Hollywood'daki Türkçe


'Ee bunun neresi enteresan?' diyeniniz yoktur herhalde.. Türkçe lan, bizim kullandığımız dil.. 
Hollywood filmlerinde denk geldiğim, o altyazıya bakmadan da anladığım (yani neredeyse anladığım) konuşmaların sahnelerini buldukça paylaşıcam sizlerle.. 

1. Pirates of the Caribbean: Dead Man Chest (2006)'de, yani Karayip Korsanları'nın ikinci filminde denk gelip şaşırarak başladım bu işe; Türk denizcilerin Jack'in şapkasını buldukları sahne.. Kırık bi Türkçe'yle güzel sahne çekmiş adamlar. ''Bak ne buldum ben'', ''Şapka buldum, kaptan gibi oldum, ne sandın'' falan diyo.. O sahnedeki oyunculardan biri İran'lı biri İtalyan bu arada.. 


2. Apocalypto (2006)'da ise ilkel bi kabilede, ilkel bi dil konuşuluyo; bi ara Türkçe kelimeler kullanıyolar :) ''hançer'', ''hadi al'', ''çok kimseyi yarmak'' diyo reis.. Anlamak için biraz dikkate gerekiyo belki ama anlayınca çok zevkli..


3. Chopper (2000), Eric Bana'nın başrolünde yer aldığı gayet güzel bir film, Türk kökenli Siam Özerkam (Serge Liistro)'ın canlandırdığı 'Sammy the Turk' karakteri vurulmadan önce ve sonra Türkçe küfür ediyor. Görmeniz gereken bir film, en azından görmeniz gereken bir sahne. Gayet de güzel ha, izlerken güldüm falan ama çok iyi sahne yani. Bi de adam kafasından vuruluyo ölmüyo hemen, tam Türk..


4. The Two Faces of January (2014)'de ise Kapalı Çarşı'da Sultan Kafe'de buluşan Amerikalı tipler var. "Bi şey içer misin, ama alkol yok burda, kusura bakmıycan artık" diyo.. Öbürü de "Sıkıntı etme yiğen, ne varsa içerik, seninkinden söyle işte" diyo.. "Bir çay daha lütfen" tam da burda geliyo..


Bu da playlist gibi playlist, arada açıp izleyin, çıkın balkona bayrak asın falan, o derece. Tam bir toplu sünnet: Ahanda..

Eylül 2011 güncellendi Şubat 2016

Fatih Sultan Mehmed'in hayatının ve fethinin işlendiği filmleri araştırırken gördüğüm Dracula Untold (2014) filminde, Türklerin elinde büyüyen, eğitilen, okutulan Eflak Prensi Vlad'ı ve filmdeki Türkleri Türkçe konuşurken görmek şaşırtıcı bir deneyimdi.. Çok düzgün olmamakla beraber, uğraşmış, konuşmuş adamlar.. Youtube'ta birileri paylaşmış, onun için ben kes yapıştırla uğraşmadım, link vereyim..


10 Mayıs 2018
Oku..

August Rush (2007)


Yönetmeni Kirsten Sheridan olan filmin senaryosu için üç yazar çalışmış. Oyuncu kadrosu ise Freddie Highmore, Jonathan Rhys Meyers, Keri Russell ve Terrence Howard ve büyük başkan Robin Williams'tan oluşuyor. Küçük bir rolle de Becki Newton görülüyor..
Sheridan, daha önce Disco Pigs (2001) diye bir film yapmış, onu da izledim ama o biraz daha karanlık bir dram olduğu için pek çekici değildi. Ama August Rush (2007), her oynadığında büyük zevkle izleyeceğim filmlerden.


Bir çocuk var yetiştirme yurdunda büyümüş... Anne baba müzisyen; kız klasik müzik yapıyor, oğlan rakçı; müziğin aşkı.. Kızın ailesi siz ayrı dünyaların insanlarısınız diyo, babası ayırıyo bunları. Ama kız hamile, tabi bundan oğlanın haberi yok. Kız doğururken baba kafalıyo doktorları çocuğun öldü diyolar. Çocuk, yetiştirme yurduna gönderiliyo..


