanların uzun süre sonra sinemaya gidebilme fırsatı doğduğunda basın açıklamanda "Bütün dünyanın sinemaya geri dönüşü bu film olacak!" de, yine tut hayvan gibi bir bütçe çıkar yapıma, uçak falan patlak sırf keyfine, çok da bi acayip konu bul... Ama bir devamlılık gibi, karakterlerin karar alma mekanizmalarında tutarsızlık gibi saçma sapan yerlerden patla... Film zaten anlaşılmıyor, buna hazırdık hepimiz, önceki filmlerini izleyen kimse anlaşılması kolay bir film beklemiyordu zaten.. Ancak filmin içindeki unsurların bile hikayeyi anlamadığını, hatta karara varıp mantıksız bulduğunu hissettim ben izlerken... Oyuncular çok kötü diyemiyorum çünkü senaryo gerçekten çok kötü! Kötü adamın dünyanın sonunu getirecek bir planı olması basitliğinde bir olay, tam şekillenmemiş bir zamanda geri gidebilme temasının esiri olmuş. Buradan Tarantino'ya sesleneyim bari, böyle bir 10. film yapacaksan bozuşuruz!

Bu arada tabii ki her iyi yönetmenin arada bir tırt filmler yapma lüksü vardır, hepimiz insanız! Ama sen Nolan'sın lan, n'apıyosun?!

12 Mayıs 2012 güncelleme Ağustos 2015 güncelleme Aralık 2020
Oku..

2046 (2004)


Pek ilgimi çekmeyen bir filmdi ama bunun sebebi benim yorgunken izlemem de olabilir, kendimi veremedim ama o da zaten hiç uğraşmadı kendini sevdirmeye.. Çekik gözlülerin filmlerini çok sevmem zaten, genelde müzikleri güzel olur ama bu filmin müzikleri de hep bir yerlerden tanıdığım, çok da uzak doğu müzikleri olmayan şeylerdi. Konusu da zaten sıktı beni, kendi sıkıntılarımı gördüm ve bir çözüme bağlanmadı.. ya da bana göre bağlanmadı..


Kar Wai Wong'un yazıp yönettiği filmde, Tony Chiu Wai Leung, Ziyi Zhang, Faye Wong ve Li Gong var.. Li ve Faye çok tatlı kadınlar, onların gazına gelip izlediğim çok belli.. Gerçi hepsi birbirine benziyor, ayırt edemiyorum çoğu zaman.. Japon sinemasının da sorunu bu :)


Tamam çok beğenmedim falan ama bi sevişme sahnesi yapmışlar, sezarın hakkı sezara.. Nerdeyse sadece yüzlerini gördüğümüz oyuncuların, bu kadar güzel sevişmeyi vermeleri... Sanki gerçekten sevişiyolar.. Yastık var mı yok mu demeden konuyu kapatıp hemen bir sonraki sahneye geçiyorum. Çok umursamayan bir adam, seven bir kadın.. Adam 'sktir et' modunda yaşıyo, kadın 'öp beni, sev beni'. Adam sıkılıyor, kadın üzülüyor, ayrılıyorlar, adam özlüyor, kadın özlüyor, anlaşamıyorlar. Adam Mecnun oluyor, kadın Leyla..

Bence zaman kaybı ama çok isteyen varsa izlesin tabii.. Boğucu romantizm seven elbet vardır..

05.05.12
Oku..

It's A Wonderful Life (1946)


Resmen insanı kendine getiren, hayata pozitif baktıran bir film.
Herkesin hayatında vardır sorunlar, mesele üstesinden gelebilmektir temalı bir film.
Ben böyle film izlemedim dedirten bir film.


Her sahnesinde 'a bu kareyi hatırlıyorum, a şu kitabın kapağıydı, a şunun duvarındaydı, a nerde görmüştüm ya..' gibi şeyler söylediğim bir film. O kadar klasikleşmiş ki, film denince akla o sahnelerin gelmesi çok normal. Daha önce izlemeliydim.


Philip Van Doren Stern'in romanından, Frank Capra'nın filme çektiği It's A Wonderful Life (1946)'ın oyuncuları James Stewart, Donna Reed ve Lionel Barrymore gibi isimler. Filmin hikayesinden hiç bahsetmeyeceğim, oturun izleyin lütfen.



01.05.2012
Oku..