Çocuk on yaşına falan geldiğinde, yaşadığına inandığı ailesini bulmak için kaçıyo yurttan. İyi de nereye gidiyor.. Müziği takip ediyor çocuk, hepimizin duyduğu ama dinlemediği müziği takip ediyo. Yaprakların hışırtısı, arabaların kornası, yağmurun cama vuruşu.. Sonunda sokakta gitar çalan bi çocuğu buluyo, dinliyo. O arada anne babasının onu duyabilmeleri için kendinin de müzik yapması gerektiğini düşünüyo, takılıyo çocuğun peşine, onun yaşadığı yere gidiyo, diğer müzik yapan çocuklarla tanışıyo. Onlara müzik yaptıran adamla da tanışıyo..


İşte film böyle.. Ve benim en favori filmlerimden.
Müzikleri muhteşem, oyuncuları muhteşem.. Daha ne lan!
Şu an mesela soundtrack albümünü dinleyerek yazıyorum bu yazıyı. Sık sık da dinliyorum zaten bu albümü; albüm kesmediği zaman açıp izliyorum filmi. Belki on kere falan izlemişimdir. İzleyin diye ısrar etmiycem zaten bi çok kişiye izletmişimdir. Çok kişiye doğum günü hediyesi olmuştur bu film.


Şimdi hadi bulun bi yerden izleyin şu filmi..

Eylül 2011
Oku..

Quentin Tarantino Sineması


Tarantino’nun çocukluğuna inilmesi gerektiğini düşünmeyen var mıdır? Bakın, bu herif psikopat ve iyi ki film yapıyo çünkü film yapmasa çok kötü şeyler yapabilirmiş. Tarantino filmlerine şiddetin-vahşetin hakim olduğunu bilmeyen yoktur herhalde. Hatta ayak fetişini falan.. (Ayak fetişini niye biliyoruz abi biz bu adamın.. Hep Didem Erol yüzünden..) Quentin aslında bildiğin Bağcılar çocuğu, şu alttaki poza bak..

İyi sinemacı ama.. Okullu falan olduğundan değil, bildiğim kadarıyla sinemayla ilgili bi şey okumamış. Bi ara oyunculuğa heves edip oyunculuk dersi almış o kadar. Filmcide çalışırmış önceden -DVD ve VCD öncesinde kasette filmler varmış, ben hiç izlemedim ama gördüm- çok film izlermiş işi sayesinde. Onun sinemacılığının olayı da karakter yaratma becerisinden geliyor, hayal gücünden.. Bütün hikayeleri karakter odaklı ve hakkında uzun uzun düşünülmüş, ayrıntıları ve derinliği olan tipler.. Sinemada en önemli şeylerden biri bu.. Tarantino Sinemasında da büyük bir yeri var yani..



The Hateful Eight (2015) ve Django Unchained (2012), ödül avcısı dolu, siyah adama negro deyip olay çıkarma temalı hikayeler.. Bunları, western tarzında yaparak neredeyse çocukluk hayalini gerçekleştiriyor.. Inglourious Basterds (2009), senaryosunu çeşitli sebeplerle hep ertelediği ve 5-6 senede falan tamamladığı, İkinci Dünya Savaşı zamanında geçen, Yahudi intikamı filmi.. Death Proof (2007), Grindhouse olayının bir filmi, eğlenceli film..

Kill Bill: Vol. 1 / Vol. 2 (2003-04), bir takım intikam filmi.. Uzak Doğu dövüş sanatlarıyla dolu, Hattori Hanzo kılıçlarının konuştuğu iki parça halinde bu film aslında ikincinin sonunda bitiyordu. Ama imdb.com Vol. 3'ün yapım aşamasında olduğunu söylüyor. Aslında intikam alınmış konu kapanmıştı ama.. Kill Bill'i, ilk zamanlarda 4 saatlik bütün halinde birkaç sinemada göstermişler şov amaçlı.. 3. filmin yapılacağı duyurulduğunda (hala daha çalışmalar sürüyor bilgisi var) 4 saatlik filmi tekrar meraklılarına izletmek için hazırlamış; Kill Bill: The Whole Bloody Affair (2011).. Bu yeni bir film değildi ama daha önce gösterilmeyen sahnelerin de eklenmesiyle ilgilenenlerin dikkatini çekmeyi başardı. 

Jackie Brown (1997), teni gibi gözü de kara bir hanımefendinin hikayesi. Zaten kadınlardan korkulurdu, Jakie Brown altımıza sıçmamıza sebep oldu. Pulp Fiction (1994), artık klasik olmuş, olmazsa olmaz, oldu mu tam olur bi film.. Yine kendisinin de karakter oynadığı filmlerinden biri.. Reservoir Dogs (1992), rengarenk bi film. Tarantino’nun ilk sinema filmi. Tarantino tarzının ortaya çıktığı film.. Tarz derken, şiddeti bu kadar net göstermesi, kan kullanmaktan kaçınmaması onun tarzı olarak görülebilir. Şüphesiz ki bi çok yönetmene ön ayak olmuş, gaza getirmiştir..


Pulp Fiction (1994)'dan sonra, iyice rahatladığı dönemlerde, eğlencesine yaptıkları Four Rooms (1995) var. 4 kısa filmden oluşan filmin 'The Man From Hollywood' kısmını yazıp yönetmiş, hatta oynamış da.. Bu 4 kısa filmin ortak noktası, olayların aynı otelde gerçekleşip, belboy Ted'in başından geçmesi.. Türü komedi ama Tarantino yine yapacağını yapıyor ve kanını çıkarıyor..

Bunlar dışında, True Romance (1993)'ın senaryosunu yazmış, Tony Scott'a emanet edilmiş, güzel film yapmış o da.. Çiftimiz var, bildiğin romantikler ama yine şiddet var; elde silahlar, üst baş kan, arka koltukta uyuşturucu, canları sıkılınca adam öldürüyorlar.. Ve birbirlerini çok seviyolar..
Natural Born Killers (1994) da, True Romance (1993) benzeri, hikaye Tarantino ama senaryo ekibi ayrıca çalışmış.. Yönetmenliğini Oliver Stone’un yaptığı bu film yıkılıyor. Hikaye biraz True Romance (1993)’ı hatırlatıyor.. Ama bunlar öldürmek için doğmuşlar.. Daha sertler..


Bir de Tarantino filmlerinin ortak özellikleri diye bi şey varmış eskiden, Grindhouse olayına kadar.. Çünkü orada bir kırılma yaşıyor kariyerinde.. Mesela ilk filmlerinin çoğunda çanta, valiz, bavul falan hep önemli olmuş; kapı önemli mesela, karakterler kapıyı açarken, kapatırken, kapı önünde falan çok sahne varmış. Bunu bi yerde okudum çok dikkat etmemişim: filmleri Los Angeles’ta geçiyormuş -Kill Bill (2003-04) hariç- onun da bi sahnesi varmış ama LA'de.. Filmleri arasında bağ kurma olayı varmış ve bu hareket neden onun dahi olarak görülmesini sağlıyo anlamış değilim. Bence sadece hobi gibi bi şey bu hareket. Mesela Reservoir Dogs (1992)'daki Vic Vega, Pulp Fiction (1994)'daki Vincent Vega ile kardeşmiş.. Tipleri falan da benziyomuş.. Neyse..

Bi ara, Pulp Fiction (1994) setinde, filmin makyözü Robert Kurtzman buna bi hikayesinden bahsediyor. İlgileniyor bu da, From Dusk Till Down (1996)'ı yazıyo o hikayeden.. Ama kendi çekmiyo, tam senlik hikaye, sen çek diye Robert Rodriguez'e veriyor.. "Ama bi şartla, ben oynamak istiyorum.." Sonra bu hikayeye yapımcı olarak devam filmi falan yaptırıyor, basit işler ama.. En son hali de işte Rodriguez'in önderliğinde şu an dizi oldu, kaç sezondur oynuyor..

Set çalışanlarıyla arasının hep iyi olduğunu okuduğumuz Quentin Tarantino'nun, dublör Zoe Bell'in önünü açması da çok güzel detay. Zoe'nin hikayesini bilmeyen çoktur, zamanında Xena'ya dublörlük yapmış, Kill Bill setinde de çalışırken tam bir Tarantino Girl olduğunu göstermiş. Kill Bill sonrası filminde sadece dublör değil, baya oyuncu olmuş. Ama dublörlüğe de devam ediyor bi yandan.

Çılgın yönetmenin bir röportajını okudum, (aralık 2012) şöyle diyor:
"Grindhouse'dan sonra çok moralimi bozdular, artık bir şey üretemiycem sandım, daha sonra toparlanıp uzun zamandır çekmeye cesaret edemediğim Inglourious Basterds (2009)'ı çektim. Şimdiye kadar 6 film yaptım, 10 gibi falan bırakmayı düşünüyorum. Yaşlı bir yönetmen olup kötü işler yapmak istemiyorum. Filmografimde az ama çok güzel filmler olmalı."
İlginç cümleler bunlar..

1. Reservoir Dogs (1992)
3. Jackie Brown (1997)
4. Kill Bill: Vol. 1 / Vol. 2 (2003-04)
10. ?

Eylül 2011 - edit, Aralık 2012 - edit, Şubat 2016 - edit, Mayıs 2018 - edit, Ekim 2020
Oku..

Buried (2010)



Dile kolay lan, bildiğin tek başınasın ve o aksiyonu koruman gerekiyor. Bir tabutun içinde uyanıp, birilerinin seni kurtarmasını bekliyorsun. Kamyon şoförüsün, Irak’tasın ve Amerikan vatandaşısın. Tabut kumun altında; çölün ortasında. Telefon koymuşlar yanına seninle iletişim kurabilmek ve fidye istediklerini millete haber vermen için. Ama tabii bu pili bitebilecek bi şey. Telefonda sürekli yardım istiyorsun, yırtınıyorsun "ben Amerikan vatandaşıyım" diye. Yok anlamazlar, o ona yönlendirir, o ona. Bürokrasi işte, hep engel. Ulan adam ölecek..


Yönetmenliğini Rodrigo Cortes'in yaptığı filmde, tabuttaki kamyon şoförünü Ryan Reynolds oynuyor. Muhteşem bir performans bence, en beğendiğim Reynolds işlerinden.

Bu arada kafa olarak Buried (2010)'e yakın ve ondan hemen sonra gösterime giren Danny Boyle yönetiminde James Franco'nun oynadığı 127 Hours (2010) var. (127 Hours'u ‘yüz yirmi yedi auırs’ diye okuyanlar canlarım benim) Yine tek oyuncuya yüklenilmiş ve yine gerçek bir hikaye perdeye taşınmış. Bu da güzel film, ikisi de tavsiye edilir.

Eylül 2011
Oku..

Kate Beckinsale ve Filmleri


73 Londra doğumlu Beckinsale, kariyerine dizi oyunculuğuyla başladı ve kısa süre sonra da sinema filmlerinde oynar oldu. İngiltere’nin en güzel kadınlarından biri olarak kabul ediliyor. 2004'ten beri yönetmen Len Wiseman ile evli olan 40 yaşındaki güzel oyuncunun bir tane kızı var. Daha önce bir çok filmini izlediğim Nicolas Cage için benzer bir yazı yazmıştım; bu yazıları yazarken ki amacım hem çok önceleri izlediğim filmlerini hatırlamaya çalışmak hem de siz yazılısinemaseverlere filmler hakkında küçük küçük bilgiler vermek. Yersen.


Total Recall (2012), 1990'daki aynı isimli orijinalinden uyarlanmış, bilim-kurgu aksiyon türünde film. Burda kötü kadını oynuyor ama yine çok güzel. Yazı boyunca ne kadar güzel olduğundan bahsedicem. Anıları silinen ajan Hauser birden gerçekle yüzleşir. Kate de çakma karısı ve karşı ajandır. Yönetmen, -aynı zamanda kocası olan- Len Wiseman.

Underworld: Awakening (2012),
Underworld: Rise of the Lycans (2009),
Underworld: Evolution (2006) ve
Underworld (2003) şeklinde dört filmlik bir vampir serisi. Açıkçası beni çok çeken bir seri değil. Kate, Selene karakterini canlandırıyor. Serinin yaratıcısı ve ilk iki filmin yönetmeni, Len Wiseman.


Contraband (2012), Mark Wahlberg'in başrolde olduğu orta karar aksiyon filmi. Kate'in rolü büyük değil ama benim gibi ne oynasa izlerimciyseniz, buyurunuz izleyiniz. Yönetmen: Baltasar Kormakur.

Everybody's Fine (2009), De Niro ve Sam Rockwell ile beraber oynuyordu bu filmde. Filmin olayı; bir babanın çocuklarıyla ilişkisi. Franke, hasta olduğunu öğrenir, ülkenin dört bir yanına dağılmış 3 çocuğunu son bir kez görmek ister, toplar çantasını, bir de fotoğraf makinesi alır yanına; çocuklarıyla fotoğrafları olsun ister.. Telefonda her görüştüklerinde ‘iyiyim iyiyim’ diyen çocuklarının aslında her birinin kendi çapında dertleri olduğunu görürüz. Yönetmen: Kirk Jones.

Whiteout (2009), yanılmıyorsam kutuplarda geçiyordu film. Bilim Bayanı olarak karşımıza çıkan Beckinsale, bilim camiasına sızan kötü adamlarla bir aksiyon içerisindeydi. Karın buzun içinde amansız bir mücadele; konusunu çok hatırlayamadım. Yönetmen: Dominic Sena.


Nothing But the Truth (2008), çok iyi filmdi. Avukatı oynuyor bu filmde, baya idealist, muhbirini korumak için içeride yatan bir avukat falan; doğru bildiğinin peşinden giden bir kadın. Yönetmen: Rod Luire.

Winged Creatures (2008), bu bi garson tamam mı.. Çalıştığı yerde bi cinayet işleniyor, al başına belayı.. Psikolojiler bozuluyor, ortalık karışıyor. Filmin numarası da herkesin bakış açısından olayı görebilmemiz. Yönetmen: Rowan Woods.


Vacancy (2007), aman da çok korktum.. Ya bi güzel kız bulunca da korku filminde de oynatmayın ya.. Boş otel odası.. Sakin görünen ama aslında psikopat olan resepsiyon görevlisi.. Kan.. Çığlık.. Çok klasik lan.. Yönetmen: Nimrod Antal.

Snow Angels (2007), demin izledim bu filmi.. Yine Sam Rockwell ile beraber oynuyor. Aslında sıkıcı bi film ama sonuna kadar bi şey ha oldu ha olacak gibi gidiyor, hiç bi şey olmadan film bitiyor.. Psikopat eski koca olayı işte. Yönetmen: David Gordon Green.

Click (2006), müthiş eğlenceli duygusal bir film. Adam Sandler’la beraberler bu filmde, aşırı zekice yazılmış bir senaryo. Felsefesi var. Ama çok şakacı. Yönetmen: Frank Coraci.

The Aviator (2004), 11 dalda Oscar adyı olup 5'ini alan bir Martin Scorsese filmi. Di Caprio film yapıyor filmde; bol uçaklı bir hikaye böyle. Kate zaten görünse yetiyor.. Tamam yani azıcık görünüyor.


Van Helsing (2004), efsanesini bilmeyenler için: zamanın birinde Van Helsing adında, gümüş oklar falan fırlatarak vampirlerle savaşan bir savaşçı var, çok meşhur bu dünyanın bir o tarafından çağrılıyor bir bu tarafından çağrılıyor. "Bizim mahalleye vempayr dadandı, öldür" diye. Bu da cengaver koşup gidiyor hep. İşte bu filmde de Kate’in olduğu kasabaya geliyor vempayr avlamaya. Kate, Underworld serisinde vampir güzeli iken bu filmde vampir avcısı güzeli. Bram Stoker’in yarattığı Van Helsing’i, nam-ı diğer Wolverine, Hugh Jackman oynuyor. Yönetmen: Stephen Sommers.

Tiptoes (2003), çok enteresan bir film. Birlikte olduğunuz adamın ya da kadının ailesinde cüce olduğunu öğrenirseniz ne hissedersiniz. Gerçi cüce deyince kızıyorlar, kısa diyelim. Yani kısa boylu anne baba, normal bir çocuk.. Olabiliyor.. Ve bu normal çocuk için gayet zor olabiliyor.. Çevresindekiler için de.. Normal çocuğun sevgilisi (Kate) bu durumu öğrenince olgunlukla karşılıyor ve ben seni de seviyorum, aileni de sevdim diyor ve baştan beri istedikleri çocuk yapma işini gerçekleştiriyorlar. Ama gelin görün ki kısa boylu bebekler gelişme aşamasında çok acı çekiyorlar. Gergin bir film zaten, ilginç yani. Yönetmen: Matthew Bright.

Laurel Canyon (2002), mal gibi film aslında ama Kate çok güzel lan. Kate'in kocası Sam rolünde Christian Bale var. Sam'in annesi biraz sıkıntılı bir karı onunla uğraşıyorlar. Bunalmıştım filmi izlerken öyle hatırlıyorum. Yönetmen: Lisa Cholodenko.

Serendipity (2001), belki biraz dandik ama bu kadar romantik bi film olabilir mi ya. Çok tatlı bir çift Kate Beckinsale ve John Cusack. Yönetmen: Peter Chelsom.


Pearl Harbor (2001), bir savaş filmi, çok güzel sahneler, çok güzel hemşireler ve yakışıklı askerler var. Kate de hemşirelerin en güzeli. İkinci en güzel hemşire de Jaime King. Ama işte savaş filmi birileri ölecek. Yönetmen: Michael Bay. Bu film Beckinsale'in kariyerindeki kırılma noktası, bundan sonra kaliteli yapımlarda başroller geliyor.


The Last Days of Disco (1998), film iyi mi kötü mü karar verememiştim izlediğimde. Biraz sıkılmıştım ama hikayesi de güzel gibiydi. "Ben film yapsam kesin böyle bi şey olur" diye bu film için mi demiştim acaba, yoksa başkası mı demişti? Yönetmen: Whit Stillman.

Emma (1996), İngiliz televizyonu için çekilen edebiyat uyarlaması bir film. Altyazı uyduramamıştım buna, onun için çoğu yerini anlamadım, zaten eski de bir film.
Ama aynı sene aynı hikaye Hollywood'da da çekilmiş, Emma (1996), Gwyneth Paltrow oynuyor onda da.

Ya o bu değil de, çok güzel kadın değil mi? Hem de hala güzel. Bak kaç yaşında ama hala. Bu arada 2001'den günümüze kadar olan bütün filmlerini izledim ama 2001 öncesinde oynadığı filmleri bulmak çok kolay değil.


Bakınız bu Esquire'ın geçen sene hazırladığı video: Esquire's Sexiest Woman Alive Yakışıklı baba, güzel anne. İyi gen meselesi aga. O kız n'olacak sizce büyünce.

Eylül 2011

9 sene önce yazdığım yazıya ek yapmanın zamanı gelmiş de geçmiş bile. En son Total Recall (2012) izleyip yazmışım bu başlığı. O günden beri çektiği filmler aşağıda ve en güncel de bir dizisi var. Zaman içinde filmografisine eklediği bu filmlerden sadece ikisini izlemişim ve onları da yazdım.

The Widow (2019- )
Farming (2018)
The Only Living Boy in New York (2017)
Underworld: Blood Wars (2016)
The Disappointments Room (2016)
Love & Friendship (2016)
Absolutely Anything (2015)
The Face of an Angel (2014)
Eliza Graves (2014)
The Trials of Cate McCall (2013)

En müsait bir zamanda Underworld serisini bir oturmada izlemek istiyorum. Beş filmlik bir seriye dönüştü, belki altıncısı gelirse gaza gelip izlerim hepsini tekrar..

Mayıs 2020
Oku..